22. Bölüm
Ceyss / UMUT SİLAHLARI / 21.BÖLÜM

21.BÖLÜM

Ceyss
ceyss.nur

 

Selamlarrr.

 

İyi okumalar.💕

 

                             *****

Bir Saat Öncesi

Selman ile olan kavgasından sonra, Şeref odasına dönmüştü. Aklına koyduğunu yapmakta üstüne tanımazdı. Öfkenin de beraberinde getirmiş olduğu hırsla odanın içinde volta atıyor, sıkmaktan beyazlaşmış olan parmaklarıyla oynuyordu. O sonradan gelme, önce gelip kendisiyle birlik olmayı teklif etmiş, ardından da pek sevgili Selman'a sırnaşmıştı. Aklına bi' anlığına "Abartıyor muyum?" gibi düşünceler geldi fakat hemen sildi. O, hislerinde yanılmazdı. Ne yapıp edip bu çocuğu takip etmeli, sırlarını ortaya dökmeliydi. İhanetin büyük bir bedeli olacaktı, intikam alınacaktı.

 

Yoksa, o bir Türk müydü?

 

Bu ihtimalin gerçek olmasını, göğüs kafesinin içinde heyecanla atan kalbiyle istedi. Gerginlik, sinir ve heyecan derken kalbinin atışlarına engel olamıyordu. Kendi kendine "Sakin ol. Sen yılların adamısın. Bu mu seni yıkacak?" diye mırıldandı. Masa başındaki koltuğa oturdu, derin derin nefes alarak sakin olmaya çalıştı. Eğer o bir Türk ise, onu esir alır, ona işkenceler yapar ve Türk devletini onunla tehdit ederdi. Sonuçta yıllardır acılara boğulmuş olan Türkler, birini daha kaldıramaz, diye düşündü. Bu kesinlikle işine yarayacaktı. Ancak içini birden korku, huzursuzluk ve endişe kapladı. Ya istedikleri şeylere çoktan ulaşmış ve bitirmeye geliyorlarsa? Kafasını iki yana sallayarak bu düşünceye engel olmaya çalıştı, işine odaklandı. O, yeni devlet kurma adımları atan biriydi ve Türklere ait olan topraklarda kuracaklardı. Her ne kadar burası bizim deseler bile, onlar da gerçeğin farkındaydı.

 

Daha fazla kafasını bu düşüncelerle meşgul etmedi, ayağa kalkıp o çocuğu bulmak için hareketlendi. Odasında kalıp bayağı uzun bir süre düşünmüştü. Bu kadarı yeterliydi onun için.

 

Sanılanın aksine, Şeref zeki biriydi. Her ne kadar sinirine yenik düşse de yerinde ve zamanında kararlar almayı da bilirdi. Herkesin genelde orada olduğu toplanma salonuna baktığında, orada göremedi onu. Kapının kapanma sesiyle oraya döndüğünde camdan, ilerleyen o çocuğu gördü. Ormana doğru ilerliyordu. Kendisi de kimseye fark ettirmemek için çaba sarf ederek peşine takıldı. Çocuk hülyalı bir şekilde yürüyordu, sarsak adımları vardı. Sanki hiç bir şeyin farkında değilmiş gibiydi. Bir süre böyle devam etti. En sonunda bi' yere oturduğunda Şeref de ağaçların birinin arkasına saklanarak onu duyabileceği bir yere geçiş yaptı.

 

Sessiz kaldı o. Daha sonra cebinden bir fotoğraf çıkararak kısık bir sesle, ama Şeref'in duyabileceği şekilde konuşmaya başlayınca Şeref bütün dikkatini iyice topladı ve tamamını oraya verdi. Sözlerini tamamlayınca Şeref duyduğu sözlerin etkisinden bir türlü çıkamadı. Şüphelerinde haklıydı. Nasıl olur da bu zamana kadar fark etmezdi? Nasıl olur da bu kadar süredir gözden kaçırırdı? O bir Türk'tü. Türk olmasaydı vatanı için söz verir miydi? Vermezdi. Şeref şokun etkisinden zor da olsa kurtulunca görünmemeye dikkat ederek odasına geçti. Sakın kalacak, planlar yapacak ve hiç beklemediği bir anda o haini köşeye sıkıştıracaktı. Ona türlü türlü işkenceler edecek ve ihanetin, hainliğin bedelini ödetecekti.

 

Odasında volta atmayı bırakarak kafasında kurduğu planını son bir kez gözden geçirdi. Kesinlikle işe yarayacağına ve Türk devletine iyileşmeyecek bir yara bırakacağına emindi.

 

Ancak Şeref, Türk'ün öfkesini, gücünü, askerliğini asıl şimdi görecekti.

 

Çünkü 'Kurtla oyun, kanla biter.'

 

                              *****

 

Sabahın ilk ışıkları etrafı aydınlatırken uyanmıştım. Kuş cıvıltıları, sokakların sessizliği ve sabahın ilk saatlerindeki havanın temizliği huzurun ta kendisiydi benim için. Mutfağa geçip kendime kahve yaptığımda balkona doğru yürüdüm. Balkonumuz lojmanın orman tarafına bakıyordu, huzurlu hissetmek için gayet makul bir yerdi. Elimde kahvem ve kafamda bir sürü düşünce ile koltuğa oturdum.

 

Üniversite için dün gitmiştik yengemle. Gerekli işlemleri halledip hastaneye yengemin kontrolüne gitmiştik. İlk başlarda bebeğin sağlık durumunun gayet iyi olduğunu söylüyorlardı fakat dün gittiğimiz doktor, bebeğin düşük bir ihtimal de olsa beyni hasarlı bir şekilde doğabileceğini söyledi. Eve geldiğimizde yengem sürekli dualar etmiş, o düşük ihtimalin gerçekleşmemesi için Allah'a yalvarmıştı.

 

Bir yanda da daha önce hiç bu kadar özlemediğim abim vardı. Onunla yapmayı istediğim şeyleri, kurduğum hayalleri hep tek başıma veya yengemle yapmıştım. İlk defa abi hasretini iliklerime kadar hissediyorum. O benim için sadece bir abiden ibaret değildi. O benim için bir abi, bir baba, bir arkadaş hatta bir aileydi. Aile tanımı bir zamanlar benim için sadece oydu. İçimde ne olduğunu anlamadığım garip bir sıkıntı vardı. Hâlâ var aslında. Her ne kadar bunun abimle bir ilgisinin olmadığını düşünmek istesem de, aramızdaki bağ, çok güçlü olduğundan onun başına bir şey gelse veya gelecek olsa ben de hissederim. Abim ilk vurulduğunda kalbime ve göğüs kafesime tarifi olmayan, keskin ve bi' o kadar da yoğun sızılar saplanmıştı. O günden sonra ne zaman öyle olsam abimin tehlikede olduğunu anlarım.

 

Bütün bu düşünceleri kafamın bir köşesinde bıraktıktan sonra, bitmiş olan kahvemin bardağını alarak balkondan çıktım. Evde ruhumun sıkıldığı yetmezmiş gibi, bir de düşüncelerle kendimi boğuyordum. Mutfağa gelince, tezgaha bakıp da düşüncelere dalmış olan Ece'yi gördüm. "Ece, ne oldu?" diye sorduğumda bakışları bana döndü. Yüzündeki ifadeyi, ne zaman üzgün olsa yapardı. "Hala, kardeşim artık gelmeyecek mi? Annem ağlayıp durdu. Üzülüyorum, o bırakacak mı bizi?" Elimdeki bardağı tezgahın üzerine bıraktım ve onun ellerini tuttum. "Hayır halacım, olmayacak öyle bir şey. Sadece kardeşin biraz farklı doğabilirmiş. Bu farklılığın olmaması için dua ediyor annen. Hamilelik dönemlerinde sürekli ağlamak gayet normal bir şey. Hormonlarımız var bizim ve hamilelikte tamamen değişirler. Annenin ağlaması normal bir şey. Sen üzülme tamam mı?" Kendimce Ece'yi ikna etmeye çalıştım ancak Ece'nin ağlamaları ve gözyaşları bir süre susmadı. Nefeslerini düzene soktuğunda bana bakıp yaşlı gözleriyle "Gerçekten mi?" diye sordu. Başımı sallayarak onu onayladığımda bana sarıldı ve gözyaşlarını elleriyle silerek yengemin odasına doğru koştu.

 

Sabah enerjimi toplamak adına çok da yüksek olmayan bir sesle şarkı açarak kahvaltıyı hazırlamaya başladım.

                              *****

 

Güneş, en tepeden aşağı doğru inmeye başladığında, yengem bilgisayardan şirket işleriyle uğraşıyor, Ece odasında oyun oynuyordu. Can sıkıntısıyla ne yapacağımı bilmeden boş boş oturuyordum. Lise bittikten sonra kafamın rahat olacağını düşünüp günümü gün edeceğimi sanmıştım. Anlaşılan büyük ölçüde yanılmıştım.

 

Bir süre daha oturduktan sonra lojmanda biraz dolaşıp Şengül ablaya gitmeye karar verdim. Her ne kadar çok fazla dedikodu yapmasını sevmesem de benim kafamı dağıtacak tek şey oydu. Onun neşeli sesi ve şen kahkahaları kafamı dağıtacak tek şeydi. Ayağa kalkıp odama doğru ilerledim ve dolabımdan rahat ve çok da gündelik olmayan şeyler giydim. Saçımı da taradığımda odamdan çıkarak yengeme haber vermek için salona geçtim.

 

Bilgisayar başında, gözleri dolu bir şekilde dalıp gitmiş olan yengeme baktım kısa bir süre. Beni ne görüyor, ne de duyuyordu. Yeğenimin beyni hasarlı bir şekilde doğma ihtimali onu çok üzmüştü. Anlıyordum, sonuçta hangi anne çocuğunun diğerlerinden eksik kalmasını ister ki? "Yengem," diye seslendiğimde dalgın bakışlarını bana çevirdi. Dudaklarından sadece bir mırıltı çıkmıştı. "Yenge yapma böyle, lütfen. Kendini düşünmüyorsan evlatlarını düşün. Sen böyle üzgün ve düşünceli olursan hem Ece hem de küçük yeğenim kötü etkilenir. Kendini yıpratma. Hem sen değil miydin sürekli 'Olacağı varsa olur.' diyen. Duanı et, gerisini Allah'a bırak." dediğimde silkelendi ve kendine gelmeye çalıştı. "Haklısın Tomris, ama elimde değil. Üzülüyorum işte, anne olunca anlarsın." diye her zamanki gibi annelerin klasik cümlesini de söylemişti. "Her neyse, ben Şengül ablaya gideceğim. Biraz çat kapı gitmiş gibi olacağım ama yapacak bir şey yok. Hem o her zaman öyle yapmıyor mu?" dediğimde ayağa kalkıp aynadan kendine baktı. "Öyle yapıyor ama yine de hoş olmamış."

 

"Bir daha yapmam, canım yengem." diyerek yanağından öptüm. O da beni öptükten sonra telefonumu alarak çıktım dışarı. Lojmanda şimdilik sessizlik hakim, fakat 1-2 saate bütün çocuklar aşağı inerler. Lojmanda kimseyi rahatsız etmiyordu onların sesleri. Hatta mutlu oluyorlar, eskileri hatırlatıyormuş onlara. Yavaş adımlarımı Şengül ablanın evine doğru yönlendirdiğimde, geçtiğim yerlerdeki kuş sesleri bir anlığına kayboluyor, daha sonra artıyordu.

 

Evlerinin önüne geldiğimde zaten balkonda oturuyordu. Beni görünce gülümsedi ve asla gitmeyen neşeli sesiyle "Kız yoluk! Ne işin var burada?" diye sordu. Ben de "Müsaitsen bir kahveni içeceğim abla. Evde çok sıkıldım." dedim. Hemen ayağa kalktı ve bana kapıyı açmaya gitti. Kapı cızırtılı bir sesle açıldığında içeri geçtim ve iç kapının oraya gelip ayakkabılarımı çıkarttım. Benim içeri geçmemle birlikte hemen karşıdaki odanın kapısı açıldı. "Tomris abla?! Sen bilir miydin bizim evin yolunu?" diyen 13 yaşındaki ergen Asaf bana doğru gelerek sarıldı. Babasının şehit düşmesinden sonra kendisini odasına kapatmıştı, yeni yeni toparlıyordu. Kollarımı ona doladığımda bir süre öylece kaldık. İlk ayrılan o oldu. "Aşk olsun Asaf. Ben sizin evin yolunu unutur muyum hiç? Sadece müsait olmadım." Bana alayla baktı. "Metehan adında birilerine müsait oluyorsun ama." Gözlerim şokla açılırken bu çocuğun ne ara bu kadar açık sözlü olduğunu düşündüm.

 

Şengül ablaya dönerek "Abla teessüf ederim yani, hemen yetiştirmişsin." dedim. "Ne var yoluk! Benim çocuğum eksik mi kalsın bunlardan? Tabii ki söyleyeceğim." Bana gülerek oğlunu kendine çekip sarıldı. Onların bu görüntülerine gülümserken kendi evimdeymiş gibi bir rahatlıkla salona geçtim. Lojmandaki bütün insanların bende ayrı yeri vardı ancak Selma abla ve Şengül abla bambaşka. Derdin varsa Selma ablaya, kafan dağılsın istiyorsan Şengül ablaya koşarsın. Bütün lojman bilir bunu. Tabii, benim yerim de onlarda ayrıdır. Ellerinde büyüdüm sonuçta.

 

Salona geçtiğimde, duvarda fotoğrafı olan Şehit Ahmet abiye baktım. Çok severdim onu, hatırlıyorum. Bana ara sıra dondurma alır, benimle oyunlar oynardı. Bu anılar yüzümde gülümsemeye neden olurken içeriye Şengül abla ile Asaf girdi. "Ee abla, nasıl gidiyor hayat? Bayağı oldu biz görüşmeyeli." dedi Asaf. Ona doğru döndüm. "Yüzünüzü gören cennetlik olduğu için olabilir mi Asaf Bey? Hiç gelmiyorsun yanıma, hep ben geliyorum. Olmaz böyle." Duraksadı. "Abla çıkayım diyorum ama hep önüme bir engel çıkıyor." Yüzümdeki anlamaz ifadeyi görünce devam etti. " Yani engel derken, fiziksel değil, psikolojik engeller. Kafamda sesler susmuyor keyfi olarak çıktığımda." Derin bir nefes alarak annesine baktı. "Ne yapacağım bilmiyorum. Psikolojik destek de alıyorum hâlâ ama işe yaramıyor."

 

Zorlukla yutkundum ve başımı yavaşça salladım. Bir süre sessizlik hakim oldu. En sonunda dayanamayıp ayağa kalktım. "Hadi mutfağa geçelim. Kahveler benden bu seferlik." Hep beraber mutfağa geçtiğimizde sormaya gerek duymadan cezveyi ve kahveyi alıp yapmaya başladım. "Abla, şu Metehan ne ayak?" Şengül abla, oğlunun bu tavrına kahkaha atarken, ben de gülmeme engel olarak cevap verdim. "Seviyoruz birbirimizi, o kadar. Kıskanma canısı, senin de olur ileride." Asaf yüzünü buruşturdu. "Yok abla, yaa! Ben niye onu kıskanayım. Bak, sana bir yanlışı olursa, geliyorsun kapımı çalıyorsun, ben de onu ayağımın altına alıp eziyorum. Kaptın?" Gülerek başımı yavaşça salladım. "Kaptım." Şengül abla ayağa kalkarak yanıma geldi. "Kız yoluk, şu yeni gelen Albay karısı var ya, eskiden oturduğu lojmanda hırsızlık yapmış diyorlar. Allah korusun!" Asaf hevesle annesine baktı. "Onun kızı, turuncu saçlı yeşil gözlü müydü? Öyle hatırlıyorum sanki." Şengül abla bıkkınlıkla nefesini verdi. "Evet oğlum, o. Madem insanları gözlemeye bu kadar meraklısın, dışarı çık anneciğim. Pencereden izlemekle olmaz. Hem o kız senden yaşça büyük." Çekinerek, "Anne, yapamıyorum işte." dedi Asaf.

 

Konuyu dağıtmak adına hırsızlık mevzusuna geri döndüm. "Ay, abla! Bence yalan onlar. Geçen yıllarda bir tane çevik kuvvet polisi misafir olarak gelmişti. Hatırlıyor musun?" Başını sallayarak onayladı. "Onun kızı için aynı şeyi söylediler yalan çıktı. Yalan bence." dediğimde Asaf, elini kalbine atarak ayılıp bayılma taklidi yaptı. "Bana çevik kuvvet demeyin, tetikleniyorum, elim ayağıma dolaşıyor." Yaptığı imayla bizi gülümsetmeyi başarmıştı. Şengül abla, bana döndü tekrar. "Aman, ne bileyim Tomris." Dışarıdan gelen seslerle önce bakıştık, daha sonra balkona koştuk. Nerede kavga, orada biz yani.

 

Balkona çıktığımızda, karşı binadan elinde tabancayla çıkan Yüzbaşı Adem amcayı beklemiyorduk hiçbirimiz. Ardından kızı da koşarak çıkınca, merak duygusu bizi ele geçirmişti. Binanın arka tarafından 20'li yaşlarda bir oğlan çıkınca hepimiz ne olduğunu anlamıştık. "Lan! Sen hâlâ burada mısın? Oğlum ben seni daha önce uyarmadım mı? Seni öldürürüm!" Biz gülmemek için kendimizi zor tutarken çocuk "Babac-, pardon amcacığım. Ben öyle iki kuruşa sevdiceğimi bırakacak değilim. Ayrıca kızının peşini bırakmam için para teklif etmen hiç hoş değildi." Yüzbaşı Adem amcanın yüzü iyice kızarırken kızı Defne şokla babasına baktı. Adem amca "Madem bırakmayacaktın, neden paramı aldın it oğlu it?! Seni gebertirim, ver paramı, bırak benim biriciğimi." diye bağırınca Şengül abla gür bir kahkaha patlattı. "Adem babacığım, parayı aldım, aldım da niye aldım? Senin biriciğine, benim sevgilime hediye aldım ben o parayla! Yabancıya gitmedi yani, ben kendime harcasam da yabancıya gitmeyecekti. Gelecekteki damadınım sonuçta." Yüzünde salakça bir sırıtmayla Defne'ye baktı. Defne de ona cilveli bir şekilde gülümseyince Adem amca, oğlanı -gelecekteki damadını- kovalamaya başladı. Kendi binalarının etrafında birkaç tur attıklarında tekrar konuşmaya başladılar. "Bak, ne istiyorsun bilmiyorum ama, kızımın peşini bırakıyorsun! Seni boğarım!" Adem amca konuşurken arada nefesleniyordu. "Babacığım, ben kızını istiyorum. Başka bir şey değil." Adem amca sinirle "Bak hâlâ baba diyor. Ne demek 'Kızını istiyorum.'? Olmayan sakalına itler şey yapasıca!" deyince Asaf gülmekten yerlere yatmıştı. "Babacığım, şimdi gidiyorum fakat dönüşüm çikolatalı çiçekli olacak. Bunu bilesin." Son kelimeyi şiveli bir şekilde söyledikten sonra -Adem amcanın elindeki tabancayı ona doğrultmasıyla- Defne'ye öpücük atarak gitti. O gidince, Adem amca kızının elinden tutarak evine girdi.

 

Aklıma gelen detayla hızlıca mutfağa koştum. Kahveyi tam taşmak üzereyken söndürmeyi başarmıştım. Köpükleri bi önceden aldığım kahveleri fincanlara doldurdum. Beraber çikolata yiyip kahve içerek güzel bir gün geçirdik. Ben de evime döndüm.

 

Ece beni kapıda karşılamıştı. "Hala, hoşgeldin! Seni çok özledim ben." Ona sarıldım ve kucağıma alarak kapıyı kapattım. "Ben de seni çok özledim birtanem. İçeri geçelim de yemek yerken bugün neler oldu anlatayım size." dediğimde içeri geçtik.

 

Ben onlara günümü anlatırken beni gülerek dinlediler. En sonunda hep beraber çay keyfi yapıp günü bitirdik. Ece benimle uyumak istediği için odama geçtiğimizde üstümüzü değiştirip uyuduk.

 

                               *****

 

Emre, başını geriye attığı yerden doğrulttu. Yine ve yine, etrafındaki ne olduğu belirsiz insanlara baktı. Söz verdiği yürüyüşten döneli 5 saat olmuştu. Etraf çok garip bir şekilde sessizdi, fazla sessizdi. Herkes kendi arasında konuşurken aralarından biri "Sen neden hiç konuşmuyorsun?" dedi. Emre, başını ona çevirerek "Canım istemiyor." dedi. Bir de bunlarla arkadaşçılık mı oynayacaktı? Yeteri kadar katlanıyordu zaten. Ancak biraz pişmanlık ve endişe duyuyordu. Yürüyüş yaparken, yeteri kadar dikkatli olmadığının farkına çok sonradan varmıştı fakat yapacak bir şey yoktu. Odada sessizlik devam ederken, içeri Şeref ve Selman girdi. Herkes ayağa kalkınca 'Oturun' işareti yaptı Şeref.

 

"Aranızdaki ihanet edenin kim olduğunu biliyorum. Bu zamana kadar fark edilmemek büyük başarı, tebrik ediyorum kendisini. Ancak bizden ne uçan, ne yüzen kaçabilir. Şimdi, hain kendisi mi açıklamak ister, yoksa biz mi açıklayalım. Ne dersin delikanlı?" diyen Şeref Emre'ye baktığında, Emre'nin kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Operasyonu çok iyi bir şekilde ilerletip sonunu getirememişti. Odadaki herkesin gözü ona döndüğünde boğazınu temizleyip gülümsemeye çalışarak "Anlamadım, ne diyorsunuz?" dedi. Sesi, kendisinin bile beklemediği kadar güçlü çıkmıştı ancak Şeref inanmışa benzemiyordu. "Anlatacağım ben sana. Hain herif seni!"

 

Emre, yolun sonuna gelmişti. Artık sadece iki ihtimal vardı.

 

Şehit olmak.

Kurtarılmayı beklemek.

 

 

                               *****

 

Abooooo.

Ayy kalbim sıkışıyor.

Umarım beğenmişsinizdir.

Oy vermeyi unutmayınn❤‍🔥

 

Bölüm : 24.05.2025 13:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...