
Merhabalarrr.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
İyi okumalar 💋💕
*****
İnsanlığın en büyük hatası, devletleşmekti kimine göre. Yerleşik hayata geçilmiş, tarıma başlanmış, topraklar ayrılmış ve kaçınılmaz bir son olan devletler oluşmuştu. Toprak için insanlar birbirini öldürmüş, taht kavgaları ile kardeşler birbirini boğdurmuştu. Kimilerine göre, bunlar insanlığın yüz karasıydı. Kabil'in Habil'i öldürmesi, insanlığa ve kardeşliğe yapılmış ilk darbeydi. O günden bu yana, topraklar için, tahtlar için, kıskançlık için insanlar birbirini öldürmüş, kendilerince haklı oldukları davalarına sahip çıkmışlardı.
Türkler, bu savaşların en başından beri içindeydi. İçlerindeki savaşçı ruhlarını, özgürlük anlayışlarıyla birleştirip, topraklar için, intikamları için binlerce yıldır savaşıyorlardı. Bu, asla değişmeyen bir gerçekti. Türkler'in kendi kanlarıyla suladıkları ve kutsal saydıkları topraklarına el uzatanlar, geçmişten bu yana ya helak oluyor, ya da kendi kuyularında boğuluyorlardı. Türkler, Hz.Peygamber'in müjdelediği makama sahip olan kişilerdi. Türkler, geçmişten bu yana, kendilerine ya Tanrı tarafından ya da Allah tarafından bir güç verilmiş olduğunu düşünüyorlardı. Belki de haklılardı ve hatta bu gücün adı "Vatan Sevdası" ydı.
*****
Üstüme giydiğim etek ile etrafımda döndüm. Ne çok uzun, ne de çok kısaydı. Pileli olması da içimde çocukluğumdan kalan heyecanları ortaya çıkartıyordu. Metehan'dan gelen arama ile hemen telefonuma uzandım. Kulağıma yaklaştırıp onun heyecanlı sesini duydum. "Tomris Hatun'um, hazır mısın? Kapının önündeyim." Gülümsememe engel olamadım ve hemen çantamı elime aldım. "Hazırım canım, geliyorum hemen." diyerek telefonu kapattığımda çoktan ayakkabımı giyiyordum. Lojman'ın kapısına doğru yürüdüğümde beni bekleyen Mete'yi gördüm. "Bugün ayrı bir güzelsiniz bakıyorum." Cilveyle etrafımda döndüm. "Bir beyefendi benimle görüşmek istediğini söyledi. Ben de kalbini kırmayıp kabul ettim." dediğimde kaşlarını yapay bir şaşkınlıkla kaldırdı. "Ya, kim bu beyefendi?" Elimi 'boşver' der gibi salladım. "Önemli değil. O sizden daha yakışıklı. Hatta beni benden alan yemyeşil gözleri var."
Bir anda anlamadığım bir şekilde kaşları cidden çatıldı. 'Ne oldu?' diye sorarcasına baktığımda derin bir nefes alıp "Kendi kendimi kıskandım galiba. Düşünmek bile istemedim, çok korkunçtu bana başka birini övmen." dedi. Kahkahamı zor tuttum ancak dudaklarımdan kaçan kıkırtıya engel olamadım. "Mete'm, sana övdüğüm kişi yine sensin zaten." Gözleri gülüşümde takılı kalırken, etrafı kontrol edip bana doğru yaklaştı. Ben ne olduğunu çözmeye çalışırken, onun hâlâ bana yaklaşıyor olması nedeniyle kalbim çırpınıyordu. Yüzüme doğru eğilerek iyice yaklaştığında yüzüme baktı. Hayranmış gibi. Gözlerim istemsizce kapanınca aramızdaki mesafeyi sıfırladı.
Dudaklarının sıcaklığı benim dudaklarıma yavaşça işlerken, heyecandan titreyen ellerim tutunacak bir yer arıyordu. En sonunda, ellerim istemsizce onun omuzlarına dokundu. Ben onun, tişörtünün üzerinden de olsa, ateş gibi yanan tenine dokununca, yanlarında olan ellerini belime sardı. Beni sadece kendisine saklamak ister gibi öpüyordu. Yavaş, sakin ama bi' o kadar heyecanlı ve sabırsız. Daha önce hiç yaşamadığım bu şey, bizim aramızda hiçbir çıkar içermeyen saf sevgiden ibaretti. Dudaklarımızın birbirine olan teması belki birkaç saniye, belki birkaç dakika sürdü. Ancak benim hissettiğim duygular, yıllara ve asırlara sığmazdı. Uyumlu bir dans misali olan hareketlerimiz, yavaş yavaş son buldu.
Gözlerimizi açmadan birbirimizin nefesini hissettik saniyelerce. "Sen, beni öldüreceksin Tomris. Ne demiş grup Model? 'Cennet dudaklarınmış öp de öleyim.' Ben çoktan asla birleşmediğim dudaklarına olan özlemimden ölmüşüm de haberim yokmuş Tomris. Her ayrıntın, her zerrenle iyi ki varsın güzelim." diye fısıldayarak konuştuğunda birbirine yaslı olan alınlarımız yavaşça uzaklaştı, birbirinden ayrılan tek şey alınlarımızdı. Biz, hâlâ aklımı başımdan alan ve ellerimi titreten mesafedeydik. "Mete, ben ilk defa böyle hissediyorum. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bildiğim tek şey, seni ne kadar çok sevdiğim. Sen de iyi ki varsın canım, can yarım." Titreyen sesimle konuştuğum için biraz utanmıştım.
Metehan bu utancımı anlayınca çok üstüme gelmedi ancak gülümseyerek alnımdan öpmeyi ihmal etmedi. Zorlukla da olsa birbirimizden ayrıldığımızda ikimiz de sarhoş gibiydik. El ele tutuşup biraz yürüyerek taksiye bindik. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda bana "Sürpriz." diyerek beni yanıtsız bıraktı. O, taksici abiye benim duyamayacağım şekilde yeri söylerken, ben de camdan bakmaya başladım. Biraz zaman geçtikten sonra "Geldik."diyerek parayı ödeyen Metehan ile diğer tarafa döndüm. Gördüğüm manzara, gözlerimin şokla açılmasına sebep oldu. Ay yıldızlı bayrakla süslenmiş mezarlar gözlerime çarparken, anlamsızca Mete'ye baktım. Elini bana uzattı ve beraber oraya doğru yürümeye başladık. Tek tek bütün isimlere bakmaya çalışıyordum. Çünkü bu canlar, bizim için gözünü kırpmadan bu toprağın altına giren insanlardı. Onlar, Allah katında en yüce mertebeye ulaşmış insanlardı. Her birinin adını hafızama kazımaya çalıştım ancak yaklaştığımız mezardaki isim adımlarımın sarsaklamasına neden oldu.
Umut Eymen Turan
Şaşkın bakışlarım ona döndü, yüzünde hüzünlü bir gülümseme ile mezara bakıyordu. İyice yaklaştı ve ellerini açarak dua etmeye başladı. Aynı şekilde ben de ellerimi kaldırdım ve bildiğim duaları okumaya başladım. İkimiz de dualarımızı bitirdiğimizde Metehan konuşmadan kenardaki çeşmeden şişeye su doldurdu ve mezara döktü. "Artık tanışma vaktiniz geldi." dedi Mete. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Abim, bak bu benim sevdiğim kadın. Tomris, bu da vatan için hainler tarafından 37 kurşun yiyerek şehit edilen abim. Ömer abimden büyüktü. Annemlerin uzun bir süre çocuğu olmayınca Umut abımı evlat edinmişler o 6 yaşındayken. Bizi o kadar çok sahiplendi ki, o şehit olana kadar öz olmadığını anlamadık bile. Annem uzun bir süre kendine gelemedi. Hatta babamın üzüntüden işleri aksatmasıyla maddi sıkıntı çektik biz. Kimse bize yardım eli uzatmadı. Abimin acısı bizi kahretmişti." Ağlayınca akan burnunu çekti. " Her gece, istisnasız her gece annemin hıçkırıklarıyla uyanır bir daha da uyuyamazdım. Uzun bir süre böyle devam etti ancak sen de biliyorsun, hayat devam ediyor. Eğer burada olsaydı, seni çok severdi." Gözyaşları bir bir akarken, kendimi ona sarılırken buldum.
"Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah. Kolay değil, asla değil." dediğimde başını iki yana salladı. "Değil." diyerek beni tekrarlarken benden yavaşça ayrılarak gözyaşlarını sildi. Dolan gözlerimi ondan saklamak için gökyüzüne baktım. "İyi ki varsın, iyi ki benimlesin Tomris." Gülümsedim ve ellerimi uzatarak gözyaşlarını sildim. "Seni çok seviyorum." dediğimde dolu gözlerini bana dikti ve bütün duygularını hiç konuşmadan bana aktardı. Ben onu anladım, o beni anladı. Bana olan bakışlarından güç alarak biraz parmak uçlarımda yükselip dudağının ve yanağının bir kısmına öpücük kondurdum. Gözlerini kapatmıştı hemen. Beni, kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. Uzun bir süre öyle kaldık.
Bakışlarımız önce birbirine değdi, sonra ayyıldızlı bayrağa sahip mezara. O beni sevdi, ben onu sevdim.
*****
Emre'yi görenler onu ayıplarmış gibi bakıyordu. İhanetin bedeli, ödenmeyi bekler vaziyette bütün yükünü Emre'nin omzuna bırakmıştı. Bir sandalyede elleri ve ayakları bağlı bir şekilde oturuyordu Emre. Gelen geçen ya tekme vuruyor ya da yumruk savuruyordu. Emre alışkındı, kendi kendine 'Vız gelir trıs gider.' diyordu. Bir süre bulunduğu odada yalnız kaldı. Buraya alınalı yaklaşık 4 saat olmuştu. Amaçlarını anlamıştı Emre, öldürmek asla değildi. Eğer amaçları öldürmek olsaydı, öğrendikleri anda silahı kafasına dayamışlardı. Yapmadıklarına göre, işkence edecekler ve bilgi almaya çalışacaklardı. Akıllarınca Emre'ye ceza veriyorlardı.
Şeref ve Selman, elleri arkalarında bağlı bir şekilde odaya giriş yaptılar. Bütün malzemeler buradaydı zaten. Şeref, dudağının bir kenarını alaylı bir şekilde yukarı doğru kaldırarak konuştu. "Ee, nasıl gidiyor? Çok mu düşündün bizi?" Emre gülümsedi. "Evet, çok düşündüm sizi. Sizin ne kadar şerefsiz ve haysiyetsiz olduğunuzu anladım tekrar." deyince Selman kahkaha attı. "Aynen, canım benim. İhanet etmek, kandırmak şerefsizlik sayılmıyor zaten." dedi Selman. "Ben kendi vatanım için yaptım bunları. Sizin uğruna bunları yapabileceğiniz bir vatanınız bile yok." Şeref nefretle bakarak "Elinden alacağız o vatanını, bekle sen. Uyuyacak yer bile olmayacak size." Emre güldü. "Aynen aynen. Senin dayın mafya falandır şimdi."
"Dayıma gerek yok aslan parçası, ben yeterim." Şeref eline aldığı su bardağından bir yudum aldıktan sonra söylemişti bunları. Bardakta kalan suyu hızlıca Emre'nin suratına çarparak "Nereden başlayalım Selman abisi?" dedi. Selman gülümseyerek "Bence bunu biraz daha suluyalım." dedi. Şeref, "Kanatmadan sulamak olmaz." deyince arkadaki teröristler kahkaha attı. Emre'nin yüzünü saf bir öfke ve nefret kaplarken yüzüne bir yumruk yedi. Bu yumruk, Şerif'te gelmişti. Emre "En iyisi bu mu? Daha sert vur." deyince bir yumruk da arkadaki teröristlerin birinden yedi. Daha önceki yumruk lardan dolayı kanayıp duran burnu, tekrar kanamaya başlamıştı. Önce burnunda keskin bir acı hissediyor, sonra bu acı geçiyordu. Emre, ağzında biriken kanı yere tükürdü. "Gerçek adını hemen söylüyorsun!" Emre gözlerini Şeref'e dikti. "Fenasi Kerim." Selman sert bir tokat savurdu. "Çok komikmiş. Hatırlat bir ara gülelim. Şimdi, bize gerçek adını ve hangi kurum için çalıştığını söylüyorsun. İstihbarat mı, ordu mu?"
Selman'ın sorusuyla yapay bir şekilde şaşırdı Emre. "Tamam, ben size şimdi gerçek adımı söylüyorum. Dede Korkut benim adım." Selman gözlerini devirirken, Şeref sakince Emre'ye yaklaştı. "Bak gerizekalı, biz senin elinde oyuncak gibi oynayacağın adamlar değiliz. Bak bize, bir de kendine bak. Sence eşit miyiz?" diyerek kahkaha attı. Emre, başını iyice kaldırarak Şeref'in gözlerini delmek istercesine bakıyordu. "Bence de eşit değiliz, benim bir ülkem var, vatanım var. Sizin? Yok. Ben bir millete mensubum. Siz? Değilsiniz. Benim kim olduğum, nereden geldiğim belli. Siz? Belli değilsiniz. Bu durumda eşit olmamız asla mümkün değil." Bir yumruk, bir tekme. Emre kahkaha attı, hazmedemiyorlardı işte. Ancak Emre yüzünde oluşan keskin sızıyı inkar edemezdi. Üst üste yumruklar yiyince canı acımaya başlamıştı. Dayanıklıydı Emre, bunu da atlatırım diye düşündü.
"Sen ne saçmalıyorsun lan?!" diyerek bir de küfür yapıştırdı Şeref. Selman ise, bütün bu olanları kenardan izliyordu. Şeref, arkadaki teröristlerin birine kaş göz işareti yapınca, su dolu bir kova ve varil getirdiler. Varili Emre'nin önüne, kovayı da Selman'a vermişlerdi. Selman, yavaşça yaklaşarak elindeki kovayı Emre'nin başından aşağı boşalttı. "Şampuan var mı?" diye soran Emre'ye kimse cevap vermedi. Şeref öfke ve nefret içinde varile bakıyordu. Kesin yapacaklarını düşünüyor, dedi Emre kendi kendine.
Bir süre sonra, Emre'nin kafasını soktuğu varilden Emre ile birlikte elini de çıkardı Şeref. Alayla gülümseyerek, "Ne oldu, çok güvendiğin devletin gelmedi mi? Nasıl gelecekler? Anlatsana biraz, ortam şenlensin." dedi. Emre, yüzünden damlayan şu damlalarını umursamadan, arkasında bağlı olan ellerini sıkarak gururla konuştu. "Metehan gibi, Fatih gibi, Gazi Mustafa Kemal gibi gelecekler. Tarihte de olduğu gibi sizi yine yerle yeksan edecekler." Şeref'in yüzündeki alaylı gülümseme büyüdü ancak sinirden seğiren göz kapağını engelleyemedi. "Sizin de ne olduğunuz, kim olduğunuz belli değil. Kaç farklı yüzünüz var sizin? Dikkat edin de yük olmasın." Emre'nin arkasında duran ve nefes dahi almadan onları izleyen teröristler kahkaha attılar. Emre, yakışıklı ama işkenceler yüzünden zarar görmüş yüzüne küçümseyen, rahat bir gülüş yerleştirdi. "Çok pardon ya! Tarih boyunca hiç devlet kuramamış beyin yoksunlarının, büyük Türk tarihini ve Atalarını anlamasını bekledim. Hata bende zaten. Bundan sonra mantığımı kenara bırakarak sizinle aynı düşüneceğim." Cümlesini bitirmesiyle, yüzüne bir yumruk daha yedi Emre. Yumruğun etkisiyle sallanan sandalyenin gıcırtısı, ortamda bulunan çoğu kişinin yüzünde kırışıklık oluşturmuştu. Emre, gözlerini sıkıca kapatıp öfkesini dindirmeye çalışarak, karısı Beyza ile olan anılarını düşündü. Bu işkencelerden çok daha kötülerini eğitimlerde yaşamış, dahası, düşman tarafından uğradığı da olmuştu.
Kendisini sinirlendiren asıl şey, yine kendisiydi. O, görevini ve bu operasyonu tehlikeye atmıştı. Bir anlık dalgınlığın kendisini ele geçirmesine izin vermiş, içindeki küçük çocuğun etkisi ile büyük bir hata yapıp etrafına yeteri kadar dikkat etmeyerek operasyonu yakmıştı. Bütün öfkesi buydu. Devleti kendisini affetse bile, o asla affetmeyecekti. Çok da başarısız sayılmazdı aslında. Örgütün derinlemesine incelenip, bütün detaylarına hakim olunmasını sağlamıştı. En son amacı olan Büyük Patron'u bulmayı gerçekleştiremeyip ifşa olmuştu. Şuna emindi ki, komutanları ona kızmak yerine, "Canın sağolsun." diyeceklerdi. Bunu hatırlayınca bir kez daha öfkelendi ama zamanında çok azar yemişti. Sımsıkı kapattığı gözlerini yavaşça açtı.
"Kime çalışıyorsun, ne kadar bilgi sızdırdın, amacın ne? Hemen anlatıyorsun! Hemen!" diyen Selman'ın yüzüne baktı Emre. Bu adamda çözemediği bir şey vardı. Ne olduğunu asla çözemiyordu. "Ben de hemen anlatırım şimdi, aynen." diyerek gözlerini devirdi Emre. "Boşuna beklemeyin, benden size bilgi çıkmaz. İster dövün, ister öldürün. Vatanıma, bayrağıma ve şehitlerime asla ihanet etmem." Şeref kahkaha attı. "Hâlâ vatan diyor ya! Gerizekalı! Seni burada bıraktılar. Seni bulmayacaklar, bulamayacaklar. Bunu o kafana sok." Emre 'Kesin öyledir.' der gibi başını sallamakla yetindi. Şeref, başını Selman'a çevirdi. "Şunu konuştur, ben biraz dinleneceğim. Ama Büyük Patron'a ben konuşturdum dersen bozuşuruz. Bu haini ben yakaladım çünkü." dedi ve gitti. Şeref ile birlikte arkada duran teröristlerin bir kısmı da çıkmıştı. Hiç bir şey anlatmadığı için sıkıcı olduğunu düşünüyorlardı. Selman, bir baş hareketi ile diğerlerini de çıkarmayı başardı. Yüzüne küçümseyici bir gülümseme yerleştirerek Emre'ye doğru yürüdü. Bakışları karmakarışıktı Selman'ın. Emre onun ne düşündüğünü anlayamıyordu.
Selman "Ee, canım benim. Yine kaldık baş başa. Nasıl yaptın mesela? Anlatsana." dediğinde Emre başını güçlükle de olsa kaldırdı. İşkenceler yüzünden biraz yorulmuştu, ancak hâlâ başı dik, bakışları sertti. "Nereden başlayayım? Sizin ne kadar salak olduğunuzdan mı? Yoksa bana nasıl inandığından mı?" Selman güldü. "Sence ben seni anlamadım mı? Ben senin ciğerini bilirim. Sadece biraz oynamak istedim diyelim." Emre, tek kaşını anlamayarak kaldırdı. Selman söze devam etti. "Ah, canım benim. Hâlâ o kadar temizsin ki, anlamıyorsun bile. Küçük kardeşinin gözlerini hemen unuttun mu yoksa? Bak benim gözlerime, sence de biraz fazla benzemiyorlar mı?" Emre'nin kafası iyice karışmıştı. "Yani? Olabilir." dedi Emre. Selman odada volta atmaya başladı. "Bazen zekanın yüzde beşini bile kullanamıyorsun." diyerek güldü.
Emre daha fazla bu saçmalığa dayanamayıp "Ya sen ne saçmalıyorsun?! Doğru düzgün anlat ya da sus." dedi. Selman ise yavaşça tebessüm etti. Bu tebessüm, alay ve küçümsemeden çok uzaktı. Selman, Emre'nin tam karşısında durup gözlerinin içine baktı. Emre, içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Selman konuşmaya başladı.
"Hâlâ aynısın ergen eşek sıpası."
Emre'nin kalbi heyecanla çarparken, içinde büyük fırtınalar kopuyordu. Şokun etkisi ve işkencelerin etkisi ile sayısız ses vardı ama biri çok netti.
"Ergen eşek sıpası."
*****
Bölüm sonuuu.
Öhöm öhöm.
Sizce bundan sonra ne olacak?
Selman kim?
Oy vermeyi unutmayın🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |