
ÖZGÜR
Çocuklar siparişi verirken birkaç seslenme üzerine onlara döndüm. “Efendim?”
Oğuzhan esprili bir tavırla “Ohoo! Özgür Beyimiz uçmuş. Güya yemek yemeye geldik. Gözlerini sahneden ayırıp menüye bile bakmadın,” dedi. Bir anlığına afallayıp önümde duran menüyü açtım. Halâ yaşadığım şokun etkisini sürdürürken başımı menüden kaldırdım ve “Siz ne söylediyseniz bana da aynısını söyleyin,” dedim. “Bakıyorum da şu şarkı söyleyen kızdan gözlerini alamadın,” diyen Atakan’ın zevzekliği yine üzerindeydi belli ki. “Kız kesmeye gelmedik bro ama güzel kızmış harbi.”
Çapkınlığını her zaman belli ederdi ama şu an Cemre'ye olan bakışları hücrelerime bir sinir dalgası göndermeyi ihmal etmedi. Oldukça sert bakışlarımla Atakan geri zekâlısına kilitlendim. “Gevşeklik yapma lan!” diye çıkışarak karşımdaki çocuğu susturdum. “Tanıdığın biri mi?” diye soran Yasin’e başımı onaylarcasına salladım. “Belli ki özel birisi. Yoksa bu kadar ilgilenmezdi," halâ sinirimi bozmaya devam eden Atakan ise sabrımı zorluyordu.
“Canına susamadıysan kes sesini!”
Umursamaz bir tavırla elinde tuttuğu menüde göz gezdirmeye devam ederken sinir bozuculuğundan ödün vermedi. “Emredersiniz komutanım.”
CEMRE
Karşımda beliren kişiyi görmeyi hiç beklemiyordum. Özgür, karşı taraftaki masaya oturmuş rakısını yudumlarken gözlerimin içine bakıyordu. Heyecan ve şaşkınlıkla yutkundum. O buradaydı...
Kalabalığa rağmen gözüme çarpan ilk kişi olmuştu. Baş selamı vererek gülümsedi. O da beni görmeyi beklemiyormuş gibiydi. Şaşkınlıkla karşımdaki adama gülümsemeye başladım. Elimdeki gitarı yere bırakırken bana doğru gelen Bora’yı bile fark etmeden yanına gitmek için ayaklanacaktım ki koluma dokunan arkadaşım “İçeride çok güzel bir kokteyl yaptım ister misin? Diğer şarkıya geçmeden getireyim,” demesiyle duraksadım. Başımı hayır anlamında sallayarak “Sağ ol içmeyeceğim,” dedim. Gözlerim tekrardan Özgür’e ilişirken arkadaşlarıyla konuştuğunu gördüm. Masasında üç dört erkek arkadaşı vardı. Bakışları beni bulduğunda yanımda olan Bora’yı görür görmez kaşları çatılmış, ifadesi ciddileşmeye başlamıştı. Göz göze geldiğimizdeyse tekrardan gülümseyerek gerginliğini bozdu. Diğer iki slow parçayı söylemek için yeniden aldım gitarımı elime.
Onu ilk gördüğüm andan beri kontrol edemediğim hislerim, bu sefer kalbimin derinliğinde alev alev yanıyordu.Özgür, gözlerini benden ayırmadan şarkıları dinlerken zaman durmuş gibiydi.
Ve son parçayı da söyledikten sonra sahneden ayrılmadan tekrar oturduğu masaya göz gezdirdim. Bakışları halâ üzerimdeydi. Göğüs kafesimden taşan heyecan, kalbimi ağzımda attırıyordu. Hızlı adımlarla kulise gitmeye başladım. İçimdeki devleşen duygularımla nasıl baş edebileceğimi bilmiyordum. Küçük odaya girer girmez kapıyı kapatarak sırtımı soğuk duvara yasladım. Hayatıma gireli yalnızca saatler geçmişti fakat sanki onu uzun süredir tanıyormuş gibi hissediyordum. Sanki yıllardır onu beklemişim gibi…
Gitarı dikkatlice çantasına yerleştirdikten sonra koltuğa bırakırken telefonumdan gelen bildirim sesiyle dikkatimi ekranıma yönelttim.
Özgür
"Sesin çok güzel."
“Teşekkür ederim.
Ayrıca bu ne tesadüf…”
“Tesadüflere inanmam…”
“Nedenmiş?
“Bu karşılaşmaya basit bir tesadüf demek haksızlık olmaz mı?”
“Olur…
Hemde büyük haksızlık olur.”
“Başka şarkı söylemeyecek misin?”
“Cıks.
Maalesef bana ayrılan sürenin sonuna geldik.”
“Tüh ya…”
“Ne oldu hocam? Üzüldün galiba.”
“Daha fazla dinlemek isterdim seni.”
“Bende daha fazla söylemek isterdim ama yapacak bir şey yok…”
“Ne yapıyorsun şimdi?”
"Hazırlanıyorum.
Seni sormayacağım çünkü tahminen afiyetle yemeğini yiyorsundur.”
“Gel beraber olsun diyeceğim ama…”
“Malum, eve gidiyorum.
Sana afiyet olsun.”
“Teşekkürler.
Saat geç değil mi? Nasıl gideceksin?”
“Taksiyle muhtemelen.”
“Bu saatte taksiye mi binmeyi düşünüyorsun?”
“Evet...”
Saat daha fazla geçmeden ekranımı karartıp telefonu cebime iliştirdim. Çantamı alarak hızlıca odadan ayrıldım. Kafenin yoğunluğu daha da artmıştı. Gözlerim insanların arasından Özgür’ün olduğu yere ulaşmaya çalışırken Bora yanıma geldi. “Gidiyor musun?” diye sordu. “Geç olmadan eve gitmem lazım.”
ÖZGÜR
Bizimkiler yemeklerine dalmışken benim aklım Cemre’ydi.Tabağımdaki yemek soğumuştu bile. Yanımda oturan Yasin’in kolumu dürtmesiyle başımı telefondan ayırdım. “Oğlum hiç dokunmadın yemeğe. Yemeyeceksen bana ver bari,” dediğinde iştahsız bir halde “Olur. Aç değilim zaten,” dedim. Atakan “Özgür, doğru söyle. Hesap ödememek için mi yemedin yoksa?” diye sordumasıyla sinirli bir şekilde karşımdaki çocuğa kilitlendim. “Ben senin kadar akıllı değilim kardeşim. Öyle hinliklerle işim olmaz.”
Sırıtmaya başlayan Atakan “Ben senin yerinde olsam ödemezdim mesela,” dedi. “Sen yesende ödemiyorsun ki piç herif,” diyen Oğuzhan, yanındaki Atakan’ın ensesine tokat attı. O hariç hepimiz gülmeye başladık. Sol tarafa doğru gözüm kaydığında gülüşüm yavaşça bozulmaya başladı. Cemre, biriyle konuşuyordu. Az öncede şarkıyı bitirir bitirmez dibinde bitmişti bu herif. Dün telefonda konuştuğu Bora, bu çocuk olabilir miydi? Baştan aşağı süzdüm elemanı.Salaş giyinmişti. Rahat tavırları vardı. Zarar gelecek bir tip gibi değildi ama yine de gözüm tutmamıştı.
Fark etmeden dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Bir dakika! Cemre en son yazdığı mesajda taksiye bineceğini söylemişti. Akşamın bu saatinde tek başına taksiye binip gitmesine gönlüm razı gelmezdi. Yanındaki çocukla konuştuktan sonra dışarı çıktığını görür görmez oturduğum masadan kalkarak ayaklandım. Aceleyle cüzdanımdan çıkardığım parayı masaya bıraktım. Atakan’a karşı, tükürdüğümü yalayamazdım. Arkadaşlarım, hep bir ağızdan nereye gittiğimi sorguladılar.
“Özgür nereye?”
“Ne oldu oğlum birden?”
“İşim çıktı.”
Çocuklara kısa bir cevap vererek koşar adımlarla çıkışa yöneldim.
Yağmur iyice bastırmıştı. Sokaktan akan seller yağışın fazlalığının habercisiydi. Şimşek çakarken birden irkilen Cemre, mekanın kapısının önünde korunmaya çalışıyordu. Kot ceketine sarılmış, hafif ıslanan saçlarıyla yağmuru seyrediyordu. Yanına yanaştığımda gözleri direkt beni buldu. Kaşları havalanırken o an tekrar şimşek çaktı. Ve Cemre yine irkildi. “Şimşekten korkuyor musun?”
Şaşkın bakışlarını halâ üzerimde gezdirirken başını evet anlamında salladı. “Neden içeride değilsin?”
Yönelttiği soruyu cevaplamadan üstümdeki deri ceketi çıkarıp sırtına örttüm. “Bu saatte taksiye binmen pek doğru olmayabilir.”
Çatık kaşlarla ve sorgulayan gözlerle yüzümü inceledi.Saçlarından süzülen damlalar sayesinde ıslanan ceketimi üzerinden çıkarmaya çalışırken izin vermeyip onda kalması için bedenine daha da doladım. “Sende üşeyeceksin…” dediğinde itiraz edip kalması için direttim. ”Sende kalsın, ben üşümem."
Cemre, çekingen ve mahcup bir tavıra bürünmüştü. “Özgür, arkadaşlarının yanına gider misin? Gerçekten gerek yok.”
Başımı hayır anlamında sallarken iç çektim.
“Gerek var Cemre... Seni evine bırakmama izin verir misin?”
Daha dün tanışmamıza rağmen bana güvenir miydi emin değildim. Ama tek emin olduğum şey onu yalnız bırakamayacak olmamdı. Karşımdaki kız tereddütlü bakışlar atarken “Arkadaşlarına ayıp olmaz mı?” diye sordu. “Olmaz,” diyerek hızlıca bir cevap verdim. Kararsız bir ifadeyle bana bakan Cemre, “Sana zahmet vermek istemem ama,” dediğinde sıkıntılı bir nefes aldım. “Ne zahmeti? Daha fazla ıslanmadan gidelim bence…”
CEMRE
Yağmur, sıcak bahar ayına rağmen bedenimi üşütüyordu. Özgür’ün üzerinden çıkarıp verdiği deri cekete sığınmıştım. Kalıplı gövdesini öne çıkaran beyaz tişörtü yağmur damlalarından nasibini alıyordu. Her hareketi beni daha çok etkilemek içindi sanki. Centilmenliğini yine konuşturmuştu. “Arabam hemen şurada!”
Bardaktan dökülmüş gibi yağan yağmura aldırmadan, bir koşu gidip kenarda duran arabasını olduğum yere çekti.Çekingen bir tavırla arabasının yanına yaklaşırken hızlıca inerek benim için arabanın kapısını açtı. “Teşekkür ederim,” diyerek daha fazla ıslanmadan arabaya bindim.
Koşar adımlarla sol tarafa geçen Özgür, çabucak şoför koltuğuna yerleşti. Üzerindeki tişört, yağmurun altında çok kalmamasına rağmen bir hayli ıslanmıştı. “Çok ıslanmadın değil mi?” diye sorduğunda başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimi üzerinde gezdirerek “Sen bayağı ıslandın ama,” dedim. Bakışları benden ayrılıp birkaç saniyeliğine kendi bedenine kaydı. “Bir şey olmaz.”
Arabayı çalıştırırken bir taraftan dikiz aynasından yolu kontrol etti ve “Evin ne tarafta?” diye sordu. “Şimdilik dümdüz gidelim. Geri kalanını tarif ederim,” dediğimde başını tamam anlamında salladı. Ara sokaktan çıkıp caddeye doğru sürmeye başlarken gözlerim benden izinsiz sürekli yanımda oturan adama kayıyordu. Dikkatini yoldan bir an olsun ayırmayan Özgür, ona baktığımı hissediyor olmalıydı. “Aslında taksiyle de gidebilirdim,” dediğimde derin bir iç çekmesiyle alttan alta sinirleniyor gibi olmuştu. “Olmazdı Cemreciğim.”
Onun sesinden ismimi bu şekilde duyunca birden kal gelmiş gibi bakakaldım. Mantığımın kalan son demleriyle aklıma takılan ilk soruyu sordum. “Taksicilerle ne alıp veremediğin var?”
