18. Bölüm

18. Bölüm

Çiğdem Buldu
cigdemm_buradaa

Sevgi...

Sevilmek, sevgi görmek, sevmek...

Çoğu zaman anlamamıştım, çok istemiştim ama olmamıştı. Ben sadece sevmiştim, sevilmek gibi bir arzu hep vardı ama sadece bir istek olarak kalmıştı. Beş ay öncesine kadar...

Şimdi ise sağ elimin yüzük parmağındaki yüzüğe bakarak kurduğum hayalleri hayal olarak değil, gelecek olarak görüyordum. Eymen'e güveniyordum.

Vurulduğumda beni bulmuştu, beni anlamıştı, kaçırılmıştım, üç günde bulmuştu beni, bağırmıştım, çağırmıştım ama bir parça bile soğumamıştı benden.

Yaklaşık beş ay öncesinde bu yüzüğü yüzük parmağımda gôrmek imkansız geliyordu. Öyleydi çünkü kimsenin benim sorunlarımı, krizlerimi, ataklarımı çekeceğini sanmıyordum.

"Ne oldu, dalmış gibisin?" Dedi yarım ağız gülüşle Eymen. Gözlerini yoldan ayırmıyordu. "Hiç... Sadece bundan beş ay öncesini düşünüyordum." Dedim açıkça belirterek. "Mesela?" Dedi konuyu açmamı isteyerek. "Kimsenin beni böyle seveceğine, bana katlanacağına inanmıyorken bu hale gelmem... Güzel hissettiriyor." Dedim gözlerimi Eymen'e çevirerek.

" Demek öyle... O güzel his bendede mevcut küçük hanım." Dedi o da bana dönüp geri yola odaklanarak.

" Ne bileyim... Garip sadece." Dedim kendi kendime. O ise duymamıştı.

Yolda ilerlerken ise lojmana ulaştığımızı anladım. Araba durduğunda arabadan inmeye yeltendim ama Eymen eli ile durdurdu beni. "Ne oldu?" Dedim ama o arabadan indi ve benim kapımın önüne geldi. Kapıyı açacağını anladığımda yüzümde minik bir gülümseme oluştu.

Bizi seviyor! Allah'ım deli gibi aşık bize...

İÇ ses, sanırım psikolojim düzeliyor. Üzüntüler yok oluyor. Ve en ônemlisi sen geri geldin. İyileşiyorum...

Onun sayesinde açe, tüm bunlar onun sayesinde...

Kapıyı açmış olduğunu "iyi misin açelya'm?" Dediğinde anladım. Sanırım iç ses ile konuşurken dalmıştım. "Ha, evet." Diyerek irkildim yerimden. Arabadan indiğimde arkamdan kapıyı kapatıp arabayı kilitledi. Yanıma gelip kolunu belime sardığında "çok durgunsun, bir şey var sende." Dedi.

"İyileşiyorum Eymen, güleceksin ama içimdeki o komik, çocuk yanım tekrar konuşuyor benimle." Dedim heyecanla yüzüne dönerek. O ise gülümsedi bu halime. "Bakma öyle." Dedi.

" Neden?" Dedim bende bakışlarımı düzeltmeyerek. "Kendimi durduramıyorum da ondan." Dedi ağız içinde ama duydum.

"Ee... Ne diyormuş bu iç ses sana?" Dedi sardığı belimi okşayarak. "Bizi seviyor... Aşık bize açe. Diyor" dedim ben de. Dürüst olmalıydım sonuçta. O ise yüzünü saçlarıma yaklaştırırken "çok doğru söylemiş." Dedi. Burnunu saçlarımda hissettim.

" Ben kaçırıldıktan sonra gitmişti, konuşmuyordu benimle, annem mutsuzsundur ondandır kızım, içini ferah tut. Demişti hatta. Ama geri geldi, iyileşiyorum!" Dedim heyecanla Eymen'e dönerek yüzümü. O ise kafasını sabır dilenircesine yana çevirdi. "Bakma öyle demedim mi?" Dedi gülümseyerek. Ben ise onu ciddiye alarak önüme döndüm.

Bir kaç saniye sonra belimdeki eli ile hafifçe dürttü beni. "Şşt. Ne oldu?" Dedi gülerek. Bakmadım yüzüne, birazcık naz her zaman işe yarardı. Tabii eymen'de, diğerleri büyük ihtimalle çekmezdi. O ise eli ile kendine çekti beni, aradaki mesafeyi sıfırladı. Ben afallasam da yüzüne yine dönmedim.

Elleri ile yüzümü kavrayıp kendi yüzüne çevirdi. İstemsizce gözlerim gözlerine kilitlendi. "Yapma öyle, tamam böyle de tatlısın ama yüzüme bak, n'olur birtanem?" Dediğinde gerçekten yüzüne şaşkın bir şekilde odaklanmıştım. Ben bir an ne olduğunu anlayamamıştım.

Şey yapma, tamam böyle de şeysin ama şey yap.

"Efendim?" Dedim cidden ne olduğunu anlamadığım için. Mal gibi bakıyordum oysa. O ise yüzüme yaklaşıp alnımdan öptü. Bir kaç saniye oyalandıktan sonra geri çekildi. "Yüzünü kaçırma benden açelya, bağır çağır ama bana bak, ağlıyorsan göz yaşlarını sileyim... Sen bana bakmazsan ben bunu yapamam, kahrolurum."

Bizim adımız neydi onu unuttuk, iltifatı mı anlayalım?

"Ne yapacakmışsın?" Dedi minik bir gülümseme ile. "Yüzüne bakacakmışım yoksa şey yapamazmışsın, şey olurmuşsun."

Yüzümü çevirmeyecekmişim yoksa göz yaşlarımı silemezmişsin, kahrolurmuşsun.

O İse kahkaha atarak beni kendine çekti ve sarıldı. Kocaman kollarıyla yanında minicik kalan bana sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki kollarımı kaldırıp ona sarılamadım.

" Gel, gel. Geçelim evimize. Yorgunsun bir kahve içelim."

Evimize... Bizim evimize....

"Olur. Sanırım dalgınım o kadar." Dedim ben de bana sardığı kollarını benden yavaşça ayıran Eymen'e. Apartmana doğru ilerledik eve girmek üzere.

 

 

 

 

☀️

Eymen akın...

Eve gelmiştik, bizim evimize...

Açelya kahve yerine uyumayı seçmişti, mutluydu ama yorgundu. Ama benim mutluluğum bambaşkaydı. Açelya iyileşiyordu ve bunu bilinçli bir şekilde fark edebiliyordu. Duyguları, düşünceleri, hepsi ama hepsi düzeliyordu. Mutsuzluğu bitiyordu. Aylar süren bu karanlık tutulmadaki ay, güneş ve dünya arasından çekiliyordu. Mutsuzluklar, üzüntüler ve acılar, açelya ve benim aramdan çekiliyordu. Açelya'nın ışığı ikimizi de aydınlatıyordu.

Elim istemsizce telefona gitti mutfaktayken. Gizli numaradan gelen bir mesaj vardı, bir videoydu. Videoda ise ben vardım, açelya vardı, biz vardık...

Evlenme teklifinin olduğu andan bir kesitti. Altına ise şu yazı düşülmüştü.

 

 

 

0553*******

 

 

💾 Video

 

 

Videoyu çekecek biri lazımdı Eymen. Aranızda kalmam gerçekten büyük bir hata olurdu. Nice mutlu yıllar geçirmeniz , beni affetmeniz dileğiyle...

Siz

Beklenmeyecek bir hareket ama sağol.

Dedim anında klavyeye yönelerek. O ise cevap verdi.

 

 

0553*******

 

 

En iyisi buydu, açelya sizinle mutlu, size aşık. Size deliler gibi aşık...

Gülümsedim buna ister istemez.

Siz

Sağol...

Çevrimdışı olduğu an kapattım telefonu. Masadan kalkıp açelya'nın odasına ilerlerken kapı çaldı. Girişe doğru ilerlerken aklımdan geçirdim kim olabilir diye.

Kapıyı açtığımda züleyha teyze ile karşılaştım. Gülümsüyordu. "Ne oldu oğlum?" Dedi sırıtarak. Ben de güldüm ona karşı. "Açelya iyileşiyor züleyha teyze, ve en önemlisi bunun bilincinde, iyileşiyor..." Dedim ama anında "senin yanında iyileşiyor oğlum..." Dedi hiç düşünmeden. Ben ise kapının önünden çekildim. "Buyur, züleyha.... Anne..." Dedim. O bunu normal karşılarken içimdeki dağları görmedi, bilmiyordu ki, suçlayamazdım. Babamdan başka kimseyi sorgulayamazdım...

Züleyha anne direkt olarak Açelya'nın odasına ilerlerken ben de peşinden gittim. "Uyuyor." Dedim arkadan sessizce.

Odaya girdiğimizde Açelya'nın yüzüstü uzandığını gördüm. Züleyha anne ise hemen yanına oturdu. "Kuzum... Nelere şahit oldun sen benim minik kelebeğim?" Dedi açıkta kalan sırtını battaniyesiyle örterek. Gösterdiği anne şefkati yüreğimi dağladı ama sustum, Açelya'nın mutluluğu için sustum.

" Meleğim benim... Nur yüzlü kızım..." Dedi gözleri dolmuş bir şekilde. Açleya'nın saçları dağınık olduğu için bileğinde anne içgüdüsüyle duran lastik toka ile topladı saçlarını. Yavaşça, nazikçe topladı tüm saçlarını o tokanın içinde. Ben ise yavaş ve büyük adımlarla ilerledim yanlarına. Telefonu çıkarttım cebimden. Kaan'ın attığı videoyu açıp eline tutuşturdum. Züleyha anne merakla telefonu eline alıp izlemeye başladı.

Videoyu sonuna kadar izledi buruk bir gülümsemeyle. En sonunda elindeki telefonu kapatıp bana verdi. "Aferin oğlum..." Dedi kollarını sarılmak için havaya kaldırarak. "Sen de benim oğlumsun Eymen. Ayrı sayma kendini."

"Estafir-" estafirullah diyecektim ama lafım bölündü.

"Ne estafirullah? Benim oğlumsun, o kadar." Dedi hem sınırlı hem sahiplenici bir tavırla. Ben ise daha çok sarıldım züleyha anneye.

Dakikalar yine geçti, Açelya'nın mırıltısı ile irkilsem de bunu belli etmedim. "Eymen..." Dedi yarı uykulu bir şekilde.

"Efendim?" Dedim hemen.

"Nerdesin?" Dedi, beni göremiyordu çünkü hala yüzüstü yatıyordu güldüm ister istemez.

"Arkanda." Dedim sadece ama gülüşümü bastıramıyordum.

Arkasına döndüğünde ilk olarak züleyha teyzeyi gördü. Uykulu uykulu "anne..." Dedi. Sonra birden irkildi. "Bana hepsi rüyaydı deme! Bana Eymen rüyaydı deme anne!" Dedi anında.

Bu duruma kahkahayla güldüm hatta anıra anıra. Komikti gerçekten. Züleyha teyze ise oyunu yürütmeye başladı. "Ne Eymen'i kuzum? Hadi kalk da ekmek al, kahvaltı yapalım." Ben ise yataktan kalkıp kapı eşiğine geçmiştim.

"Ananı..." Dedi tüm yaşadıklarımızı hatırlarken. "Hepsi rüya mıydı şimdi?" Mırıltıyla onayladı beni. " Kızım kalk hadi kahvaltı yapalım sonra bavulunu hazırlayacaksın." Dedi daha da gerçekçi bir oyuna girerek.

"Ya anne gittim ben Mardin'e, komşum vardı, vuruldum, kaçırıldım. Evlilik teklifi aldım..." Dedi. Son örnek ise mutlu etti onu. Aklına yüzük geldi. "Bak yüzük!" Dedi kanıtlamak istercesine.

En sonunda odanın Ankara'daki oda olmadığını anladı. "Hem Eymen'in evi burası... Bizim evimiz..."

Gözleri odada dolaşırken beni gördü. "Bak işte!" Dedi sinirle. Tongaya düştüğünü anlamıştı. Annesine döndü. "Sende mi züleyha sultan?" Gözlerini kısarak baktı. "Yazıklar olsun! Hadi bu evrimleşmemiş maymun benimle oynuyor, sen niye ya?"

"Âşk olsun, ben neandertal miyim?" Dedim kapı eşiğinden yanına gelirken. "Yok, ondan değil... Sinirlerımle oynuyorsun..." Dedi bir anda değişen ve kısılan ses tonuyla. Ben ise hemen yanına oturdum. Sol elimle sarıldım ve burnumu saçlarına sürttüm. "Anladım seni ben." Dedim saçlarından dolayı boğuk çıkan sesimle. " Beni zaten bu hayatta dört kişi anladı Eymen. Sen, annem, abim ve tuğrul abim... Beni anladığını dile hep getir ama olur mu? Ben bilsem de hatırlat bana..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☀️

"Anne! Babamı çağırdın mı?" Diye seslendim mutfaktan. Ani bir kararla yemek yapmaya yeltenmiştik. "Hele bir yemeği halledin kuzum, ben hallederim onu." Dedi annem bağırmadan. Sanki daha bir yumuşamıştı. Biraz daha kibardı, bana bir şey söyleyeceği zaman iki defa düşünüyordu sanki...

"Eymen bana doğrama tahtasını uzatabilir misin?" Dedim salata malzemelerini dolaptan çıkartırken. O ise hemen masaya yerleştirdi doğrama tahtasını. "Sağ ol." Dedim malzemeleri yıkarken. O ise arkamdan kollarımı vücuduma yapıştırarak sarıldı bir çocuk gibi. " En çok sen sağ ol benim canım..." Dedi ve kulağımın altına minik bir buse kondurup çekildi. Kendi kendime gülümsedim.

Çok seviyor... Kararlarım da değişmeyecek gibi açe, kör kütük aşık...

Biliyordum... Eymen'in beni ne kadar sevdiğini, nasıl baktığını, bana bakarken nasıl hissettiğini.... Seviyordu, seviliyordum... Artık tam olarak biliyordum bunu.

Sevilmek, bir insana olan tüm güveninle dayanabilmek, sizi sarsan bir olaydan tek başına değil de bir dayanak ile çıkmak, çıkabilmekti...

Domatesleri küp küp doğradıktan sonra soğanları doğrarken bu düşüncelerle dikkatim dağılmış, işaret parmağımın tırnağının hemen üstündeki et parçasını kesmiştim. Akan kan az değildi ama ônemli de değildi. Benim şaşırdığım şey ise acının olmamasıydı.

Hemen hareketlenip suyun altına tuttum parmağımın kanayan yerini. Eymen'in gözleri ise anında bana döndü. Görür görmez eli ile parmağımı tuttu. "Acıdı mı balım?" Diye sordu gözleri ile yarayı incelerken. "Beni şaşırttı ama acımadı." Dedim kısık sesle. Derince iç çekti. "Bekle beni, yara bandı getirip geliyorum." Dedi parmağımı öpüp kapıya doğru ilerlerken.

Canım acımamıştı çünkü alışmıştım... Evet! Bir yıl öncesinde evde parmağım kesildi diye sızlanırken şimdi zar zor fark etmiştim. Eymen'i suçlamıyordum, suçladığım kaderimdi, yaşamımdı, yaşadıklarımdı...

Saniyeler sonra Eymen yara bandı ile geldi mutfağa. "Ne gerek vardı be gülüm? Sen benim yaralarımı örten en iyi yara bandısın. Sen olmadıktan sonra nasıl kapanır yaralarım." Dedim komik bir tavırla. Eymen ise sıçışa sıçışa güldü. "Karadayı açelya..." Dedi kahkahalarının arasından.

"Kabadayı olmasın?" Dedim kelimesini düzeltmek için ama bir yandan da gülüyordum. O ise gözleri kısılmış bir şekilde gülerken işaret parmağını salladı bana. "Hayır... Penguen var bir videoda, üç defa ölüm dediklerinde tekneye çıkıyor.. adı da karadayı Faruk..." dedi ve aklına gelen şeyle tekrar güldü. "Kimin canı alınacak ollumm! Bu gün listede kuyruk var kuyyrukk!" Dedi videodaki seslendirmesi taklit ederek. Ben de güldüm bu taklitlerine. O kadar güldüm ki ellerimle dizlerimden destek almam gerekti. Neredeyse ilk defa acı yerine gülmekten dolayı destek alıyordum dizlerimden.

Gülüşlerimiz mutfağı doldururken "iki çocuk gibiyiz ya!" Dedim gülüşlerimi hafifletmeye çalışarak. O ise sakinleşmiş bir şekilde yanıma geldi ama gülümsemesi hâlâ yüzündeydi. "Beni bilmem ama sen çocuk gibi tatlı ve minyonsun." Dedi ellerini yüzüme yerleştirerek. Ben ise kaşlarımı çattım. "Ben kısa değilim." Dedim sinirle. O ise benimle uğraşmak istiyordu anlaşılan. "Benim ağzımdan kısa diye bir şey çıkmadı." Dedi ama gözlerimi kısmış ona bakıyordum. O ise ellerini yüzümden çekip güldü. Otuz iki diş, gözleri kısılmış bir şekilde gülüyordu.

Böyle bile yakışıklı bu adam. Acaba ne kullanıyor sorsak mı?

Gerçekten de sevmiştim bu görüntüyü. Fazla keskin olmayan ama göze çarpan çene hatları, kısılmış kömür karası gözleri, geniş ve güzel gülüşü... Hayran bırakıyordu.

O ise çok bekletmeden beni kendine çekti ve sarıldı. Her sarılışında benden uzak kalmak istemediğini anlıyordum. Adeta içinde taşımak istiyordu beni. Bu ise beni daha da çok mutlu ediyordu.

Omuzlarımdan tutup beni kendinden ayırdığında gözleri yüzümü inceledi. Alnımı, kaşlarımı, burnumu, yanaklarımı ve dudağımı taradı gözleri. En son bir kaç saniye izledi dudaklarımı. Ne düşünüyordu? Hızlıca vurdum omzuna. Elbette ona etki etmezdi ama ansızın vurduğum için kaşlarını çatarak inledi. "Ben ne yaptım şimdi?" Dedi acı içinde. "Sapık!" Dedim fısıltıyla. "Ne! Resmen iftira!"

" İki saat bakakaldın dudaklarımda. Ne düşünüyorsun sen öyle!"

"Her an Seni öptüğümü düşünmek sapıklıksa evet, âlâsı benim. Aynı zamanda evli sayılırız." Dedi bir anda. Afallamıştım... Evet! Cidden şaşırmıştım. Her an, her saniye bunu mu düşünüyordu?

" Her an mı?" Dedim ama bu bir soru değildi, şaşırdığımın belirtisiydi. "Hıhı... Sen de benim omzumu çürüt böyle. Hayır onu da anlamıyorum ki balım, hep aynı yere vurmayı nasıl tutturabiliyorsun?" Dedi . Ben ise üzülmüştüm, ama ucundan, çok az...

Yavaş adımlarla sol omzuna yaklaşım. Sol kolunu saran t-shirt'ün kolunu sıyırıp vurduğum yeri öptüm. O bana bakakalmışken aynı yeri ve çevresini art ardına öptüm. O ise yüzüne huzurlu bir tebessüm takınırken derinlerden gelen bir sesle "oh... İşte bu cidden iyi geldi..." Dedi ve kolunu çekip sarıldı bana. O da benim yüzümü sayısız defa öptü. Ben de onun gibi oh çektim. O an aldığım kokuyla gözlerim fal taşı gibi açıldı ikimizde aynı anda "yemek!" Diye bağırdık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☀️

Gözlerimi sımsıkı kapatmış annemin azarlarını dinliyordum yani şey... Dinliyorduk. Bir doksan yedi boylu poslu sevgilim de benimle beraber işitiyordu azarların hepsini. "Yok! Ben yirmi dört sene boyunca nasıl güvenebilirim ki buna! Hiç sorumluluk sahibi değilsin, hiç!" Daha sonra Eymen'e döndü gözleri. "Bari sen yüzümü kara çıkartma oğlum lan! Yemeği boş ver tencere komple yanmış aklınız neredeydi sizin? Dümdüz tencere yanmış lan! Biraz daha beklese kömürden elmasa evrimleşecekmiş!"

Eymen çaktırmadan kulağıma eğilip "annenin bizim ağzımıza sıçma ihtimali yüzde kaç?" Dedi ciddi ciddi. Ben ise gözlerimi annemden ayırmadan "yüz elli." Dedim. Naneyi yemiştik kaçmak olmazdı.

Anladım dercesine geri çekildi ama elimi de bırakmıyordu. Bu tür temasları bana güven veriyordu; belime sarılması, burnunun saçlarımı okşaması, parmaklarını parmaklarıma sarması...

"Yok! Ben anladım, siz evlenseniz hayatta kalamazsınız. " Dedi bir anda annem. İkimizde titredik istemsizce yerimizde. Bir kaç saniye ardından Eymen'in telefonu çaldı. Salona yayılan ölüm sessizliğinde sesi duyulan telefona döndü annemin gözleri. "Müsadenle an... Anne..." Dedi ama kekelemesi kelime değil, anneme olan korkusuydu, anlamıştım. "Git konuş." Dedi eli ile işaret ederek.

"Anne." Dedim nazlı nazlı harfleri uzatarak. "Ne var!" Dedi ters ters. "Züleyha sultan, ôzür dileriz. Yemin ederim ki parmağım kesildi, aklımızdan çıktı." Dedim işaret parmağımı havaya kaldırarak. Onun sert bakışları anında yumuşadı. "Getir bakayım kuzum." Dedi hızla yanıma doğru adımlarken. Yara bandını yavaşça çıkardı. "Ama bir tentürdiot sürseydinin kuzum, böyle olmaz ki. Sen bekle beni." Dedi hızlı hızlı kapıya doğru yönelirken.

Ahh be züleyha sultan ahh... Senin canını yerim ben...

Annem bir dakika içinde yanıma geri geldiğinde onun arkasından Eymen girdi salona. Annem koltukta yanıma oturmuş tentürdiotu pamukla yaranın çevresine yediriyordu. Eymen ise sıkkınlıkla girdi içeri. "Anne benim alayda bir kaç işim var, gece de oradayım. Yarın akşama kadar gelirim." Dedi ama gözleri bendeydi.

"Tamam oğlum, giderken bir şeyler yemeyi unutma. Gittiğin zaman da tuğrul abine selamımı ilet." Dedi annem de gözlerini yaradan ayırmazken. Eymen ise yüzüme yaklaşım iki yanağımdan da öptü. "Görüşürüz." Dedim elimle uzaktan öperek. O da "görüşeceğiz zaten balım." Dedi ve evden çıktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☀️

"Konuş! Arkanızda kim var?" Diyen tuğrul abinin sesi hücrelerin bulunduğu koridorun başına kadar geliyordu. Karidorun kapısında nöbet tutan askerler beni gördüğü an kapıyı açtı. Ufakça bir baş hareketiyle selam verdim. "kolay gelsin Eymen komutanım." Dedi ekrem. Sıkı bir dostluğumuz vardı. "Sağ olasın, sikicem belalarını zaten." Dedim zevkle.

Arjin de şiyar da elimizde olduğu halde teker teker sorgulayacaktık. Onların arkasında elbet ki birileri vardı. Yoksa türkiye cumhuriyetine kafa tutacak göt onlarda yoktu. Böyle bir cesaret kimse de yoktu.

İlk önce tuğrul abinin olduğu hücreye girdim, şiyar vardı. Onu gördüğüm an dudağımın sol kenarı zevkle yukarı kıvrıldı. Tuğrul abinin kulağına doğru "tek hatasında bana bırak bu orospuyu." Dedim . Daha sonra ise kulağından uzaklaşıp sesli bir şekilde ise "züleyha teyzenin selamı var, iyi dövün dedi." Dedim ama biraz da sallamıştım.

"Züleyha teyzemiz isterse yapmaz mıyız?" Dedi şiyar'a ölümcül bakışlarını atarken tuğrul abi.

Yavaş ama büyük adımlarla oturduğu sandalyeye yaklaştım. Yüzümü yüz hizasına eğerek "ben sana bir takım sorular soracağım, sen de cevaplayacaksın. Ha... Diyelim ki cevaplamadın, senin kafanı duvarda parçalarım şiyar." Dedim soğukkanlılıkla. Korkudan titrediği gözle görülecek kadar belliydi. Ben ise ilk soruya başladım.

"Soru bir; Açelya'yı niye kaçırdın? Cevap süresi on saniye!" Dedim gözlerimi büyüterek. O ise güçlükle toplamaya çalıştı kendini. Pek de niyetli değildi. "Duvar ile kafan arasında yedi saniye kaldı şiyar, hızlı düşün!" Dedim en ölümcül ses tonuyla.

"Beş!" Kelimeleri toplamaya çalışıyordu.

"Dört!" Yutkundu korkuyla.

"Üç, şiyar'ı dövmek için toplarım güç!" Diyerek kafiye kattım tehditlerime. Daha da keyifliydi sorgu.

"İki, şiyar'ın kafası naneyi yedi!" Dedim sinir bozucu bir şekilde.

"B-" bir diyecektim ki ötmeye başladı. "Arjin sizin elinizdeydi ve bizim için önemliydi, onu almak için kullandık." Dedi.

"Correct answer!" Dedim parmağımı şıklatarak.

"Soru iki; arjin' in sizin aranızdaki görevi ne? Cevap süresi on saniye!" Dedim yine onun ürkmesini sağlayarak. Beni bekletmeden "silah ithalatını ve uluslararası terördeki yerimizi arjin yapıyor." Dedi cevap olarak.

"İstediğim dilden konuşuyorsun." Dedim sinsi bir gülümseme ile.

"Soru üç; uluslararası teröre kimler destek veriyor? Cevap süresi on saniye!" Dedim tekrar ederek.

Bu sefer cevap verip vermemek arasındaki arafta sıkıştı şiyar.

"Yedi! Cevap vermezsen Eymen seni sikti!" Dedim daha iyi bir kafiyeyle.

"Altı! Şiyar'ın kafası duvara bir saniye daha yaklaştı!" Cevap vermemeye yemin etmişti sanki.

"Beş! Şiyar olacak benim ellerimde leş!" Ağzını dahi kıpırdatmadı.

"Dört! Şiyar cevap vermezse olacak göt!"

"Üç! " Dedim elimi kafasının arkasına atarak.

"İki!" Elimle saçlarını kavradım ama sıkmadım. Sinirlerim tepeme yükseliyordu.

"Bir! Cevap vermezsen kafanla duvar bütünleşecek it!" Dedim dişlerimi sıkıp, kafiyeden uzaklaşarak. Kafasını iki yana salladı kararlılıkla.

Hiç beklenmedik bir anda saçlarını kavrayıp duvara yapıştırdığımda bunu tuğrul abi de beklemiyordu. Alnını duvarı kırarcasına duvara bastırırken dişlerimin arasından "sana on saniye dedim!" Dedim soğukkanlılıkla. Elimle kafasını geriye çekip hızla tekrar vurdum duvara. Aşağı yukarı sürtmeye başladım duvara. Duvara doğru sıyrılan derisinin ardından kan akmaya başladı. "Sana konuş dedim değil mi!" Diye bağırdı kulağına doğru. O acı içinde feryat ederken canavar yanımı çıkardım ona karşı. "Uluslararası teröre kimler destek veriyor!" Diye bağırdım kulağına doğru. Yine bir cevap vermedi.

Elimi şiyar'ın kafasından çekmezken tuğrul abiye döndüm. "Abi, bana şu duvardaki zincirlerin anahtarını getir. Bu bir emirdir!" Dedim bağırarak. Tuğrul abi önümde hazır ol komutuna geçip hızla çıktı hücreden.

Şiyar'ın yüzünü kendime çevirdim. Alnından akan kanlar burun, ağız ve göz çevresini gizlemişti. "Sana neler yapacağımı tahmin bile edemezsin şiyar. Artık ölmek için yalvaracaksın ama ben seni öldürmeyeceğim, seni bu dünyada süründüreceğim şiyar!" Diye bağırdım bir yandan elimle kafasını sarsarak.

Tuğrul abi hücreye anahtarlarla girdiğinde "bağla şunu!" Dedim. Artık gözümü kan bürümüştü. Tuğrul abi ise hemen bağladı onu. Şiyar'ın karşısındaki sandalyeye oturdum.

"Sana yapacaklarımdan bahsetmek istiyorum." Dedim resmiyetle ama sandalyeye ters oturmuştum. "Artık öyle bir acıyacak ki yağlayın! Diye bağıracaksın." Dedim taklit yaparak. "Abi kazığı getir." Dediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı. Cani bir şekilde attığım kahkahalar tüm koridora yayıldı.

"Şaka! Daha beter edeceğim seni şiyar. Senin azrailin değil celladın olacağım." Dedim en karanlık yüzümle.

Korku ile bakan gözlerine hiç bir merhamet duymadım. Tek istediğim, şehitlerimizin intikamı ve korumak istediğim can - ı güzel vatanımdı.

"Sana tekrar soruyorum, uluslararası terörü kimler destekliyor! Türkiyeye olan terörü dünyada kimler destekliyor!"

" İngiltere 7. Noteri William care, Ermenistan içişleri bakanı tunin yeznik, eski Almanya maliye bakanı Hannah Elias ve birkaç kişi daha. Yaklaşık on yedi kişiler ama elebaşları bu saydıklarım." Dedi ağzına dolan kanı tükürmeye çalışırken. Güldüm bu haline.

"Soru dört; peki ya sizin elebaşınız kim şiyar, ismi, cismi, her ne sikse söyle, sizin başınıda kim var?"

"İsmini bilmem ben, kimseye söylemez ama biz ona основатель diyoruz." Dedi korkuyla. Rusçada asnovatel diye telaffuz edilen, kurucu anlamına gelen bir kelimeydi bu. "Rus mu, yoksa eski Sovyet devletlerinden birinin yerlisi mı, ya da yörük mü?" Dedim ciddiyetle. "Bilmiyorum." Dedi tok bir sesle. Yavaşça sandalyeden kalktım. Yanına doğru sakince ilerledim ve anında karnına sol ayağımı geçirdim. " Nereli!" Diye sordum tekrardan. Elleri bağlı olduğu için acısını bastırmak amacıyla bacaklarını çekti kendine. "Yörük, ama nerenin bilmem, yeminle bilmem." Dedi korku ve acıyla.

"Peki, bu günün finali olarak.... Hımmm..." Dedim düşünceli bir sesle. "Bu основатель' in altında çalışan kişiler elbet ki vardır, kim onlar!" Dedim bağırarak.

"Bilmiyorum." Dedi yüzünü eğerek.

Karın boşluğuna vurdum son gücümle. Ağzından kanlar gelmeye başladığında aldırmadan "başka, kim, var!" Dedim kelime kelime.

"Gerçekleten bilmiyorum. Ben en düşük kademedeyim ve emir verenlerin ismini ve kendisini bilmem. Bana ne denirse yaparım." Dedi çenesi ve boynu kanlarka örtünürken. Sandalyeden kalkıp önünde eğildim yüz hizasına gelmek için.

"Şuan o kadar aciz bir yaratıksın ki..." Dedim dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı iki yana sallayarak. "Bilmediğin biri için çalışmak , bilmediğin bir amaç için kendini feda etmek.... Aptalsın şiyar, aptalın tekisin ve bundan sonra sana sadece Allah acıyacak, şu kurban olduğum Allah'a dua et." Dedim sakin bir ses tonuyla. Ayağa kalkıp arkamı döndüğümde "kalk abi, biraz vicdanı ile yalnız kalsın, gerçi suçsuz ve masum bir kadını kaçırıp öldüresiye döven bir adamda vicdan aramam hata olur. Kendi ile yalnız bırak onu. Arjin'i yarın sabah sorgulayacağız." Dedim ve hücreden çıktım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☀️

 

Alayda yavaş ama büyük adımlarımla ilerliyordum. Binada kendi odamda üstümü değiştirdikten sonra yemekhaneye iniyordum. Acıkmıştım sonuçta. Hem açelya'ya hem de yemeğe...

Yemekhaneye girdiğimde kendi yemek tabağımı alıp pilav ve kuru fasulyeden kattım bir kaç kaşık. Bir dilimde ekmek alıp bizim timin olduğu masaya ilerledim. Tabağımı masaya bıraktırdığımda "ooo... Sizi görürmüydük buralarda be komutanım." Dedi emir, yiğit ve Berkcan aynı anda. "Gevşek gevşek davranmanıza bir şey diyesim dahi yok! Hepinizi çok özledim." Dedim yarım ağız bir gülüşle.

"Hoşgeldiniz be komutanım." Dedi yağmur da diğerlerine katılarak. Başımı eğerek selam verdiğimde alkışlar kopmaya başladı ama anında elimle susturdum.

"Şiyar'a dönecek olursak..." Dedim kaşığımı pilavıma batırarak. " Arjin, onların silah ithalatını ve uluslararası terördeki yerlerini edinmiş. Bizim elimize düşünce de Açelya'yı kaçırmış. Başlarında Основатель adında biri var. En başlarında. Onu bulmamız lazım. Uluslararası terôrdeki on yedi kişinin ele başları üç kişi ; William care, tunin yeznik ve Hannah Elias..." Dediğimde masadan yağmur abla atıldı.

"İngiltere 7. Noteri, Ermenistan içişleri bakanı ve almanya'nın eski maliye bakanı..." Diye izah etti söylediğim isimleri. "Aynen öyle.... Yarın sabah ilk işimiz tuğrul abi ile arjin'i sorguya çekmek olacak. Eğer ki şiyardan farklı bir bilgi verirse, ikisini aynı anda sorguya çekeceğiz lakin farklı mekanlarda. Kulağımızdaki kulaklıklarla bilgileri vereceğiz. Yine aynı olmazsa, sıkın boğazlarını, bizim için çöpten başka bir şey olmazlar." Dedim kaşlarımı çatarak.

"Bu kurucu denen eleman, nereli?" Dedi Mustafa abi kafasını sallayarak sanki bu ne ayak dercesine.

"Şiyar'ın dediklerine göre yörük, asyalı olma olasılığı yüksek ve ben kendi fikrimce türkmenistan yörüklerinden olduğunu düşünüyorum." Dedim kendi fikrimi öne sunarak. Diğerleri ise pek emin değildi, kuşku insanı boğuyordu.

"Sizin fikirlerinize açığım kartal." Dedim resmi bir ses tonuyla. Diğerlerinden ses dahi çıkmadı. Kafamı sağa doğru eğdim. "Öyle olsun. Emin değilsiniz, şüphe dört bir yanımızı sardı, anlıyorum ama siz bu cumhuriyetin askerlerisiniz. Emin hareket etmek zorundayız, durmadan, kuşkulanmadan.." dedim son kelimeyi bastırarak.

"Haklısınız komutanım ama en ufak bir yanlışımızda ne olduğunu biliyorsunuz." Dedi emir gözlerini yerden kaldırmadan. "Anlıyorum... Açelya'nın kaçırıldığı günü de kanlı canlı her gece yaşıyorum ama hızlı olmamız lazım, kararlarımızı hızlı vermemiz lazım..."

"Yarın sorguya çeker ve emin oluruz, operasyonlara başlar, onları teker teker düşürürüz... En başa ulaşmamız bir yılı geçmemeli. Eğer geçerse... Doğu ve güney anadoluyu kaybederiz gençler. Vatan toprağını verecek misiniz onlara?" Dedim sakince.

" Bu vatan bizimdir, milli sınırlar içerisinde bir bütündür, bölünemez." Dediler hep bir ağızdan kartal. Evet, biraz şakacı biraz gevşeklerdi ama gözlerini kırpmadan tek bir terörist bırakmazlardı.

"Aferin aslanlarım, aferin... Şimdi odalarınıza geçin, dinlenin... Vaktimiz az, saat 04.30 gibi herkes ayakta olsun, çalışmalara başlıyoruz." Dedim tabağımla birlikte ayaklanarak. "Açelya'yı özlemiş, telefon açmaya gidiyor." Dedi tuğrul abi arkamdan fısıldayarak ama duydum. Güldüm kendimce, o benim karımdı. Tabii ki özleyecektim. O benim için suydu, topraktı, sonumdu...

Odama, buradaki tek mahremiyetime girdiğimde elim otomatik olarak telefondeki o ismin üzerine tıkladı;

🫀karım🫀

Benim karım...

Bir kaç saniye sonra müptelası olduğum ses neşeli bir tavırla "alo?" Dedi telefona karşı. "Nasılsın hayatım?"

"İyiyim. Sen nasılsın, ne oldu, çok mu uzun sürdü işin, yemek yedi-"

"Sakin ol balım, her şeyim tam, sakin..." Dedim onu rahatlatmak isteyen sesimle.

"Peki... Sizinkiler nasıl?"

"Boş ver onları. Özledim seni, çok özledim... Fotoğrafın yetmiyor bana." Dediğimde şen bir şekilde güldü, çok güzel gülüyordu. Ses gelmediğinde ise ben bir soru yônelttim.

"Parmağın nasıl?"

"İyi, annem tentürdiot falan sürdü. Ben... Ya ben sanırım seni özledim." Dedi . Emin değildi. Güldüm bu haline ama içim gidiyordu. Uzağımda kaldıkça içim acıyordu.

" Kaç güne gelirsin?" Diye bir soru yöneltti. Derin bir nefes verdim. "Bilmiyorum balım, bilmiyorum. Bu davayı bir yıl içerisinde kapatmamız lazım ama çok karışık. Ben size yarın akşam dedim ama iki hafta aralıksız buradayım gibi duruyor." Dedim içli içli. O da derin bir nefes verdi. "İki hafta mı?" Dedi , inanabilmiş değildi açıkçası. Mırıltıyla onayladım onu ama odaya beraber kaldığım tuğrul ve Mustafa abi geldi.

"Neyse hayatım benim kapatmam lazım." Dediğimde biraz üzülse de "tamam gürüşürüz." Diyerek kapattı telefonu.

Kapattığım telefonu yatağın öbür ucuna atıp kendimi geri attım. "Offf of... İki hafta ne ya!" Dedim sitemli bir tavırla.

"Ne oldu lan.?" Dedi tuğrul abi ama bana gülecek gibi duruyordu.

"Abi iki hafta nasıl ayrı kalacağım ben açelya'dan?" Dedim tavandaki duvarı incelerken.

"Boş ver keloğlan! Sence o gelmeyecek buraya iki hafta boyunca?" Dedi Mustafa abi de.

"Abi Allah aşkına evli barklı adamsın yaptığın ne ya!"

"Ne var oğlum enerji biraz ya!" Dediğinde cidden bir gariplik sezdim. Mustafa abi böyle değildi. "Abi sen iyi misin?" Dediğimde omuzları çöktü, yüzündeki gülüşü dondu. "Çok mu belli oluyor lan?" Dedi kırık bir sesle. "Dökül bakalım."

"Oğlum sıla bir türlü iyileşmiyor lan. İçim gidiyor bir aydır ama tık yok. Korkuyorum oğlum ben." Dediğinde ikimizin de sanki bunu bildiğimizi hissettim.

"Abi deme öyle. Bak açelya'ya, ben onun için dört aydır uğraşıyorum abi, geldiği ilk ay vuruldu kız, o günden sonra değişti, gülüşleri sahteleşti ama ben pes etmedim. Ve şimdi kendi bile iyileştiğinin farkında."

​"Diyorsun?" Dedi şaşkınlıkla.

"Aynen. Sen akışına bırak, darlama. Elbet ki iyileşecek."

"Deneyelim bakalım." Dedi ümitsizce. Bu durumlarda eli kolu bağlı kalmak yerine her şeyi deneyebilirdi insan. Sevgi, sevdiğin kişinin iyiliği için seni kül ederdi, o iyileşirdi ama sen yok olurdun o iyileşene kadar...

"Neyse, uyuyun hadi. 04.30'a kadar uykunuzu alamazsanız görürüm sizi." Dedi tuğrul abi. Hak verdik ve lambayı kapatıp kafamızı yastığa vurduk.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☀️

"Asker kalk!" Diye girdim emir, Berkcan ve yiğit'in kaldığı odaya. Uykularına düşkünlerdi, biliyordum. Bu yüzden de odaya gelmiştim onları uyandırmaya. "Haydi asker! Dağda da mı uyuyacaksın, ha!" Dedim gözlerini ovalayarak bana bakan üçlüye.

"Komutanım on dakika daha, bir saniye bile geçersem namerdim ." Dedi yiğit uykulu uykulu. "Uyumak yok, haydi gençler." Dedim şen bir şekilde. Uykulu olmaları cidden komiğime gidiyordu .

Sabah erkenden kalkıp üniformamı giymiştim. Postallarımı giyerken ise açelya'dan mesaj almıştım. Evet... Saat 04.00 ' da uyanıktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

🫀Karım🫀

 

 

 

 

 

 

 

 

Uyanık mısın?

Siz

Ne oldu balım?

 

 

 

 

 

 

 

 

Sıkıldım... Sensiz çok sıkıcı!

Merak etme. İki hafta çabuk geçecek, emrettim.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bazen asker ciddiyeti bulamıyorum sende. Çok komik olduğunu söylemek isterim.

Tabii... Öyle inceliklerim vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Neyse tutmayayım ben seni.

 

 

 

 

 

 

 

 

Haa. Seni çok sevdiğimi unutma sakın.

Katiyyen.

 

Beremi de kafamın üstünde sabitleyip çıkmıştım odamdan. Tuğrul ve Mustafa abi aşağı da bekliyordu. Ben de bu dangalakları uyandırıyordum. Diğer ikisinin işi kolaydı çünkü yağmur abla yaklaşık on dakika sonra aşağıda olacaktı.

"On dakika içinde parkurun önünde olun, canınızı yakarım!" Dedim ciddi bir şekilde.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

☀️

"Kızım sabah oldu haydi, kalk artık."

Bu ses nereden geliyordu, Allah'ım n'olur uyanmayayım...

"Bir saat daha.... Yalvarırım...." Dedim yarım ağızla ama nafile, sultan çıldırdı. "Kız kalk haydi! Kahvaltı hazır. Vallahi bir daha hazırlamam!"

Ne! Aç mı kalmak? Biz mi? Asla açe uyan kızım!

Hızla gözlerimi açtığımda annemin gitmekte olduğunu gördüm. "Aç kalmam." Diyerek kalktım yataktan.

"Tamam, geldim. vallahi de billahi de geldim." Dedim telaşla ama babam ve annem buna güldü. Hâlbuki gülmeleri için yapmamıştım ama güldürdüğüm için de mutlu olmuştum.

Hep beraber masaya oturduğumuzda bir eksiklik vardı sanki.... O eksikti, büyük ihtimalle sabah dörtten beri uyanıktı, yorulmuştur kesin...

Derin düşüncelerden annemin kolumu dürtmesiyle ayıldım. "Yemeğini ye haydi kuzum." Dedi.

Boğazımızdan geçmiyor anne!

"Ben aç değilim sanki ya..." Dedim tabağa bakarken. Elim masaya koyduğum telefonuma gitti.

Saat 10.30 'du... Bence müsaitti.

Bir hışımla masadan kalkıp odama doğru ilerledim. "Kızım bir yemek yeseydin." Diyen babama "aç değilim baba, çıkmam lazım." Dedim elime aldığım kıyafetleri giyerken.

Hâlâ kış ayındaydık. Bu yüzden üstüme beyaz bir yün kazak, altıma ise lacivert, kumaş bir pantolon giydim. Saçlarımın buklelerini açıp omzumun arkasına attım. Hafif bir kapatıcı ve ruj kullanıp evden çıktım.

Elimdeki arabanın anahtarını çevirirken cebime attığım telefonuma mesaj geldi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

♥️Aşkımm🤍

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gelmeyecek misin alaya?

AKlıma gelen fikirle klavyeye abandım

Siz

GElemem, meşgulüm...

Gönder tuşuna basar basmaz yazmaya başladı.

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben bile müsaitken senin dolu olman garip...

Kusura bakma... Yarın gelmeye çalışacağım aşkım...

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne olur o son kelimeyi sesli dile getir.

Bilmem... Neyse seni çok öpüyorum .

Bay....

 

 

 

 

 

 

 

 

Aynen ondan...

Kesinlikle gelmememe sinirlenmişti. Güldüm bu hâle. Beni görünce mutlu olacağı gerçeğiyle karnıma salınan kelebekler beni huzurlandırdı.

Arabaya bindiğimde lojmana uzak olmayan alaya ilerlemeye başladım. Özlemiştim onu, cidden ilk defa bu kadar yoğun bir özlem duyuyorsum birine. Bir günde...

On beş dakika içinde alayın önüne geldiğimde arabayı kenara park edip alayın bahçesine girmek için yeltendiğimde askerlerden biri beni durdurdu. "Hanımefendi, giriş yasak." Dedi katı bir tavırla.

"Ben... Eymen için gelmiştim ama."

"Abla lütfen zorlama, yarın gel."

"Ne demek yarın gel! Ben Eymen'i görmek istiyorum!"

"Abla bağırma, zor kullanmama zorlama beni."

"Zorlamaymış... Bekle sen." Dedim ve telefona attım elimi.

♥️Aşkımm🤍

ÇAlıyor...

"Efendim hayatım?" Diye açtı telefonu. "Eymen beni içeri almıyorlar." Dedim nazlı nazlı. "Kim nereye almıyor ya!"

"Ben alaya geldim.... Almıyorlar beni, adını da verdim." Dedim ağlamaklı bir sesle. Acındırmak farzdı bize...

"Bekle sen balım. Ben hallediyorum." Dedi ve kapattı telefonu. Telefonu cebime atıp ellerimi göğsümde bağlayarak beklemeye başladım.

Bir kaç dakika sonra alayın girişine doğru ilerleyen Eymen'i gördüm. Ben de kapıdan ona sarılmak için hızla geçerken rüzgar gibi estim. Bir hışımla kollarımı boynuna sardım. Kollarını belime sımsıkı dolarken "ufff... Nasıl da özlemişim kokunu...." Dedi burnunu yine saçlarımda daldırarak. Elleri sertçe sıktı belimi. "Nasıl özlemişim..." Dedi mırıltı şeklinde. "İnan ben de seni özledim." Dedim onun siyah, kalın postallarına basarak boyuna yetişmeye çalışırken.

Kollarımı boynundan çözüp yanaklarına yöneldim. Kafasını bana doğru yaklaştırıp iki yanağından da birden çok defa öptüm. O ise bu faslı bitirip arkaya döndü. "Sen kimi almıyordun lan öyle, ha?" Dedi sinirli bir şekilde.

"Özür dilerim komutanım, affedin, bilemedim."

"Bir daha bu güzel kadın geldiğinde kırmızı halı sereceksin lan!" Dedi sol elini kaldırarak. Asker hazır ol komutuna geçip "emredersiniz komutanım!" Diye bağırdı.

Eymen ise odağını bana verip sağ kolunu belime doladı. Beni bir tarafa yürütmeye başladı ama karşı koymadım. Ayrıca... Neden bu üniformayla bu kadar yakışıklıydı ki?

Adamın yaratılışında bu var be kızım.

Hak veriyorum.

"Ee. Dün gece uyanıktın, yorgunsundur sen şimdi... Yemek yedin mi? Antrenmandan sonra duş aldın mı? Aldıysan sıcak suyla mı aldın soğ-" diye soruları sıralayacakken alnımdan öptüğünde donakaldım. Tamam... Buna alışmalıydım.

"Ben iyiyim... Şuan havada bulut, dalda salınan yaprak kadar huzurluyum."dediğinde güldüm. "Allah Allah... Ben fırtına olurum sanıyordum ama güneş açmış..." Dedim onu baştan aşağı süzerek.

"Öyle... Toprağımsın sen benim..."

"Neden öyle söyledin?" Dedim beni getirdiği banka otururken. Beni yanına çektiğinde daha da mutlu oldum sanki.

"Çiçeğim... Ben dağda vurulsam bile yine senin olurum, yine toprağa karışırım...." Dediğinde anlık bir panikle ona dönerek "ağzından yel alsın." Dediğimde huzurlu bir gülümseme belirdi yüzünde.

"Çok seviyorum seni... Öyle böyle değil, öldürüyor beni." Dedi elini saçlarıma daldırmışken. Saç diplerimle oynuyordu ve nedense hoşuma gidiyordu.

"Gelemeyeceğim dediğimde sinirlendin değil mi?" Dedim şen bir şekilde ona dönerek lakin bu tür bir bakış beklemiyordum. Eriyordu sanki, öyle bir bakıyordu ki.... Bunu cidden anlamamıştım.

"Sinirlenmedim değil. Hatta sinirimi yiğitten çıkartmak üzere parkurda gönderiyordum ki sen aradın." Dedi yumuşak bir ses tonuyla. Cidden gözlerindeki bu bakış, bu sesin yansımasıydı, içindeki duygular bambaşkaydı.

"Biliyordum. Ama ben gelince mutlu olacağını da biliyordum." Dedim ama sesimin bu kadar çocukça çıkmasını beklemiyordum.

"Offf...."

"Ne oldu?"

"Nasıl gideceğini düşünüyorum."

"Normal arabayla."

Bu dediklerime güldüğünde anlamamıştım ama kendi sağ olsun açıkladı.

"Öyle değil balım. Ben seni nasıl bırakıcağım?" Dediğinde arkama dönüp boynundan sarılıp yanaklarına birer öpünük bıraktım. "Böyle yaparsan hiç gidemezsin. Ufacık bir kadınsın zaten, saklarım seni dolabıma, kimse görmez."

"Ne ufağı! Ufak falan değilim ben! 1.70 boyum var benim."

"Ufaksın işte." Dedi yanağıma öpücük bırakırken. Fazla tartışmayacsktım çünkü 1.96 adama göre kısaydım, o da kendi açısından haklıydı.

"Eee... Senin timin nerede, sohbet dönerdi." Dedim ama anında "onlar antrenmanda, boş ver onları."

"Peki sen neden onların başında değilsin?"

"Sen daha ônemlisin birtanem."

Biri pürmüz tutuyor bize. Ben eriyorum Açe!

"Öyle deme, ben ikinci seçeneğim. İlk seçeneğin her zaman vatan olsun Eymen. Ben seni alıkoymayayım." Dedim buruk bir tebessümle. Abimin sevgilisi de böyle derdi hep ona. O da çok seviyordu onu. Abim de hep sen benim vatanımsın derdi ona. Abim de öyle bir beyefendiydi.

"Ben iki maddeyi birden seçebiliyorum bazen." Dedi belimi tek eliyle okşarken. Ben ise yavaşça ona döndüm.

"Biliyor musun? Abimin bir sevgilisi vardı, o çok aşıktı abime, o da hep böyle derdi ona. Abim de her deyişinde 'sen benim vatanımsın, ben senden vazgeçmem.' derdi." Dedim gözlerine kilitlenerek.

"Çok doğru demiş. Ama sen daha fazlasısın çiçeğim. Sen benim sonumsun." Dedi eli ile yanağımı sıvazlarken. "Sen de öylesin, sen de benim sonumsun." Dedim içtenlikle.

"Biliyor musun? İki eksi ' - ' çarpıldığı zaman matematikte artı ' + ' olur. Biz ölümsüzüz aşkım, bizim sevgimiz, sevdamız, hayallerimiz sonsuz..."

Yazın bunu bir köşeye...

Haklısın vallahi.

"Sen böyle sözleri nereden biliyorsun öyle?" Dedim gülerek. "İlham perisi karşımda bana gülümsüyor. Ben bulurum." Dedi kafasını sağa yatırarak. O gözlerindeki sevgi o kadar saftı ki....

"Komutanım! Komutanım nerdesiniz?" Diye bir ses kulaklarımıza doldu. "Hay komutanını si.... Ne var!" Diye bağırdı birden arkasını dönerek. Yiğit'in bize doğru koştuğunu görünce elimi alnıma vurdum.

"Komutanım parkur bitti, dinleneceğik de mi komutanım?" Dedi adana şivesini takınarak.

"He dinlenecen, şimdi siktir git , hade bakem." Dedi o da bağırarak. Yiğit ise beni gördüğünde "Aaa! Açelya abla hoş geldin. Ben bizimgileri çağıram da bi' sohbet dönsün." Dedi. Ben de reddedemezdim ki şimdi. "Olur!" Diye bağırdım duyabilmrsi için.

​​​Yaklaşık on dakika sonra tüm tim bir kamelyaya oturduğunda ben de Eymen'in yanına geçtim.

"Ee, nasılsın açelya?" Diye bir soru yöneltti yağmur abla. "İyi, geçiyor zaman bir şekilde. Siz nasısınız?" Dedim ortaya bir soru yönelterek.

"Allah'a şükür iyiyiz açelya hanım yenge bacım." Diye atıldı Berkcan hemen çaprazımdan.

"Ya geçen ne oldu!" Diye lafa girdi Mustafa abi.

"Ne oldu?" Dedim merakla.

" Geçen dediğime bakma açelya, sen gelmeden önceydi, neyse... Şimdi biz görevdeyiz, tam böyle suriye filistin sınırı...." Dediğinde bize anlatmadan yiğit ve emir gülmeye başladı. Sonrasında ise mustefa abi onları susturup devam etti. "Bir yahudi asker yakalamışız, tutsak... Emir'i de kaçmasın diye bekçi bıraktık başına. Sen gel bu askere silah zoruyla kelimeyi şehadet getittir!" Deyip gülmeye başladı. Komikti de bana göre. Ben de güldüm.

"Ee, getirdi mi bari?" Dedim ben de. "Getirmez olur mu, eline de tesbihi tutturmuş ama adamın tipini görmen lazımdı." Dedi ve tekrar gülmeye başladık. Eymen hariç herkes gülüyordu. Gözlerim ise Eymen'e döndüğünde gözlerinin bende kilitlenmiş olduğunu gördüm. "Neden gülmüyorsun?" Dediğimde "manzaraya gülünmez seyredilir." Dedi ama dalmış gibiydi. Ben ise biraz afallamış olsam da önüme döndüm ve sohbete katıldım.

" Benimde abimin böyle anıları vardı anlatırdı hep. Bir gün yine görevdelermiş, Demircan abiye de bir tutsak bırakmışlar. O ne yapmış sizce?" Dedim gülmemi tutarken.

"Ne yapmış?" Diye sordu Berkcan.

" Onu tutsak tuttukları yerde direk varmış..." Dedim ve biraz kıkırdadıktan sonra sevap ettim. " Adama don atlet direk dansı yaptırmış!" Dedim ve bayağı sesli bir şekilde gülmeye başladım. Diğerleri de anıra anıra gülmeye başladıklarında Eymen'in de güldüğünü duydum.

"Sen güldün mü?" Dedim heyecanla ona dönerek. "Bu komikmiş harbiden." Dedi eli ile ağzını kapatırken.

Arkadan yiğit ise "ilk direk dans icadı!" Diye bağırdı gülerken. Bu fikire daha da çok güldüğümüde Eymen "yeter bu kadar, hadi iş başına." Dediğinde üzgün bir şekilde ona döndüm. "Ama eğleniyorduk. Çok eğlenceliydi..."

Bir kaç saniye öylece bekledi. Gözlerini gözlerime kilitledi. "Hadi bir yarım saat daha verelim." Dediğinde iki elimi birbirine vurarak "yes!" Diye bir ses çıkardım. Daha sonra ise sohbete devam ettik...

 

​​​​​

 

Bölüm : 15.12.2024 18:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...