24. Bölüm

23.BÖLÜM

Ceyss
ceyss.nur

 

Selamlarrr.

 

Kurgunun en başından beri bu bölümü yazmak için can atıp, kafamda kuruyordum bölümü.

 

Oy vermeyi unutmayın, iyi okumalar.🤍

 

                               *****

 

Etrafa kulakları çınlatan bir ses yayıldı. Hayır, Emre'nin kulakları çınlıyordu. Ne saçmalamıştı bu adam? Babasını nereden tanıyordu ya da nereden biliyordu bu lakabı? Emre, yaşadığı şoku atlatmaya çalışırken kafasında bir sürü anı, ses ve görüntü dönmeye başladı.

 

Emre, 6 yaşındaydı. Çok sevdiği bir arkadaşının babası, terk etmişti ailesini. Emre, günlerdir düşünmekten kafayı yemiş durumdaydı. Aynı şeyin başına gelmesinden korkuyordu. Babası 3 gün süren işinden sonra eve dönmüştü. Emre, yavaş ve ürkek adımlarla babasına doğru yaklaştı. Hasan, oğlunun bir sıkıntısı olduğunu çözmüştü, onun gelip anlatmasını bekliyordu. Bakışları yerde olan Emre, "Baba," diye seslendi. Hasan, başını okuduğu kitabından kaldırarak "Efendim oğlum." dedi. Emre cesaretlenerek arkadaşının başına gelenleri anlattı. Anlatırken arada bir babasına bakıyor, tepkisini ölçüyordu. "Baba, sen de bizi bırakır mısın? Bizden kaçar mısın?" diyerek sözlerini sonlandırdı. Hasan oğlunu tutup kucağına oturttu. Derin bir nefes alıp oğlunun gözlerine bakarak konuşmaya başladı. "Emre'm, benim oğlum. Gerçek babalar, ailesini çok sevip ona sahip çıkar. Asla onları yalnız bırakmaz. Arkadaşının babası, gerçek bir baba değilmiş. Ben, ömrüm yettiği sürece," Duraksadı, 'Yanınızda olacağım' demek istedi ama diyemedi. "Sizi uzaktan da olsa koruyup kollayacağım. Bunu asla unutma. Ben sizi çok seviyorum aslan oğlum. Eşek sıpam benim." Kollarını oğluna sarıp bir süre sonra oğlunu gıdıklamaya başlamıştı Hasan. Babasının bu sözlerinden sonra Emre, asla korkmadı terk edilmekten.

 

Emre, 11 yaşındaydı. Elleri büyüyor, sesi değişiyor ve vücudunda büyük oranda değişimler yaşanıyordu. Babası 'Ergenliğin gelmiş eşek sıpası.' demişti. Emre şaşırdığı için babasına sarıldı ve 'Yani, ne olacak artık?' dedi. Hasan gülümseyerek oğlunu iyice kendine çekti. 'Bir şey olduğu yok, artık 'eşek sıpası' değil, ergen eşek sıpasısın.' O günden sonra, babası Emre'ye hep ergen eşek sıpası demişti. Emre'nin yıllarca özlemini çekeceğini bilmediği bu lakap, Emre'yi sinir ediyordu. Babası onu söyledikten sonra, Emre annesinin yanına koşup babasını ona şikayet etmişti.

 

Emre, görevdeydi. Selman ile konuşurken gözlerinde geçen bir ifadeyi Tomris'e benzetti. Bu benzetmenin, çok özlemekten ve düşünmekten olduğunu düşünerek kenara attı düşüncesini. Bu adamın Tomris ile benzeme ihtimali yoktu.

 

Bütün anılar beyninde bir film şeridi gibi geçerken, işkence ve şoktan buğulanmış olan gözlerini Selman'a dikti Emre. İhtimal var mıydı? Emre'nin dudaklarından çıkabilen tek kelime, "Ne?" oldu. Selman, belki de Hasan, gözlerini etrafta gezdirdikten sonra tekrar Emre'ye baktı. Gözlerinin en derinine, bir şey söylemek istermiş gibi. "Ya, ergen eşek sıpası."

 

Artık Emre'nin gözleri, hissettiği fiziksel ve duygusal acılardan kararmaya başlıyordu. Gözleri ona ihanet edip yavaşça doldu. Bedeninde değil, ruhunda hissettiği o acı buna sebep olmuştu, dolan gözlerini hayal kırıklığı ile Selman'a, babasına, çevirdi. "Sen... Sen teröristsin." Zorlukla söylediği kelimeler gözlerine dolan yaşlardan birinin akmasına sebep olmuştu. Selman yavaşça yaklaştı, eğilerek yüzünü Emre'nin hizasına getirdi. "Aa, alınıyorum ama canım benim." Emre yaşadığı şoku atlatmaya çalışırken, içindeki hayal kırıklığı öfkesiyle birleşti. Ağzına dolan kanı, Selman'a tükürdü. Gözlerini kapatan Selman, gülümseyerek "Baba dayağı yemedim demezsin artık. Ayrıca bu davranışın çok yanlıştı, babaya tükürmek ne demek?" deyince Emre'nin bütün siniri beynine yüklenmiş gibiydi.

 

"Kes sesini!" diye bağırdı. İmkansızdı, onun babası vatansever bir adamdı. "Sen olamazsın. Sen olamazsın. Sen olamazsın." diye sayıkladı Emre. Selman'ın gözlerine bambaşka bir duygu yüklendi sanki. Emre'nin kulaklarında kendi sesi yankılanırken, başı dönüyor, bütün bunların rüya olmasınu diliyordu. Gözlerinden akan yaşları saklama gereği duymuyordu Emre. Gözlerini güçlükle Selman'a dikti. "İğrençsin." Emre'nin bayılmadan önce söylediği son söz bu olmuştu.

 

Duyduğu son söz ise "Canım oğlum." fısıltısı olmuştu.

 

                              *****

Günlerdir içimde büyüyen sıkıntı, ruhumu iyice darlarken benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Metehan ile olan şehitlik ziyaretimizden 2 gün geçmişti. Bu süreç içinde kızlarla konuşup içimdeki sıkıntıyı gidermeye çalışmıştım fakat çok da işe yaramamıştı. İçimdeki bu hislerin abimle alakalı olduğuna artık emindim.

 

Selma ablanın "Tomris, sen iyi misin?" demesiyle, önümde oyun oynayan Arda ve Ece'den çektim bakışlarımı. "İyi olmaya çalışıyorum abla. İçimde bir sıkıntı var ama ne olduğunu hâlâ çözemedim." dedim. Selma abla biraz düşündükten sonra "Geçer ya, geçer inşallah." dedi. Onun da aklına abimin geldiğine eminim ama yengem üzülmesin diye söylemediğini de biliyorum. Yengemin karnı yavaş yavaş büyüyordu. Cinsiyetini istese öğrenebilirdi ancak abimle bakmaya yemin etmiş gibiydi. Onlar kendi aralarında sohbetlerine devam ederken ben de çocukları izlemeye devam ettim.

 

Arda, Ece'nin arkasına geçmiş, onun saçını örmeye çalışıyordu. Ece de elinde tuttuğu aynayla saçına bakarak Arda'ya kızıyor, baştan yapması için söyleniyordu. Aralarında geçen muhabbete kalbimdeki sızıdan dolayı odaklanamıyordum. Önceki görevlerinde de bir şeyler hissetmiştim ama hiçbiri bu kadar yoğun değildi. Bilmediğim, bilmek istemeyeceğim bir durum olduğuna eminim. Ayağa kalkarak mutfağa geçtim. Sabahtan yapmış olduğum pastadan herkese birer dilim koyarken, camdan ses gelmesiyle irkilerek oraya döndüm. Bir çocuk vardı, yüzü biraz da olsa tanıdık geliyordu fakat çıkaramamıştım. Cama yaklaştım, "Sen kimsin?" der gibi başımı salladım. Çocuk yüzünde ağlamaklı bir ifadeyle camı aç işareti yaptı. Aslında güvenmemem gerekirdi fakat açtım.

 

"Abla ben arka binada oturuyorum. Bir tane abi geldi senin için. Uzun boylu, yeşil gözlü bir şey. Onu içeri almadı nöbet tutan abi. 'Emre'ye söz verdim alamam.' diyordu, neyse. Abi de elindeki kutuyu bana verdi sana getirmem için." Bir süre yüzüne baktım ve elindeki kutuyu aldım. "Ablacım neden kapıdan gelmedin? Abim evde yok ki." deyince sırıttı. "Canım aksiyon çekti abla. Kendimi ajan gibi hissediyorum. Her neyse, düşmanlara yakalanmadan ben gideyim. Ha bu arada, içinden bir çikolata yedim. Helal et olur mu?" deyip bağırarak aşağı atlayınca kendi kendime "Helal olsun." diye mırıldanıp yüzümdeki sırıtışla önüme döndüm. Moralim bozuk dediğim için bana hediye göndermişti. Kutuyu açarken ellerim çok hafif titriyordu.

 

İçinde binbir türlü çikolatalar vardı. Birkaç tane de takı koymuştu. Hızla telefonumu elime alıp kuyuyla fotoğrafımı çektikten sonra Mete'ye attım. Güzel bir teşekkür mesajı yazdığımda da telefonu bırakıp çikolatalardan birini yedim. Dilimlediğim pastaların yanına birer tane de çikolata koyup tek tek içeri götürdüm hepsini. Selma abla bana bakıp "Kız yoluk, sen bizi şeker hastası yapacaksın herhal. Hem pasta hem çikolata." dedi. Benim konuşmama izin vermeden Ece olaya atladı. "Hala, hani evde çikolata kalmamıştı. Bana yalan mı söyledin?" dediğinde gözleri de dolmuştu. Asla kendisinden bir şey saklanmasından hoşlanmazdı. "Hayır halacım, ben yalan söylemem sana. Az önce mutfakta bir çocuk elinde kutuyla geldi. Kutunun içinde de çikolatalar vardı, ordan aldım." Yengem bana baktığında utandığımı hissettim. "Kız, yoksa sevdiceğin mi göndermiş? Ayy, o çocuk da çok yakışıklı maşallah. Pek de yakıştınız he. Bu arada, lojmanda dedikodunuz çıkıyordu az kalsın ben susturdum. Neymiş, seni öpmüş." Sonra yengeme bakarak devam etti Selma abla. "Ben de öperse öper sevdiceği değil mi? dedim. Ay bir de sanki kendileri görmeden evlenmiş gibi konuşmuyorlar mı? Tam çıldırmalık he."

 

Yengem "Aynen öyle vallahi. Ben buradaki dedikodulardan bıktım artık Selma. Kaldıramıyorum yani." dedi. Ben çocukları izlemeye dalmıştım ama aklıma gelen bir şey beni heyecanlandırdı. Yaklaşık bir buçuk hafta sonra üniversite başlıyordu. Biz gerekli alışverişi henüz yapmadık ancak iki gün sonra gideriz diye düşünüyoruz. Orada ne yapılır, ne edilir hiçbir fikrim yok. Yurtta kalmak da istemedim. Üniversite lojmana yakındı zaten, sadece yarım saatlik yol için yurtta kalmaya gerek yok. Hem Ece ve yengemi asla yalnız bırakmak istemiyorum. Abim onları bana, beni onlara emanet etti. En doğrusu buydu.

 

Ece hızla ayağa kalktığında herkes onlara kilitlendi. "Ne demek Feyza senden daha eğlenceli?!" Ece'nin bağırmasıyla Arda yere sinmişti iyice ama kendini savunmaktan da geri durmuyordu. "Ece, ben öyle demedim. Feyza daha eğlenceli oyunlar biliyor demek istemiştim." Ece'nin yüz ifadesi birkaç saniyeliğine yumuşuyor gibi oldu ama ifadesini toparladı. "Hayır, sen bana 'Feyza senden daha eğlenceli.' dedin. O zaman git Feyza ile oyna." Ece kollarını birbirine bağlayıp arkasını döndü. Arda paniklemişe benziyordu ve kendi aralarında çözmeleri için kimse de ses çıkarmıyordu. "Ece, gerçekten öyle demek istemedim. Ben sadece Feyza eğlenceli oyunlar biliyor, demek istemiştim. Özür dilerim, hem ben seni daha çok seviyorum." Arda ayağa kalktı ve Ece'nin karşısına geçti. "Çok mu kızdın bana? Bir daha senin yanında Feyza demem, özür dilerim. Beni affet." dediğinde Ece kocaman gülümsedi ve sarıldılar. Yengem "Aferin size, hep böyle olun." dediğinde onlar yerlerine oturup kaldıkları yerden oyun oynamaya devam ettiler.

 

Selma ablalar gittikten sonra yemeğimizi yemiştik. Şimdi ise Ece uyurken yengem ve ben salonda çay içiyorduk. "Kız, ben sana ne soracaktım, gerçekten öptünüz mü?" Gözlerim büyüdü ve iki-üç kere öksürdüm. "Yenge!" Güldü ve arkasına yaslandı. "Ne var kız, merak ettik işte. Anlatsana nasıldı? İlk kim davrandı? He?!" Gözlerimi kaçırdım ve "Bunu mu anlatayım şimdi? Anlatamam ki. Boşverelim bunu ya." dedim. Yengem hayal kırıklığı ile beni süzüp "Aman anlatma, abisi kılıklı." dediğinde güldüm. İkimizin de gülüşü solarken, onun da aklına abimin geldiğine emindim. "Sence ne zaman dönecek? Kaç ay oldu, hâlâ ortada yok. Ne bir haber, ne bir ses... Hiçbir şey yok." Bilmem, anlamında omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Keşke çıkıp gelse, onun eksikliğini ilk defa bu kadar iliklerime kadar hissediyorum." Yengem kafasını sallayarak beni onayladı. "Ben de. Umarım doğuma yetişir. Onsuz doğurmak istemiyorum. Çocuğum zaten karnımda babasını hissedemeden büyüdü, bir de doğduğunda görmezse çok üzülürüm."

 

Akşam hem tatlı hem de huzursuz geçmişti. İkimiz de uyumak için odalarımıza çekildiğimizde eski bilgisayarımı açtım. İçinde benim bütün geçmişim vardı. Uzun zamandır bakmadığım, baktığımda eksikliklerinin yüzüme tokat gibi çarptığı ve her defasında hıçkırarak ağladığım o video vardı bilgisayarda. Görüntü ekrana gelir gelmez gözlerim doldu, oynat tuşuna bastım.

 

"Emre, yine ne yapıyorsun o elindekiyle anneciğim?"

 

Ömrümde duyduğum, duyabileceğim en zarif ses kulaklarıma dolmuştu.

 

"Babamın aldığı kamerayla video çekiyorum anne. Anı kalsın diye." Gülüyordu annem, bir yandan da elindeki örgüyü örüyordu. "İyi bakalım, ama elinde sürekli o var anneciğim. Biraz da bana yardım et." Abimin attığı minik kahkaha kulaklarımda çınladı resmen. "Anne ben nasıl öreyim? Erkek adam öyle şey yapmaz." Annemin bakışları direkt abime döndü. "Ne demek o?! Kimden duydun sen bu lafı?" Abim biraz paniklemişti. "Mahallede Yasin abi var ya, o söylüyordu." Annem bakışlarını tekrar örgüye çevirerek sakince konuştu. "Bir daha onunla görüşmeni istemiyorum oğlum. Benim kibar, nazik ve beyefendi oğlum böyle konuşanlarla arkadaşlık edemez." Tam o sırada kapı çalıyordu. Cevap vermeden kapıya koşan abim kamerayı çok fazla sallandırsa da görüntü seçiliyordu. Kapıyı açar açmaz bağırmıştı. "Babam! Hoş geldin." Kamerayı babama doğru çevirdiğinde yüzü biraz solgun olan babam yüzündeki gülümseme ile "Hoşbulduk eşek sıpası. Elinden de düşmüyor maşallah." demişti. Hâlâ onu çekiyordu abim ancak babam salona geçip annemi öpmüştü yanağından. Babam kolunu annemin omzuna doğru attığında abim uzaklaşarak ikisini de çekiyordu. "Oo, Hasan Bey siz evin yolunu bilir miydiniz?" Annemin sesi biraz tripli çıksa da babam geri adım atmıyordu.

 

"Canım biliyorsun, işler biraz yoğun. Yoksa neden gelmiyim karımın, evladımın yanına?" demişti babam. Babamın gözlerine bakarken kendi gözlerimi görüyordum. "Evladım değil, evlatlarım diyeceksin." Annemin bu sözleriyle babamın yüzünde oluşan ifadeyi her gördüğümde ne kadar gözümden yaş da gelse gülüyordum. "Ne?" sesi abimden çıkmıştı. "Abi mi oluyorum?" Annem dolu gözleriyle evet anlamında başını sallıyordu ve video orada kesiliyordu.

 

Videoyu kaç kere başa sardım, gözümden kaç kere yaş damlattım bilmiyordum. Bildiğim tek şey, hiç görmediğin insanları da delicesine özleyebildiğin.

 

                            *****

 

Emre'nin başında dolanan Şeref ve Selman'ın arasında gergin bir sessizlik vardı. Sessizliği bozan Şeref oldu. "Konuştu mu bari?" Selman kafasını iki yana salladı. "Ne kadar tokat atarsam atayım konuşmadı. Ben sana söyliyim, bu böyle konuşmaz." Şeref öfkeli gözlerini uyuyan Emre'ye çevirdi. Onlara çalışan bir doktoru getirip Emre'nin konuşması için kanamalarını durdurmuşlardı. Doktor daha fazlasını yapıp yaraları saracaktı ama durduran Şeref olmuştu. "Demek konuşmadı, ama ben onu konuşturmayı ve intikam almayı bilirim."

 

Yavaşça gözleri aralanan Emre, önce etrafı sorguladı. Bir yerde uzanıyordu. Yavaş yavaş yaşadıklarını, duyduklarını hatırladı. İçinde bir şeyler tekrar kırıldı. Haykırarak, bağırarak ağlamak istiyordu. Hayatı boyunca hiç bu kadar duyguyu aynı anda yaşamamıştı. Hemen ayağa kalkmak istedi ancak bir el ona engel oldu. "Dur bakalım hain şerefsiz. Daha konuşacaklarımız var." Şeref'in iğrenç sesi Emre'nin kulaklarına doldu. Ona baktığında arkasında kalan Selman'ı, babasını dümdüz bakarken gördü. Gözleri hayal kırıklığı ile bakarken asla inanmak istemiyordu. O ölmüştü. Evet, ölmüştü. Biri saçma bir şaka yapıyordu. Ancak istemeden de olsa o gözlerde Tomris'i gördüğü için kendine kızdı. "Ee, bir şey söylemeyecek misin Emre'ciğim?" Selman konuşmuştu. Adını nerden biliyordu? Madem biliyordu bunca zamandır neden saklamıştı? Adını asla kimseye söylememişti Emre, buna emindi. Geriye tek bir seçenek kalıyordu; bu adam gerçekten Emre'nin babasıydı.

 

Şeref şaşkın gözlerini Selman'a çevirdi. "Hani konuşmamıştı?" Selman ustaca gülümsedi. "Sürpriz yapmak istedim canım benim." Emre artık ağlayacak durumdaydı. "Ay kıyamam, sen ifşa mı oldun? Ondan mı ağlıyorsun?" Şeref alay dolu sözlerini Emre için söylemişti. Şeref konuşana kadar dolan gözlerinin farkında değildi oysa. "Sizi mahvedeceğim." Emre'nin fısıltı ile söylediği bu cümle Şeref'e kahkaha attırmıştı. Selman ise alayla gülümsemek ile yetinmişti. "Sen mi Emrecik? Yoksa çok güvendiğin ama seni almaya bile gelmeyen devletin mi?" diyerek bir kahkaha daha patlatmıştı Şeref. Emre bu defa kendisini topladı ve yüksek sesle "Sizi mahvedeceğim!" dedi.

 

Selman tek kaşını kaldırdı. Emre onun gözlerinin içine bakarak söylemişti çünkü. Şeref ıslık çaldığı an iki terörist içeri girdi. Emre'yi kaldırıp sandalyeye oturttular. Elleri arkadan bağlandığında sadece Selman'a bakıyordu. Şeref karşısına geçtiğinde "Demek adın Emre. Söyle bakalım Emre, hangi kuruma çalışıyorsun? Şimdiye kadar hangi bilgileri sızdırdın? Dökül hadi." Emre sadece nefretle bakmakla yetindi. O konuşmadıkça art arda yüzüne yediği yumruklar, yaklaşık 3 saat önce öğrendiği gerçek kadar sarsmamıştı.

 

Emre'nin aklında iki soru vardı.

 

Emre'nin haber vermediğini ve zor durumda olduğunu ne zaman fark edeceklerdi?

 

Biricik kardeşi Tomris'e bu gerçeği nasıl anlatacaktı?

 

 

                             *****

Bölüm sonuuuu.

Umarım bepğenmişsinizdir.

Oy vermeyi unutmayınn.

 

 

Bölüm : 24.07.2025 20:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...