Özgür’ün direksiyonu tutan elleri kasılmış, eklem yerleri beyazlamıştı. “Bir alıp veremediğim yok. Sadece güvenmiyorum. Akşamın bu saatinde kim bilir kim çıkardı karşına,” dedi endişeli bir tonda. Düşünceli bir tavırla sessizleşerek camdan dışarı bakmaya başladım. Haklı olabilirdi. Bu ülkede,özellikle kadınsan eğer başına her an her şey gelebilirdi. Özgür, sessizleşmemi fark etmiş olmalı ki konuyu değiştirmeye çalıştı. “Bir gün sende bana gitar öğretirsin artık.”
Başımı camdan ayırıp yanımdaki adama çevirdim. Sıcak bir tebessüm yüzüme yerleşirken “İlk önce siz piyanoyu öğretinde orasına sonra bakarız hocam!” diyerek bilmiş bir ifadeyle gözlerimi üzerinde sabitledim. Kaşları havalanan Özgür, “Kısasa kısas diyorsun yani,” derken kıkırdadı. "Aynen öyle diyorum,” diyerek gülümsedim.
Üst geçite ilerlerken “Buradan sağa gideceğiz,” diye yönlendirdim. Özgür direksiyonu ters yönde çevirdi. Kemikli ve damarlı elleri ne güzel duruyordu öyle.
“Arkadaşlarını benim yüzümden ekmiş oldun,” dediğimde gözlerini yoldan çekerek bana kısa bir bakış attı. “Yanlışın var…”
Meraklı bir şekilde ona odaklanırken “Senin yüzünden değil. Senin için ektim…” dedi. Güm güm atan kalbimin sesi eminim ki beş metre öteden bile duyuluyor olmalıydı. “Ayrıca onlar takılmaz. Neredeyse her gün birlikteyiz.”
Sahiden, bu arkadaş grubunun arasında Sinan neden yoktu? En yakın arkadaşı değil miydi? “Sinan bu grubun içinde mi?” diye sorduğumda “Onlar mahalleden arkadaşlarım. Sinan’la ailelerimiz çok yakın olduğu için birlikte büyüdük,” dedi. Alaycı bir tebessüm ederek “Onunla hukukumuz daha eskiye dayanıyor yani,” diye noktaladı.
“Aranızda göremeyince merak ettim,” derken Özgür’ün telefonu çalmaya başladı. Pantolonunun cebinden çıkardığı telefona baktı. Arayan kişiyi gördüğü an “İti an çomağı hazırla,” diyerek güldü. “Sinan mı?” diye sorarken ekranında yazan “Baş belası,” ismi meşgule attı ve bana dönerek “İçine doğdu galiba,” dedi.
Gülümsemem büyürken oturduğum koltuğa başımı yasladım. “Araban güzelmiş."
Neden bilmiyorum ama onun yanındayken rahat davranmaktan çekinmiyordum. Yalnızca yakınlarıma gösterdiğim bu tavırlarımı onunla ilk günden paylaşmaya hazırdım. “Umarım bir gün daha güzeli senin olur.”
Üstümdeki deri ceketin kokusu burnuma doluyordu. Baharat ve kehribar karışımı koku, şaşırtıcı bir şekilde hoşuma gitmişti. “İnşallah…” derken ceketi çıkarıp arka koltuğa bıraktım. “Çok sıcak oldu,” diyerek tebessüm ettim. “Isındıysan sorun yok.”
Arabanın içini bir süre sessizliğimiz doldurmuştu. Buğulu camdan görebildiğim kadar yolu seyrediyordum. Radyoyu açan Özgür, kısık müziğin sesini biraz yükseltti.Tanıdık bir ses kulağıma çalındı.
“Penceremin perdesini havalandıran rüzgar,
Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgar…”
Müziğin sesini biraz alçattı ve “Hangi tarz müzikler dinlersin?” diye sordu. Bakışlarımı yanımdaki adams çevirerek usulca gülümsedim. “Aslında müzik zevkim çorba gibidir. ”
Yağmurun biraz olsun dinmesiyle camı yarıladı ve rüzgarı içeri davet etti.
Bir süre dinlediğimiz müzik tarzlarından, sevdiğimiz sanatçılardan bahsettik.
"Aynı zevklere sahip olmamız ne güzel," dedi memnun bir gülümsemeyle.
Dudaklarım istemsizce iki yana kıvrılmıştı ve kendimi sırıtmaktan alıkoyamıyordum.
Yavaşça bizim caddeye yaklaşmıştık. “Marketin orada durabilirsin,” dediğimde arabayı apartmanın yanındaki marketin önüne kırdı. “Bugün için çok teşekkür ederim,” diyerek tebessüm ettim.
“Rica ederim. Lafı olmaz...”
Gözleri bir an saçlarımda gezindi. “Saçların hala ıslak,”dediğinde parmaklarım istemsizce saç uçlarıma gitti. “Umarım hasta olmazsın.”
Sesi benim içim tedirgin çıkmıştı. “Birazdan kurur, hem yağmur da dindi."
Bir eli hala direksiyondayken gözlerini üzerimden ayırmıyordu. “Sana iyi eğlenceler...” dediğimde birden duraksadı. “Ne eğlencesi?” diye sordu. “ Yarım kalan eğlencene kaldığın yerden devam edersin herhalde?” Alaycı bir tebessümle “Buradan sonra ilk işim üstümü değiştirmek olur galiba,” dedi. Mahcup bakışlarımı kaçırarak arka koltuğa bıraktığım cekete baktım. “Ceket için de ayrıca teşekkür ederim.”
“Ne demek... Bugün teşekkür işini biraz abarttık sanki ha?” derken kıkırdamaya başladı. Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan,gbakışlarımı ondan çevirdim. Aklıma gelrn ani bir fikirle, genellikle boynuma taktığım ama şu anda çantamın kulpuna asılı olan fularımı çıkardım. Özgür, meraklı bakışlarla beni izlerken, direksiyonda olan elini tutarak çıkardığım yeşil fuları bileğine bağlamaya başladım. “Bu da son teşekkürüm olsun."
Saten fularımın son düğümünü atarken gözlerinin içine sıcak bir tebessümle baktım. “Benden sana ufak bir hediye...”
ÖZGÜR
Dokunuşu, tenimi okşayan saten yumuşaklığındaydı. “Boynuna bileğimden daha çok yakışır,” dediğimde histerik bir gülümsemeyle cevap verdi. Bileğime bağladığı fulara göz gezdirirken teşekkür ettim. “Son teşekkür bendendi,” diyerek muzur bir ifadeyle gülümsedi. Gök gürültüsü, arabanın içini dolduruyordu. “İyi geceler,” dedikten sonra gözlerini benden ayırarak kapıya yöneldi. “Dikkat et…” dediğimde omzunun arkasından bana baktı. “Sende dikkat et…Üstünü değiştirmeyi unutma sakın! Hasta olursun yoksa.”
Cemre’yi başımla onaylarken “Unutmam…” dedim. “Çabucak evine git. Daha fazla ıslanma!” Başını tamam anlamında salladı. “Görüşürüz.”
İnmek için arabanın kapısını açtığında, yağmur damlaları direkt içeri hücum etmişti. Üzerindeki kot cekete sarılarak arabadan indi ve kapıyı hızlıca kapattı. Yağmurun şiddetiyle hafif kuruyan saçları bir anda tekrar ıslanmaya başlamıştı. Saçlarından süzülen yağmur suyu, yüzünü de hemen ıslatmıştı. Arkasını dönerek bana karşı el salladı. Aynı hareketle ona veda ederken, hızlı adımlarla apartmana doğru yürüdü. Binanın içine girdiğini görmemle arabayı çalıştırdım.
Bileğimdeki fulara takıldı gözlerim. Çiçeksi bir kokusu vardı. Cemre’den aldığım kokuya benziyordu. Mayhoş edici bir etkisi vardı. Kendimi daha fazla kaptırmamaya çalışarak dikkatimi fulardan ayırdım ve arabayı caddenin diğer tarafına sürdüm.
Eve geldiğimde saat epey bir geçmeye başlamıştı. Bizimkilerin uyumuş olma ihtimallerini düşünerek kapıyı yavaşça açtım. Anahtarı ve ceketi vestiyere asarken bakışlarım etrafta dolanmaya başladı.Evin içindeki sessizlik hayra alamet değildi. Salonun önünden geçerken televizyon karşısında uyuyakalmış annemi fark ettim. Onu uyandırmamak için parmak ucunda yürüyerek salona girdim ve tekli koltuktaki katlı olan battaniyeyi derin bir uyku çeken kadının üzerine örttüm. Annem yavaşça gözlerini aralayıp “Geldin mi oğlum?” diye mırıldandı. Kısık bir sesle konuşarak,çocukların yanından geldiğimi söyledim. Uyku sersemi annem, anladığını belirten bir kafa hareketinin ardından gözlerini tekrar kapattı. “İyi geceler annem,” diyerek başını öptüm ve yanından sessizce ayrıldım. Adımlarımı odama doğru atarken arkamdan duyduğum ses, evde hala birilerinin uyanık olduğunun göstergesiydi. “Gelmiş sonunda kaçak.”
Arkamı döndüğüm sırada yanıbaşımda beliren ablamı görmem bir oldu. Anlamayan bakışlarla karşımda dikilen kadına baktım.“Kaçak mı?”
“Yalan mı? Sessiz sedasız çıkıp gitmişsin evden,” diyen ablam sorgulayıcı bir şekilde yüzümü taradı. “Gıybetinizin en heyecanlı kısmını bölmek istemedim ablacım.”
“Gıybet büyük günah. Biz bilgi alışverişi yapıyoruz,” dediğinde amansız bir kahkaha atamadan duramadım. Alaycı tavrıma karşılık kollarını göğsünde birleştirmiş, sinirle göz deviren ablam “Gülmesene Özgür!” derken bu tavrıma kayıtsız kalamamıştı. O da ister istemez gülmeye başlıyordu. Birden gözleri üzerimde gezindi. Belli ki ıslak tişörtüm radarına girmişti. “Bu halin ne? Sırılsıklam olmuşsun.”
“Birden yağmur bastırdı,” dediğimde çatık kaşlarla bakmaya devam etti. “Ceketin falan yok muydu? “ diye sorduğunda aklıma direkt Cemre geldi. İster istemez sırıtmaya başladım. Elimi nemli saçlarımı karıştırmak için götürdüğümde, dikkatinden hiçbir şey kaçmayan ablamdan Cemre’nin fuları da nasibini almıştı. “Bu ne?”
“Fular ablacım, tanıştırayım.”
Gıcık olduğunu gözlerini devirerek belli eden ablam “Onu anladık zaten. Sen fular takmazsın ki?” diye sorduğu sıra da şüpheli bakışlarıyla tekrar yüzümü inceledi. “Yoksa…”
Bu diyaloğun nereye gideceğini çok iyi bildiğim için kaçar adımlarla “Çok yorgunum. Sana iyi geceler abla,” diyerek tam yanından ayrılacakken kolumdan tutan kadın, öğrenmeden rahat edemeyecekti belli ki. “Kim bu şanslı kız?”
Derin bir iç çekerek sabır diledim. Maalesef, fazlasıyla etkisinde kaldığım kız yüzünden bugün ona istediğini verecektim. ”Tanışırsın bir gün.”
Şaşkın bir yüz ifadesiyle bana bakan ablama gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Onu, yaşadığı şokla baş başa bırakarak odama yöneldim. Detayları öğrenmeden gözüne uyku girmeyecek olan ablam, arkamdan gelmeye başladı. “Duş alacağım,” diyerek kapıyı kapattım. “Bombayı salıp öylece gidemezsin Özgür!”
Sesi odamda yankılanan kadına aldırmadan “Sana verilenle yetinmeyi öğrenmelisin Gamze Hanım,” diyerek bir çırpıda ıslak tişörtümü çıkardım ve odamdaki banyoya yöneldim. Bileğimdeki fuları dikkatlice çözerek komidinin üzerine bırakırken ablamın kendince homurdanmasını duyabiliyordum. “Çok kötüsün. Bir daha sana tarçınlı kekimden yapmayacağım. Görürsün sen!” Halâ pes etmeyen ablamın sesini duyduğumda kıkırdamaya başladım. Çocukluğumuzdaki gibi onunla didişmekten oldukça keyif alırdım. “Yapanı buluruz ablacım. Dert etme sen!” Şu anki yüz ifadesini görmesemde tahmin edebiliyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |