
ÖZGÜR
İnsan, zamanın ne getirip ne götüreceğini hiçbir zaman tam anlamıyla bilemezdi. Hiç beklemediğin bir an, hayatın alt üst olabilirdi ya da tam tersi, yaşadığın her acının bedelini ödeyecek olan gelişmeler, hayata olan umudunu artırırdı. Bazen de, bunları hak edecek ne yapmış olabilirim, diye düşünürdün. Kimine göre bunlar kader, kimine göre tesadüf, kimine göreyse tamamen şans işiydi. Bense bunların hepsine inanan biriydim. Kader,şans,tesadüf,evren…
Ya da başka bir şey. İnanın, hiçbiri umrumda değildi. Zihnimde,göğüs kafesimde yankılanan ses, çok güçlüydü. Adını haykırmak isterken, her defasında susmaya mahkum bırakarak dizginleyemediğim,ve beni git gide içine çeken tuhaf bir büyüydü bu.
Gökyüzünü aydınlatan ay ışığının parlaklığı içime bir huzur veriyor, şiddetini esirgemeyen rüzgar, tenime arsızca değerken içimi ürpertiyordu.
Gecenin sonsuz karanlığına fısıldardım içimde biriktirdiklerimi. Umutlarımı, hayallerimi, sevincimi,kederimi, kendime bile itiraf edemediğim şeyleri… Gecenin boşluğuna bırakırdım tereddütsüzce. İnsanlara kolay kolay güvenemezdim. Güvendiğim zaman, başıma gelenleri görmüştüm çünkü. Belki aldığım darbeler, uğradığım ihanetler, zamanla çelikleştirmişti bedenimi.
Tek güvencem, kendimeydi. Başımı yaslayacağım bir omuz yoktu. Yalnız, bu hayatta kendimden sonra güvenebileceğim sadece iki kişi vardı. Birisi şüphesiz, ablamdı. Diğeriyse çocukluktan beri yanımdan ayrılmayan, bana kardeşten öte olan Sinan. Bir tek onların yanında kendim olduğumu hissediyordum nedense.
Fakat, artık bu küçük listeye bir isim daha eklenmişti ansızın.
Gözlerimi kapatarak keskin havayı ciğerlerime çektiğimde, beynimi uyuşturan o gülümseme gözümün önüne geldi. Kalbimde oluşan sıcaklık, yüzümde bir anda beliren tebessüm, çoktan ağına kapıldığımı hissettiriyordu. Hemde hiç farkında olmadan…
Ağırlaşan göz kapaklarımı aralarken, avcumda tuttuğum yumuşak kumaş kendini hatırlatıyordu. Odamdaki ufak balkonumdan sokağın sessizliğini seyrediyordum. Şehrin ışıkları hala canlıyken sokaktaki durgunluk tuhaf bir huzura bırakıyordu kendini. Saten kumaşı okşarken kokusu burnuma dolmuştu. Sanki yanımdan hiç ayrılmamış gibiydi. Bu fuların ondaki değerini bilmiyordum. Neden birdenbire bana hediye etme gereği duymuştu? İlişkimizi bir adım daha öteye taşımak istemişti belki de. Parmaklarımın arasına sıkıştırdığım izmaritimden kısa bir nefes çektim. Ardından, ciğerlerime nüfuz eden nikotini havaya üfledim.
Cebimde oluşan titreme sesiyle birlikte sigaramı kül tablasına yerleştirirken dikkatimi ekrana çevirdim. Karşıma çıkan numara,bu saate kadar zor dayanmıştı.
“Çok meşgulsun galiba aslanım.”
Dirseklerimi balkonun korumalığına dayarken “Sana gelince, evet,” dedim.
Sinan’ın şu anda olur olmadık küfürleri mırıldandığını adım gibi biliyordum. “Bende de tam tersi be yakışıklı. Mevzu sen olunca işimi gücümü olduğu gibi bırakıyorum.”
Eğlenceli ses tonuna karşılık istemsizce yüzümdeki gülümseme genişlemişti. “Bilmez miyim, devrem? Zayıf noktan benim,” dedim alayla. “Haydi, dök bakalım içindeki zehri.”
Hattaki arkadaşım, bunu fırsat bilerek hiç zaman kaybetmeden ağzındaki baklayı çıkardı. “Bugün bizim kızla karşılaşmışsınız.”
Duyduğum şeyle birden kaşlarım çatıldı. Bizim kız, dediği kişi Cemre olmalıydı. Bunu ne ara öğrenmişti? Tabii ki, Banu... Cemre, benim aksime arkadaşlarıyla, yaşadığı şeyleri anında paylaşan kişilerdendi sanırım. “Bakıyorum da,sevgilinle aranızdaki bilgi aktarımı oldukça hızlı,” dedim esprili bir tonda. “Dı dııt. Yanlış cevap. Banu’dan öğrenmedim, Oğuzhan söyledi.”
İşte buna hazırlıksız yakalanmıştım. “Oğuzhan mı?” diye sordum şaşırarak. “Bensiz gittiğin eğlencede, benim sayemde tanışıp tutulduğun kızı görmek nasıl bir duygu, Özgür bey?” diye sordu sitemle. Ciddi ciddi bana trip atıyordu. “Oğlum, sevgilinle karıştırdın beni herhalde? Tribini sevdirtme bana. Hem bir adam trip mi atar lan? ”
Sinan, nadiren karşılaştığım kahkahasını atmaya başlarken sabır dileyen bir iç çektim kendi kendime. “Sana da şaka yaramıyor be Özgür,” dedi hala gülerken.
Sanırım çocukların yanından öylece ayrılıp gitmem oldukça dikkatlerini çekmişti. “Hiçbir şey demeden direkt çekip gitmişsin. Oğuzhan da beni aradı,durumu anlattı. Mekanda şarkı söyleyen kızı tanıyordu muhtemelen, deyince Cemre olduğunu anladım zaten. Seni aradım ama bizim kızla beraber olduğun için açmadın. Anında satış deyince de sen be Özgür’üm.”
Şimdi anlıyordum, arabadayken neden ısrarla telefonumu çaldırdığını.
“Aynen kardeşim,anında sattım seni,” dedim alaycı bir tebessümle. Sinan aceleci bir tavıra bürünerek, bugün yaşanılan her şeyi öğrenmek için can atıyordu. “Onu bunu boşver de, Cemre’yle ne yaptınız? Onu anlat sen.”
Sinan’ın bu merakının üstesinden gelemeyeceğimi bildiğim için olanı biteni anlattım. Bazı kısımları bilerek atlamıştım çünkü bana özel kalmasını istiyordum.
“Helal olsun kardeşime. Sana da bu yakışırdı zaten.”
Sinan’ın abartılı tepkilerini görmezden gelmeye çalışarak kısa bir iç çektim. “Sadece hislerimle hareket ettim,” dediğimde imalı bir ses tonuyla güldü. Anlatmakla iyi mi etmiştim, kötü mü bilmiyordum. “Sen çoktan abayı yakmışsın devremim.” Derin bir nefes alarak başımı göğe çevirdim. “Neyden kaçarsan onun esiri olursun. Duygularından kaçma!” diyerek akıl veren Sinan, oldukça haklıydı aslında.
“Sen kaçmadın da ne oldu?”
“Çok güzel bir ilişkim,” diye noktaladı.
Bu kez haklıydı...
“Yarın için efsane bir planım var. Daha doğrusu planımız…”
Gecenin soğukluğu iyice bedenime işlerken adımlarımı içeriye doğru yönlendirdim. “Ne planıymış bu?” diye sordum yatağıma sırtüstü uzanarak. “Dörtlü bilardo desem.”
Bilardo oynamakta iyiydim. Açıkcası Sinan ile sık sık yaptığımız aktivitelerden biriydi. “Dörtlü diyorsun?”
“Dörtlü diyorum. Sen, ben, Banu ve sevdiceğin.”
Son kelimesini duyunca kısılan gözlerim, kendini ele vermişti ne yazık ki. “Hoşuna gitti değil mi? Uçarak gelirsin artık,” diyerek benimle alay eden arkadaşımı şu anda ciddiye almak istemesem de çoktan kafamda yarının hayalini kurmaya başlamıştım bile. “Uçmak ne kelime…” dediğimde kendi kafama sıktığımı anlamam geç olmamıştı. “Sonunda be, Özgür. Sonunda kabulleniyorsun.”
Bıkkın bir nefes verirken yataktan hafifçe doğruldum ve dirseklerimi bu sefer bacaklarımın üstüne sabitledim. “Cemre’nin haberi var mı?”
“Sen söylersin diye düşündük.”
Aldığım yanıt şaşırtmamıştı. Bizi birleştirmek için ellerinden geleni yapacak gibi duruyorlardı. Galiba onlara karşı minnettar olmalıydım. İçimde ansızın beliren heyecanı bastırmaya çalışsam da bu yoğun duygu,çoktan tüm hücrelerimi sarmaya başlamıştı.
“Telefonu bir zahmet kapat da haber edeyim o halde.”
Özgür, birkaç serzenişinin ardından nihayet telefonu kapatmayı başarmıştı. Parmaklarım anında Cemre’nin sohbet sayfasına ilişti. Ona yarının planını yazmadan önce saate baktım. Henüz geç değildi. Parmaklarım bir süre klavyenin üzerinde gezindi. Uyumuş olabilir miydi? Veya gece olduğu için rahatsız olur muydu?
Kafamdaki düşüncelerimi bir kenara atarak en sonunda mesaj atmaya karar verdim.
“Selam Cemre.
Müsait misin?”
Mesajı gönder butonuna basmadan önce defalarca giriş cümlesini düşünüp durmuştum. Çevrimiçi değildi. Ekranımı karartarak telefonumu yatağıma bıraktım ve sırtımı yatak başlığına dayadım. Bir yanıt beklerken bildirimlerimin açık olmasına rağmen sürekli kilit ekranıma bakıyordum. Sonsuzluk gibi hissettiren birkaç dakika aradan sonra sonunda o beklediğim bildirim sesi odamda yankılandı. Hiç beklemeden telefon şifremi girerek gelen mesaja baktım.
“Selam Özgür.
Müsaitim evet, bir şey mi oldu?”
“Umarım rahatsız etmiyorumdur.
Sinanla Banu yarın için bir plan yapmışlar.”
“Rahatsız etmiyorsun.”
Mesajının yanında benimle konuşurken sık sık kullandığı emojisini gönderdi.
“Aa, ne plan yapmışlar?
Benim bundan haberim yok.”
“Benimde az önce haberim oldu.
Bilardo’ya gitmeyi düşünüyorlarmış.
Ve bu plana biz de dahiliz.”
Şu Sinan baş belasının emrivakileri bir gün kendi başını yakmasına neden olacaktı,hemde benim tarafımdan. Bu buluşma işi kesinlikle Sinan’ın başının altından çıkmış olmalıydı. Gerçi kedi olalı bir fare tutmuştu ilk defa, ama belki Cemre bu tarz durumlardan hoşlanmıyor olabilirdi.
“Bilardo, demek…
Banu,bana bundan hiç bahsetmedi.”
“Benim söyleyeceğimi düşünmüşler.
Sen pek sıcak bakmadın sanırım?”
“Gelmek isterim elbette.
Yalnız, bilardo oynamayı bilmiyorum.”
Tesadüfe bak, benimde uzun yıllardır en sevdiğim şeylerden biriydi.
“Anladım.
Ben çok severim.”
“Öyle mi?
Ben hiç oynamadım ve dolayısıyla da bilmiyorum.”
“Lise yıllarımdayken
yaz tatilinde her gün bilardo masalarındaydım.”
“Vay be…
Oldukça deneyimlisin yani.”
“Eh işte…”
“Eh işte mi?
Oldukça alçakgönüllüsünüz efenim.”
“Kendimle övünmeyi sevmem efenim.”
“Fark ettim.
Bende sevmem.”
“Bence övünmeyi sonuna kadar hak ediyorsun.
Yeteneğinle ilgili özellikle.”
“Bunu bir iltifat olarak mı algılamalıyım?”
“Kesinlikle!
Mesela sesin…
Çok huzur verici bir tınısı var.”
“Teşekkür ederim.
Yarınki perfonmasını gördüğüm zaman,
aynı cümleleri bende sana kuracağım.”
“Duruma göre bakarız.”
“Bakarız.”
“Fularına sigara kokusu sinmesin diye çok uğraştım.”
“Sigara mı içiyorsun?”
“Alışkın olduğun için kokusunu yadırgamazsın, boşver sinsin.”
“Boşveremem.”
“Maalesef yıllardır bırakamadığım bir illet kendisi.
“Bağımlısı olduğunu söyleme sakın.
Allah korusun, sigara yüzünden hayatını kaybeden insanlar var.”
“Bağımlısı olacak kadar içmiyorum.
Ama ancak içince düşüncelerim susuyor.”
“Kendini oyalayacak başka bir şey bulabilirsin bence.”
“Ne gibi mesela?”
“Sevdiğin aktiviteleri yapabilirsin.
Ya da sigara yerine sakız çiğnemek de işe yarayabilir.
En azından bir süre ağzın boş kalmaz ve aklına gelmez.”
“Haklısın.
Tavsiyelerini deneyeceğim.
Ama çabucak etkisini gösterir mi, bilmem.
Uzun yıllardır kullandığım bir şey sonuçta.”
“Hemen olmasa da zamanla işe yarayacağından eminim.”
“Pekala…
Sana güveniyorum.”
CEMRE
Yaşam, bilinmezliklere gebeydi. Zihninde kurguladığın planlar, hiç tahmin etmediğin bir durumun içine düşerek savrulur giderdi. Anlık yaşanan gelişmeler, bazen mantığını bazen de kalbini zorlardı.
Ve bende bu akşam hiç beklenmedik biriyle, hiç beklemediğim bir yerde karşılaşmıştım. Hatta karşılaşmakla da kalmayıp aramızdaki görünmez bir duvarı da yıkmış sayılırdım.
Benim için manevi değeri oldukça büyük olan eşyamı daha yeni tanıştığım birine gözüm kapalı emanet etmiştim. Peki, neden? Neden içsel bir dürtüyle hareket etmiştim? Kabul etmekte zorlandığım, belki adını koyamadığım bu his, neden beni ele veriyordu?
Kafamın içinde dönüp dolaşan sesler, okuduğum kitabın sayfasını çevirdikçe her bir yeni satırda kendini hatırlatıyor ve asla susmuyordu. Yatağımda debelenip dururken okumaya çalıştığım kitaba odaklanamayacağımı anladığımda kapağını kapatarak komedinin üzerine bıraktım. Ayaklarımı yataktan aşağıya sallandırırak gözlerimi odamdaki pencereden dışarıya çevirdim. Kalbimin çırpınışları durmak bilmeyecek gibiydi. Göğüs kafesimden yayılan bu duygu, tüm bedenimi ele geçirmiş durumdaydı.
Özgür ile mesajlaşmamızdan yaklaşık bir saat geçmişti. Ancak ben hala yarınki olan buluşmamızı düşünerek uyuyamıyordum. Bu huyumdan her daim nefret ederdim. Heyecan ve beklentiyle uyumamak lanetim gibiydi.
Kendimi bir an gardırobumu karıştırırken buldum. Yarın için en uygun kombini yapmaya çalışıyordum. Birçok kıyafetim vardı, ama giyecek hiçbir şeyim yoktu. Beni yalnızca aynı durumu yaşayan hemcinslerim anlardı.
En sonunda hoşuma giden parçaları birleştirerek güzel bir kombin hazırlayabilmiştim. Ama şimdi sırada saçım vardı. Derin bir nefes alarak kendimi sırtüstü yatağa bıraktım. Acaba doğal haline mi bırakmalıydım yoksa farklı bir şey mi yapmalıydım? At kuyruğu da olurdu aslında.
Kendimce homurdanarak yatağımdan doğruldum ve bilgisayarımı açtım. Kulağa saçma gelebilir ama kafa karışıklığımı gidermek için internetten bazı kombin önerilerine ve saç modellerine bakacaktım. Ancak bu şekilde kararsızlığım ortadan kaybolurdu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |