9. Bölüm

9_Sahte sevgili

cennet
cennomi

Siz tanıdığım en şanssız insansınız djwkkswkls dün akşam bölümü paylaşmak için uygulamaya girdim sistem bakıma alınmış😂

Tatlı okumalar✨

Yağmur, uzandığı yerde gözlerini ovarak bir süre bekledi. Beden olarak olmasa da zihin olarak çokça yorgundu. Bedensel yorgunluğu bir zihin karmaşasına tercih edeceği açıktı.

Üzerindeki battaniyeyi çekip ayaklarını sarkıttı. Ardından burnunun ucunda sallanan sepetle gözlerini kırpıştırdı. Başını kaldırıp sepetin kulpuna bağlı kurdeleyi takip etti gözleriyle. Kurdele çatıdaki pencerenin kenarına sıkıştırılmıştı. Güldü bilmişçe.

Talya'nın odasındaydı.

Doğrulup sepetin içe kısa bir göz gezdirdi. "Çikolatayı da en kalitelisinden almış şerefsiz ya," dedi keyifle. Üstünde haklı çıkmanın gururu vardı. Dememiş miydi bu gece ayağına gelecek diye? "Oda doğru da kızlar karışmış." Esnedi.

Sepeti eliyle sallandırıp yatağın kenarındaki terlikleri giydi. Yağmur biliyordu ikisinin de birbirini sevdiğini ama gel gelelim bunu onlara nasıl anlatacağını bilmiyordu. Belki Han'ın arkadaşıyla konuşabilirdi. Alnı kırıştı. "Salak," o Toprak denen adama da tilt oluyordu. İkidir eğlencelerini bozuyordu.

Saçlarını toparlayıp bileğindeki tokaya parmaklarını geçirdiğinde odadaki boy aynasında kendisiyle göz göze geldi. Keyifli ifadesi silinirken dudakları gerildi. Dün gecenin izleri yüzünde tazeydi. Ağladığı için göz altları şişmişti. Yorgun görünüyordu.

Yağmur dün akşam ağladığı için bir an suçlulukla doldu. Ağlamaktan nefret ederdi. Özellikle de Turan yüzünden kendisini öyle bir durumda buldu diye öfkelendi kendine. Ama bir anda olmuştu. Duygusal bir desteğe ihtiyacı vardı. Üst üste gelmişti her şey.

Anne ve babası boşanmak istiyordu. Bu yaşına kadar neden boşanmamışlardı o zaman? Kaç yıl olmuştu onlar evleneli? Yirmi yedi mi? Ne değişmişti? Ya da hep bir şeyler eksikti de o mu fark edemiyordu?

Dün akşam onları son bir kez konuşsunlar diye yemeğe çıkmaya ikna etmişti. O yüzden evde değillerdi. Bu şimdiye kadar verdiği en iyi karardı. Babası o çocuğu bir kez daha görse parçalardı.

Eh, en azından kimse ona kimi istiyorsun diye sormayacaktı. Velayet yaşı geçmişti.

Gözleri daldı. Düşündü. Hiç mi sevmemişlerdi birbirlerini? Babası annesine hiç kötü bir söz bile söylememişti. Ne derse o, derdi. Annesi babaasına sesini bile yükseltmezdi. Bunlar güzel şeyler değil miydi?

"Aman be Yağmur," hızla saçını dağınık bir topuz yaptı. Kolu ağrımıştı. Dudakları titredi, alt dudağına dişini geçirdi. "Sevgi dediğin şey de biten bir şey demek ki. Ne sorguluyorsun? En azından baban sevgisi bittiğinde vazgeçmesini biliyor. Bırak insanları kendi haline."

Talya nerede yatmıştı acaba? Salak kız balkonda sabahlamış bile olabilirdi. Odasına girip sepeti görmediğine göre yanına da gelmemişti. Alt kata inip telefonunu ararken kimse uyanmadan çıkıp gitmek istiyordu. Dün gece biraz pusluydu zihninde.

Ayşe abla salonu tertemiz yapmıştı. Maçtan önceki haline dönen salon dudaklarında bir tebessüme yok açtı. Bugün Mine ablalar memlekete dönüyordu. Acaba Alper'i de götürürler miydi? Kalsın istedi. Tek kardeş olmaktan nefret ediyordu.

En sonunda telefonunu yemek masasında bulunca ilk işi saate bakmak oldu. Gözleri irice açıldı. Saat daha beşti. Eve geçmeden önce spor yapabilirdi. Tekrar odaya çıkıp Talya'nın kıyafetlerini karıştırdı. Allah'a şükür ki Talya rahat giyinen bir kızdı. Eşofman tayt doluydu dolabı. Mat siyah bir tayt, beyaz bir askılı ve üzerine yine siyah bir göbeği açıkta bırakan kısa kollu geçirdi. Saçlarına dokunmadı.

Evin içinde gezip Talya'yı ararken onu gerçekten de balkonda bulacağını düşünmemişti. Gülmekle kızmak arasında kalsa da ona derin bir tebessümle bakmakla yetindi. Tekli koltukta yan bir şekilde kıvrılmıştı. Ayakları koltuğun kolçağından aşağı sarkıyordu. İri dudakları aralıktı ve nefesleri düzenliydi. Kıyamadı. İçeriye gidip bir pike getirdi.

Parmakları pikeyi örterken eline dokundu. Buz gibiydi teni. Hava o kadar soğuk değildi, emin olmak için tekrar eline dokundu. Fark yoktu. Aslında uyandırmayacaktı ama duramadı. Bu kadar üşümüşken içeride yatması en iyisiydi.

"Tali," diye mırıldandı. Parmak uçlarıyla nazikçe alnına dökülen saçları itekledi. "Uyan hadi."

"Hmm," dese de gözlerini açmadı Talya. Kollarını daha çok sardı kendisine. Alnını koltuğa bastırdı.

"Eh, uyan be!" Diye cırladığı an Talya şokla gözlerini araladı. Yağmur tatmin olmuş bir gülümsemeyle ona baktığında Talya hafifçe gülümseyip gerindi.

"Günaydın," dedi uykulu bir sesle. "Ne zaman sabah oldu ya?"

"Sen niye burada sabahladın?"

"Han'ı bekledim," derken doğruldu. Yüzünü elleriyle ovup allatan alttan Yağmur'a baktı. "Çok geç geldi. Toprak vardı yanında."

"İyi halt ettin," diye kızdı. Ardından kararsızca dudağını dişledi. İstemsizce omuzlarını dikleştirdi. "Turan'ı ne yapmışlar?"

"Bilmiyorum," diye omuz silkti. İrkilip avuçlarını koluna sürttü. "Burak onu çok fena dövdü. Tanınacak gibi değildi. Aşağıda istemediler tabii beni, ben de gelip balkondan dikizledim. Sonra Han durdurdu onu, bir arabaya atıp götürdü. Geldiklerinde dinlemeye çalıştım ama bir şey anlamadım. Uyuya kalmışım işte sonra da."

"Özür dilerim," dedi gözleri yerdeyken. "Sizi buna bulaştırmak istemezdim."

Özellikle Talya'yı elinde bir silahla gördüğünde kalp krizi geçireceğini sanmıştı.

Ya o silahı ateşleseydi? Onun için endişelenmişti. Ya bu kız hadi evlenemeden mapus damlarında çürüseydi?

"Saçma sapan konuşma," ayağa kalktı. "Asıl bir daha herhangi bir şeyde bizi bulaştırmadan sıyrılmaya çalışırsan o zaman özür dilemek zorunda kalırsın." Başı omzuna doğru eğilirken kocaman gözlerle Yağmur'a bakıyordu. "Biz arkadaş değiliz Yağmur, kardeşiz. Arkadaşlar teselli verirdi, kardeşler mevzuya gelir. Anladın?"

Başını salladığında ne denli duygulandığını anlatamazdı. Uzandı ve birden sarıldı. İkisi sıkıca sarılmışken Talya birden tüm atmosferi bozan o soruyu sordu.

"Kanka tüm mahelleye rezil oldun, biliyorsun dimi?"

İnledi Yağmur utançla.

"Ne? Kızım bas bas bağırdı. Yağmur Yağmur diye yırttı kendini, en son karşıdaki Nazmi amca çıktı bir kova su döktü kafasına. Oh oldu valla, içim soğudu."

Yağmur kahkaha attı. "Canım mahallem ya. Her yeri ayrı bir olay."

"Tabii kızım," kekoca burunu çekti ve elinde bir tesbih varmış gibi salladı. "Bizim mahalleye giren çıkmak istemez. Gerisini sen düşün."

Toprak.

"Lan oğlum şu dolaba iki bir şey al, bu ne?" Kafam buzdolabına eğik bir şekilde gördüğüm şeyle öğürüp geri çekildim. "Dalağına sıçayım senin, elma içinde ağaç vermiş!"

"İyi ya işte," derken zerre siklemedi beni. "Meyve verirse yer doyarsın."

Yüzümü buruşturdum. "Aç kalırım daha iyi."

Başımı tekrar dolaba eğip içinden fide çıkmış elmayı göz ardı ettim. Tarihi geçmiş paketli gıdaları, üstü yemyeşil olup tüy tüy olmuş meyve sebzeleri, kokmuş peynir ve sucukları bir poşete doldurdum. Bu herifin temizlik yapacağı falan yoktu. "Pis herif, karın sana bok katlanır."

Dudakları kıvrıldı. "Sevdiğim karım olunca ona bırakmam bu işleri. Merak etme sen."

"Ulan pezevek, o zaman temizlesene evini! Ben niye temizliyorum lan hep?"

"Sen benim karım mısın?"

"Ben niye senin karın oluyorum be!?"

"İşte diyorum ya, değilsin."

"Salak mısın abi sen? Değilim zaten."

"Siktir git Toprak."

"Seni yengeye söyleyeyim de gör. Pasaklı."

Bir anda ciddileşip yayıldığı koltuktan başını kaldırdı. "Sikerim."

"Bir de küfürbaz, cık cık cık."

"Toprak!"

"Öfke problemleri de listeye eklendi. Yok kesin alacağı varsa da almaz seni."

"Kaybol lan!"

Dil çıkarıp poşeti aldım. Bu herifi sinir etmek yeni hobimdi. Görevden döndüğü için dolabın bu kadar berbat olduğunu biliyordum ama döndüğünden beri el atmaması sinirimi bozuyordu.

Yedek kilidi alıp kapıyı kapattığımda benimle aynı anda bir kapı daha kapandı. Başımı kaldırdığımda yengenin arkadaşını gördüm.

"Avukat hanım," diyerek başımla selam verdiğimde dudakları kıvrıldı.

"Polis bey," diyerek selamımı aldı.

Kararsız kalıp aynı anda çıktığımız kapılara baktığımızda şüpheyle birbirimize döndük. Ardından kaslarımız havalandı. Aynı anda konuştuk.

"Konuşmamız lazım."

Durduk. Birbirimizi şüpheyle süzdük. Ardından ağzımızdaki baklayı yine aynı anda attık ortaya.

"Han, Talya'yı seviyor."

"Talya, Han'dan hoşlanıyor."

"Hah!" Diye bir ses çıkarıp kocaman bir gülümsemeyle kendi etrafinda döndüğünde bu sevinci dudaklarımın kırılmasına neden oldu. Kızlar birbirleri yerine sevinirken işi biraz abartıyorlardı. "Biliyordum! Evet! İşte bu!"

"Tahmin edilebilirdi," diye dudak büzdüm.

"Sus," diye yükseldi. "Bunların birbirlerini fark edecekleri yok. Var mısın biz bunları biraz itekleyelim?"

"O nasıl olacakmış?"

"Fark etmelerini sağlayacağız."

"Ben çöpçatan değilim avukat hanım," diyerek arkamı döndüm. Bu pezevenkin bir de aşk hayatıyla mı uğraşacaktım? Onu da kendi halletsindi. "Uğraşamam."

"Size yardım borcum olsun," dedi hızla. "Siz bana yardım edin, elbet bir gün sizin de avukata falan ihtiyacınız olur. Elimden ne geliyorsa."

"Hayır."

"Buraya gel!" Diye yükseldi birden. Bu duraksamama neden oldu. Başımı çevirip ona baktım. Kaşları çatılı yüzü gergindi. "Bu yaptığın saygısızlık. Konuşan birisini gözüne bakarak dinlemelisin. Ayrıca senden izin almıyorum. Birisi benim diğeri senin arkadaşın ve ikisi de birbirinden salak. Onlar yerine bir şey yapmayacağız sadece fark etmeleri için ortam oluşturacağız o kadar. Sen de bana yardım edeceksin. Bitti."

İfadesi, duruşu ya da alevle yanan gözleri bilmiyorum, bir şey hoşuma gitti. Belki de ses tonu. Geri döndüm. O it umrumda değildi. Tam önünde durup gözlerinin içine baktım. Öyle söylemişti, değil mi? "Tamam."

"Bak bu böyle olmaz-" diyecekti ki duraksadı. Kabul etmemi beklemiyor olacak ki gözleri büyüdü. "Ne?"

"Tamam," diye omuz silktim. "Ama söylediğin gibi. Zamanı geldiğinde benim istediğim bir şeyi yaparsın, ben şuan senin istediğin şeyi yapacağım."

"O zaman anlaştık," diyerek gülümsedi.

"Anlaştık Avukat hanım."

"O zaman ne yapıyoruz? Bugün müsait misin?"

"Sen bana bırak, öğleden sonra görüşürüz."

"Tamam," dediğinde telefonumu uzattım.

"Seni ararım, numaranı yaz."

Numarasını yazıp elime verdiğinde isim kısmına kısaca bakarak büro'da fırtına yazıverdim. Hem avukatlığına hem de ismine itafendi. Bu garipti. İnsanları isimleriyle kaydetmek huyumdu. Ama o an sorgulamadım.

Talya.

"Alper nerede?" Ördüğüm saçlarımın ucuna siyah bir lastik toka geçirip omzumun üzerinden attım. "Lorin! Hadi teyzecim!"

"Birisiyle buluşacak kesin, özendi iyice çıkmadan," ablam omzunu duvara yaslamış bir kivi kurusu yerken cevapladı beni. Burak amcam işe gitmiş, babam ve eniştelerim birlikte dışarı çıkmışlardı. Teyzemgil bu gece yola çıkacakları için eksikleri almaya göndermişlerdi. İkisi de içeride akşam yemeğini hazırlarken oldukça buruk bir heyecandalardı. Kardeşler ne kadar kavga ederlerse etsinler birbirlerini severlerdi değil mi? Ayrılığın buruk özlemi onların üzerinde olmalıydı. "Bak çok geç kalmayın, dikkatli ol fazla koşturmasın. Terlemesin."

Göz devirdim. "Çocuk bu. Düşecek de terleyecek de. Hem bilirsin," yanağından makas alıp kapıdan çıktım. Bana huysuz bir ifadeyle gözlerini kıstı. "Düşmeden kalkmasını nasıl öğrenecek? Bırak düşsün abla. Yanında her zaman sen olmayacaksın."

"Güzel hayat dersi bayan ebeveyn gelişimi," diyerek koluma çimdik attığında inleyip geri çekildim. "Hadi bu felsefeni kendin de uygula."

"Hadi be. Dediklerimi yap, yaptıklarımı yapma."

"Örnek ol yeğenine, örnek!"

Ona dil çıkarıp pıtı pıtı adımlarla gelen bücürümün elini tuttum. Üzerinde yine ablamın ve onun ortak seçtiği bir kombin vardı. Bazen çığlık çığlığa kendi beğendiği o değişik şeyleri giymeye çalışıyordu. Ablam evde olduğu sürece izin veriyordu ama hep sınırı bilmesi gerektiği kadardı.

Elinden tuttuğum halde merdivenleri zıplaya zıplaya inmesini dudaklarımda derin bir tebessümle izledim. Çocuk olmak her zaman özleyeceğim yegane şeydi. Özellikle de heyecan dolu bir çocuk olmak.

Çocuk olmak da doyasıya yaşandığında güzeldi. Geçmişi olmayan kimse eskiye dönmek istemezdi.

Karşıya geçip parka girdiğimizde Lorin etrafa bakıyordu ama sabırlıydı. Önce benim yerleşmemi ve onun için bir şeyler vermemi bekliyordu.

Oyun alanını rahat görebileceğim bir banka oturduğumda gözlerimi ona çevirdim. Bana bakmıyordu. Parmak uçlarına doğru hafifçe kalkıyor sonra aynısını topuklarına yapıyordu, bir ileri bir geri gidiyordu. Heyecanlıydı.

Baktığı yere gözlerimi çevirdiğimde geçen sefer beraber oyun oynadığı çocuğu gördüm. Aras. Yine aynı yerdeydi. Önünde oyuncakları yığılıydı, etrafa bakmıyor ve yalnızca kendi kendine oynuyordu. Üzerinde siyah bir eşofman ve Spidermanlı kırmızı bir tişört vardı.

Dudaklarım kıvrıldı. Bu çocukta benim de çocuk yanıma dokunan bir şey vardı. Bilmiyorum, belki onun da burada olmasını beklediğimdendir, yanımda Lorin ve kendim için getirdiğim Kinder çikolatayı bir tane daha fazla atmıştım.

"Oynamak ister misin yine onunla?"

Lorin'in bakışları bana döndü. Tepkimi ölçmek için beni incelediğinde tebessüm ettim, bunu görünce yavaşça başını salladı. "O iyi bir çocuk. Bana hiç sesini yükseltmiyor, ama parktaki çocuklar bağırıyor bazen."

Gülümsemem daha da derinleşirken yanımda getirdiğim çantayı açtım. Her ne kadar baharda olsak da güneş altında oynadıkları için başına mavi çiçekli şapkasını geçirdim. Ardından birkaç oyuncağını çıkartacaktım ki bana engel oldu.

"Verme Teyze, belki senin oyuncağın var der."

"E olsun, ortak oynarsınız."

"Yok, ben benim oyuncaklarımı unutmuşuz dediğim için oynamama izin verdi. Vermez belki görürse. Diğer çocuklarla oynamak istemiyorum."

Dayanamayıp kollarından tutup kendime çektim ve yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. Taptaze kokusunu içime çektim. "Kuzum benim," yanağına dökülen saçlarını kulağının arkasına ittim. "Çok naif düşünüyorsun ama eğer bir arkadaşınla zaman geçirmekten zevk alıyorsan ona yalan söylememelisin. Gidip oynayabilir miyim diye sor, daha sonra da kendininkileri de götürürsün oynamak için. Olur mu?"

"Teyze," dedi mırıl mırıl. "Hani birisini görünce midemiz bulanır, karnımız ağrır ya, kusacak gibi oluruz?"

Gülümsedim. Gelecek olanı tahmin edebiliyordum. Geçen sefer Lorin'in, Aras'a sorduğu şeydi bu. Ondan iğrenip iğrenmediği. "Evet."

"O zaman nolur?"

"O kişiden hoşlanmayız, sevmeyiz."

"Peki sadece karnımız ağrıyorsa?"

"O zaman bizi mutlu ediyordur. Heyecanlandırıyor da olabilir."

"Anladım." Derken tekrar gözlerini ona çevirdi. Bir an önce oyun oynamak istediğini görebiliyordum. Ben de daha fazla tutmadım onu. İki kinderi çantadan çıkarıp avucuna bıraktığımda ona göz kırptım. Bana sevimlice gülümseyip arkadaşı için de çikolata getirdiğimi görünce uzanıp yanağıma ufak bir öpücük kondurdu. "Teşekkürler."

"Rica ederim, teyzecim. Hadi git oyna."

Gidişini ve Aras'ın yanına oturuşunu izledim. Aras ilk başta kaşlarını çatsa da başını sallamıştı. Buradan onları duyamıyordum ama görebiliyordum. Birlikte oynayacaklarından emin olduktan sonra çantadan bir defter ve tükenmez kalem çıkardım.

Bu defteri özellikle almıştım. Kalın bir ajandaydı. Aklıma birden gelivermişti. Etrafımdaki insanlar için ajanda tutmak istiyordum.

İlk sayfayı açarak bugünün tarihini attım.


Merhaba loriş;

Ben biricik teyzen, Talya oluyorum. Bu hatırlatmayı geçmem gerekiyordu. Yani herkes en çok beni sevdiğini biliyor ama sorsan hiçbiri kabul etmez.

Şuan ne yapıyoruz biliyor musun? Ben parkta bir bankta oturuyorum ve sen de Aras'la birlikte oyun oynuyorsun. O çocuğu hatırlıyorsun, değil mi? Parktaki tüm çocuklara tercih ettiğin bir çocuğu hatırlaman lazım güzelim.

İtiraf etmem gerekirse, siz çok güzelsiniz. İleride çok yakın arkadaşlar olacağınızı tahmin edebiliyorum. Ama olur da hayat ayırırsa sizi, unutma o çocuğu. Çünkü ben görebiliyorum, sen yalnız bir çocuğun yalnızlığı oldun. Biz seni hep cesaretli yetiştirdik, sen de o çocuğa cesaret ver. Onda belli ki bir şeylerin eksikliği var, birbirinize iyi gelmenizi çok isterim. Arkadaşlar böyledir çünkü.

Birbirinize iyi gelirsiniz.

Eh, bunu okuduğuna göre on sekizinci yaş gününde olmalısın. O güne kadar kaç ajanda doldururum bilmiyorum ama inan bana, senin hatırlamadığın bile şeyler yazacak burada.

Lorin, neredeyse tüm çocukluğunu sığdıracağım bu sayfalara. Bebekliğin için annenin bir defteri var. Onu iste, görmen gereken çok tatlı şeyler var. İlk saçından tut, ilk çıkardığın dişe kadar saklıyor.

Annen ve baban muhteşem insanlar. Seni bu dünyada sevebilecekleri en güzel şekilde seviyorlar.

Bekle. Sen on sekiz yaşındasın. ON SEKİZ!

Hiç aşık oldun mu? Olmuşsundur tabii ki, soru mu benimki de? Ben de olmuştum o yaşlarda. Çok aklın havada oluyor tabii, ilk aşk bu boru mu? Yani ben pek aşık olmuş sayılmıyorum ama bence o da bir şeydi. İnan bana hayat kısa, henüz kaç yaşındaydın ki bunu yazdığında deme bana. Dinle bücür, tecrübe konuşuyor.

Aşık ol, çok güzel şey. Dev heyecanlar yaşa. Çok gez, çok fazla yer gör. Bazen gezen okuyandan daha fazla şey bilir. Tek başına bir şeyler yap, yalnızlığın tercihin olsun. Henüz gençsin, çok fazla şey yapabilirsin. Arkadaşlarınla bir kamp yapın. Ne bileyim, gidin uçurumdan falan atlayın ama bir şeyler yapın.

Anı biriktir, Lorin. Hayattan korkma. Hep sürprizleri ve zorlukları olan birisi kendisi, pes etme. Yeni şeyler denemekten çekinme.

En önemlisi de kendini sev.

Kendimi çok yaşlı hissettim şuan ya...

Çok seviyorum be seni. Öyle böyle değil. Ben doğursam bu kadar olur yani. Heh, gül şöyle. İnşallah gülmüşsündür. Yalancı çıkarma beni.

Hadi hadi, şimdi beni bul ve kocaman sarılbana. Öp bir de yanağımdan. Ne güzel teyzeyim dimi ben? Bir taneyim.

Unutmadan, dediklerimi yap ama yaptıklarımı yapma.

Görüşürüz, bücür.

Teyzen. T.

Defteri çantama koyarken içindeki tablet çikolataya gözüm çarptı. Bu sabah odama girdiğimde pencereden sarkan bir sepetle göz göze gelmiştim. Ne olduğunu, kimden geldiğini bir süre anlayamamıştım ama içindeki notla her şey yerli yerine oturmuştu.

Lazım olursa diye. Uzakta arama.

Notta isim yoktu ama sepetteki sıcak su torbası ve çikolatalar bariz bir şekilde sahibini belli ediyordu. Sadece onlar değil, birkaç bitki çayı falan da vardı. İnternette araştırıp ne bulduysa almıştı sanırım.

Bir insan bir insana bunu neden yapardı ki? Ümitlenmek istemiyordum ama ben ondan bu zamana kadar hiçbir sinyal almamıştım. Bana ilgisi olduğuna dair en ufak bir şey yoktu ortada.

Benim hatırlamadığım bir geçmiş, sayılmıyorsa.

Çok düşünüyordum. Çok fazla araştırıyordum. Bebeklik fotoğraflarıma bakıp anlam çıkarmaya çalışıyordum. Olmuyordu. Sadece aklımı karıştıran bir şey vardı. Sanırım beş ya da altı yaşına kadar olan fotoğraflarımın çıktı halleri yoktu. Anneme sorduğumda o dönem fotoğrafları kaydettikleri bir flaş olduğunu ama kaybolduğunu söylemişti.

İç çektim. Kimse onlara şans vermediğimi söyleyemeyecekti çünkü ben herkese konuşması için en az bir şans vermiş olacaktım. Her ne olduysa, Han geçmişte beni her nereden tanıyorduysa, bunu ailem biliyor olmalıydı. Belki Han'ı değil ama Han ile tanışmama neden olan şeyi biliyor olmalıydılar.

Han'ı bir gece klubüne kadar takip ettiğimiz o gece, bilinmezlik içinde bir parka girdiğimde olanlar aklıma geldiğinde tüylerim ürperdi. Gözlerinin önünde beliren korkutucu yüzü hatırlamaya çalıştım. Zihnimi zorladım.

Kaydıraktan kayıyordum. Çıkışında bir anda kafamın içinde beliren kotkutucu yüz kalbimi ağzına getirmiş, korkunun hissiyatını eski bir dost gibi omuzlarıma yüklemişti.

Kimdi o yüzün sahibi?

Tek bildiğim kel kalmış lekeli kafasıydı. Ancak bunu hatırlayabilmiştim. O adam kimdi? Ben neden birden o yüzü hatırlamıştım?

Paranoya mı yapıyordum yoksa? Sadece küçükken izlediğim bir korku filmi mi gelmişti aklıma? Belki de Han'ın ailesi de buralıydı. Küçükken bir parkta falan karşılaşmış olabilirdik. Zaten çocukluğumu çok hatırlamazdım. O anlardan birisi olabilirdi.

Dudaklarımı ıslatarak düşünmeyi kendime yasakladım. Milattan kalma kablolu kulaklıklarımı çıkarıp bir tekini taktım. Şarkı listemde gözüme çarpan şarkıyla dudaklarım kıvrıldı. Şarkıya gitti parmaklarım. Kal ki adeta, yaşlı amca. Ardından tablet çikolatayı açarak bir ısırık aldım ve ağzımda dağılan tartla gülümseyip gözlerimi çocuklara diktim.

Geçmiyor ki zaman gönülden sevdiğin zaman.
Kesmiyor hoş ki ölümden dönmüşsün kadar.

"İçimde koskocaman ukde, gittiğin zaman," diye mırıldandım.

Kabul etmem gerekirse, aptal bir platoniktim ama onu beklemek kadar sancılı, geldiğini görmek kadar huzurlu başka çok nadir şey vardı.

Sev ki yana yana, büyüyelim dağlar kadar.

Ayza.

Dolmuştan inerken çantamı hararetle omzuma çektim. Hem evdekilere hem de az sonra yanına gideceğim herife ölesiye sinirliydim. Bir taraf istediğimi yapmıyor, diğer taraf ise beni istemediğim bir şeye zorluyordu.

Ya o Alper şerefsizi beni istemeye gelecekti ya da ben kaşla göz arasında görücü usulü evlendirilecektim. Sevgili olduğumuz günden bu yana tam üç yıl geçmişti. İkimizin de üniversitelerinin bitmesini ve yerleşik bir işimizin olmasını beklemiştik, biz birbirimiz için beklemiştik ancak annemler öyle düşünmüyordu.

Resmen bu akşam görücüye çıkacaktım! Böyle iş mi olurdu ya! Ben istemiyordum işte, kalbimde bir başkasıyla nasıl evlenebilirdim? Üstelik daha Alper dün gece bana annesi ve babasıyla geldiğini, gitmeden önce bir aile yemeği yemek istediğini söylemişti.

Her şey tam yoluna girecek derken araya böyle bir şeyin girmesi olacak iş değildi. Özellikle de benim gibi anne ve babasına hayatı boyunca hayır diyemeyen birisine atılmış en büyük kazıktı bu şuan. Ama bu sefer denemiştim. Sevdam söz konusuydu.

Evlenmeyeceğim kimseyle, gelmesinler istemeye falan. Demiştim ama annem çok manipülatif bir kadındı. Yine dizimin dibine oturmuş, yaşlı gözlerle kandırmıştı beni.

Zaten ülkede tansiyon hastası olmayan insan yoktu, annem de marifetmiş gibi istediği olmadığı her an tansiyonum çıktı diyerek kendini yere atıyordu. Gerçekten annem olmasa katlanılacak birisi değildi.

En azından bir gelsinler, görüşün.

Annemin sesi kafamda yankılanınca ürperip kafamı salladım. Alper'le buluşacağım konuma geldiğimde yüzümü buruşturdum.

"Ya bir kere de beni böyle deniz kenarında bir yere götür diyeceğim, o zaman da balık ekmek yemeye götürüyorsun. Gıcık herif, bilerek yapmıyorsan benim adım da Ayza değil. Lahmacun yiyecek kesin, o yüzden buraya çağırdı. Pislik. Bak ben senin nevrini nasıl döndürüyorum."

Elit yerlere götüremeyeceğinden ya da götürmediğinden değildi, sırf sinirliyim diyeydi. Yoksa ben onunla kasıntı olmadan böyle kenar köşede bir dönercide, kebapçıda ya da balık ekmek yerken daha çok eğleniyordum. O da bunu bildiği için zaten böyle yerleri seçerdi. Birlikte farklı mekanlar denerdik.

Sadece şuan sinirliydim, normalde hoşuma gidecek her şeyini tersleme eğilimindeydim.

İçeriye girip de Alper'i bulmak için göz gezdirdim. Zaten ufak bir mekan olduğu için çok geçmeden onu caddeye bakan camın önünde gördüm. Hızlıca masaya ilerlediğimde zaten beni beklediği için daha masaya oturmadan gördü. Ayağa kalkıp benim için sandalyeyi tuttuğunda hiçbir şey söylemeden oturdum.

"Arabayla alırdım seni," yerine otururken dikkatli gözleri üzerindeydi. "Bir sorun mu var?"

Yani genelde bir onun beni almasına izin verirdim. Bu sefer inatla kendim gelirim dediğim için şüphelenmesi normaldi.

"Yok bir şey," ardından çantamı sertçe masaya bıraktım. Kollarımı da göğsümde birleştirip başımı caddeye doğru çevirdim. Göz ucuyla arkasına yaslanıp bir şeyler mırıldandığını görmüştüm.

"Ne? Ne konuşuyorsun ağzının içinden? Söyle de ben de bileyim."

"Şu dağlar taşlar ne kadar güzel," derken eliyle camdan dışarıyı işaret etti. Ne saçmalığına bakmak için dışarıya çevirdim gözlerimi. Dev binalar, rahatsız edici korna sesleri, aceleyle yürüyen insanlar. Yani tamamen bir sürü görüntü kirliliği. Boş boş dışarıya baktığımı gören Alper boğazını temizledi. "Ne içersin?"

"Çay." Fazla durmayacaktım zaten.

"Koçum! Ordan bize iki çay kap gel," diye seslenerek bana döndü. "Bizim bücürün selamı var."

Amacımda gülümsemek yoktu ama Lorin'in düşüncesi beni gülümsetti. Bana fotoğraflarını attığı minik bir yeğeni vardı. Kuzeninin kızıydı aslında. Ama oldukça tatlı bir şeydi. "Benim yerime öp yanaklarını."

"Tamam," gelen çayları alıp önümüze koydu. "Sağol koçum."

"Ne demek abi, her zaman."

Garson çocuk uzaklaştığında ona döndüm. Sanırım hazırdım. Derin bir nefes aldım.

"Alper ben evleniyorum," dedim uzatmadan. Dikkatlice yüzüne bakıyordum ama hiçbir değişim olmadı. Öfkelenmesini, kiminle evleniyorsun diye bağırmasını hatta panik olmasını bekledim ama sakince çayından bir yudum aldıktan sonra gözlerini bana çevirdi.

"Gelinlik baktın mı?"

"Ne?" Dedim şok içinde. Benimle dalga mı geçiyordu? Evleniyorum diyordum.

"Hoşuna giden bir model falan var mı diyorum?"

"Alper sen iyi misin?"

"İyiyim, Ayza'm. Niye olmayayım? Yani evlenme teklifini senden beklemiyordum, haklısın biraz hazırlıksız yakalandım ama olsun. Ben bir ara seni şaşırtıp ikinciyi teklif ederim düzeltiriz. Bu arada," şok içindeki yüzüme baktı. "Ne zaman evleniyoruz?“

"Alper ben seninle evlenmiyorum."

"Evleniyorsun."

"Evlenmiyorum."

"Hani evleniyordun? Senin de bir dediğin bir dediğini tutmuyor."

"Alper!" Kısık bir sesle ne kadar kızabilirsem o kadar kızmıştım. Resmen benimle dalga geçiyordu. Öfkeden yanaklarım kızarırken resmen dehşete düşmüştüm. Beni anlamıyor muydu? "Ben çok ciddiyim, evleniyorum. Ve seninle değil."

Çay altında kalan tek şekeri ağzına atarken dirseğini masaya yaslayıp öne eğildi. Yüzünde en ufak bir kaygı belirtisi bile olmamıştı. Gittikçe sinirim bozulurken gözlerini kıstı. "Ayza'm benim, eminim kimse canına susamamıştır."

"O ne demek öyle?"

Kaygısız ifadesi silinip yerini ciddi bir ifade aldı. An be an gözlerinde beliren yırtıcı ifadeye baktım. Biraz da ürkmüyor değildim sanki. "O adamda insan yüzüne çıkacak hal bırakmam, Ayza. Bırak seninle bir yere gelmek, evden dışarıya adımını bile atamaz. Tek tuşla donuna kadar alırım." Gülmemek için yanağımın içini ısırırken uzanıp elimi tuttu. Yüzüne yaklaştırıp parmaklarıma dudaklarını bastırdığında kalbime ne yaptığıyla ilgili en ufak bir fikri yoktu. Bana sessiz bir iç çektirdi. Yazılımcı bir sevgiliniz olunca ilk tehtid bu oluyordu tabii. Kirpiklerinin altından bana baktı. O gözlerinde beni benden alan şeyler vardı. Ancak gardımı hemen düşürmemeliydim. "Bu güzelim parmaklara benden başkasının yüzüğü mü girecek? Hayatta olmaz. Düşüncesini bile sil at, Ayza. Bırak düşünmek, böyle bir şeyi gelip bana söylemen bile saçma."

"Ben orasını bilmem Alper," elimi sertçe çekip ona huysuz bir bakış attım. Çantamı masadan alırken gitmeye hazırlanıyordum. "Ben elimde yüzük takmaya engel bir şey göremiyorum. Ya sen takarsın, ya da ben takacak birini bulurum."

"Ayza," gittikçe sakinliğini kaybediyordu. Elini saçlarından geçirip dağıttığında tekrar bana döndü ama sanırım artık ikimizin de gözü dönmüştü. "Sen isim versene bana. İsim ver, isim! Kim o şerefsiz? Kızım sen beni delirtecek misin? Ben senin sevgilin değil miyim? Nereye evleniyorsun?"

"Yok sana isim falan," ayağa kalkıp cüzdanımdan çayın parasını çıkardım. Elimi hırsla masaya yaslayıp yüzüne eğildim. Bir an kokusu dikkatimi dağıtsa da çabuk toparladım. "Ya bu akşam gelir beni kaçırırsın, ya da ben bu akşam nişanı, yarın öbür gün de altınlarımı takarım. Ben onu bunu bilmem, Alper." Gözlerimiz birleştiğinde küçük bir vicdan azabı hissettim. Belki üstüne biraz fazla gitmiş olabilirdim, çünkü ona zaten ben söylemiştim bana evlilik teklifi etmemesi gerektiğini. Güyya hazır olduğumda ona söyleyen kişi ben olacaktım. Çok kez yapmak istemişti, ben izin vermemiştim ama bunu şuan yüzüme bile vurmuyordu.

Kabul etmem demiştim. Zamanı değil demiştim.

Şimdi de sırf annemlere hayır diyemiyorum diye onun ne suçu vardı ki?

Uzanıp dudaklarımı yanağına bastırdım. Akşam geleceğini biliyordum. Hep gelirdi. Ben nereye gel demiştim de gelmemişti ki?

"Akşam görüşürüz aşkım, dikkatli ol. Babama yakalanma, pompalısı var. Bana lazımsın," geriye çekilip beklentiyle yüzüne bakıp gülümsediğimde huysuzca diğer yanağını çevirdi. Gülümsemem büyüdü. Ne kadar sinirli ve delirme raddesinde olsa da nazıma giderdi. Diğer yanağına da dudaklarımı bastırdığımda yanağında çıkan koyu kırmızı ruj izim tebessümümü genişletti.

Doğrulduğumda bileğime yapıştı eli. "Ayza, sakın bak. Şimdi gel gidelim, götüreyim seni eve. Bizimkiler anlaşırlar annenlerle. Eninde sonunda kabullenirler."

"Eve uğrayıp birkaç eşya almam lazım, ayrıca bilirsin nostalji severim. Evden kaçarken arkamda mektup bırakmazsam içimde kalır. Annem eve uğramazsam da delirir. İkinci katın penceresinde demirlik yok, bahçeye bakan arka taraftan gel, çok geç kalma. Yedide orda ol, seni bekliyor olacağım."

"Görücüleri dövüp bizimkileri getireyim mi akşama?" Diye bir öneri sunduğunda kahakaha attım. Surat astı. "Güzelim biz niye kaçak iş yapıyoruz ya? Annenler bu kadar mı anlayışsız?"

"Bilmiyormuş gibi konuşma, yine hayır diyemedim. Güya yalnızca tanışmak için geliyorlar ama annem bu, allem eder kallem eder istediğini yaptırır. Kimseyi dinlemeyeceğini biliyorsun. Ayrıca babam tanıyormuş gelenleri. Bir anda orda nişan yapabilirler yani bana."

"Saçmalama, orda olacağım. Ayrıca imamı da ayarlıyorum, imam nikahını kıydıktan sonra ne yapsalar alamazlar seni. Reşit kızsın, istediğini yaparsın."

"Onları seviyorum Alper," diye omuz silktim. "Ne kadar onlar beni düşünmese de ben onları seviyorum. Eninde sonunda rızalarını alacağım. Bu yalnızca gözlerini korkutmak için yaptığım bir şey. Çünkü fırsat vermiyorlar ki istediğim şeyi yapayım."

"Anlıyorum güzelim," etraftaki kimseyi umursamadan kalkıp beni kollarına aldı. Sıcacık göğsüne başım yaslandığında kollarımı beline sardım. Başımdan ve belimden kendisine bastıran elleri her zaman dokunurken naifti. "Nasıl istiyorsan öyle olsun, ama ertesi gün gidip konuşacağız. Gerekirse sen konuşma, ben konuşur ikna ederim. Gönüllerini alırız."

"Alırız dimi? Darılmasınlar bana."

"İnsan kızına dayanabilir mi ya?" Durdu. "Yalnız itin biri gelicek benim kardeşimi kaçıracak da ben rahat duracağım? Topuğuna sıkardım onun. Hıyar herif. Sen kim benim kardeşimi kaçırmak kim? Şuan düşününce çok yanlış yapıyoruz ya."

Kıkırdadım. Kardeşine olan bağlılığı ve kıskançlığı çok tatlıydı. Kardeşi şuan burada değildi, okulu yüzünden gelememişti ailesiyle. "Dua et benim abim yok."

"Keşke olsaydı, dayak yemek makbuldür. Yeseydik iyiydi. Ben bizim kızlarınkileri döveceğim de, adaletsizlik olmasın diye."

Az önce kavga ederken ne ara sarmaş dolaş olmuştuk bilmiyordum ama hiç umrumda bile değildi.

Birden gözlerimi açarken, "hii!" Diye bir ses çıkardım. "Ya ben işe geç kaldım! Hoca beni bu sefer kesin şikayet edecek."

"Tamam, sakin ol. Atla arabaya götürürüm ben seni."

"Çok iyi olur," derken hızla uzattığı anahtarı aldım ve onu beklemeden dışarı çıkıp arabayı buldum. Bir hastanede hemşirelik yapıyordum. İşimi de çok seviyordum. Annemlerle aynı fikirde olduğumuz nadir şeylerden birisi mesleğimdi. Kendi fikirlerini bana dayatmalarından nefret ediyordum.

Derin bir nefesle başımı cama yaslayıp Alper'in gelmesini izledim.

Sevdiğim adam ve ailemle mutlu olabilmek istiyordum. Umuyordum ki, onların gönlünü alırdık. Aksi halde bunun vicdan azabıyla kendimi rahat bırakmazdım. Şuan yalnızca Alper'e ve kendime güveniyordum. Her şeyin yolunda gitmesi için dua ettim.

Biraz aksiyon iyi gelecekti.

Talya.

"Yağmur anlamıyorum ki ben, ne oldu adam akıllı anlatsana sen şunu? Turan falan mı bir şey yaptı? Han halledeceğim dedi ama. O değildir." Hızlı adımlarla yürürken aynı anda da telefondaki Yağmur'a laf yetiştirmeye çalışıyordum. Yaklaşık on beş dakika önce mesaj atmış, acilen bir sokak aşağıdaki kafeye gelmemi söylemişti. Konusu geçen kafe sürekli gidip geldiğimiz tek kafeydi. Tamamen benden kaynaklıydı, ben sırf tanıdık yerlerde bulunmak istiyorum diye başka yerler de keşfedemiyorduk.

"Yok, değil öyle bir şey. Bir süprizim var sana, hadi hızlı ol." Son kelimeleri uzata uzata söylediği için biraz olsun endişeyle çarpan kalbim rahatlasa da yine de atmaya devam ediyordu. Henüz hormonların etkisi kanımdan geçmemişti.

Daha Lorin'i eve bırakmak üzereyken üst üste mesaj attığı ve aradığı için telaşa düşmüştüm.

"Yağmur emin misin bak? Kötü bir şey yok değil mi?"

"Ya yok diyorum, olsa niye saklayayım?"

"Tamam tamam, geliyorum ben. Üç dakikaya ordayım. Kapat." Telefonu kolumdaki minik çantama atmaya çalışırken yüzüme gelen saçlarımın ardından dikkatlice yola baktım. Sakindi. Karşıya geçmek için yaya geçidine adımımı atıp kafamı çantama eğdim. Fermuarını kapatamamıştım. Sıkışmıştı.

Birden kolumdan çekildiğimde ne olduğunu anlayamadan sendeleyerek attığım adımları geri almış bulundum. Sırtım sert bir yere çarparken her şeyden önce burnuma dolan kokusu beni şüpheye düşürdü, dışarıda karşılasma ihtimalimiz neydi ki? Hem de beni birden yoldan alma ihtimali?

Bir saniye sonra yoldan hızla geçen arabanın rüzgarı saçlarımı ona doğru savurdu.

"Deli misin sen?" Diyen sesini duyduğumda gözlerimi bir anlık kapattım. Gerçekten o'ydu. Kalbim yeteri kadar efor sarf etmiyormuş gibi yine onun için hızlanmaya başladığında kendime hakim olmaya çalışarak başımı çevirdim. Gözlerimi yukarıya doğru kaldırdığımda aramızdaki boy farkı tekrar yüzüme tokat gibi çarpmıştı.

Üzerinde beyaz bir tişört ve siyah bit kottan başka bir şey yoktu. Sadeydi. Saçları kısaydı yine. Çok uzatabildiği söylenemezdi. Gözleri çakmak çakmaktı yüzümde gezinirken, hatları gergindi. Bana mı sinirlenmişti?

"Burası yaya geçidi," demiş bulundum birden. Dudaklarımı araladığım an saçmalayacağımı anlayarak kapatmam gerekiyordu oysa ki. "Ben de yayayım, bana yol vermek zorundalar. Öncelik benim."

Hadi ama, hayatta herkes en az bir kez kendini bu şekilde savunmuştur. Değil mi?

"Öncelik senin canın," derken huysuzca bakıyordu. Hâlâ aynı pozisyondaydık. Ne o kolumu bırakıp benim ondan ayrılmamı sağlıyordu ne de ben ondan ayrılmak için çaba sarf ediyordum. "Daha dikkatli olmalısın."

"Ben zaten dikkatliyim, onlar da olsun."

"Onlar dediklerinin çoğunda emin ol dikkat namına bir şey yok," en sonunda sanki yakınlığımızı fark etmiş gibi elini çekerek boğazını temizledi. Sanırım fark etmeden biraz fazla sıkmış olacak ki avucunu çektiğinde tenimde hafif kızarıklıklar vardı. Gözlerinin oraya kilitlendiğini gördüm. "Ben elimin ayarını ya," diye söylendi. "Acıyor mu? Krem falan sürelim."

Boş bulunup güldüm. Bakışlarını kısa bir an kolumdan yüzüme çevirdi. Avucumu kızaran yerin biraz altına getirip etimi parmak uçlarımın arasına alıp sıktım. Ne yaptığımı çatık kaşlarla izlerken ben birkaç saniye sonra derimi serbest bıraktım. Hafifçe tutmuş olmama rağmen kızarmıştı.

"Senin yüzünden değil, cildim çok hassas benim. Acımıyor yani." Garip bir şekilde rahat konuşuyordum. Ama bunu henüz kanımda yükselmemiş hormonlarıma bağlıyordum.

Aşkım beş dakika sonra yanımda olmasan olur mu ya? Muhtemelen az sonra soluğu başka yerlerimden alıyor olacağım.

Burada iş yok, ilacım sende. Kafamda Sinan Akçıl ve Serdar Ortaç ardı ardına yüzyılın aşkı çalmaya başlamıştı.

Eyyo eyyo eyyo, bak herkes aşk kesin diyor.

Güzel rabbim, sen mevzuyu biliyorsun.

Kafamın içinde kendi kendime Han'a yavşamayı bırakıp elimi çantama attım. Şu fermuarı açıp telefonu içine tıksaydım rahatça gidecektim.

"Sıkıştı mı?"

Ona bakmadan başımı salladım, hâlâ uğraşıyordum.

"Bana ver, bakayım." Sonunda pes ederek çantayı omzumdan sıyırıp ona uzattım. Bordo küçük çanta büyük ellerinde o kadar iğreti duruyordu ki gülmemek için yanağımın içini ısırmam gerekti.

Kısa bir an fermuarı izledi. Ardından ucunu iki parmağı arasına alarak çekiştirmeye başladı. Ne olduğunu anlamadım, bir an telefonuma gelen bildirimle ben başımı eğmişken metalik bir ses geldi kulağıma. Açtığını düşünerek başımı kaldırdığımda bir elinde fermuar ucunu diğer elinde çantayı tuttuğunu gördüm.

Dudaklarım aralandı ama bir şey söyleyemedim. Ben çantaya o bana bakakalmıştı.

"Han..." Avuçlarım çantama gitti. "Ay ne yaptın?"

Boğazını temizledi. Çantayı uzattığım avcuma koydu. "İyi yanından bak," dedi bir de rahatça. "Artık fermuar sorunun olmayacak."

"Han seni bu çantayla döverim bak," çocuk gibi ayağımı yere vurasım vardı. İsteyerek yapsa yapamazdı ya. Benim en sevdiğim çantamdı bu. "Geri tak fermuarımı ya."

"Nasıl takayım geri? Askerim ben, terzi mi?"

"Bana ver derken ben terzi miyim demiyordun ama!"

"Yardımcı olalım dedik suçlu olduk ya."

"E suçlusun zaten, yardımcı olabildin mi? Hayır. Hatta şuan daha büyük bir sorunumuz var."

"Sen çantayı ver bana, ben düzeltip getireceğim sana."

"Yok istemez," derken çantamı kendime çektim. "Kulpunu da çıkarır elime verirsin."

"Ben halledeceğim ver sen."

"Yok, asıl sen bana fermuarımı ver, ben kendim yaparım."

"Ben de fermuarı vermiyorum," dediğinde boş boş ona baktım. "Markası ne bu meretin?"

"Ne yapacaksın? Kendine de mi alacaksın? Kesin gözün kaldı zaten bilerek çıkardın fermuarımı ya."

Elini yüzüne götürüp baş ve işaret parmağıyla burnunun kemiğini sıktı. "Aman ne demezsin. O kadar beğendim ki timdekilere hediye götüreceğim, içine mermi koyarlar giderken. Zaten avuç kadar çanta içine ne halt sığacaksa."

"Senin avucun büyük, benim çantam küçük değil. Git ya başımdan."

"Talya," sesi sabrının sınırlarında geziniyor gibi çıkmıştı. Umrumda mıydı? Tabii ki hayır. Sinir etmekten zevk almıştım. "Güzelim ver şunu bana. İçindekileri al. Gerisine karışma."

Ay güzelin miyim gerçektennnnnn?

Diye eriyeceğim sandınız dimi? Doğru bildiniz. Yalnızca bunu birkaç saat sonrasına saklayacaktım.

Sonunda pes ederek,"Tamam ama burada boşaltamam, karşıdaki kafede arkadaşım bekliyor. İçindekileri ona bırakayım, veririm. Yenisini istemiyorum ama, bozduğun gibi yap." Dedim.

Bozduğu gibi yapmasa daha iyiydi sanki ama neyse.

Bir şey söylemeden başını salladığında bu sefer etrafıma daha dikkatli bakarak karşıya geçtim. Onun da benimle birlikte geldiğini fark ettiğimde omzunun üzerinden ona döndüm. "Gelmene gerek yok, ben boşaltır getiririm."

"Seninle gelmiyorum, benim de arkadaşım içeride."

Kaşlarım çatılırken önüme döndüm. Gerçekten bu nasıl tesadüftü böyle? Her nasıl bir tesadüfse ben konuşmayı unutmadan önce bitse iyi olurdu. Bir daha bu kadar sakin konuşamayabilirdim.

Ya da gittikçe bağışıklık kazanıyordum da bu yüzden daha rahattım.

Kafeden içeriye girdiğimizde yan yana durarak gözlerimizi içeride gezdirdik. Sanırım ikimiz de aradığımız arkadaşlarımızı aynı masada otururken görmeyi beklemiyorduk. Dörtlü masada yan yana oturan ve Yağmur'un elindeki telefondan bir şeye bakan ikili ikimizi de dumura uğratmıştı. Yavaşça birbirimize döndük. İkimiz de hiçbir şey anlamamıştık.

"Bu ikisi ne alaka?"

"Bilmiyorum ki," diye omuz silktim. Tekrar önümüze döndüğümüzde masaya doğru adımlamaya başladık. O kadar dalmışlardı ki biz masaya oturana ve Han artık dayanamayıp boğazını temizleyene kadar bizi fark etmemişlerdi bile. İkisi de hızlıca toparlandığında Yağmur telefonunu masaya bıraktı.

"Hoş geldiniz," Yağmur heyecanla söze daldığında ona ölümcül bir bakış attım. Kesinlikle şuan çok gergindim. Zaten ben kendi kendime yeterince rezil oluyordum, bir de o ağzından bir şeyler kaçırdığı için rezil olmamalıydım. Umarım olmamışımdır. "Ne içersiniz?"

Kakaolu süt demek isterdim ancak şuan çocuk gibi görünmek istemediğim için, "orta şekerli kahve." Dedim. Ardından çantamı masaya çıkarıp içindekileri masaya bırakmaya başladım. Han'ın tabiri caizse avucu kadar olan çantamdan bir sürü şey çıkmıştı.

Cep boy peçete ve ıslak mendil, dudak kalemim, glosum, pudram, mini aynam, cep boy bir kitap, anahtarlarım, cüzdanım, bozukluklar, tel tokalar, bir çikolata, naneli sakız, filtike, postit ve tükenmez bir kalem.

Han sakince, "soğuk su kardeşim," dedi. "Bana bir soğuk su söyleyin."

"O kadar şey şu çantadan mı çıktı lan?" Diye söylendi Toprak. Gözleri kocaman bir şekilde masanın üzerine bakıyordu. Omuz silktim. "Kızların çantasında hep ne olduğunu merak etmiştim, bir ben yokmuşum. Cevabımı aldım. Sakızını da aldım, ne zamandan bu arada? Zehirlenme dimi?"

"Cık," başımı iki yana sallayarak Yağmur'un masadaki çantasını alıp klipsini açtım ve kendi eşyalarımı onunkilerin içine katmaya başladım. Onun çantası benimkinden daha büyük olduğu için ikimizinkileri de almıştı. Onun çantasında fazladan birkaç dosya vardı. Mavi kenarlı şeffaf dosyaya zarar vermeden klipsini kapatıp yerine koydum. "İstersen hepsini al, yeğenime almıştım. Unutmuşum. Yağmur eşyalarım sende kalsın sonra alırım senden fermuarım bozuldu benim."

"Tamamdır," on dakika sonra masada bir soda, bir kahve iki de çay vardı.

Kahveden bir yudum alarak arkama yaslandım. "Ee?"

"Ne ee?"

"Biz neden burdayız Yağmur?" Ben sana sonra soracağım bakışları atarken içimden başımı belaya sokmamak için dua ediyordum.

"Aslında," kıvranan bakışlarla yanındaki Toprak'a baktığında kaşlarım çatıldı. Ne oluyor bu lanet yerde dostum!? "Toprak söyleyecek size."

"Neyi?" Diye sordu Han. Aşkitoperipellamın her daim arkasındaydım, haklısın bir tanem. Bihter neyi itiraf edecek Firdevs hanım? Behlül'le ne ilgisi var?

"Ben mi?" Toprak kocaman gözlerle kendisini işaret ettiğinde Yağmur hararetle başını salladı. Toprak başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "O zaman günah benden gitti, avukat hanım." Ciddi bir ifadeyle bize döndüğünde ben de yerimde doğruldum. Ama Han kıpırdamamış, keskin şahin gözlerini hedefine kilitlemişti. "Biz bunu size söylemek için çok beklenmedik açıkçası. Ama karşı çıkmanızı istemiyoruz, biz kararımızı verdik."

"Ne saçmalıyorsun lan?" Dedi Han tersçe. Her ne anladıysa hoşuna gitmemiş olmalıydı.

"Ya ben anlamadım, ne olmuş ki? Bana da anlatın!"

"Bir kesmezseniz söyleyeceğim zaten! Biz sevgiliyiz!"

Yağmur'un içtiği soda boğazında kaldığında dudaklarım aralanmıştı. O şiddetle öksürüyor bense resmen ölü balık gibi bakıyordum. Şimdi bu kız benim biricik platoniğimin arkadaşıyla benden önce mi sevgili olmuştu? Ben daha kendisini kendime ayarlayamamışken o arkadaşını kendisine ayarlanmıştı.

"Ne?" Diye soludum. "Nasıl? Ne zaman? Ne ara?"

"Sen 5N 1K mısın?" Dedi Toprak. Boş boş bakıştık.

"Bir dakika arkadaşlar," Yağmur öksürüğünü kontrol altına alabildiğinde ayağa kalkarak Toprak'ın kolunu tuttu. "Biz bir konuşalım mı?"

Toprak sırıttı. "Sen nasıl istersen hayatım."

Yağmur gözlerini kapatarak bir şeyler mırıldandı ama hiçbir şey anlamadım. Şuan resmen şoktan işlevimi kaybetmiş bulunuyordum. Ya ben bir karınca boyu mesafe kat edememiştim, kız çoktan takmış koluna gelmiş benimle tanıştırıyordu.

Beynim yavaş yavaş çalışmayan başladığında, "E Taner?" Diye mırıldandım. Biz çok yeni kurtulmuştuk Taner'den. Toprak ne zamandır vardı? Biliyor muydu onu?

Hayır.

Benim arkadaşım bir daha zor güvenirdi birisine. Ben tanıyordum onu. Kendi gözlerimle görmüştüm inandığı sevginin onu nasıl gün gün tükettiğini. Bir daha izin vermezdi buna. Verse bile bu kadar kısa bir sürede benim haberim olmadan değildi.

İçim karamsarlıkla doldu.

Biz Yağmur'la bu kadar mı ayrı düşmüştük acaba? Hayatındaki böyle bir olayı bile anlatamayacak kadar mı uzaklaşmıştık?

Bakışlarım masaya düştü.

Birisine güvenmeyi tekrar başarmıştı ama benim haberim olmamış mıydı?

"Sorun ne, peri?"

"Onunla bu kadar uzaklaştığımızı hissetmemiştim." Diye soluklandım. Masanın altında tırnaklarımla oynuyordum. "Yani biz her şeyimizi bilirdik, Toprak bana gerçekten süpriz oldu."

"Siktir et," dedi sakince. "Bu işin içinde bir iş var. Bir dolaplar çeviriyorlar. Yoksa ikimizin de haberi olurdu."

"Öyle mi dersin?"

Başını salladı. "Çıkar kokusu yakında. Üzülmene değmez, arkadaşın hâlâ yakın arkadaşın."

"Seninki?"

"Benimkinin temiz bir dayağa ihtiyacı var," dedi huysuzca. Pozisyonu dakikalardır aynıydı. Kollarını göğsünde bağlamış bir bacağını masanın altına doğru uzatmıştı.

Çalan telefonumla ona cevap veremeden ekrana baktım. Alper arıyordu. Şuan konuşmak istemediğim için meşgule atsam da daha telefonu tekrar yerine bırakmadan ikinciyi çaldırdı. Derin bir nefesle yanıtlayıp kulağıma götürdüm. Açmasam uzun süre aramaya devam ederdi. Bıktırana kadar.

"Efendim Alper?"

"Hazırlan gece kurdu, kız kaçırmaya gidiyoruz! Bu akşam altıda alırım sizi. Tüm grubu topla. Hepiniz lazımsınız bana." Ardından çat diye telefonu yüzüme kapattı. Üst üste gelen şokların etkisiyle iki saniye kadar idrak edemeden boş boş telefonu izledim.

Ne dedi o? Kız mı kaçırmaya gidiyoruz?

 


Ben geçen hafta gelir demiştim ama bayramı hesap edemedim açıkçası. Bunun yüzünden bu bölümün üstüne çok geçmeden bir tane daha atacağım.

Genel olarak bahsedecek olursam düzene sokmam gerektiğinin farkındayım, bir şeyler düşündüm ama uygulayabilir miyim bakacağız. Size haber ederim.

Bölümde eklemek istediğim bir şeyler daha vardı ama bu sefer sizi daha da bekletecektim, direkt gelelim dedim. Bununla idare edin. Diğer bölümümüz size ilaç gibi gelecek.

Sormak istediklerinizi buraya alabilirim🫴🏻

Instagram hesabı= yazar_cennomi

Allah'a emanet💅🏻

 

Bölüm : 12.06.2025 18:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...