
Yavaş yavaş olaylar karışmaya başlıyorr.😌
İyi okumalar efenimm.🫶
*****
Yıllar Önce
Emre, elini annesinin karnına koydu. Dün, kardeşi olacağını öğrenmiş, asla yerinde duramamıştı. Annesi gülümsedi Emre'ye. "Oğlum, dünden beri dokunup duruyorsun. O da hissediyor seni. Aranızda çok kuvvetli bir bağ olacak, biliyorum ben." Heyecanla yerinde dönen Emre "Anne kardeşim olacak! Çok garip. Yani 13 yıl sonra, bir kardeşe sahip olacak olmak, hem heyecan verici hem de çok geriyor. Ya beni sevmezse? Ya ben onu sevmezsem?" Annesi sakince gülümseyerek oğlunun elini tuttu, koltuğa oturttu.
"Canım, asla böyle şeyler olmayacak. Çok seveceksiniz birbirinizi. Kardeşler birbirini asla bırakmaz. Baban da ben de çok iyi anlaşıp birbirinize sevgiyle bağlanacağınıza eminiz. Ne olursa olsun ikinizi de ayrı ayrı çok seviyoruz. Bunu asla unutma tamam mı?"
Emre'nin kalbinde oluşan hayranlık kat kat artarken, bu duygu gözlerine de yansıdı. Uzanıp annesinin yanağına art arda öpücükler kondurdu. Annesi gıdıklandığı için geri çekilmek istese de, oğlunun içindeki duyguları böyle yansıttığını biliyordu, sesini çıkarmadı. Tam o esnada, kahverengi salon kapısının ardından biri göründü. Uzun boylu, kahve gözlü, yüzünde şefkat olan biri. "Gel, hayatım gel. Oğlumuz beni sevgiye boğmakla meşgul." Hasan eşine doğru yürüdü. Oğlunun ona büyük bir tebessüm ile bakmasıyla gözleri karısına döndü. Dünyalar güzeli karısına. Hamilelik ona ayrı bir güzellik katıyordu. Gözleri, karısının yüzündeki nura, güzelliğe bakmaktan yorulmuştu. Dillere destan, tartışılamaz bir güzelliği vardı. Bi' an 'Bir gün ayrı düşer miyiz?' diye düşündü. Böyle bir şeyin olmasını asla istemeyerek oğluna döndü. Oğlu, anne ve babasını incelerken safça sırıtıyordu. "Ne bakıyorsun lan?!" diye çıkıştı oğluna Hasan. Emre güldü, hem de kahkahalarla. "Baba, anneme sanki bütün hayatını vermek istermiş gibi bakıyorsun. İleride ben de eşime böyle bakacağım." dediğinde hâlâ gülüyordu Emre.
Hasan ilk başta gülse de, ciddiyetini koruyarak "O zamanlara var daha. Sen git bakayım, annene çay hazırla. Ergen eşek sıpası." dedi. Emre oflayarak ayağa kalktı. Hasan da aklına gelen detayla tekrar oğluna seslendi. "Çaydanlığı sen alma babacığım. Dikkat et." Hasan, her ne kadar ciddi ve otoriter bir baba olmaya çalışsa da, çoğu zaman içindeki sevgi dolu adam ortaya çıkıyor, bütün planlarını alt üst ediyordu. Gülay, kocasının bu hallerine bayılıyor, bazen de kahkaha atarak gülüyordu. Severdi Hasan'ı, hem de çok. Onun sert bakışları, kendisine geçerli değildi çünkü. Görüyordu kendisini, değerini. Bütün iliklerine kadar da hissediyordu sevildiğini. Böyleydi Hasan, çoğu kişinin de deyimiyle de 'Hanımcı'.
"Hayatım, neden kovdun oğlumuzu?" diye sordu Gülay. Hasan karısını kolunun altına alarak sırıttı. "Saçma konuşuyordu ergen eşek sıpası. Daha bir yerleri bir şeylerden arınmamış, bir de evlilik muhabbeti yapıyor." Her ne kadar sesini sinirli çıkarmaya çalışsa da, gülmesine engel olamamıştı. Gülay da gülerek iyice sindi bulunduğu yere. Onların dünyaları bu kadardı. Sarıldıklarında, beraber uyuduklarında ve hatta göz göze gelseler bile tamamlanırlardı. Aralarındaki bağ, öyle kuvvetliydi ki, onlara göre Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin bile onları kıskanırlardı. Onların bu güzel anını bölen, biricik oğulları olmuştu.
"Anne! Baba! Yandım!"
*****
Bugün, yıllardır beklediğim o an gerçekleşecek. Gittiğim üniversite, gittiğim bölüm ve hatta gittiğim il belli olacak. Heyecanla oturduğum yerde bir sağa bakmaya bir sola bakmaya devam ediyordum. Yengem bana bakarak bıkkınlıkla nefesini vermiş, elindeki dosyayı masaya bırakmıştı. "Tomris yeter artık. Sabahtan beri bir sağ bir sol bir nefes, sakin ol." dediğinde hiç bir şey diyemeden öylece durdum. Derin bir okyanusu andıran mavi gözleriyle beni inceledi. "Sen zayıfladın mı?"
Gözlerimi kendime çevirdim. Aslında aynı kilomdaydım ve yengemin şu an dikkatimi başka bir yere çekmek için böyle yaptığını biliyordum. Ona baktım ve güldüm. "Hayır, yenge. Bu kez kandıramayacaksın. Aynı kilodayım ve konuyu dağıtmıyoruz." Bana bakarak tekrar bıkkın bir nefes verdi, başını iki yana salladı ve önüne döndü. Elime bilgisayarımı alıp siteye tekrar girdim. Şu an tam saatiydi ve açıklanması gerekiyordu. Yavaş yavaş açılmaya başlayınca nefesimi tuttum ancak nefessiz kalınca bunun çok mantıksız olduğuna karar verdim. Gergin olduğumda, stres yaptığımda mantıksız kararlar alabiliyorum.
Tamamen açılınca heyecanla bilgisayara yaklaştım. Gördüğüm yazıyla kalbim hızla çarpmaya başladı. 'Gazi Üniversitesi. Edebiyat Fakültesi; Psikoloji.'
Sonunda emeklerimin karşılığını gerçekten aldığımı hissediyorum. En başından beri hedeflediğin şeyi elde etmek, çok güzel ve asla tarifi olmayan bir duyguydu. Yengeme döndüğünde yüz ifademden anlamış olacak ki "Dedim ben sana. Boşuna stres yaptın." dedi. Ayağa kalkıp ona doğru gittiğimde o da ayağa kalktı ve sıkıca sarıldık. "Keşke abim de burada olsaydı. O da görseydi kazandığımı." Ayrılıp bana doğru baktı yengem. "Olsun, ona da sonra söyleriz. Hem bak, burada yeğenin tekmeliyor, heyecanlandı galiba." diyerek elimi tutup karnına götürdü. Avucumun içinde hissettiğim sert tekmelerle yüzümü buruşturdum ve "Erkek galiba." dedim. Yengem bu dediğime güldü ve "Ben de öyle hissediyorum. Ece de rüyasında görmüş." dedi. "Sağlıkla gelsin de, cinsiyeti önemli değil."
Başımı sallayarak ona katıldım. Elime telefonu aldığımda kızlara yazdım ve kapattım telefonu. Kalbim hâlâ güm güm attığı için tuvalette elimi yüzümü yıkayarak kendime gelmeye çalıştım. Aynadan kendime baktığımda, gözlerimin derinliklerinde saklı olan abi, anne ve baba hasretiyle karşılaştım. Şu an çoğu arkadaşım veya yaşıtım ailesiyle, mutlu bir şekilde ya da üzgün bir şekilde paylaşıyor duygularını. Abim, her ne kadar bana hissettirmemeye çalışsa da, o olmadığı zamanlar en derinden hissediyorum hâlâ. İçimde asla kapanmayacak olan, hâlâ her gün kanadığını hissettiğim derin bir yaramdı o benim. Küçükken sürekli arkadaşlarım sanki durumumu bilmiyorlarmış gibi bana aileleriyle yaşadıklarını, babalarının onlara ne aldıklarını, anneleriyle nasıl eğlendiklerini anlatıyorlardı. O zamanlar anlamıyordum, ya da anlamıyormuş gibi yapıyordum. Bu durum devam edince onlardan uzaklaşıp tek başıma takılmıştım. Bunu abime anlattığımda bana üzgün gözlerle bakıp sarılmıştı.
Daha sonra 4. sınıfta Eylül ile tanıştım. İlk başlarda her ne kadar bana yapıştığı için nefret etsem de, sonrasında iyi olduğunu anlamıştım. Ortaokula geçince de Selin ve Arya ile tanıştık. Biz Eylül ile ayrı takılıyorduk, onlar ayrı. Ancak 7.sınıfta başka bir arkadaşımdan yediğim dost kazığı bizi bir araya getirmişti. Özellikle Arya, onun asla hakkını ödeyemezdim. Abim bana sürekli ne olduğunu sorsa da ona anlatamamıştım yediğim kazığı. Bana kızacağını, salak olduğumu söyleyeceğini düşündüm çünkü.
Daha fazla düşünüp de canımı sıkmadan çıktım. İçeri geçtiğimde, Ece'nin bütün oyuncaklarını ortaya döktüğünü ve Arda'yı çağırmak için yengeme yalvardığını gördüm. Yengem daha fazla dayanamayarak izin verdiğinde derin bir nefes vererek yerime oturdum. "Nasılsın?" Yengemin bana olan sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. "İyi gibiyim." Sesimi ben bile zor duymuştum. "Anlatmak ister misin?" Başımı iki yana sallayarak reddettim. Sen bilirsin der gibi omzunu oynattı.
Kapıyı sanki alacaklılarmış gibi çalan çocukları içeri almak için ayağa kalktım. Arda ile Ece, el ele tutuşarak oyuncaklara doğru koştuklarında kapıyı kapatarak yanlarına gittim. Bir süre telefonda Mete ile mesajlaştıktan sonra, çocuklarla oyun oynamaya başladım.
Ben gün boyunca çocuklarla oynamış, yengeme yardım etmiş ve kızlarla konuşmuştum. Benim kendimi mutlu etme yöntemim de buydu. Fakat gün boyu aklımdan çıkmayan bir kişi vardı; abim.
*****
Güneş ışınlarıyla aydınlanan ormanın derinliklerinde Şeref yürüyordu. Kendisini hainin bulunduğu ortamdan ayırmak, sakinleşmek için yeterli bir bahaneydi. Ormandaki kuşların cıvıltısı, Şeref yürüdükçe kesiliyordu. Onun kötü enerjisini kuşlar bile hissediyor, susuyordu. Şeref etrafına bakındı, derin bir nefes aldı. Biri onu hafife alıyor, resmen onunla alay ediyordu. Bütün bunlar da yetmezmiş gibi hiç kimsenin görmemiş olduğu, yerini sadece sınırlı sayıda kişinin bildiği Büyük Patron, Şeref'e güvenmeyerek Selman'ı başına dikmişti. Aldığı nefes ona zehir olduğunda iyice sinirlendi, öfke doldu. Hain şu an rahatça nefes alıyor, belki de gülüp eğleniyordu. 'O soysuz, bizim yemeklerimizden yedikçe, bizim kaynaklarımızdan kullandıkça bana rahat yok. Onu bulacağım, büyük patrona teslim edeceğim. Sadece ve sadece ben yapacağım.' diye geçirdi içinden. İçinde yanan öfke ateşi, bütün vücuduna yayıldı. Sinirle bağırarak geldiği yoldan geri dönmeye başladı. Sindiremiyordu, yediremiyordu kendine.
O sırada, Selman'ın odasında ayrı bir gerginlik havası vardı. Emre, Selman'ın yanına gitmiş, kendisini ona yakın tutmak için ona saçma sohbetler açarak konuşuyordu. Selman normalde bu tarz boş muhabbetleri sevmezdi ancak kafasını dağıtmak için böyle bir yöntemi kabul etmek zorunda kaldı. Kafası yoğundu, çok yoğun. Kendine verdiği sözün arkasında durmak için çabalıyor, o kişiyi herkesten önce bulmak istiyordu. Bunları düşünürken, her ne kadar dışarı yansıtmamaya çalışsa da yüzünün asıklığı herkes tarafından dikkat çekiyordu. En sonunda Emre, Selman'ı çok bunalttığını düşünerek "Efendim, ben kalkayım." dedi ve ayağa kalktı. O sırada ardına kadar açılan kapı ile ikisi de o tarafa döndü. Yüzünde nur kalmamış olan, öfke saçan ve her an patlayacakmış gibi duran Şeref vardı karşılarında. Önce biraz şaşırdı, daha sonrasında ifadesini düzeltti.
"Oo, bakıyorum da aranızdan su sızmıyor. Hayırdır aslan? Benden yüz bulamayınca buna mı geldin?" diyen Şeref'e bir şey söylemedi Emre. Selman ikisi arasında gidip gelen bakışlarını tamamen Şeref'e dikti ve konuşmaya başladı. "Bak, zaten sinirliyim bir de seninle uğraşmak istemiyorum. Al şu öfkeni de git. Zaten senin bu beceriksizliğin yüzünden buralardayım. Bir de bana karışmaya kalkıyorsun utanmadan. Seni Büyük Patron'a söylersem olacakları az çok biliyorsun. Ayağını denk al Şeref." Bu sözler karşısında ilk başta ne yapacağını bilemeyen Şeref, aklına gelen sözler ile Selman'a döndü.
"Eğer bir hain benim içimdeyse ve ben bu kişiyi bilmiyorsam, bulana kadar uyumamak benim borcum. Senin bu rahatlığın yüzünden ben bu kadar öfkeliyim. Ya bu hainse?! O zaman Büyük Patron'a ne diyeceksin? 'Affet patron' mu? Kusura bakma ya da bak, hiç umrumda değilsin ama bu mevzu artık beni uyutmuyor. Örgütleri herkesi tek tek takip edeceğim, bulacağım. Bak görürsün sen de. İlla ki açık verecektir. İşte o zaman, sen düşün olacakları. Andım olsun ki, onu bulup köpeklere yem edeceğim!" dedi Şeref. Kapıyı açıp çarparak çıktı içerden. Tekrar baş başa kalan Selman ve Emre, bir süre bakıştılar. Selman, bu sessizliği bozan kişi oldu. "Her ne kadar bu aptalı sevmesem de, bir yerde haklı. Artık çok fazla görüşmeyelim. Onu bulmam gerek. Sen de çok fazla gelme, bir şey konuşacak olursam ben çağırırım seni." Emre başını sallayarak çıktı odadan.
Şeref yüzünden, yakın olduğu, daha doğrusu bilgi koparmak için yakınlaşmaya çalıştığı Selman da 'Gelme' demişti. Emre, kendisini çaresiz, yorgun ve bitkin hissediyordu. Son zamanlarda vatan, aile, eş hasreti tavan yapmıştı. Bu insanların arasında olmak onu geriyor ve strese sokuyordu. Emre, oturduğu yerde başını arkaya yasladı, gözlerini kapattı.
Şimdi, bulutların üstündeydi sanki. Sanki değil, gerçekten bulutların üstündeydi. Etrafta olan büyük sessizlik ve huzur Emre'ye çok iyi gelmişti ancak karşıdan gelen kadınla duraksadı. Bu kadın tanıdıktı, hem de çok tanıdık. "Anne?" diye çekinerek seslendi. Annesi gülümsedi, hem de kocaman. Onun arkasından çıkan kadın da gülümsüyordu. "Beyza'm?" Hiç biri ses vermedi, sadece içten, sıcak bir tebessüm gönderdiler. Arkalarından iki kişi daha çıktı. Tomris ve Ece. İkisi de Emre'nin kızıydı. Biriyle arasındaki yaş farkı 13'tü sadece. "Neden cevap vermiyorsunuz? Küstünüz mü bana?" diyerek tekrar konuştu Emre. Oğlunun bu hali, Gülay'ın hoşuna gitmiş olacak ki, kahkaha attı. "Hayır, anneciğim. Biz sana güç vermeye geldik sadece." Emre ağlayacak gibi oldu. "Ama anne, ben çok yoruldum. Küçüklüğümden beri savaşıyorum herkesle, her şeyle. Çok yoruldum." Annesi elini kaldırıp Emre'ye uzattı. Ancak birbirlerine dokunamadılar.
"Canım, sen çok güçlüsün. Seninle gurur duyuyorum, duyuyoruz. Ama pes edemezsin anneciğim. Bu vatanın sana, senin gibi evlatlara ihtiyacı var annem. Şimdi ayağa kalk, kendine gel ve onlara gücünü göster. Seni seviyoruz. Daima." Annesi, bu sözleri söyledikten sonra arkasında olanlarla birlikte uzaklaşmaya başladı. Emre ne kadar 'Gitmeyin' diye bağırsa da durmadılar.
Gözünü yavaşça aralayan Emre, etrafına baktı. Aynı yerdeydi, gördüğü de sadece bir rüyaydı. Sıkıntılı bir nefes verdi. Annesinin ona dediklerini düşündü, karısının ona hayran bakışlarını düşündü, iki kızının da ona olan gülümsemelerini düşündü. Gözlerini tekrar kapattı, onları görmek istedi ama olmadı. Yerinden kalkıp dışarı çıktı, ormanın derinliklerine ilerledi. Sessiz, sakin ve sadece kuş cıvıltılarıyla kaplı olan yere geldiğinde, cebine sakladığı fotoğrafı çıkardı. Ece'nin doğduğu günden bir fotoğraf. Karısı hastane yatağına uzanmış, kucağında da Ece. Yatağın bir yanında Tomris, bir yanında Emre. Hepsi gülümsemiş kameraya. Ancak Ece o haliyle bile Ece'liğini konuşturarak kapalı gözlerinin üstündeki kaşlarını çatmıştı. Küçük bir tebessümle başını göğe kaldırdı Emre.
"Vazgeçmeyeceğim anne. Çok yoruldum, bıktım ama ailem için, vatanım için çalışmaya devam edeceğim."
Aslında bu yorgunluk sadece bu göreve mahsus bir şey değildi. Yılların yorgunluğuydu bu. İçine attıklarının yorgunluğuydu. En çok da, küçük yaşta büyük sorumluluklar almış küçük çocuğun yorgunluğuydu bu.
Gökten gözlerini çeken Emre, kendisini takip eden Şeref'in farkında değildi.
*****
Sakinim, sakinim, sakinim.
Şakasız kendi yazdığım şeyle strese girdim.
Her neyse.
Umarım beğenmişsinizdir.
Oy vermeyi unutmayın🫶🫶
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |