
Bir sonbahar günü; hafif rüzgar tenime değerken yabancısı olduğum,ait hissetmediğim, belki de hiç ait olamadığım memleketime görevimi yapmak için, biraz cesaret ve bilinmezlikle indim arabamdan.
Ardımda çok şey bırakmıştım. Ailemi, hayallerimi, umutlarımı, sevdiklerimi, sevdiğimi... Doğup büyüdüğüm şehri birkaç saat önce arkamda bırakmıştım. Arabadan inerken heyecan, umut biraz da burukluk vardı içimde. Belki de büyümek bu demekti… Zor da olsa kendi yolunu bulmaktı. Korksan da yine de yola devam etmekti. Bütün bu duygulardan arınmak istercesine gözlerimi önümde duran okula çevirdim. Bir köy okuluydu ama yeni yapıldığı çok belliydi. Temiz ve bakımlıydı. Okullar henüz açılmamıştı,hafta başı başlayacaktı. Bense kalacağım lojmana gitmeden belki de yıllarımı geçireceğim bu şirin yeri görmeye gelmiştim. Etraf sakindi, ruhumu rahatlatan bir huzur vardı.
Bedenimi saran, saçlarımı savuran hafif rüzgarı ardımda bırakarak etrafa biraz bakındıktan sonra içeri girdim. İçerisi çok sessizdi. Müdürün odasına yöneldim. Orta yaşlı adam beni güleç bir tavırla karşılamıştı. Birkaç işimi hallettikten sonra ayrıldım.Geniş bahçeden çıkarak beyaz,mini arabama yöneldim.
Dışarıda serin bir hava vardı ama içimi ısıtan güneş hala gitmemişti. Belki de uzun zamandır buna tutunuyordum. Kimisi şarkılara, kimisi şiirlere, kimisi kitaplara tutunur olmuştu. Galiba artık tutunamıyordu insan insana… Bende bunların hepsine teker teker tutunmaya başlamıştım. Bir insana tutunmak, kalbinde hissetmek, onunla bütünleşmek, belki de yaşamak için bir başka nedendi… Fakat gün gelip tutunduğun o ruhu kaybedince, insan yokluğunda başka şeylere tutunmaya çalışıyordu… Artık tutunamadığı o ruh, bir gün tutunmaya çalıştığı bir şiirin mısrasında, okuduğu bir sözde veya dinlediği bir şarkının büyüsünde çok acımasızca hatırlatıyordu kendini. Unutamazsın beni ama artık tutunamazsında der gibi; nispeten, canını yakmak ve seni inadına kül etmek istercesine bütün keşkelerini, hatalarını gözünün içine soka soka önüne seriyordu. Bir tokat gibi çarpıyordu yüzüne. Boğazında koca bir yumruk oturuyordu, yutkunsan da geçmiyordu...
Maalesef ki sonunda anlıyordun her acının zamanla geçmeyeceğini… Canımı fazla yakıyordu bu ayrılık. Canımı yakan bu şey arkamda bıraktıklarım için miydi yoksa artık unutmaya çalıştığım o ruh için miydi bilemiyordum. Yol boyu bunları düşünüp durdum. En sonunda kalacağım yere gelmiştim. Köyün girişinde tek katlı minik bir evdi. Bakımlıydı, belki de birçok öğretmen kalmıştı burada ama ben yine de sadece bana aitmiş gibi hissediyordum. Ya da öyle hissetmek istiyordum. Burası benim için her zaman özel olacaktı. Ailemden ilk defa ayrı yaşayacaktım. Sanırım bu yüzden anlamı büyüktü. Benim evimdi, sadece bana aitti,bu yüzden değerliydi...
Belki de ben fazla anlam yüklüyordum. Bazen cehennemim oluyordu bu duygusallık ama dünyaya düz bir pencereden bakılırsa hayatın ne anlamı olurdu ki diye düşünürdüm hep.
Arabamdan indim ve kendimden emin bir şekilde adımlarımı attım. Yeni hayatıma, yeni başlangıçlara koşuyordu her bir adımım sanki. Heyecanla,umutla...
Ağaçların kapladığı bahçeden içeri girerek anahtarımı çıkardım.Kapıya yönelirken gördüğüm ev, yeni boyanmış sarı renkleriyle içimi ısıtmıştı.Sil baştan başlıyordum işte her şeye.Hayatımı, geçmişimi sıfırlamıştım sanki…
Evden içeri girdiğimde sıcak bir atmosfer karşıladı beni. Evin güzel bir dizaynı vardı. Burada kalacağımı bildiğimden dolayı biraz almıştım. Kendimden izler taşımasını istiyordum bu evin. Öncesinde birkaç öğretmen de kaldığı için eşyalar duruyordu ama bazılarını değiştirmiştim. Gri L koltuk, ufak plazma televizyon ve küçük bir ünite vardı girişte. İki odadan oluşan bu ev küçüktü ama yuvaydı. Bavulumu sürükleyerek odama yöneldim. Tam eşyalarımı yerleştireceğim sırada telefonum çaldı.Artık eskisi gibi telefonumla ilgilenmiyordum. Beklediğim bir mesaj, bir haber gelmediğinden gerek bulmuyordum belkide.Çantamdan çıkardığım telefona ilişti gözlerim. Annem arıyordu. Arkadaşlarımdan da mesajlar gelmişti.Yola çıkacağımı haber etmiştim. Muhtemelen meraklanmışlardı ama benim için mutlu olduklarını biliyordum. Daha fazla bekletmeden annemin çağırısını cevapladım. Ne yaptığımı merak etmişti. ''Yerleştin mi kızım?'' diye sordu. Sesi hem mutlu hem de hüzünlüydü. ''Yerin şimdiden belli!'' diyordu.
Yokluğum hemen belli oluyordu demek. Onları şimdiden özlediğimi fark ettim. Buruk bir gülümse belirdi yüzümde. Bir süre annemle konuştuktan sonra kapattım telefonu.
''Kendine çok dikkat et!'' demişti annem... Cidden burada kendimi nasıl koruyacaktım veya dikkatli olabilecek miydim meraklanıyordum. Evimin yanında diğer öğretmenlerin de lojmanları vardı.Eğer bir şeye ihtiyacım olursa onlara söyleyebilirdim ama daha hiçbirini tanımıyordum bile. İçten içe çok meraklıydım.Kimlerle karşılaşacağımı bilmiyordum ama içimdeki çocuksu hevese sarılıyordum...
Hatta bazılarıyla dost olma ihtimalim bile heyecanlandırıyordu beni. Fakat her şeye rağmen bir şey eksikti içimde...
Neyin eksik olduğunu acımasızca her gün daha da fazla anlıyordum. Aklıma birden yine o geldi. Hoş hiç çıkmıyordu zaten…
Sahi ne yapıyordu acaba şu an? Görevde miydi? Arkamda bıraktığım şehirde miydi? Artık aynı havayı solumuyorduk. Belki de çok uzağımda, bilmediğim bir yerdeydi. Sosyal medyasını kapatmıştı veya beni engellemişti.Gerçi onu yapsaydı 1 yıl önce çoktan yapardı ya da zavallı duygularım bu ihtimali düşünmek istemiyordu. ''Hakkım var mıydı ki onu hala merak etmeye?'' diye sorguladım kendimi. Parmaklarım istemsizce mesaj kutusuna girdiğinde, profil fotoğrafıyla karşılaştım. Unutmaya çalıştığım yüzünü gördüğüm an, ilmek ilmek hücrelerime işlediğim sevgisi, kalbimdeki kor ateşi körükledi. Elim fotoğrafını büyütmek istedi ama bir tarafım engelledi.Sadece uzaktan öylece bakmakla yetindim...
Halâ benim çektiğim fotoğrafı kullanıyor olması içimdeki acınası umut kırıntılarını canlandırıyordu.Daha fazla dayanamadan telefonu kapatıp yatağa fırlattım. Bunu isteyen bendim sonuçta, geri dönemezdim geçmişe. Kafamdaki düşüncelerimi uzaklaştırıp kalan eşyalarımı yerleştirmeye koyuldum.Yarın başlayacak olan okul için küçük bir çocuk gibi heyecanlanıyordum.Gün boyu evimde zaman geçirmiştim.
Haftanın ilk günüydü. Günün ilk saatleriyle öten horoz uyandırdı beni. Zihnim halâ Ankara' da kalmış gibi bir an horozun alakasızlığını sorguladı. En sonunda hatırladım köyde olduğumu. Ve bugün ilk iş günümdü... Birden kalbim hızlıca atmaya başladı ve yataktan aceleyle kalktım. Kombinimi dünden hâtta neredeyse bir aydır kafamda kurgulamıştım. Hızlıca bir duş alarak, kahvaltımı yaptıktan sonra oyalanmadan hazırlandım. Şık parçalar seçmiştim. Burası bir köydü ama sonuçta arabam vardı ve toz içinde kalmayacaktım. Uzun kıvırcık saçlarımı son kez düzelttim ve karşımdaki aynada kendime baktım. Artık hazırdım. Boy aynamdan kıyafetimi son kez inceledim ve ilk güne özel bir fotoğraf çekerek aile grubuna ve arkadaşlarıma attım. Onların desteğine ve iltifatlarına ihtiyacım vardı.Telefonla biraz zaman geçirdikten sonra gecikmeden evden çıkarak arabama bindim.
Yollar, eski köy yolları gibi değildi ama hafif çıkıntılar vardı.Evim yakın olduğu için yol kısa sürmüştü. Okulun önüne geldiğimde arabadan inmeden önce etrafa bakındım.
Çok özel ve güzel çocuklarla tanışacaktım. Kimisinin travması, kiminin ömür boyu unutmak istemeyeceği öğretmenleri olacaktım.Yine de hiçbir çocuğun travması olup çocukluk anılarını mahvetmek istemiyordum.Onlara karşı dikkatli ve özenli olmalıydım. Muhtemelen bazıları akrabalarımın çocukları olacağı için zaten zorunda gibi hissediyordum.
Derin bir nefes alıp arabamın kapısını açtım. Ayaklarım yere daha sağlam basıyordu sanki. Dik duruşumu bozmadan kapıyı kapattım ve okulun içine girmeye başladım.Yavaş yavaş çocuklar geliyorlardı. Burası bir köy okulu olduğu için kalabalık değildi.Gözüm birkaç kişiyi tanımaya başladı. Akrabam olabilme ihtimalleri heyecanlandırmıştı nedensizce.Belki de yalnız hissettiğim bu yerde tanıdık yüzler görünce rahatlamıştı içim...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |