19. Bölüm
Ceyss / UMUT SİLAHLARI / 18.BÖLÜM

18.BÖLÜM

Ceyss
ceyss.nur

Yeni bölüme hoş geldiniz.

Yazdığım birincilik konuşması, maalesef ihraç edilmiş olan Teğmen Ebru Eroğlu'na aittir.

İyi okumalarrr🫶

Oy vermeyi unutmayın❤️‍🔥

 

 

                              *****

 

Bazı insanların hayattaki tek amacı sevdikleri iken, bazılarının ki vatan savunmasıydı. Bu insanların vatan sevgisi o kadar büyüktü ki, her şeyi geride bırakırlardı.

 

                               *****

 

Heyecandan uyuyamayıp sabaha kadar bir sağa, bir sola döndüğüm günlerden biriydi bugün de. Bu heyecanımın sebebi, tanıyalı daha bir yıl olmadan her şeyiyle sevdiğim, her şeyiyle tarafından sevildiğim Metehan Turan'dı. Yaklaşık bir buçuk haftadır görüşmüyorduk. Bu bir buçuk haftada bile özlediğim, yeşil gözleriyle nefes aldığım ve her hareketiyle beni mutlu eden Mete'nin mezuniyeti vardı.

 

Sabahın erken saatlerinden beri ayaktaydım. Sıkıntıdan toz almış ve hatta kahvaltı hazırlamıştım. Saate baktığımda yengemleri uyandırmak için erken olduğuna karar verdim ve koltuğa yayıldım. Gözlerimi tavana diktiğimde, aklıma abim geldi ve anında gözlerim doldu. Onun mezuniyetini az çok hatırlıyorum.

 

"Abi, bu yeşil kıyafetler artık senin mi? Bunlar sana çok yakışmış! Hep sende kalsınlar söyle onlara!" dediğimde abim bana bakıp şefkatle gülümsemişti. 11 yaşında olmama rağmen hâlâ çocuk gibi davranıyordum, yani abimin yanında. Bir tek ona böyle şımarıyor, hatta bir tek ona bu kadar derin ve anlamlı gülümsüyordum. O benim sahip olduğum tek ailem, arkamda dağ gibi duran ve hep gölgesini hissettiren bir kahramandı. Benim kahramanım. Hani derler ya, kızların ilk aşkı babası olur diye. Benim ilk aşkım babam değil, abimdi. "Evet güzelim. Bu kıyafetler artık benim. Kimseye de vermem kıyafetlerimi." dediğinde heyecanla kıkırdamış, hatta etrafımda sevinçle bir tur dönmüştüm. Üstümde, abimin bana doğum günümde almış olduğu, bembeyaz bir elbise vardı. Ben dönüp hopladıkça, etrafımda uçuşan etekleri çok hoşuma gidiyordu.

 

"Abi, bir yere gidecek miyiz? Lütfen gidelim, bu elbisemi herkesler görsün." diye fısıldadım abime. Bunu duyunca önce gülümsedi, ardından kaşları çatıldı. "Hayır efendim, benim kardeşimi herkesler göremez. Ama evet, başka yere de gideceğiz." Daha sonra elimden tutup yürümeye başladı. Gideceğimiz yer çok da uzak olmamalı ki, yürüyorduk. O, kocaman eliyle benim elimi kavramış beni dinlerken, ben de saçma sapan şeyler anlatıyordum. Her seferinde aynı şeyleri anlatmama rağmen beni ilk defa duyuyormuş gibi dinliyordu.

 

Bir süre sonra, ne kadar olduğunu hatırlamıyorum, bir mezarlığın önüne geldik. Tanıdık bir mezarlık. Geldiğimiz yeri idrak ettiğim anda abime baktım. Bana dolu gözleriyle gülümseyerek bakıyor, elimde olan elini daha da sıkılaştırıyordu. O an, bütün çocuksu ruhum bedenimden çekilip alındı sanki. Artık çocukluğumun en büyük yarasının yanındaydım. Beraber içeriye girdiğimizde, bütün kuşlar yaramızı hissetmiş gibi acıyla ötmeye başlamıştı. Ya da bana öyle geliyordu. Biz ağaçların arasında ilerlerken bir beyaz kuş, etrafımızda deli gibi kanat çırparak dönmeye başladı. Ben heyecan ve sevinçle o kuşu izlerken, abim ise gözlerinden ilk yaşı akıtmıştı. Yürümeye devam ettik, el ele, her zamanki gibi. "Abi, onlar da bizimle değil mi?" diye sorduğumda abim zorla da olsa gülümsemişti. Ağlamaktan kızaran gözlerini eliyle silmeye çalıştı ve bana bakarak konuştu.

 

"Evet abicim, onlar her zaman bizimle, her zaman yanımızdalar. Hatta annemiz şu an bizimle." diyerek beyaz kuşu gösterdi. "Ama abi, o bir kuş. Benim annem kuş değil! Yalan söylüyorsun." diye sinirle çıkıştığımda kuş gelip omzuma konmuştu, onun bu hareketinden sonra abim artık hıçkırarak ağlamaya başladı. "Annemiz ölmeden önce bana 'Ben ölsem bile, yanınızda olacağım. Bir beyaz kuş biçiminde.' diyordu. Sözünü tuttu, ben de tuttum sözümü. Babama olan sözümü tuttum ben." Abim ilerlemeye başlayınca, omzumda kuş ile beraber ben de arkasında ilerledim. Mezarların yanına geldiğimizde omzumdaki beyaz kuş uçtu ve iki mezarın ortasına kondu.

 

Gülay Özdemir.

Hasan Özdemir.

"Sonuna değil, sonsuza kadar!"

 

Benim asla görmediğim ve tanıyamadığım annem ve babam. Aşklarının ve canlarının iki parçası da buradaydı. Abime baktığımda kocaman boyuna rağmen bir küçük çocuk gibi ağlayarak konuşmaya başladı. "Babam, annem. Bakın biz geldik. Sözümü tuttum baba. Oğlun asker oldu, vatanını koruyacak. Büyük bir aşkla anlattığın vatanını koruyacak." Elleriyle gözyaşlarını sildi. "Ben, kardeşimi yanıma alacağım. Yıllar sonra tekrar aile ortamı kuracağım, sizin bana yaptığınız gibi bundan sonra sevgiyle büyüteceğim onu. Annem, oğlun kocaman oldu bak. Kızın da artık büyüdü. Sana dediğim gibi, çok güçlü bir kız o. Aynı sana benziyor, saçları, konuşması, sevgisi, şefkati hatta dokunuşları bile sana benziyor anne." Toprağa dokundu. "Ben ilk gittiğiniz zamanlar yaşayamam diyordum. Kardeşim daha büyümediği içinmiş meğer. Baba, o bir gülüşüyle beni mutlu etmeyi başarıyor. Nasıl oluyor bu bilmiyorum ama yapıyor. Eğer yanımızda olsaydın çok severdin Tomris'i. Her şeyden sakınırdın, kıskanırdın onu. Asla ayırmazdın yanından, el ele giderdiniz her yere. Baba, ben seni çok özlüyorum. Her gece yatarken tarihimizi anlatmanı, uyuduğum zaman alnımdan öpüp üstümü örtmeni, arkamda bir dağ gibi duruşunu çok özlüyorum baba. Baba şefkatini Tomris'e hissettiremediğin için çok üzülüyorum ama ben varım. Onun babası da, annesi de ben olurum." Bakışlarını annemin mezarına döndürdü.

 

"Annem, ben seni de çok özlüyorum. Bana 'Güzel gözlüm' demeni, her gece göğsünde uyutmanı, şefkatli kollarını, mis kokan saçlarını, güzel ellerinle yaptığın yemeklerini çok özlüyorum anne. Kimse senin gibi yemek yapamıyor, kimse senin gibi bakmıyor bana. Keşke yaşasaydın da bize kol kanat gerseydin. Bizi kollarının arasına alıp 'Yavrularım' diyerek bağrına bassaydın anne. Keşke şu üniformaların içinde görseydiniz beni. Keşke Tomris'i bir kuğu gibi gösteren beyaz elbiseyi de görseydiniz. Ama biliyorum, bizi asla yalnız bırakmıyorsunuz, hep yanımızdasınız. Biz de size layık evlatlar olmaya çalışacağız, söz veriyoruz." diyerek sözlerini sonlandırdığında beyaz kuş o güzel ve mayıştıran sesiyle ötmeye başladı. Artık abim gibi ben de ağlıyordum. Yavaş ama temkinli adımlarla yanına gidip omzuna dokundum. Yere çöktüğü için omzuna dokunabiliyordum.

 

Bana bakınca gülümsedi. "Söz veriyorum abi, sana, annem ve babama layık bir kız olacağım. Hiç kimseden hiç bir şeyden korkmayacağım. Söz veriyorum." dediğimde beni yanına çekti ve sarılarak saçlarımdan öptü. Tam o sırada, bir ağaç kıpırdamış gibiydi ama önemsemedim. Abime sarılmaya, onunla beraber ağlamaya devam ettim. O günden sonra, ne zaman vazgeçecek olsam aklıma onlara verdiğim sözümü getirdim.

 

Aklıma gelen anı, beni şimdi de ağlatmayı başarmıştı. Gözümden düşen yaşların, abime olan özlem, anne ve babadan alınamayan sevgi olduğunu biliyordum. "Tomris." Gelen sesle kapıya döndüğümde, yeni uyanmış ve bana endişeyle bakan yengemi gördüm. "Ne oldu? İyi misin?" diyerek yanıma geldi. "Abimi özledim." dediğimde hıçkırarak ağlamaya başladım. Yengem de bana dolu gözlerle bakıyordu. Ellerini, sanki kıralacak bir şeye dokunuyormuş gibi havaya kaldırarak saçlarımı sevdi. Ben de ona yaslanınca iyice sarıldı bana. "Ben de özlüyorum ama yapacak bir şey yok. Dua etmekten başka çaremiz yok. Vatan işte." dediğinde derin bir nefes çektim içime. Ellerimi kaldırıp gözyaşlarımı sildiğimde yengem bana bakıp gülümseyerek "Bize kahvaltı hazırlamışsın. Ellerine sağlık her şey çok güzel görünüyordu. Tabii, bu marifetlerini Mete'nin ailesiyle tanıştıktan sonra sergilemen de biraz üzdü ama olsun." dedi. Gözümde yaşlarla sesli bir şekilde güldüm. "Neyse, ben canım yeğenimi kaldırayım sen de elini yüzünü falan yıka. Yengelerin bir tanesi." diyerek yanağını öptüğümde bana 'Sen çok fenasın' bakışları atıyordu.

 

Adımlarımı biricik yeğenimin odasına doğru yönlendirdim. Kapının önünde durup içeriyi dinleyerek uyanıp uyanmadığını anlamaya çalıştım. Ses gelmeyince ben de yavaşça kapıyı açıp içeri süzüldüm. Bir bacağını ince battaniyesinin üstüne atmış, ellerini yastığının arasına koymuş, yüzünde garip ama bir o kadar da huzurlu ifadesi ile uyuyordu. Bu kız daha dün doğmuştu, ne ara büyüdü? Yavaşça yanına gidip yatağına oturdum. Benim oturmamla beraber bir şeyler mırıldandı fakat anlayamadım. O da abim gibi uykusunda sayıklıyordu. Aralarındaki tek fark abim her gece, Ece ise arada sırada sayıklıyordu. Anlaşılır şeyler değil, sanki birbirine girmiş, karmaşık harfleri birleştirip söylüyorlardı.

 

Ece'nin yüzüne eğildim ve alnına bir öpücük kondurdum, uyanmayınca bir tane de yanağına. En son gözlerini yavaşça aralayınca ona gülümseyerek "Günaydın." dedim ve gıdıklamaya başladım. Ne olduğunu idrak etmesi biraz uzun sürdü. Aynı babası. Kahkahalarla gülmeye başladığında bir yandan da "Hala... Dur" gibi şeyler söylemeye çalışıyordu. Daha fazla uzatmadan oturduğum yerden kalktım ve "Hadi, gel. Kahvaltı hazır." diyerek odadan çıktım. Hâlâ tam olarak kendime gelemediğim için banyoya geçip elimi yüzümü yıkadığımda yengemin bana seslendiğini duydum. Hızlı bir şekilde mutfağa geçtim. Çaylar doldurulmuş, ekmekler kesilmişti. Ben de her zaman oturduğum yere, Ece'nin yanağına öpücük kondurarak geçtim. Beraber gülüp eğlenerek kahvaltı ettik.

 

En sonunda bütün işleri bitirdiğimizde yerime oturdum ve telefonumu elime aldım. Tek bir bildirim vardı, daha doğrusu fotoğraf. Açtığım anda kalbimin yerinden çıkacakmışçasına atması beni yerle bir etti. Metehan, başında beresi ve beresinin altından belli olan hafif kıvırcık saçları, gözleriyle muhteşem derecede uyumlu olan yeşil üniformasıyla belindeki kılıcı tutup poz vermişti. Kalp atışlarım bir an olsun yavaşlamazken, cevapladım mesajını. Bir sürü kalpli emoji bıraktığımda bir an çok saçma olduğunu düşündüm ama yapacak bir şey yok, çünkü içimdeki duygular tarif edilemeyecek kadar yoğun ve içten. Yüzümde bir sırıtışla odama geçtim. Bir ay önceden, geçmişi yâd etmek için aldığım beyaz elbiseyi üstüme tuttum ve kendimi inceledim. Bu elbise, tenimi ve gözlerimi ortaya çıkartmıştı. Göz makyajıyla daha da güzel yapabilirdim bu görüntüyü.

 

Hemen elbisemi giydim ve saçımı yapmaya başladım. Hafif su dalgaları verip açık bırakınca makyajıma geçtim. Bana en çok yakıştığını düşündüğüm, gözlerimi tamamen ortaya çıkartan makyajı da yapınca artık gitme vakti yaklaşmıştı. Meryem teyzelerle beraber gidecektik Mete'nin ailesi olarak. Odamdan çıktığımda yengemin de en az benim kadar şık ve güzel olduğunu gördüm. Ece'ye mavi bir elbise giydirmişti, kendisi de beyaz taşlı gömleği ve siyah pantolonuyla tam bir iş kadınıydı. Beni görünce gözleri şokla büyüdü ve gülümsedi. "Tomris! Ne kadar güzel olmuşsun. Ee, kimin görümcesi be! Tabii güzel olacak. Elimde büyüdün Tomris." dediğinde sona doğru ağlayacak gibi olmuştu. Hamilelikten dolayı hormonların etkisiyle ani ruh değişimleri yaşayabiliyordu, biz de anlayışla karşılıyorduk. Ona doğru ilerledim ve sarıldım. "Yengem, haftada en az beş kere söylüyorsun zaten. Ama şu an olmaz. Bak, ne güzel makyaj da yapmışsın. Bozulmasın şimdi, ağlama."

 

"Evet, anne. Bak kardeşim Mert Göktuğ da üzülür sonra." Ece'nin konuşmasıyla ona döndük. Şok içinde ona bakarken tekrar konuşmaya başladı. "Ben rüyamda gördüm. Benim erkek kardeşim olacak ben de adını Mert Göktuğ koyacağım. Biliyor musunuz? Onunla oyunlar oynadık, bana 'Canım ablam' dedi. Çok sevdim onu ben. Bir an önce gelsin." dediğinde uzun bir süre sessizlik oldu. Yengem bana baktı ve "Emre ile yıllar önce oğlumuz olursa adını ne koyarız diye konuşmuştuk. O da bana 'Mert' demişti." dedi. Hepimizin yüzünde buruk gülümsemeler oluşurken, telefonumdan gelen arama sesiyle çıkardım ve açtım. "Efendim Ömer abi?" dediğimde bir yandan da ayakkabımı giymeye başladım. "Tomris, biz lojmanın önündeyiz. Gelin hadi." Onu onaylayıp telefonu kapattığımda aynadan son bir kez kendime baktım. Bir sorun olmadığını görünce hep beraber çıktık evden.

 

Yengem şoför koltuğuna oturdu, ben onun yanına, Ece de arkaya. Lojmandan çıkarken nöbet tutanlara selam vererek korna çalıp çıktık. Ömer abi de bizim geldiğimizi görünce arabayı çalıştırdı, onlar önde, biz arkada gidiyorduk. Elime telefonu alıp Metehan'a 'Geliyoruz' yazdım.

 

Yol boyu arabada çalan şarkıyı dinleyerek düşüncelerimle boğuldum. Tanışalı daha bir sene olmamışken ona nasıl bu kadar bağlanmıştım? Nasıl etkisi altına almıştı beni? Mezuniyetine gidiyor olmak beni hem heyecanlandırıyor, hem de geriyordu. Koskoca Kara Harp Okulu'nun birincisi olmuştu ve konuşma yapıp diploma alacaktı. Cumhurbaşkanı bizzat verecekti ona. Çok heyecan verici olmalı. Ben, bunları düşünürken iyice yaklaşmıştık.

 

En sonunda tören alanına geldiğimizde, öğrenciler, daha doğrusu teğmenler, etrafta dolanıyordu. Törenin başlamasına ve protokolün gelmesine biraz zaman vardı. Etrafa göz gezdirdiğimde, yaklaşık 30 metre ileride arkadaşlarıyla konuşan ve konuşma provası yapan Mete'yi gördüm. Konuşma provası yaptığını hareketlerinden ve duruşundan anlamıştım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlarken, elim telefonuma gitti ve fotoğrafını çektim. Asil duruşuyla beraber kılıcını kavradı ve havaya kaldırdı. Kendi aralarında şakalaştıktan sonra ciddi bir ifadeye büründüler. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama galiba artık tören başlayacaktı. Cumhurbaşkanıyla beraber protokol de gelince teğmenler düzenli bir şekilde yürümeye başladılar. Önce İstiklal Marşı okundu, daha sonra da birincilik konuşması yapmak ve yemin ettirmek için Metehan kürsüye çıktı. Yengem videoya çekerken, ben sadece anın büyüsüne odaklanmıştım.

 

"Teğmen TURAN

 

Sayın Cumhurbaşkanım, en genç teğmenler olarak tarihimizdeki çok önemli dönüm noktalarından biri olan bu günde Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, başta ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, nice komutan ve devlet adamı yetiştiren Şanlı Harbiye'den mezun olmanın gurur ve heyecanını yaşıyoruz.

 

Milletimizin emrine, devletimizin hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan, bizlere sağladığı imkanların farkında olarak, barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde , milletime ve cumhuriyetime, doğruluk ve muhabbetle hizmet, icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda, seve seve hayatımı feda edeceğime, namusum üzerine and içerim."

 

Sondaki askerlik yeminini önce Metehan söylemiş, ardından diğer teğmenler tekrar etmişti. Büyük bir alkış tufanı koptuğunda, Metehan elinde çekiçle adını kütüğe çaktı. Ellerimi büyük bir heyecanla alkışlarken, uzaktan da olsa onun gülümsediğini hissettim.

 

Daha sonrasında Cumhurbaşkanı konuşma yaptı, Metehan onun yanına diplomasını almak için gitti. Kendini tanıtıp asker selamı verdikten sonra bazı sorulara cevap verdi ve diplomayı alarak tekrar yerine geçti. O, asker yürüyüşüyle yürürken, ben de asla gözlerimi ondan alamıyordum. Diğer öğrencilere de tek tek diplamaları verilirken, alkışlar hiç susmuyordu. Herkes; evladı, abisi, arkadaşı sayesinde gurur doluydu.

 

Tören bittiğinde herkes gurur duyduğu kişiye sarılmak, özlem gidermek ve tebrik etmek için yanlarına gitti. Ben teğmenlerin arasında dolaşırken bir yandan da gözlerimle Mete'yi arıyordum. Onu ilk gören kişi Ömer abi oldu. Anında koşarak "Aslanım benim." dedi ve sarıldı. Ben, Meryem teyzenin oğluna sarılması için öncelik tanıdım. Süleyman amca da sarılınca sıra bana gelmişti. Bana bakarak minnetle, gururla ve sevgiyle gülümseyince, daha fazla dayanamadım ve boynuna sarıldım. Bu şanlı üniforma ile onu yakından görmek, bambaşka bir histi. Kelimelerle tarif edilemeyecek bir his. Beni, darmaduman ve alaşağı eden bir his. Kollarını belime dolayıp, başını boynuma gömdüğünde kulağına doğru "Seninle gurur duyuyorum." diye fısıldadım. "Başardım, Tomris'im. Teğmen oldum ben."

 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, belki iki dakika belki bir. Bizim için o kısacık dakikalar uzun ömürlere, hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiren anlara dönüşmüştü. En sonunda yengemin sesiyle ayrıldık. "Tebrik ederim Metehan. İnşallah vatana, millete hayırlı işler başarırsınız. Yolunuz açık olsun." Metehan saygıyla başını aşağı yukarı salladı. "Sağol yenge, inşallah." dediğinde sessizliği bozan yine yengem oldu. "Bu arada, Emre gitmeden önce sana mesaj bıraktı. Sana 'Tebrik ederim ama yine de çok sevinmesin, asıl mücadele yeni başlıyor. Hem daha en zor sınava girmedi o.' diyor." Metehan biraz düşündükten sonra "Hangi sınav o?" dedi.

 

Yengem "ÖYDOS. Özdemirlere Yakışır Damat Olma Sınavı." dediğinde önce derin bir sessizlik oldu. Ardından herkes kahkahalarla gülmeye başladı, ben de dahil. Bir süre biz muhabbet ettik, diğer teğmenler muhabbet etti aileleriyle.

 

Bir anda bütün teğmenler bir araya gelip yuvarlak oluşturup kümelendiler. Kılıçlarını kınından çıkarıp havaya kaldırdıklarında, hepsinin dilinden tek bir cümle döküldü.

 

   

"Mustafa Kemal'in askerleriyiz!"

 

 

                               *****

Bugün, 18 Mart. Çanakkale'mizin şanlı bir zaferle geçilemediği gün. Allah, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bütün şehitlerimiz ve gazilerimizden razı olsun. Mekanları cennet, ruhları şad olsun.🇹🇷🇹🇷🇹🇷

 

Kitap hakkında düşünceleriniz?

 

Oy vermeyi unutmayınn.

 

 

 

 

 

Bölüm : 18.03.2025 23:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...