İyi bayramlar, bir kısa konuşup sizi bölüme uğurlayacağım.
Ülke gündemini hepiniz az çok biliyorsunuzdur. İkonik yönü bir yana vahşice bir tarafı da var. Darp edilen, taciz edilen, haksız yere içeride olan gençlerimiz adalet için orada olanlardı. Hiçbirimiz tamamen düşüncelerimizi söyleyemiyoruz, siz az çok anlıyorsunuz. Olanlar normal şeyler değil. Bundan sonra ne oluruz bilmiyorum, ama bir şeyler değişmezse gelecek pek de güzel gelmeyecek onu biliyorum.
Kendinize iyi bakın. Bir şeylerin olumlu yönde değiştiği günlere uyanmak dileğiyle.
"Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
Kalbim bilinmezlik içinde çarpıyor. Bu hissi açıklayamıyorum. Çocukken çizdiğim özgür kuşlar şimdi kafamda kafesin içindeler. Kendimi bildim bileli böyle olduğumu biliyorum.
Hafızamda her şeyi hatırlamam mümkün değil ama bazı anılarımı kaybediyorum. Bunun bir çözümü olup olmadığından emin değilim. Gülümsemek bir şeyler öğrendikçe daha da zorlaşıyor.
Han'ı tanımadığımı, geçen sene hayatıma girdiğini sanıyordum ama daha ilerisi mi vardı? Bana neden onu hatırlayıp hatırlamadığımı soruyor? Başım çok ağrıyor. Ve bu sefer bunların duygusal bir yük olup olmadığını anlayamıyorum.
Kesik kesik her şey. Düşündükçe canım acıyor ve kim olduğumu bilemiyorum. Aslında... Biliyorum.
Sen her zaman ailenin asosyal kızısın. Ve artık yuvandan uçman gerekiyor. Bir şeyleri göze alabilmelisin. Babanın dediği gibi. Bir gün gelecek ve onlar artık olmayacak. Aş korkularını, inan bana dışarıda güzel şeyler de var.
"Geliyorum!" Sesimi duyurabilmek için bağırıp günlüğü kapattım. Aslında günlük bile sayılmazdı. Sevdiğim bir kitabın kutulu setinden çıkan bir defterdi. Kullanmaya pek kıyamazdım ama sadece bir şeyler yazabilmek istemiştim.
Başımı sandalyenin arkasına yaslayarak gözlerimi tavana diktim. Kalbim sürekli sıkışıyordu. Bir insanın duyguları yüzünden kalp krizi geçirebileceğini biliyordum, zaten var olan bir hastalığı duygular tetikleyebiliyordu. Hormon dengesini bozuyordu.
Aslında şuan gerekli bir bilgi değildi bu ama birden aklıma gelmişti. Biraz olsun biyoloji bildiğinizde her şeyi gerçek hayatla bağdaştırmaya çalışıyordunuz. Biz üniversitede doktorlar kadar detay görmüyorduk asla. Onlar bizim kat kat fazlamızı görüyorlardı. Tıp okuyan bir arkadaşım vardı, derslerimiz birbirine benzerdi ama sadece bu kadardı.
Yine de ben her zaman öğrenmeyi sevmiştim. Yeni şeyler öğrenmek hoşuma giderdi. Beni biyolojiye yönelten şey de lisedeki biyoloji öğretmenimdi. Lise hayatım boyunca derslerime girmişti ve hayatın farklı yönlerini görmemi sağlayan birisi olmuştu. Onu severdim. Onun dersini dört gözle beklerdim. Derslerim yüksekti ama tüm öğretmenleri sevdiğim söylenemezdi. Her yerde kendime bir güvenli alan yaratan birisiydim ve okuldaki güvenli alanım biyoloji derslerimdi.
Belki de ben de bir öğrenciye dersleri sevdirebilir, onun için bir ışık olabilirdim. En önemlisi de her zaman ayrılmak istemediğim güvenli alanımda olurdum.
O kuzenimi gebertecektim. Onun yüzünden düştüğüm hallere bakın!
Sırf babama yaranacağım diye başıma çorap örmüştü.
Sandalyemi iterek ayağa kalktım. Defteri kitaplığın arkasındaki bir yere sıkıştırarak aşağıya indim. Ev tam bir savaş alanı olmuştu. Annem maç saati gelene kadar erkekleri evden kovmuştu. Teyzem, ablam, ben, yağmur ve minik canavarımız bizimleydi.
Üzerimdeki beşiktaş forması ve Galatasaray şortuyla oldukça ilgi çekiciydim. Annemin gözü daha merdivenlerdeyken bana döndü. Kısık gözlerle elini beline koydu. "Baban seni evlatlıktan reddedecek."
"Ablamı reddetmediyse beni hiç reddetmez," heyecanla merdivenleri bitirip salona koştum. Annem gerçekten ortalıkta ne kadar kırılacak eşya varsa kaldırmış tüm atıştırmalıkları plastik desenli kaplara koymuştu. Göz devirdim. Erkekler maç gecesinde gerçekten bambaşka oluyorlardı.
Koltuğun üstünde, "gücüne güç katmaya geldik Cimbom!" Diye bağırarak zıplayan enayiyi görünce kahkaha attım.
"Anne ben en azından takım formalarını karıştırıp giydim, bu kız marşları birleştirmiş!"
Ben çocukluğumdan beri Galatasaraylıydım. Babamın beni beşiktaşlı yapma çabalarını tamamen görmezden gelmiş, sonuna kadar Cimbom demiş bulunmaktaydım. Ancak babamla bazen anlaşma yaptığımız için maç geceleri ortaya karışık çerez gibi gezdiğim oluyordu.
"Sen boşver şimdi Lorin'i," Yağmur koluma girerek beni mutfağa çekiştirdi. "Sana bir şey söylemem lazım."
"Ne oldu?" Dedim fısıltılı bir hararetle.
"Tazmanya canavarı alarmı," dedi mahcubiyetle. Gözlerim büyüdü. Bu aramızdaki kodtu. Asıl anlamıysa Yağmur'un belalı eski sevgilisi başıboş geziyor demekti.
"Çıkmış işte Tali," gözleri umutsuz bir parıltıyla söndüğünde kolumdan çıkıp kalçasını tezgaha yasladı. "Arayıp duruyor dünden beri. Delireceğim. Durduramıyorum psikopatı."
"Canım," elimi koluna koyup başını omzuma çektim. Omzunu sıvazlarken başına dudaklarımı bastırdım. "Sana hiçbir şey yapmasına izin vermem. O şerefsiz sana dokunamaz bile. Böyle çekingen durduğuma bakma," bakışlarım zemine düştü. "Kimse sevdiklerime dokunamaz."
"İçindeki minik canavarı görmek için ne kadar sabırsızlansam da," başını kaldırıp bana uyarıcı bir bakış attı. "Buna karışmayacaksın. Zarar görmeni istemiyorum."
"Tabii," dedim alayla. "Kesin dediğin gibi olur."
"Talya!" Diye uyardığı anda ablam mutfağa girince susmak zorunda kaldı. Sıkıntılı bir nefesle bana öfkeli bir bakış atıp mutfaktan çıktı. Ablam omzunun üzerinden ona şaşkın bir bakış attı.
"N'olmuş buna? Kavga mı ettiniz siz?" Eğilip dolaptan üç tane plastik kap aldı. Tezgahtaki poşetten çıkardığı cipsleri boşaltmaya başladı.
"Sorun yok abla," tezgaha döndüm ve onu izlemeye başladım. Gözlerim ona dalmışken, "abla," diye mırıldandım.
"Neden bana hiç seni çöpten bulduk şakası yapmadın?"
"Ne?" Kahakaha attı. Kısık gözlerle bana döndü ama hâlâ kahkahasını durduramamıştı. "Ablacım sen ortaokuldan beri okulu mu asıyorsun? Öğrenmedin mi bebeklerin nasıl geldiğini?"
"Çocukken bilmiyordum ama," diye itiraz ettim. "Hep kardeşlere bu şakayı yapıyorlarmış, sen niye yapmadın hiç?"
Omuz silkti. "Seni çöpten bulmadık ki."
Bayık gözlerle ona baktım. "Abla..."
"Ne? Ne dememi bekliyorsun?" Hâlâ tatmin olmadığımı görünce göz devirdi. "Seni bana ilk getirdiklerinde çok güzeldin. Her zaman çok tatlı bir çocuktun. Ama her zaman içine kapanıktın. Biz seninle dalga geçmek yerine sevdik diye suçlu olduk şimdi. Daha fazla içine kapan istemedim işte."
"Bebekken mi abla?" Gözlerim şüpheyle kısıldı. "Bir bebek ne kadar içine kapanık olabilir ki?"
Bir süre gözlerime baktıktan sonra gözlerini kaçırdı. Cips paketlerini itti. "Ben bir kızıma bakayım."
İç çekerek kaçmasına izin verdim.
Benden bir şeyler saklıyorlardı ve bunu hep birlikte yapıyorlardı ama ne olduğunu bulacaktım. Beni daha fazla kandıramazlardı. Kafamdaki tüm karmaşayı çözecektim.
Ne kadar uzun sürdüğü umrumda değildi.
Çalan zille,"ben bakarım!" Diye seslendim içeriye doğru. Hemen ardından koridora çıkıp kapıyı açtım. Babam ve eniştem en başta ellerinde poşetlerle göründüğünde uzanıp poşetleri aldım. Ayakkabılarını çıkarıp terliklerini giyerlerken ben de poşetleri mutfağa bıraktım. Babam mutfak kapısında göründüğünde hâlâ üstümdekileri algılamamış olacaktı ki, bana doğru yürüyüp yanağımdan bir makas aldı.
Gülümseyerek beline sarıldığımda başıma dudaklarını bastırdı. "Biz kazanıp seninkileri o sahaya gömeceğiz."
"Baba ya!" Kahkaha atarak ondan ayrılmamam için kollarını etrafıma doladı.
"Olsun kızım, sen de derslerinde kazanıyorsun. Üzülme."
"Ya bak hâlâ dalga geçiyor," huysuzlanarak geri çekilmeye çalışınca bu sefer engel olmadı ve tezgahtaki poşetlere uzandı. "Bir daha giymiyorum formanı falan!"
Dudaklarında muzip bir gülümseme oluştu.
"Bakayım güzelime," ağzına birkaç tane fıstık attıktan sonra bana dönünce ellerimi belime yerleştirip poz verdim. Tepkisini görmek için sabırsızlanıyordum. Eğer maçta Galatasaray yoksa her zaman babamın takımını tutar babamın bana aldığı beşiktaş formasını giyerdim. Saçlarımda beyaz bir fular olurdu ve çoraplarımı da özellikle beyaz giyerdim. Ama söz konusu kendi takımım ve babama verdiğim söz olunca melez gibi geziyordum ortalarda. Allah'tan maç için stada gitmemiştim bu halde, iki taraf da bana deli gibi bakardı.
Dayak da yiyebilir miydim? Belki.
Babam fıstığını yutar yutmaz iğretiyle yüzünü buruşturdu. "Ne o altındaki senin? Kırmızı kırmızı parlıyor gözüme? Hiç yakışmış mı o sana? Siyah yakışır benim kızıma."
"Tabii baba, şuanda da sana sorsak kartalımdır."
Burnuma fiske attı. "Sen her zaman benim minik kartalımsın."
"Aslanın kafasını kessen de aslandır babiş," yanağına hızlı bir öpücük kondurup içeriye fırladım. Yoksa babam kaşla göz arasında formanın altını da giydirip takımı tamamlayabilirdi.
Aşırı sinir oluyordu ama belli etmeyişi anca bu kadardı.
"Kız hain," diyen eniştemin sesiyle koltuklara yöneldim. Teyzemin kocasıydı ama ben genelde ona Mahmut abi demeyi tercih ederdim. Daha samimi gelirdi. Bana da bir abi gibi hissettirdi. Asla söylemezdim ama öncelik onundu. Onu ablamın eşinden daha çok severdim. Yanına geldiğimde bana kınayıcı gözlerle bakarak koltukta zıplayan Lorin'i işaret etti. "Hadi seni anladık, doğuştan böylesin de o bozuk genlerini buna nasıl geçirdin? Kıza bak! Marşı bile yanlış söylüyor!"
Ben tam kendimi savunmaya geçecekken Lorin tekrar bir yerlerinden uydurduğu marşı söylemeye başladı.
"Formanda ter olmaya geldik, lay lay lay lay Galatasaray!"
"Abi vallahi ben öğretmedim," dedim çaresizce. Burak amcam kahkahalarla gülerken Alper uzanıp teyzesinin minik kopyasını kucağına aldı.
"Bu evdeki tek galatasaraylı sensin!" Sanki tüm suç benimmiş gibi bana bakınca hırsla biricik oğlunu, Alper'i işaret ettim.
"Ya abi senin oğlun fenerli! Ayıp olmasın diye Beşiktaşı destekliyor!"
"Lan!" Diye yükselen Mahmut abi oğluna dönünce Alper bana ters bir bakış attı. Ben kendi paçamı kurtarmıştım, gerisi beni bağlamazdı.
Tek galatasaraylı olmasam da bozmadım. Mustafa abi de galatasaraylıydı.
Lorin'e gider ayak göz kırptığımda bana kısık bir kahkahayla karşılık verdi. Teyzesinin biriciği, tabii ki babası yüzünden galatalı sayıldırdı. Ama annesi ve dedesi sağ olsunlar, beşiktaşa da yatkındı.
Bu evde kimlik karmaşası yaşayan tek kişi ben değildim. Çocuklar olarak babalardan az çekmiyorduk.
Annem içeriden seslendi. "Talya kapıya çöp bıraktım, aşağıya götürüver kızım."
Bir evde en küçük çocuk olmayacaksın ya. En büyük dert buydu.
Söylenerek kapının önündeki poşetleri aldım. Kapıyı açıp dışarıya adım attığım gibi yan tarafta kapıya anahtarı sokmaya çalışan Han'ı gördüm. Üzerinde beyaz bir tişört ve siyah bir kot vardı.
Bey bey, siz nerden geliyorsunuz böyle?
Diye hesap sormak vardı da işte, kader utansın. Biz anca içimizden yavşayalım.
Nerede mantıksız iş orada imzamız.
Göz göze geldiğimizde avucumu şortuma sürttüm ve yutkundum. Bir an önce gözlerimi utanç içinde kapatıp kendimi azarlamak istiyordum. Umarım üzerimdeki takımlardan birini tutuyordur diyemiyordum çünkü şuan onun takımını da melez yapmış oluyordum. Nereden tutsam elimde kalıyordu.
Gerçekten neden ben bu adamın karşısına doğru düzgün bir kombinle çıkmıyordum ki hiç? Neden hep bu abidik gubidik kombinlerle yakalanıyorduysam!
Kaşlarından biri havalandı. "Yakışmış?"
"Tam olarak hangisi?" Diye sordum. Dilimi yutmadan sormak zorundaydım. Çünkü an itibariyle nefes alamıyor bulunuyordum.
Dudağının kenarında milimlik bir oynama gördüğümde tırnaklarımı poşete geçirdim. "Üstteki."
Bununla da kavga edecektik takım için. Ben birini tutacaktım o birini. Neyse. Ben alışkındım böyle gezmeye.
"Talya!" Annem birden kapıdan çıktığında gözleri Han'a döndü. Han ve biricik kayınvalidesi bakışırken ki bence bir yerde annem onun da annesiydi, kalbimin efendisi başını önüne eğerek anneme selam verdi.
"Sana da çocuğum," Han görmedi ama annemin gözlerindeki yumşamayla benim içimdeki manyak hücreler coşmuş bulunmaktaydı. Endokrin sistemim, kanımdaki hormonlar normale dönene kadar böyle duracaksın diyordu. Han, tam kapıyı açtığında annem beni kenara itti.
Yalpalayarak anneme şaşkın bir bakış attım ama şuan onun umur sınırlarında gezmiyordum. Gözü bir tek Handaydı. Annem ne çabuk damat tarafı olmuştu? "Gelsene oğlum, maç izleyecek bizimkiler." Sır verecekmiş gibi kapıya bakıp tekrar ona döndü. "Eğer evde misafir olursa televizyonu ya da sehpayı kıramazlar. Onların daha keyfini süremedim ben."
Anne?
"Yok, rahatsızlık vermeyeyim ben."
Annem ısrarcıydı. Bakınız, bu konuda annem çektiğim tek yer Han'ı kalbimin hanı yapmadaki başarımdı. "Hangi takımlısın sen?"
"Heh, tamamdır. Koş formanı giy gel. Gerçi bekle, zaten siyah beyaz giymişsin, formaya hiç gerek yok. Kapat bakayım kapını, geç içeri geç. Utanma."
Han yine rahatsızlık vermek istemediğine dair bir şeyler gevelese de annem hatuna karşı koyamamış kendisini bizim evde bulmuştu. Annem onun sırtına vurup içeriye yollarken bana döndü.
Dehşet içinde bakakaldım. "Ne?"
Göz kırptı. "İstigramdan öğrendim kız. Çok sevdim demekmiş."
Tam olarak öyle çevirmiyoruz onu anne ama...
Kurban olayım sen fazla gezme sosyal mecralarda ya.
Yarın bir gün video da çekmeye kalkarsan ne yaparım bilmiyorum.
En sonunda annem de içeri geçince kapıda tek kaldım. Kalp atışlarım kulaklarımda yankılanırken sırtımı kapıya yaslayıp birkaç saniye bekledim. Bu gidişle kalp hastası olacaktım.
Çöpü indirip dışarı çıkarırken kapıdaki İsmail abiye gülümsedim. Bana merhametle gülümseyip baş selamı verdi. İçeriye tekrar girmeden önce beklemek zorunda kaldım. Durup üstüme göz attım. Saçlarımı düzelttim.
Gözlerim tavana döndü. "Allah'ım eğer kaderimde o yoksa ben cennette bunu istiyorum. Aynı bundan olsun."
Sen bir cennete gitte gerisi kolay diyen iç sesimi susturdum. Motivasyon önemliydi.
Aralık kapıyı iterek içeriye girdim. Önceliğim lavaboya gidip bir elimi yüzümü yıkamaktı. Terliklerimi ayağıma geçirip holde adımladım. Ancak lavabo boş değildi.
Aralık kapıdan elini yıkayan Han'la göz göze geldik. Kalbim inatla bir anda göğsümde sıkışınca nefes alma ihtiyacı duydum. Midem kasılmıştı. Hareleri gözlerimi talan etti. Elini yıkaması artık dakikayı bulduğunda ellerimi arkada birleştirip duvara yaslandım.
"Bana peri demenin özel bir sebebi var mı?" Diye sordum cesaretimi toplayarak.
"Evime balkondan girmenin özel bir sebebi var mı?" Musluğu kapatıp kapıdan çıktı. Önümde aramızda üç adıma yakın bir mesefe bırakarak durduğunda göz ucuyla koridoru kontrol ettim. Bizimkilerden birisi bir anda gelebilirdi. "Söylesene Talya, seni o gece bana ne getirdi?"
"Ne yapacaksın?" Dedim yutkunarak. Duvardan ayrılıp kendimi koruma iç güdüsüyle çenemi kaldırıp omuzlarımı dikleştirdim. Kaşları hareketlerimi izlerken hafifçe aşağıya doğru kavis kazandı.
"Sana neden peri dediğimi bilmek istemiyor muydun? İstihbarat böyle olur. Bilgiye bilgi."
"İsmimin pek bilinmese de peri anlamı da var sonuçta. Benim merak ettiğim senin neden öyle seslendiğin." Ona ne diyecektim ki? Sana aşık olduğum için kıyamayıp bir tencere çorba yaptım ama karşına çıkmaya uyandığım için tencereyi kapına bıraktım ve tencereyi almak için evine gizlice girdim, mi? Öldürün beni daha iyi.
Onu istiyorum ama ona onu sevdiğimi söyleyemem. Umutsuz bir platonik olma yolunda gayet iyi ilerliyorum.
Bir süre gözlerime baktı. O bana bu kadar dikkatli bakarken çekip gidemiyordum. Öylece kalakalmıştım. "Adının anlamı yüzünden değil," dedi sakince. Ardından üzerime bir adım attı. İrkilmedim bile. Ona dair beni korkutan tek bir his belirmiyordu kalbimde. Beni korkutan tek şey o gittiğinde geriye dönememe ihtimali oluyordu. Başını boynuma doğru eğdiğinde nefesimi tuttum. Ilık nefesi boynuma vurunca tırnaklarımı parmağıma geçirdim. Gözlerimi tavana diktim. Midemdeki ağrı her geçen saniye artıyordu. Nefes aldığını hissettim. "Ama seni bana her ne getirdiyse onu bulacağım. Uzun süre saklayamazsın."
Sanki... Kokumu içine çekmiş gibi derin bir nefesti. İmkânım olsa ben de kokusunu duyabilmek için derin bir nefes çekerdim ancak şuanda kendi kendimi boğmakla meşguldüm.
Geriye çekildiğinde zorlukla, "neden?" Diye sordum. "Neden bu kadar sorguluyorsun? Polise verseydin ya beni."
Dudaklarından birisi hafifçe kıvrıldı. "Seni başka bir kolluk kuvvetine mi vereyim yani? Hayatta olmaz ."
"Öğrenip ne yapacaksın?" Belki de uzun zaman sonra bu kadar cesaretliydim.
"Orası da bana kalsın," diyerek yanımdan kayıp gitti.
Elimi kalbime yaslayarak kendimi lavaboya attım ve kapıyı kapattım. Klozetin kapağını kapatıp üzerine otururken ellerimi başıma yaslamış ve dizime doğru eğmiştim sırtımı.
"Hatırla aptal hatırla," sinirle saçlarımı geriye ittim. "Nereden tanıyor seni?"
Bana peri diyordu ama ismimden dolayı değildi. Daha önce bana peri demesini gerektiren bir durumda karşı karşıya gelmemiştik. Ya da gelmiş miydik? Ben mi anlamamıştım? Daha öncesinde ne olmuştu ki?
Aynı üniversitede olmamız imkansızdı. Aynı lise? Olabilirdi. Ben hiçbir zaman sosyal bir kız olmamıştım. Mezun olmama rağmen sınıfım dışında kimseyi tanımazdım. Yüz simasını bile çıkaramazdım bazılarının. Belki başka şubedeydi. Belki de üst sınıflardandı.
Başım ağrımaya başladığında annemin sesini duydum. "Talya," diye sesleniyordu. "Maç başladı kızım hadi!"
"Geliyorum anne!" Diye seslenip ayağa kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp ifademi toparladım. Babam, amcam ya da Alper bir şeyler sezerse onları ikna edemezdim.
Platonik bir aşk ve hatırlayamadığım aklımı karıştıran anılarla ilgili onlara ne söyleyebilirdim ki?
Kapıyı açtığım an birden ablamla burun buruna geldim. Korkuyla baş parmağımı damağıma yaslayıp kaldırdım. "Abla napıyorsun ya!? Ödüm koptu."
Gözlerini kısmış dümdüz bir ifadeyle beni izliyordu. Kollarını göğsünde birleştirmişti. "Ne?" Dedim çekingen bir sesle. "Ne oldu? Niye öyle bakıyorsun?"
"Bir şeyler saklıyorsun," sakince üzerimde gezindi gözleri. "Bu senin aptal platoniğinle alakalı değil. Başka bir şey. Ama yemin ederim bu sefer de sen anlatmadan önce ben bir şeyler anlarsam fena olur."
Yutkundum. Onlar benden bir şeyler saklarken bana bunun için hesap sorması ne kadar adildi? "Birbirimize dürüst olduğumuza inandığım zaman söylerim," gözlerinin an be an sert bir bakışa dönüşmesini izledim. Ama geri adım atmayacaktım. "Bakma öyle. İkimiz de salak değiliz, biliyorsun."
"Öyle olsun," başını aşağı yukarı sallayarak önümden çekildi. "Ama pişman olursan bana gelme. Ben sana söylemen için bir fırsat verdim."
"Ben de öyle," ardından yanından çıkıp salona geçtim. Babam, mahmutve Mustafa abi üçlü koltuktaydı. Ben de amcamın yanındaki boş yere oturup başımı omzuna yasladım ve gözlerimi televizyona çevirdim. Henüz kimse gol atmamıştı. Maçın sekizinci dakikasındalardı.
Koyu galatasaraylı değildim. Yalnızca babamla uğraşmayı sevdiğim için Galatasaray formamı giyerdim ve maçı olduğunda izlerdim. Babam da eğer Beşiktaş oynamıyorsa benimle beraber izlerdi. O kadardı.
"Amcam," yanağımı omzuna sürterek gözlerimi yüzüne kaldırdım. Han'a mümkün olduğunca bakmamaya çalışıyordum. Göz göze gelmek yapabileceğim büyük bir hataydı, kopamayacağımı hissediyordum.
Burak amcamın bir eli yüzüme düşen saçları kulağımın arkasına itti. Dudaklarında bir gülümseme oluşurken burnunu saçlarıma yasladı. Ben de hafifçe gülümsedim. Saçlarımı koklarken bir eli belime gitti. "İyi misin?"
Başımı salladığımda dudaklarını alnıma yasladı. "Değilsin. Müsait bir zamanda konuşalım seninle. Uzun zaman oldu ha bir masa açmayalı."
"Dilini mi yuttun be kızım? Biri bir şey mi dedi? Canını mı sıktılar?"
"Sorun yok Burak, yorgunum sadece."
"Gol ulan gol!" Diye yükselen sesle şaşkınlıkla bir ekrana bir babama baktım. Birden kafasını Mustafa abiye çevirmiş ve başıyla ekranı işaret etmişti. Keyfine diyecek yoktu. "Büyü de gel sahalara."
"Maç sonu görüşürüz baba," Mustafa abi ekrana ölümcül bir bakış attı. İçinden çok fena sövüyor olmalıydı. Yalnızca bu evde hiçbiri yanında eşleri ve kızları varken küfretmezdi. Mesela ben babamın bile küfrettiğini hiç duymamıştım.
Han'ı da bir şekilde vazgeçirecektik artık. Olmadı farklı yöntemler bulurdum.
"Ya o nasıl pas, onu nasıl alsın! Ver dümdüz ver! Nereye!?" Teyzem bağıran eşine tip bir bakış atıp annemin kulağına eğildi. Az sonra ikisi kıkır kıkır gülüyordu. Önlerinde bir cips kasesi vardı.
Bazen ne kadar büyürlerse büyüsünler onlar geçmişteki o genç kız oluyorlardı. Anne olmuşlardı, ev hanımı olmuşlardı ya da daha farklı vasıflar yüklenmişti omuzlarına ama hâlâ bir yerlerde oturup gizlice dedikodu yapan iki kız kardeşti.
Dudaklarım hafifçe kıvrıldı. Ailemi seviyordum. Ve sanırım bu ne olursa olsun değişmeyecek tek şeydi.
"Lan o gol kaçar mı!?" Diye bağıran Mustafa abi yüzünden güldüm. Ardından gözlerim babasının ayak ucuna minder atmış oturan Lorin'e kaydı. Yüzünü buruşturmuştu. Birden ayağa kalkarak babasının kucağına tırmandı. Elini şap diye ağzının üzerine kapattığında mustafa abinin şaşkın bakışları kızına döndü.
"Baba bağırma ben duyuyorum seni."
Güldü. Kızının parmaklarını öpüp onu dizlerinin üzerine oturttu. "Özür dilerim kızım."
"Tamam," dedikten sonra eliyle televizyonu gösterdi. "Baba bunlar niye siyah kırmızı giymemiş? Ben hangisiyim?"
"Kandırma kızımı, siyah beyaz o."
"Ben teyzem gibiyim," dedi birden Lorin. "Onda daha çok renk var. Dört tane onda. Ben de dört tane olcam."
Elimi çattık der gibi alnıma yasladım. Bu kızın karar mekanizmasına hayrandım.
"Teyzen galatasaraylı," dedi Mustafa abim. Bir yandan da televizyona dikkat kesilmişti. Galatasaray forvetindeki futbolcu topu kaptırınca gözlerini kısa bir an kapatıp derin nefesler aldı. Kızı kucağındaydı. Sesini yükseltemezdi. "Sarı kırmızı olursan sana bir kutu dondurma."
"Mustafa!" Diye kızdı ablam. "Hasta edeceksin çocuğu." Yan gözlerle onlara baktıktan sonra çayından bir yudum aldı. "Siyah beyaz olursan sana dün istediğin kekten yaparım."
"Tamam!" Dedi neşeyle Lorin. Kız rüşvetle çalışıyordu ve gayet de memnundu. "Ben dört rengim, hem dondurma hem kek istiyorum!"
Herkes gülmeye başladığı sırada televizyondan bir ses yükseldi.
Goool! Beraberlik sağlandı sayın seyirciler! Topun ağlarla buluştuğu an tekrar ekranlarda!
Erkeklerin hop oturup hop kalktığı, sövmemek için kendilerini tuttukları, hınçlarını da bir güzel ortada ne varsa yiyerek çıkarmaya çalıştıkları dakikqlarda benim tek bir görevim vardı. Han'a bakmamak.
Ama duramadım. Gözlerimi çevirip onu inceledim. Bana bakmıyordu. Odağı televizyondaydı. Kaşları hafifçe aşağı doğru kavis kazanmış, kemikli çene hattı yan profilinden göründüğü kadarıyla belirgindi. Dolgun dudakları gergindi.
Ondan hiç vazgeçemeyecek miydim? Ya onla ya onsuzdu. Hayata bırakmaktan başka çarem yoktu. Tıpkı kaderimde olmasa bile hep sağ salim geri dönmesini dilemekten başka çarem olmadığı gibi.
Belki de onu bir başkası için dileyip duruyordum ama bunlardan bihaberdim.
Bu düşünce içten içe beni ürperttiğinde yerimde doğrulup arkama yaslandım. İlk yarı berabere bitmişti. İkinci yarı birkaç oyuncu değişikliğine gidilerek başladığında gözlerim etrafa kaydı. Babam ve eniştelerim gözlerini televizyona dikmişlerdi. Alper arada babasından yiyebileceği bir darbeye hazırlıklı olarak etrafı göz hapsine almıştı. Burak amcam sakince çayını içiyor, arada ağzına leblebi atıyordu.
Gözlerim tekrar Han'a döndü. Salak bile olsa bakışımdan ona aşık olduğumu anlardı ilk görüşte. Acaba benden hazzetmiyor olabilir miydi? Belki bilerek görmezden geliyordu.
Of.
İhtimaller tamamen beynimi bulandırıyordu.
Başımı çevirip Yağmur'la göz göze gelince bana çaresiz bir bir bakış attı. Kaşlarım çatıldığında gözlerim elindeki telefona kaydı. Tekrar gözlerine baktığımda başımı yavaşça pencereye çevirdim.
Sinirle gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. Tazmanya canavarı alarmı asıl şimdi aktifti. Derin bir nefes alıp içimde kabaran öfkemi dizginlemeye çalıştım. Daha en başında size söyledim, asosyal ve içine kapanık olmam tersimin pis olduğu gerçeğini değiştirmezdi.
Gözlerimi açıp Yağmur'a baktım. Hemen ardından herkes maça odaklanmışken ayağa kalktım. Babamın ve Han'ın gözlerinin bana döndüğünü gördüğümde babama gülümseyerek masadaki bardağımı aldım. "Çayımı tazeleyeceğim. İsteyen var mı?"
"Ben de alacağım bir bardak," Yağmur da bardağını alıp ayaklandığında Alper inadına bardağını uzattı. Yağmur ona ters bir bakış attı. O da biliyordu iki bardak demli içer başka da içmezdi.
"Zahmet oluyor ama bana da katıver be hava durumu."
"Son dakika haberinden bildiriyorum, gök gürültülü sağanak yağışlı." Diye tısladı Yağmur, deyim yerindeyse. Hırsla bardağı alıp topuğuyla Alper'in ayağını ezdiğinde bile onlara gülecek halde değildim. Belli ediyor muydum bilmiyordum ama ellerim bile kaşınıyordu.
O çocuk elimde kalacaktı benim. Bu ne ilk ne sondu, canıma tak demişti artık.
Gözlerim hâlâ beni izleyen Han'a döndüğünde ilerleyip bardağını aldım. "İstiyor musun?" Misafir olduğu için söylemiyor olabilirdi. Annem zaten zorla getirmişti.
Şuan kaşına gözüne olmadı her şeyine düşecek bir durum bulabilirdim ama öfkem buna engel oluyordu. Yine de kalbime söz geçirmiyordum. Yakınına geldiğim an ritmini şaşırmıştı bile.
Bardağını almak için uzandığında parmaklarımız birbirine dokundu. Kalbim sakın kıpırdama, dese de aklım ona kinayeyle baktı. Çek elini alsın bardağını, tüm ailenin önünde cilveleşecek yer değil şuan.
Hak verdim ve hızla elimi çektim. Ama o kadar ani olmuştu ki elimi nereye koyacağımı bilemeyerek arkama sakladım. Utançtan yanaklarım kızarırken yüzüne bakamadan geriye çekildim.
Kalp? Orda mısın? İşte şimdi ritmini şaşırabilirsin, benden sana izin.
Elbet birgün ulan, bugün değil ama elbet bir gün.
Da, ben bu çocuğu kendime nasıl aşık edecektim ya? İnşallah beni hatırlamıyor musun derken kardeşi gibi gördüğünü falan ima etmemiştir. Bayılırım şuraya beni Yağmurla Alper de toparlayamaz sonra.
Benim bir ara mutlaka ekibi toplayıp aşık etme taktikleri konuşmam gerekiyordu. Hızlandırılmış bir aşk programına ihtiyacım vardı.
Daha fazla durursam dikkat çekeceğim için yürümeye başladım. Mutfağa girdiğimde ilk işim pencereye yönelmek oldu. Binanın karşısındaki arabayı gördüğümde sakinleşebilmek için kollarımı göğsümde topladım. Sadece hayatımın anlamı bir tanem çayını alıp gidene kadar bekleyecek ve çaktırmadan evden çıkıp aşağıdaki öküzün kafasını yaracaktım.
Benim bugüne bugün iki tane avukatım vardı be, boşuna mı okudular? Savunmamı yapsınlar bir zahmet.
"Tali," Yağmur omzuma dokunarak ismimi fısıltıyla söylediğinde ona omzumun ardından bir bakış attım. "Sakın benim yüzümden başını belaya sokayım deme."
"Sinirimi bozuyor," diye huysuzlandım. "Sana yaptıklarını hatırlamak bile kanımı kaynatıyor sanki. İnan bana şuan zor duruyorum."
"Lütfen," belime kolunu dolayarak iyice kulağıma yaklaştı. Temasıyla beni kandırabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. "Sana bir şey olmasını istemiyorum."
"O şeyden mi korkuyorsun?" Diye yüzümü buruşturdum. "İmkanı yok. Böyle yapmasına daha fazla izin veremem. Sustuğum yeter."
"Senden korkuyorum Talya," diye itiraz etti. "Sana bir şey olmasından korkuyorum. Yapma, bırak polisi arayayım ve bitsin."
"Uzaklaştırma da hapiste onu durdurmuyor," öfkeli gözlerim ona döndü. "Bu sefer uzak duracaksın."
"Bir sorun mu var?" Tezgaha yaslanmış bize bakan Han'a döndüm. Gözleri şüpheyle kısılsa da başka hiçbir mimik yoktu. Bu yüzden ne düşündüğünü anlayamıyordum.
Allah'ım boş vaktinde yaratmış. Öyle bir mükemmellik vesselam.
Gözlerim kısa bir an Yağmur'a kayınca başımı salladım. Bunu kimse duymadan halledecektim. Tam dudaklarımı aralayıp bir şey söyleyecektim ki Yağmur omzumdan tutup beni çevirerek lafa atladı.
"Özel gününde de, çekilmez biraz. Sen git içeriye ben hallediyorum."
Ne!?
"Anladım," diyen sesinin ardından benim utanç içinde beklemelerime sessizliği karıştı. "Geçmiş olsun."
Ama şuan değilim o başka konu.
Bunu söylemekten utanmıyordum ama şuan yeri ve zamanı mıydı ya?
Han gider gitmez tırnaklarımı Yağmur'un koluna geçirdim. Gözlerimi pörtleterek yüzüne yaklaştım. Benden uzundu ama bu göz göze gelmemize engel değildi. "Aşırı yardımcı oluyorsun, biliyorsun dimi?"
Saçlarını omzunun üzerinden attı. "Biliyorum hayatım. Gör bak, bu gece sana iyi gelecek ne varsa ayağına gelecek."
"Seninki de ayağına gelmiş," elimle aşağıyı işaret ettiğimde yüzünü buruşturdu.
"Vallahi bin pişmanım ya. Şans verdiğim güne de aklıma da tüküreyim."
"Seni yargılamıyorum Yağmur," diye omuz silktim. Tırnaklarımı ondan çekerek tezgaha yaslandım. "İlk başta sana ne kadar değer verdiğini ben biliyorum. Onu sevmen için ne kadar çabaladığını, sonra ilgini aldığı an nasıl değiştiğini biliyorum. Hepsinde yanındaydım ya. Bu güne kadar hatrın var, aranızda halledin diye girmedim ama hapse girdiği andan beri öfkemden bir şey eksilmedi. Bu sefer her şeyi biliyorum ve sen buna karışmayacaksın."
"İçeriye geç, Yağmur." Diyerek sözünü kestim. "Güven bana."
"O zaman polisi ara," diye tersledim. "Ben odama gidiyorum. Tazmanya canavarı gidene kadar da çıkmıyorum." Dışarıya çıkarken elimle bardakları işaret ettim. "Çaylar da sende. Otur bizimkilerin yanında, hiçbir halt edemez o."
Yağmur bana şokla baktığında ben çoktan mutfaktan çıkmış babamların odasına gidiyordum. Kapıyı açarak içimden sessizce dua ettim. Lütfen görmemem gereken bir şey görmeyeyim.
Babam polis değildi ama ruhsatlı bir silahı vardı. Ablamla bana da küçükken kullanmayı öğretmişti, bizi yasal yerlere götürüp poligonları kullandırtmıştı.
Tabii ki bu bilgiler birisini öldürmem için değildi. Ne şimdi ne de başka bir zaman, sadece gerektiği anda kendimi koruyabilmem içindi.
Bir babanın sadece kız çocuğu olduğunda çok fazla şey öğreniyordunuz. Mesela ablam da ben de evde bozulan eşyaları tamir etmeyi az çok bilirdik. Çoğu zaman daha kötü bir hale getirsek bile başımızın çaresine bakmasını biliyorduk.
Silahı çekmeceden alıp iç çamaşırımın lastiğine taktım. Lastik aşağı çekince sinirlenip silahı elime aldım. Kemer bulmam gerekiyordu. Başka türlü silah ağır geldiği için aşağı çekecekti hep. Çekmeceden babamın kemerlerinden birini alıp belime doladığımda hüsranla nefesimi bıraktım. Kemer deliği belimi sardığımda on santim daha uzakta kalıyordu.
Annem genelde pek kemer kullanan bir kadın değildi ama çekmeceleri karıştırınca şeffaf bir kemer bulmuştum. Bu sefer belime tam oturunca hızlıca silahı kabzası yukarıda kalıcak şekilde kemere sokuşturdum ve formayı üzerine çektim.
Kapıdan çıkıp sessiz adımlarla koridorda ilerledim. İçeriden hâlâ devam eden maçın sesi geliyordu ve bu da erkeklerin dikkatinin maçta olduğunu, kadınların da herhangi bir olay anında tabak çanakları korumak için hazırlıklı olduğunu gösteriyordu.
Ya da sadece dedikodu yapıyorlardı.
Kapıyı açıp kilidi avucuma sakladığımda anahtar kısmını dışarıda bırakmıştım. Tamam, her ihtimale karşı hazırlı olabilmeliydim. Öfkeme yenilmemeli ve dikkatli olmalıydım. Yağmur bilmese de ona zaten söz vermiştim. Onu korkutacak bir şey yapmazdım.
En azından gözüm dönmediğinde.
Biliyorsunuz, normalde gerçekten çok sevimli bir kızdım.
Kimseye görünmeden evden çıkabildiğimde hızlı adımlarla merdivenleri inmeye başladım. Yağmur ya da diğerleri ne yaptığımı fark etmeden onu gönderip eve geri gelmeliydim.
Demir kapıyı açıp kapıdaki İsmail abiye selam verdim. "Naber abi?"
"İyi kızım, sende ne var ne yok?" Sigarasını korkuluklara bastırıp söndürdü ve nefesini diğer tarafa verip bana döndü.
"Abi benim ufak bir işim var şurda hemen, yardımın lazım."
"Ne oldu? Kötü bir şey mi var?" Kaşları çatılıp etrafa baktığında omuz silktim. İsmail abiyi de severdim. Çok arkadaş edinmeyi sevmediğimi, okuldan kimseyi eve çağırmadığımı, dışarda buluşmadığımı ya da zorla evden çıktığımı bilirdi. Bana her zaman mahalledeki çocuklardan daha toleranslı davranırdı.
"Yok abi," elimle kapıyı gösterip masum bir gülümseme oluşturdum. "Sen bizimkilerden birisi gelirse diye kapıyı kilitlesen olur mu? Açmasınlar."
Kaşları çatıldı. "Sevgilin falan mı geldi?"
Yüzüm buruştu. "Allah korusun abi. Benim derdim başka. Bizimkiler kimseyi dövmesin diye diyorum ben."
Benim bir sevgilim olacaksa bile yan dairemdeydi. Hop, tek atlayışta evindeydim. Bir balkon sefasına bakardı yani.
"Bende o iş," göz kırptı. "Hadi dikkat et. Bir şey olursa buradayım."
"Sağol abi," gülümseyerek binanın bahçesinden çıktım. Kaldırımda bekleyen arabaya ilerlerken adımlarım yere daha sert basıyordu. Yanına geldiğimde başını koltuğun arkasına yaslamış ve gözlerini kapatmış Tazmanya canavarına gözlerimi diktim.
Yağmur'un eski sevgilisi ve bence hayatının en büyük hatasıydı. Bu çocuğu gözüm tutmadı demiştim.
Yağmur ayrılmak istediğinde de zorluk çıkarmıştı ama ben Yağmur'u dışarıda kıstırıp darp edeceğini hesaba katamamıştım. Yağmursa sırf yine ben bu duruma düşmeyeyim diye bu heriften gelen tüm tehtid mesajlarını bana söylememişti bile. Şikayet etmişti.
Uzaklaştırma falan dinlemiyordu it herif.
Elimi sertçe cama vurdum. İrkilerek kafasını kaldırdığında kaşları çatıldı. "Bakma lan mal mal, indir pencereyi."
Pencereyi indirdiğinde saf masum ayaklarına yatacağının sinyalini daha ilk bakışından anlamıştım. "Talya bak ben gerçekten böyle olsun istemedim-"
"Seven adam sevdiğine kıyar mı lan?" Ben kibar bir insan olmayı hiçbir zaman becerememiştim. Özellikle böyle anlarda kendimi dizginleyemezdim.
"Bilerek olmadı..." Dedi kısık bir sesle. "Konuş onunla, aşağıya gelsin. Affettireyim kendimi."
"Ay yazık," dedim alayla. "Sen özür mü dileyeceksin? Kıyamam." Birden ellerimi yakasına sarıp pencereye çektiğimde gözlerinde delilik parıltıları belirdi. İşte onun da sahte kibarlığı buraya kadardı. "Sana ondan uzak dur dedim! Canını yakacaksın dedim! Nasıl kıydın ya ona!?"
Elini bileğime sarıp sertçe yakasından çektiğinde dişlerini sıktı. "Bizde ayrılık yok kızım, seviyorsak mezara kadar."
"Sevgine de sana da," derin bir nefes aldım. Sinirden gülerek geriye çekildim. "Sevgi bu mu?" İleri atıldım ve birden kolumu pencereden sokup anahtarı çekip aldım. Kilit tuşuna bastığımda araba farlarını yakıp söndürerek kapılarını kilitledi. Turan öfkeyle açık çamdan elini uzattığında geriye çekildim.
Madem onunla fiziksel olarak denk değildim, o zaman başka yolunu bulurdum canını yakmanın.
Cam kapandığı an başımı kaldırıp eve baktım ama herhangi bir terslik görmedim. Ardından arabaya döndüm ve kilidi avucumda sıkarak tekere sapladım. Keskin olmadığı için bunu sürekli tekrarlamam gerekti.
Tekerleklerden vazgeçip kilidi arabanın kaportasına yasladım. Ve kaplamayı sıyırarak bir çizgi çizdim. Alt alta üc çizgi oluştuğunda Turan içerde her napıyorsa birden camı kırdı. Yan taraftan sıçrayan camlar üzerime gelmesin diye kenara çekilirken onun kalıplı vücudunu camdan çıkarmasını izledim.
"Tamam," boynunu sağa ve sola kıvırıp kütürdetti ve bana baktı. "Medeni olmayı denedim Talya. Sorun isteyen sendin, kavgasız gürültüsüz sevgilimi alıp gidecektim. Son şansın," eliyle kaportasını gösterdi. Hiç sakin olmadığını gerilen bedeninden ve öfkeyle parlayan gözlerinden anlayabiliyordum. "Ya sen gidip Yağmur'u çağırırsın ve ben senin bu taşkınlıklarını görmezden gelirim. Ya da." Sustu.
"Beni de mi döveceksin?" Histerik bir şekilde güldüm. "Senin gibilere laf anlatılmıyor gerçekten."
"Yağmur'u çağır, Talya. Tüm mahalleyi ayağa kaldırmadan çağır onu gelsin."
"Şöyle yapalım," gerçekten düşünüyormuş gözlerimi yere indirip dudak büzdüm. "Sen buradan defol git ve başına bela alma."
"Ne yapabilirsin?" Dedi küçümseyerek. "Arabamı çizdin, sinirlendirdin. Dilin sivri, gözün kara. Bundan başka nesin ki sen?"
Anahtarı avucumda sıkarak arabasına yaklaştığımda üzerime geldi. Arabanın etrafında dolandım.
"Sakın! Bir daha deneme bile!"
"Neyse ki arsızım," diye sırıttım. Anahtarı bu sefer kapıya sürttüğümde koşmaya başladı. Arabanın etrafını tavaf ederken ne yaptığımı sorguluyordum. Bu hiç bir hanımefendiye yakışmazdı ama Tazmanya canavarları da hanımefendilikten anlamıyorlardı.
"Seninle uğraşamam," birden koşmayı bırakınca ben de bıraktım. Arabanın iki yanında birbirimize bakarken bu sefer sırıtan taraf oydu. Ben ne olduğunu bile anlamadan bağırmaya başladı. "Yağmur!"
Omuzlarım şaşkınlıkla çöktü. Dudaklarım arlandığında ne diyeceğimi bilemeden öylece kalakaldım. Derdi neydi be bunun?
"Yağmur kadar başına taş düşsün, Turan." Dedim bıkkınlıkla. Olan olmuştu, herkes görecekti artık bu rezili. Dayak yemeye hazır olsundu, evdeki dört erkeği tutacak değildim.
"Yırt kendini, az daha bağır."
"AĞZINA SIÇTIĞIMIN ÇOCUĞU, UYUMAYALIM MI LAN BİZ!?" Birden Turan'ın üzerine boşalan suyla irkilerek geriledim. Kafamı kaldırdığımda balkondaki Nazmi amcayla göz göze geldim. Elinde yeşil bir kova tutuyordu ve sinirliydi. "Ne diye yırtınıyor bu?"
"Deli bu Nazmi amca, rahatsız da ediyor ama gitmiyor bir türlü."
"Kızım sen bana meydan dayağı mı attıracaksın?" Dedi öfkeyle Turan. Üzerinden sular akıyor, her yanı ıslak bir şekilde olduğu yerde dikiliyordu.
"Ben sana git demedim mi? Salak salak bağırıp haykırırsan mahalleli de seni bağırtır."
Dişlerini sıktı. "Yağmurla konuşmadan gitmiyoru- Lan!" Eli kafasına kapansa da kafasına gelen kovadan kendini kurtaramamıştı. Kahkaha attım.
Nazmi amca su yetmemiş kovayı da fırlatmıştı.
Yanına gidip onu omuzlarından ittim. "Git artık ya, git!"
İşaret parmağımı doğrultup omzuna dokundum. "Gideceksin, kız istemiyor diyorum sana. Ne yüzsüz bir insansın sen ya? Siktir olup gitsene!""
Daha fazla dayanamayıp elini kaldırdığı an geriye gidip elimi belime attım. Gözlerimi açıp silahı kaldırdığım gibi karşımdaki adamla yutkundum.
Kıvılcımları taşıyan kahveleri silahla gözlerim arasında mekik dokudu. Ardından gözlerinde farklı bir parıltı oluştu. Sanki... Gurur gibi. "Gayet iyisin."
Dudaklarım kıvrıldı. "Tabii ki öyleyim."
"Güzel," gözleri sanki güvenliğimden emin olmuş gibi ensesinden tutup arabaya yapıştırdığı Turan'a kaydı. "Ama bu it için aynısını söyleyemeyeceğim."
"Talya!" Yağmur'un endişeli sesi ardımdan gelir gelmez silah avuçlarımdan alındı. Yağmur silahı dehşet içinde pantolonun kemerine sıkıştırdı. "Napıyorsun sen?"
Şaşkınlıktan küçük dilini yutabilirdi ancak avukat içgüdüleri radarlarını açmıştı.
"Keşke bir iyi misin diye sorsaydın," diye homurdandım.
"Pardon ama biraz sonra savunmanı yaparken ne söylemem gerektiğini bilmeliyim. Ayrıca iyi olmasaydın Han şuan Turan'ı dövüyor olmazdı."
Kafamı çevirme fırsatı bulmadan amcamı ve kuzenimi çatık kaşlarla karşımda bulunca omuzlarımı dikleştirdim.
"Ne zamandan beri kavgaya tek gidiyorsun?" Diyen Burak amcamla gözlerimi kaçırdım.
"Ve ne zaman arkanda olmayacağımızı sana hissettirdik?" Alper de haklıydı. Bu yüzden yanağımı dişledim.
Ve onların drama sahnelerini bozmamak adına en son kavgamı da onlarla yaptığımı söylemedim. Ben hiç dışarıda kavgaya gitmezdim ki.
"Babamlar nerede?" Diye sordum göz ucuyla etrafı kontrol ederek. Buraya gelmemelerini umuyordum.
Yağmur göz devirdi. "Han, Burak ve Alper biz bakarız diyince maça döndüler. Baban seni tuvalette sanıyor. Artık cırcırsın."
Kpss'ye hazırlandığım yetmezmiş gibi bir de cırcır etmişlerdi beni. Kurtarayım derken daha da beter ediyorlardı.
Yağmur omuz silkip gözlerini Turan'a çevirdi. Kollarını içgüdüsel bir şekilde kendisine sardığında yanağımın içini dişledim. Artık onu üzen tek şey boşa harcadığı zamanıydı.
"Bir daha asla," dedi Burak amcam. "Bir şey saklamak yok. Anlaşıldı mı?"
Başımı salladım. Ama onlar benden şeffaf olmamı isterken bana şeffaf olmadıklarında bu kabullenişin bir anlamı kalmıyordu. Ablamı denemiştim, bana şeffaf değildi. Sıra diğerlerindeydi.
"Bu bende," diyen Han'ın sesiyle arkama döndüm. Turan'ın elini nereden bulduğunu bilmediğim bir iple bağlamış ensesinden bastırıp başını kaldırmasına izin vermiyordu. Gözleri Alper ve Burak'taydı. Gözleri hırçın bakıyordu ama üstünde en ufak bir kırışıklık yoktu.
İşte profesyonellik be. Kimin gelecekteki kocişi? Aa, benimmiş.
777 aldım kabul ettim, evrene gönderdim.
Gece de namaz kılar garantilerdim inşAllah.
Yok oğlum, alacağım seni ceketli kravatlı. Taktım kafaya, deliyim ben. Normal olsam bunca sene evde tavuk gibi oturur muyum? Manyağım işte.
"Seninle görüşeceğiz," diyen Turan çırpınınca Han'ın kaşları havalandı. Tuttuğu ensesinden biraz daha aşağı eğince Turan inledi. Sanırım karnına da bir darbe yemişti. "Ben elbet çıkacağım lan o delikten. O zaman görüşürüz sizinle."
"Manyağa bak ya," Yağmur sinirle parmaklarını saçlarından geçirdiğinde ağlayacak raddeye gelmişti. Normalde asla orta yerde ağlayacak bir kız değildi. Dolmuş da taşmıştı. "İstemiyorum diyorum, nesini anlamıyorsun? Bırak artık ya peşimi!"
"Bizde sevmek mezara kadar kızım, istemiyorum diyip kurtulamazsın."
"Ben seni mezara sokayım da gör puşta bak!" Alper öne atıldığında Yağmur yaşlı gözlerle önüne geçti. Alper yüzüne baktığı an daha ileri gidemedi. Kıyamadı. Elini ensesine sarıp başını göğsüne çekti. "Ne önüme geçiyorsun? Bırak döveyim görsün mezarı da kurtulmayı da."
"Ama abime ihtiyacım var," diye hıçkırdığı an Alper gözlerini kapattı. Bir elini Yağmur'un beline diğerini bacağına sarıp kucağına aldı.
"Şşh, geçti abim," Burak amcamın yanından geçerken durdu. "Ben Yağmur'u içeriye götürüyorum, bu sülüğü hak ettiği gibi dövmezsen hakkımı helal etmem sana."
"Bende o, sen Yağmur'a bak. O iyi olsun yeter."
Bizim biyolojik olarak abimiz yoktu ama Burak ve Alper on tanesine bedeldi.
Onlar kapıdan geçip kaybolduğu an Han, Turan'ı tiksintiyle yere itti.
Burak amcam boynunu kütleterek yüzünde bir vatan gülümsemesiyle öne ilerlediğinde Han'a doğru başını hafifçe eğdi. "EyvAllah kardeşim. Adamsın. Bir şey isteyeyim mi senden?"
"Talya'yı eve gönder, inat edip kalmaya çalışır. Kapıya kadar götür, kalmasın burada daha fazla. Görmesin."
Başını salladığında ben somurtuyordum. Neden eve yollanıyordum? Ayrıca ben çocuk muydum da beni emanet etme ihtiyacı duyuyordu?
Han bana döndüğünde somurtmaya devam ederek omuz silktim ve apartmana yürümeye başladım. Kendim giderdim. Madem istenmiyordum kalmazdım.
Apartmana girmeden önce İsmail abiye teşekkür ettim. Ne kadar onları engelleyemese de gelmeleri iyi olmuştu.
Merdivenleri çıkmadan önce, "Talya," diye seslendi. Durdum. Ardıma dönmedim. Gözlerim yerdeki fayansta oyalandı. "Bir daha size ulaşamayacağından emin olacağım. Arkadaşın numarasını değiştirsin."
"Söylerim," bir sessizlik olduğunda gittiğine dair bir adım sesi duyamadım. "Han?"
Dudaklarım kıvrıldı. "Teşekkür ederim."
Göz devirip yürümeye devam ettim. Odun her yaşta odundu. Neyse ki ben Han adındaki bir oduna meftundum.
Düşüncelerinizi buraya alalım?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |