
Selamlar.
İyi okumalar 🫶
*****
Selma ablaların evinde yine bir öğlen çayı içiyorduk. Abim gideli uzun bir süre olmuştu. Yalnız kaldıkça Selma ablaya sarıyorduk ki o da bunu normal karşılıyordu. Yaklaşık 2 yıl önce Selim abi de abim gibi tek başına uzun bir göreve gitmişti. O süreç boyunca Selma abla ve Arda sürekli bizdeydi.
"Ay Selma, şu ara sürekli fazla şiddetli bir şekilde karnım ağrıyor, bir de aşırı halsizlik var. Doktor kontrolüne yarın gideceğiz inşallah. Korkmaya başladım, üç gündür falan hareket ettiğini hissedemiyorum." Bunu bana söylememişti. Panikle ona döndüğümde bana bir şey olmaz, der gibi başını salladı. Selma abla "Kız hemen gitseydin ya doktora. Vallahi ne çıktığı belli olmaz. En erken ne zaman oluyorsa gidin doktora." dediğinde başımı sallayarak ona hak verdim. "Ben hasta olduğumu düşündüm başta. Sonra hareket etmediğini fark edince..." Yengem derin bir nefes aldı, elini karnına koydu. "İnşallah iyisindir anneciğim."
"Ya anne! Arda benim tokamı alıp benim olsun diyor. Onun saçı bile yok ki. Söyle versin tokamı." Ece'nin mutfağa girişiyle konu dağılmıştı. Yengemden önce Selma abla olaya el attı. "Oğlum versene kızın tokasını. Ne yapacaksın tokayı?" Arda sinsice gülümsedi. "İlerideki kızıma vereceğim. Ben bunu çok beğendim. Belki de saçımı uzatır kendim takarım." Ece iyice sinirlenince bağırdı. "Ya sen git kendine yenisini al! O benim tokam!" Arda yerine sindi. "Şaka yapmak istemiştim. Al tokanı." Ece hemen geri vites attı. "Ya tamam, özür dilerim. Bağırmak istemedim, senin olsun tokam." Arda suratını asmaya devam edince yanına gidip sarıldı. "Ya Arda! Özür dilerim kırdım seni." Arda güldü ve "Tamam tamam. Affettim." dedi.
Onlar odalarına gidince yengem konuştu. "Ay bunların da değişik bi anlaşma şekilleri var. Bazen bizden bile büyük davranıyorlar." Bunları söyledikten kısa bir süre sonra acı çeker gibi inleyerek elini karnına götürdü ve öne doğru eğildi. Hemen ayağa kalkıp yanına gittiğimde Selma abla "Beyza ne oldu?" dedi. "Yenge iyi misin?" Daha da öne eğildi ve "Bebek..." diye fısıldadı. "Ben arabanın anahtarını alıyorum ve hemen çıkıyoruz. Tomris sen de yengenin koluna gir, ben çocukları da alacağım. Hadi!" Şoka girmiş gibiydim ancak hemen yengemi doğrultmaya çalıştım. Acı çektiği için iki büklüm ve yavaş yavaş yürüyordu. "Tomris, bir şey olmasın. Lütfen ona bir şey olmasın. Keşke hastaneye erken gitseydim! Ah..." İçeriden Ece "Anneme bir şey mi oldu?" diye sorarken yengemi yürütmeye çalışıyordum. "Yengem hadi lütfen azıcık dayan."
"Tomris, Tomris ona bir şey olmasın!" diyerek ağlamaya başladığında düştüğümüz durum ve çaresizlik yüzünden ben de ağlayacaktım. "Yengem hadi, olmayacak bir şey." diyerek sakinleştirmeye çalışsam da pek işe yaramamıştı. Kapının önüne geldiğimizde Selma abla hemen arabasından indi ve kapıyı açtı. Ece ve Arda ön tarafa yan yana oturmuşlardı. Normal durumda yasaktı ama şu an ben veya yengem oraya binemezdik. "Anne! Anne, neyin var?" Ece'nin sorusuyla yengemin gözünden akan yaşlar hızlandı. "Halacım, annen iyi olacak tamam mı? Endişeye gerek yok. Sakin olmalıyız, hastaneye de gidiyoruz zaten." Ece ağlamamak için kendisini zor tutsa da başını aşağı yukarı salladı ve önüne döndü.
Yengeme doğru döndüğümde hâlâ yoğun bir şekilde acı çektiğini gördüm. "Selma! Selma lütfen hızlı git." Selma abla yengemin bağırışıyla iyice gaza yüklendi. Kaç tane kırmızı ışıktan geçtik, bilmiyorum. Hastaneye geldiğimizde arabadan inerek hemşire bulmaya çalıştım. "Pardon! Çok acil hasta var! Hamile, bakın buraya!" Diye bağırdığımda iki tane hemşire tekerlekli sandalye ile geldiler. Yengemi zar zor bindirdikten sonra biri doktora haber vermeye gitti. Selma abla diğer hemşireye nasıl ve neden burada olduğumuzu anlatıyordu. İçeri girdiğimizde ne yapmam gerektiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Hemşire yengemi kadın doğum katına çıkaracağını söyleyip asansöre bindi. Biz de direkt olarak merdivenlere yöneldik.
Ece'nin elimi tutmasıyla beraber çıkmaya başladık. "Hala, lütfen onlara bir şey olmasın. Babam da yok zaten, gitti gelmedi. Ne yaparız biz sonra?" Ağzımı açıp bir şey söyleyemedim. Belki de şu an Ece'ye böyle şeyler düşünmemesi gerektiğini söylemeliydim. Ancak dilim düğümlenmiş, boğazıma kocaman bir yumru oturmuştu. Elimden gelebilecek hiç bir şey yoktu. Keşke daha önce fark etseydim yengemin bu halini. Eğer, söylemek bile istemiyorum, yengemi ya da bebeği kaybedersek... Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Yengemi biz merdiven çıkarken ameliyathaneye almışlardı. Ece'nin ellerinden tutup kenardaki sandalyeye oturdum, o da yanıma oturdu.
"Halacığım, merak etme iyi olacaklar. Hem baban da gelecek. Kısa bir süreliğine böyle olması gerek. Biz de sabırla beklemeliyiz." Uzun zaman sonra ağzımı açıp konuşabilmiştim. Ece'nin gözünden yaşlar akmasına rağmen kafasını sakince sallamıştı. Bana inanıp güvenmekten başka çaresi de yoktu aslında. O benim omzuma başını koymuş sessizce gözyaşlarını dökerken, etraftaki beyaz duvarlar üstüme geliyordu. Hastane kokusu, hemşirelerin koşuşu, sessiz hıçkırıklar ve hüzün. Ben doğarken abim bütün bunları en derinden hissetmişti. Onu daha iyi anlıyordum şimdi. Etraftaki gerici hastane kokusu ve bembeyaz duvarlar, babasını yeni kaybetmiş ve belki de kalan ailesini de kaybetmek üzere olan yapayalnız bir çocuk.
Gözümün önüne getirilen çay ile Selma ablaların da burada olduğunu hatırladım. Başımı iki yana sallayarak reddettim. "Al hadi Tomris. İyi gelir, daha iyi hissedersin." Kafamı iki yana sallamaya devam ettiğimde "Şu durumda bana herhangi bir şeyin iyi geleceğini düşünmüyorum abla." diye fısıldadım. Ece omzumda uyuya kalmıştı. Uyandırmamak için sessiz konuşuyor, hareket dahi etmiyordum. Kızcağız annesi ve kardeşi için belki de babası için de bütün gözyaşlarını dökmüş, en sonunda yorgunluktan uyuyakalmıştı. Biraz uyumak iyi gelirdi ona. Biraz da olsa buradan uzaklaşır, rüyalarının içinde kaybolurdu belki.
Geçmek bilmeyen saatler, ölüm sessizliği ile birleşince dayanılmaz oluyor. Beynimdeki sesler ve düşünceleri susturmak için ne kadar uyumayı denesem de olmamıştı. Ece dizimde uyurken yavaş yavaş kıpırdanmaya başladı. İki saattir uyuyordu ve iki saatte ne giden vardı, ne de gelen... Selma abla ve Arda karşı sandalyede uyuyorlardı. Selma abla her ne kadar uyumak istemese de bu mayıştırıcı ortama dayanamamıştı. Şu durumda ise bana mayıştırıcı değil son derece gericiydi. Yengem ve yeğenim içeride can çekişirken elimizden hiçbir şey gelmiyordu.
Acı dolu saatlerin ardından doğumhane kapıları sonunda açıldı. Ece'nin başını yavaşça kaldırıp koltuğa koydum. Uykusunun derinliklerinde olduğu için uyanmadı çok şükür. İçeriden üç hemşire ve iki doktor çıktı. Doktorlar birbiriyle bakışırken Selma abla da seslerden uyanmıştı. Doktorlardan biri ve bir hemşire yanımızda kaldığında merak ve endişe dolu bakışlarımla "Ne oldu? İyiler değil mi? İyi şeyler söyleyin lütfen." dediğimde başını eğip derin bir nefes aldı. "Maalesef çok da iyi haberlerle gelemedik. Kız bebeğimiz , ölü doğdu. Zaten anne karnında ölmek üzereydi ancak elimizden gelen her şeyi yapmamıza rağmen kurtaramadık. Başınız sağolsun. Anneyi kurtardık ancak acı çekmemiş olsaydı bir süre sonra anneyi de zehirleyecekti. Şanslısınız da denebilir."
Kelimeler kulağımda yankılanırken doktor konuşmaya devam ediyordu. Abimin bana emanet ettiği biricik yeğenim, kız olduğunu da yeni öğrendiğim yeğenim, küçücük bir bedenken ölmüştü. Belki de erken fark etmeliydik, erken gelmeliydik buraya. Yengemin çekeceği acılar, abimin geldiğinde yaşayacağı evlat acısı ve Ece'nin kardeşinin olmayacağını öğrendiğinde yaşayacağı hayal kırıklığı. Aklıma olası bütün senaryolar gelirken boğazımda oluşan yumruya duyduğum cümleyle bir yenisi daha eklendi. "Hala, benim kardeşim öldü mü? Gelmeyecek mi artık yanımıza? Bizi bıraktı mı?" Sanırım sandığım kadar da ağır değildi uykusu.
Arkamı dönmeden önce akmaya çalışan gözyaşlarımı tuttum. Ece'nin yanına doğru gittiğimde ellerinden tutup önünde diz çöktüm. "Halacığım, bazı bebekler daha doğmadan Allah tarafından cennet ile ödüllendirilirler. Senin kardeşin de onlardan biri oldu. Demek ki o kadar iyi biriymiş ki, Allah onu yanında istemiş. Kardeşin her zaman yanımızda olacak merak etme, sadece biz göremeyeceğiz." Onun da göz bebekleri titrerken kendimi sıkıyordum ağlamamak için. Konuşma yapıp rahatlatmaya çalışmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Belki de psikolojik çöküşe girecekti bu yaşında. Belki de annesinin ve babasının çektiği acıları görüp bir daha asla kardeş istemeyecekti. Umarım bunlar hiçbir zaman gerçekleşmezdi. Yengemi ve abimi toparlamak asla kolay olmayacaktı. Hele ki yengem, sürekli kendisini suçlayacaktı.
"Biz neden göremiyoruz? Ben de onu görmek istiyorum." dediğinde arkadan Selma ablanın hıçkırığını duydum. Ben diyecek bir şey bulamadığımda devreye Selma abla girdi. Ben de yüzümü başka tarafa çevirip akan gözyaşımı sakladım. "Ece'm, canım... Çünkü kardeşin beden olarak senin yanında olmayacak. Onun ruhu, yani hisleri, seninle olacak. Şu an dediğimizi anlamıyor olabilirsin ancak büyüdüğün zaman sen de hak vereceksin bize. Şu an yapmamız gereken anne ve babana destek olmak." Ece başını onaylayarak salladı ama onun da ağladığını fark ettim. Ayağa kalkarak yanına oturdum ve onun başını göğsüme yasladım. Göğsümde hıçkırarak ağlıyordu. Ben de gözyaşlarımın sel olup akmasına izin verdim.
Abimin emanetine sahip çıkamamıştım. Geldiği zaman nasıl acı çekecek kim bilir. Acısını kendisi yaşardı o. Her zaman bize destek olur, kendi gözyaşlarını geceye saklardı. İkinci kez baba olma heyecanıyla dolaşıyordu belki de. Belki de evlatlarım için bu görevi tamamlamalıyım, diyordu. Emanetine sahip çıkamamıştım olmanın utancıyla ağladım biraz da. Belki de küçücük bebek biz daha erken fark etseydik hayattaydı. Az da olsa bir yaşam şansı vardı belki de. İçimde kopan fırtına, dışarda olandan çok daha büyüktü. Elimden ağlamak dışında hiçbir şey gelmiyordu. Ece'nin ağlamaları durmasa bile sakinleşmişti. Karnının acıktığını tahmin ettiğim için "Halacığım, beraber bir şeyler alalım mı? Acıkmışsındır." dedim.
"Annem? O nerde?" dediğinde "Onu henüz göremeyiz. Onu odaya alırlar o zaman görürüz biz de." diye cevapladım. Elinden tutup merdivenlere doğru yönlendirdiğimde baş ağrım bütün bedenimi ele geçirmişti.
Ece'nin ısrarlarına dayanamayıp ben de sandviç yemiştim. Yaklaşık 3 saattir bekliyorduk. Yengem hâlâ uyanmamıştı. Ece arada Arda ile konuşuyor kafasını dağıtıyordu ancak hemen ardından aklına annesi ve kardeşi geliyor, hemen yüzü soluyordu. Selma abla bana sürekli destek olduğunu belli ediyordu. Ya gelip elini sırtıma atıp sadece okşuyor, ya da kısa cümleler kurarak içimi rahatlatmaya çalışıyordu. İçimde yanan yangını şu an sadece abim söndürebilirdi, o da yanımda değildi zaten. Ne durumdaydı, ne yapıyordu onu bile bilmiyordum. Sadece bundan sonra her şeyin iyi olması için dua edebiliyordum.
*****
Yıllar sonra anıların üzülerek hatırlanacak
Pişmanlık ne kaderini ne de peşini bırakmayacak
Aşkın kor, soğuk sularına kapılmayacak
O an bi' daha yaşanmayacak
Emre mırıldandığı şarkıyla babasıyla olan eski anılarını düşünüyor, ne ara bu kadar zalim ve karaktersiz birine dönüştüğünü düşünüyordu. Onu kandırması, onu ve ailesini öylece bırakıp gitmesi, kendisini bir örgüt için ölü göstermesi Emre'nin kalbini kanatıyor ve derin bir iz bırakıyordu. Yara izi. Onun canını acıtan işkencelerden oluşan yaralar değil, babasının böyle bir şeyi yapabilmiş olmasıydı. Kimseye kolay kolay bağlanmayan Emre'nin gönlünde kocaman bir taht kuran adamdı o, öz babasıydı. Kız kardeşinin bile hiç görmediği halde kahramanı olan biriydi o. Tomris'e nasıl açıklayacaktı? Nasıl anlatacaktı? Küçüklüğünden beri bir şerefli, namuslu biri olarak anlattığı babası onları terk eden soytarı teröristin teki çıkmıştı.
Aniden kapının açılmasıyla içeri babası olacak adam girmişti. Emre'yi başka odaya almışlardı ve bu odada kamera da vardı. İçeri girdiği an kameraya yöneldi. Kamerayla oynayarak bir şeyler yaptı ancak Emre ne yaptığını çözemedi. "Bunu kapattığıma göre..." Selman konuştuğunda Emre onun ne yaptığını anladı. İfadesiz ama biraz nefret dolu gözlerini Selman'dan çekmedi. Selman utanmadan "Oğlum," dedi büyük bir şefkatle. Emre ise cevapsız kaldı. Elinden gelse bir kaşık suda boğacaktı çünkü. "İnan bana sana her şeyi anlatmak isterdim. Neyi neden yaptım, neden buradayız? Bunun gibi şeyleri konuşmak için vakit gelmedi daha. İleride beni anlayıp kollarıma atılacaksın 'Babacığım' diyerek." dediğinde Emre zor da olsa dilinin ucuna gelen küfürleri yuttu. Bu zamana kadar aklı başına gelmeyen birinin aklı sonradan mı gelecekti? Külahıma anlatsın, diye düşündü Emre. Hiç sesini çıkarmadan nefret dolu bakışlarla babasına baktı. Babası belki de üç beş kuruşa vatanını satmıştı, belki de tehdit edilmişti. Ancak Emre babası da olsa vatanına ihanet etmemekte kararlıydı. Eline geçen ilk fırsatta babası da dahil hepsini bir kaşık suda boğacaktı. "Tamam, şimdilik sessiz kal. Ama ileride böyle olmayacak güzel oğlum. Sen beni affedeceksin, biz beraber aile kuracağız."
"Def ol git. Aile kuracakmış bir de. 18 yıl önce ailen paramparça olurken aklın nerdeydi? Biz binbir türlü acı çekerken, karın senin üzüntünle erken doğum yapıp vefat ederken nerdeydin?! Benim kardeşim, annesiz babasız büyüyüp sığınacağı tek dal olarak beni görürken nerdeydin?! Şimdi al bu yalanlarını g..." Derin bir nefes aldı. İçinde biriken öfke ve hayal kırıklığı az da olsa dışarı çıkmıştı. Selman mahcubiyetle başını eğdi. Haklıydı oğlu ancak şimdi onu anlayamazdı. "Bak, ileride böyle olmayacak. Sen beni anlayıp bana hak vereceksin." Emre Selman'ın laflarının devam etmesine izin vermeden öfkeyle bağırdı. "Sen neyden bahsediyorsun?! Karşında 13 yaşında çocuk yok! Kandırılan bir ergen yok karşında. İlerisiymiş, ne ilerisi ya ne?! Seni de, iş birliği yaptığın ortaklarını da öldüreceğim. Görün Türkiye Cumhuriyeti'nin karşısında durmak neymiş. Özellikle sen, ölümlerden ölüm beğen. Seni de gebertip diğerleri gibi cehenneme göndereceğim. Benden uzak dur! Haysiyetsiz şerefsiz it! Utanıyorum, iğrençsin. Kardeşime senden bahsetmeyeceğim bile. İğrenç zihniyetini de seni de görmek istemez. Bari onun zihninde şerefli ve namuslu olarak kal."
Konuşurken sinirden sesi titremiş, bağlı olduğu sandalyede arkadaki elleri bile hiddetiyle titremişti. Selman bütün bunlara karşın "Sadece bekle oğlum." diyerek kamerayı açıp gitti. Yüzsüz gibi, arsız gibi. Emre'nin bütün hücreleri hâlâ sinirden titriyordu. İçindeki yangını dışarı atmak istercesine bağırdı. O bağırdıktan bir süre sonra içeri iki terörist girdi. Kendilerince kıdemlilerdi, o yüzden rahatça Emre'nin yanına girip dövebiliyorlardı. Biri "Ne bağırıyon lan deli danalar gibi? Anneni mi kaybettin yoksa? Ne kadar acı..." deyip kahkaha atarken diğeri sararmış dişleriyle gülüyordu. "Yok yok, az önce Selman Bey vardı. O oynamış bunun siniriyle. Kral adam ya." Emre hiçbir tepki göstermeden kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ellerini çekiştirdikçe halat biraz daha kesiyordu bileklerini. "E madem Selman dayı bunun sinirleriyle oynamış, biz de muşmula suratıyla oynayalım." dediklerinde bir yumruk yedi Emre.
Artık etki etmiyordu bile. Birazcık sızlıyor, sonra yine yumruk yiyordu. Keşke bunlarla karşılaşacağıma ölseydim, diye düşündü. Fakat ölmemesi ve tehdit olarak kullanabilmeleri için az da olsa yemek -kuru ekmek parçası- ve su veriyorlardı. Bir doktor gelip fazla kanayan yerlere pansuman yapıyordu sadece. Günler böyle gelip giderken, Emre'nin elinden ailesini düşünüp kurtarılmayı beklemekten başka bir şey gelmiyordu. Karımın, kız kardeşimin ve evladımın kokusu, evlatlarımın diyerek düzeltti kendini, burnumda tütüyor, diye düşündü. Şu ara düşünüp hayal etmekten başka şansı da yoktu.
*****
Bölüm sonuuu.
Umarım beğenmişsinizdir.
Oy vermeyi unutmayın🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |