
Eymen akın....
"Bana bakın! Bu iş bu yıla bitecek demiştim, değil mi?" Dedim kartal timine karşı. Hepsini konferans salonuna toplamıştım. Hepsi de beni dinliyordu dikkatlice. " основатель buralarda, açelya' yı kullanmak istiyor. İl sınırları içinde, alayın içinde adamları var. Ve bizim bu işi bitirmemiz lazım, anlıyor musunuz?" Hepsi de ciddi bir şekilde onayladılar beni.
"Komutanım, burada adamları olduğunu nereden biliyoruz?" Diye bir soru yöneltti yağmur. " Şöyle ki bu основатель Açelya'nın telefonuna bir konum atmış. Biz oraya gideceğimiz için açelyayı yine alaya getirdik çünkü Açelya'yı takip ediyordu. Buraya getirdiğimizde odasında burada olduğunu belirten bir not bulduk." Diye açıkladım teker teker akıllarındaki soru işaretlerini gidermek için. "Anladım..." Dedi yarım ağızla.
" Şimdi ilk önce tuğrul abi ve ben , arjin ve şiyar'ı tekrar sorguya çekeceğiz. Yağmur abla senin gôrevin büyük. Askerlerin hepsini gôzlemle, elbet ki bir açık verecekler. Siz üçlü, büyük olmesa da основатель ile ilgili bilgilere ulaşacaksınız. Size güveniyorum kartal." Dedim ve çıktım konferans salonundan. O anda telefonum çaldı, kapattığımı sanıyordum.
♥️Aşkımm♥️
"Efendim açelya'm?" Dedim telefonu açar açmaz.
"Eymen ne oluyor, niye gidiyorum ben?" O an içim acıdı. Benim sevdiğim kadının bu hâli kalbimi yakmakla beraber bedenimi de kül etti âdeta.
"İyisin açelya'm. Geleceğim ben yanına korkma. Tamam mı?"
"Ya gelemezsen?" Diye bir soru yöneltti hızlıca. Göğsüme koca bir taş yerleştirdiler sanki. Göğsümden tüm vücüduma yayıldı ağrısı. Titrek bir nefes verdim. "Geleceğim açelya. Uzun sürecek ama buna değecek."
"Sana inanıyorum." Dedi ama sesi titriyordu, yüksek değil de fısıltı şeklinde geliyordu. "İnan açelya, inan çünkü ben seni kendimden daha çok seviyorum." Dedim ama telefonu kapatmam gerekti. Onun için endişeleniyordum ama yanında Mesut albay vardı. Güvendeydi.
"Görüşürüz." Dediği gibi kapattı telefonu. Ağladığını biliyordum ve bunu bilmememi istiyordu. Her gece rüyasında ağlıyordu ama deva olamıyordum. Abisini özlüyordu yara bandı olamıyordum. Korkuyordu, saramıyordum onu güvenle çünkü bunları benden saklamaya çalışıyordu. Üzülmemi istemiyordu ama bu beni daha da çok kırıyordu. Onu sevdiğimi bilmesine rağmen benden saklıyordu. Neden?
Cevabını alamayacağım bir soru değildi ama üstelemek istemiyordum onu. Korkardı ama güçlüydü, belki çok savunmasız olabilirdi ama gücü yettiğince yapıyordu bunu. Şiyar alayda boğazına yapışmışken bile eli ile engellemeye çalışmıştı, boynunda kendi tırnaklarının bıraktığı izler vardı ama zayıftı, kırılgandı, saftı....
Bu zamana kadar yıpranmıştı, yıpratmışlardı onu. Babası, abisi, o adamlar, okuldaki kızlar .... Hepsi onu örselemişti, sevmemişti, hor görmüştü.... Düşündükçe boğazım düğümleniyordu. Onu gerçekten seviyordum. Savunmasızdı ve sanki bana ihtiyacı vardı, ben onu korumak için yaratılmışım gibiydi, öyle hissettim ve öyleydi. Kader bizi birleştirmişti çünkü yaratılış amacımız buydu. O beni iyileştirecekti, ben onu koruyacaktım... Ay ve dünya olacaktık. Ben onu korumak için sürekli çevresinde olacaktım, onun çekim kuvveti sayesinde ben hayat bulacaktım.... Biribirimiz içindik. O yarım kalmıştı, gerekirse ben onu tamamlayacaktım, kendimden vazgeçecektim. Onu deli gibi seviyordum ve değişmeyecekti, kimse değiştiremeyecekti.
Omzumu sarsan ele karşı tepki veremedim. " Şu iş hızlı bitse iyi olur." Dedim dişimi sıkarak. O ise burnu ile gülerek "aşk kuşu seni." Dediğinde tip tip baktım ona. Bir kaç dakika sonra "tamam tamam sinirlenme. Haklısın zaten." Dediğinde gôzümdeki sinir şaşkınlığa evrildi. "Haklıyım değil mi? O dünya ve ben de ayım. Ayrılmamalıyız. Ayrılırsak ben ôlürüm o savunmasız kalır." Dedim aceleyle. Tuğrul abi ise "ha?" Diyerek anlamadığını az ve öz bir şekilde özetledi. " Boş ver. Şu hücresine koyduğumun mallarının yanına gidelim."
"Açelya'dan mı öğrendin?" Dedi kıs kıs gülerken. " Hı hı... Ondan..." Dedim dalgın bir şekilde. Aklıma açelya'nın ilk geldiği günler geldi. Gülüşü, bakışları, saçları, saflığı.... Hâlâ güzeldi ama o gülüşü yoktu artık, o neşe dolu bakışları yoktu. Onu ben öldürmüştüm. Onu zamanla ben öldürmüştüm... Onu korumak yerine ben incitmiştim.
Beni sarsan ellerle irkildim. "İyi değilsin sen." Dedi sinirle. Sonra gözleri yüzüme döndü. Ne gördü anlamadım ama gözlerindeki sinir gitti ve yerine acı geldi. Bir elini babacan bir şekilde omzuma koydu. "Aslanım. Dalgın olmamalısın, kendini göreve vermelisin. Böyle olmaz. Seni anlamaya çalışıyorum ama şu an biz bir insan olamayız, duygularımızla hareket edemeyiz, özlem duyamayız.... Yazılımdan ibaretiz görevdeyken. Ama biz bunu isteyerek yapıyoruz, değil mi?" Mırıltıyla onayladım onu. "Ama olmuyor a..." Gerisini getiremeden söze girdi.
"Olduracaksın Eymen, olmak zorunda. Acımasız olmak zorundasın, duygusuz olmak zorundasın, aklınla hareket etmek zorundasın, eskisi gibi, açelya gelmeden önceki gibi..." Dedi, haklıydı da. Kendimi işime vermeliydim. Evet, açelya benim her şeyimdi, ondan ibarettim ama şu an o insan olamazdım, ayağa kalkmak zorundaydım. Düşük olan omuzlarımı dikleştirdim, her zamanki ciddi ifademi takındım, kaşlarımı çattım. "Şiyar bende..." Dedim sadece. Tuğrul abi ise gururla gülümsedi. "Benim üniversitedeki tanıştığım çocukta buydu işte." Dedi. Hızlıca hücrelere doğru ilerledim. Tuğrul abi ise hemen arkamdan geliyordu. Parmaklarımın eklem bölümlerini çıtlatıp baş parmağımla kafamı oynatıp boynumu çıtlattım.
Binaya vardığımızda kapıda derin bir nefes aldım ve içeri girdim. Şiyar'ın korktuğunu görünce sinsi bir şekilde gülümsedim. İ'm back shiyar!" Dedim alaycı bir tavırla.
"Sana yine bir takım sorular soracağım, on saniye diye bir kavram yok! Verdin verdin.... Vermezsen gôtünü vereceksin." Dedim hızlıca.
"Soru bir! Şu siktiğimin основатель orospusunun adamları alayda mı?" Dedim bağırarak. O ise anında cevap verdi. "Evet. Alaya gireceklerini söylemişlerdi." Dedi.
"Soru iki! Kaç kişiler?"
"Üç kişiler."dedi titrek bir nefesle.
"Tamam.... Bu güzel bir gelişme. Yüzüne yazık olmuş ama." Dedim dalga geçerek. Ama umrumda değildi.
"Soru üç! Sen en alt kademe olduğunu, onlar için ônemsin olduğunu söylemiştin. Bu piç kuruları sadece arjin için gelmiş olamaz. Doğruları söyle!"
"Ben ikinci kademeyim. Основатель ile bire bir görüştüm, tipini biliyorum. Kendisi Rus. Diğer adamlarımıza zarar verdiğiniz için ben de sizin karşınıza çıktım! Oldu mu? Beni rahat bırak!" Dedi korkuyla. Hoşuma gitmediği söylenemezdi.
"İstediğim dilden konuşuyorsun lan!" Dedim alayla kafadına vurarak.
" Soru dört! Bu основатель neden açelya'nın telefonuna ulaştı?"
"Onun savunmasız ve saf olduğunu biliyordu. Senin sevdalın olduğunu o köyde anlamıştım ve bunu ona sôylemiştim. Sana daha kolay ulaşabilmek için onu seçti." Dedi tükürürcesine. Çene kaslarım kasıldı sinirle.
"Peki ya onu kaçırmanız ... Ne içindi. Bundan ônce verdiğin cevaba inanmıyorum." Dedim açıklamada bulunarak. İçim acımıştı ama hissetmek istemiyordum, şuan istemiyordum. "Aslında bu söylediğim doğruydu lakin bir sebebi daha vardı; acı çektirmek. Sana acı çektirmek istedik, sevdiğini elinden almak, seni mahfedecekti." Dedi, beni derinden etkilediğini sanıyordu.
"Aferin şiyar, hızlı cevap veriyorsun." Dedim, yavaş ve rahat adımlarla yanına doğru ilerledim. Tam yüzümü onun yüzüne yaklaştırıyordum ki ayağını yüzüme doğru savurdu. Sağa doğru yatan kafamı hızlıca kaldırıp sağ yumruğumu savurdum. Üst üste sağ yumruğumla vurdum aynı yere. Sinirlerimle oynuyordu, oynamaya çalışıyordu.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun pezevenk!" Diye bağırdım. Elimle saçlarından tutup yüzünü kaldırdım. Alnındaki kabuk bağlamış olan yara sarsıntı ile beraber çatlamıştı. İnce bir kan damlası burnuna doğru akıyordu. Sol yanağındaki ağır kızarıklık ve morluk beni tatmin ediyordu.
"Sen bana vurdun mu şiyar?" Dedim fısıltı şeklinde. "Bana?" Dedim hafif sesimi yükseltmişken. "Hangi yüzle, hangi güçle peki şiyar? Çocuğunu terôr için kendi ellerinle öldürdüğün anki güçle mı? Ya da karısını boğarak öldüren bir orospunun gücüyle mı? Türk askerine kafa tutan bir yavşağın gücüyle mı?" Dedim. Onun hakkında bildiklerim hassastı. Evet! Bel altı vurmayı sevmezdim ama ateşe kôrükle gidecektim. Gidecektim çünkü o ateşte tüm kansızları yok edecektim.
"Ya da ne bileyim... Belki de silah tutmayı beceremeyen bir kadını öldürmeye çalışan bir am dölü gibi cesaret hissetmişsindir. Kökeni kırgız olmasına rağmen bir türk devletine kin besleyen bir kancık gibi...." Dediğim anda bağırmaya başladı. "Sus! Sus artık kapa çeneni. Sen çok mu iyi boksun sanki! Benim babam annemi öldürmedi! Ben kendi ellerimle kardeşimi ölüme itmedim! Bu yaşıma kadar amacım vardı, ya senin komutan? Senin askerlikten önce bir idealin var mıydı? Açelya'dan öncesine kadar bir insan mıydın sen?" Dedi küçümseyici bir şekilde. Aklıma tuğrul abi geldi. Biz iş başındayken insan değiliz Eymen, yazılımdan ibaretiz.
Son gücümle yapıştım boğazına. Ellerimi bir halat gibi doladım boğazına. Babamın annemin boğazına doladığı ip gibi sertleştirdim. Yüzünün morarmasını izledim babam gibi, o adam gibi....
"Bana bak lan fahişe, gözlerime son kez bak!" Diye yankılandı o ses kulaklarımda. Daha sonra ise annemin o boğuk ama şefkatli sesi geldi. "Yapma, yalvarırım yapma. Çocuklarımın bana ihtiyacı var! Yemin ederim istediğini yap ama çocuklarımı bu halde bırakmama izin verme!" Gerisini getirememişti. Kaskatı kesilen bedeni bırakmıştı kendini. Nefes almıyordu, bağırmıyordu ya da çığlık atmıyordu, açelya'nın vurulduğu günki gibi düzenini bile sağlayamadığı nefesini duyamıyordum o an....
Ellerim gevşedi. Şiyar'ın üstünden indim ve kapıya doğru ilerledim tek bir kelime etmeden. Koğuşun kapısını kapatıp çıktım oradan hemen. Ne düşündüğümü bilmiyordum, nereye gittiğimi bilmiyordum, ne istediğimi bilmiyordum.
Afallamışfım....
Mahvolmuştum.
Tükenmiştim....
Bitmiştim....
Ben çocukluğumu yaşayamamıştım. Dokuz yaşında annemin ölümünü izlerken bir şey yapamadığım o an büyütmüştü beni. Ben belki normal biri değildim ama kendim seçmemiştim. Annesiz büyümeyi ben istememiştim.
Odama çıktığım an kilitledim kapımı. Dolabıma doğru ilerledim sersem ve yavaş adımlarla. Oradan bir kadın kazağı çıkarttım. Eskiydi ama yıpranmamıştı, izin vermemiştim. Elimdeki tek şey buydu ondan geri kalan, ve bir kaç silik anı....
Yatağıma oturdum ve sırtımı yavaşça duvara yasladım. Elimdeki kazağı burnuma doğru götürdüm. İçime çektim o kokuyu kana kana. Merhamet kokuyordu, şefkat kokuyordu, anne kokuyordu.
Gözümden akan yaşı silmedim, ağlamak istedim. "Anne..." Dedim ağlamadan saniyeler önce. Daha sonra ise o günki dokuz yaşındaki küçük çocuk gibi ağladım. Yine bir şey yapamadım, yine engelleyemedim o adamı. Gözümden sessizce sızıyordu göz yaşlarım. Özlemime akıyordu, pişmanlığıma akıyordu, söyleyemediğim acılarıma akıyordu...
"Özür dilerim anne.... Engellemedim onu, alamadım seni onun ellerinden...., özür dilerim." Dedim ağlamam şiddetlenirken. O an gözümün ônünden bir anı bulutu geçti.
"Erkek adam ağlamaz! Ağlamayacaksın!" Diyordu o adam bana. Neden ağladığımı bilmiyordum. "Canım yanıyor!" Diye bağırmıştım yüzüne doğru. O ise bir tokat daha atmıştı, her bağırışımda bir kere daha vurmuştu.
Annem gittikten sonra her şey boka sarmıştı. Kardeşimi bir çocuk yetiştirme yurduna götürmüştüm ama o... O bu kadarına dayanamamıştı, güçsüzdü, zayıftı. Bu acı fazlaydı ona, onun ruhu da gitti benden. Onun da toprağı kaldı bana.... Benim yüzümden ölmüştü. Annemi kurtaramadığım için ölmüştü benim canımın bir parçası.
"Benim suçum.... Hepsi... Hepsi benim yüzümden oldu. Kurtaramadım onları, yapamadım, her şeyi çuvalladım. Benim yüzümden öldüler, yine beceriksiz ben kaldım arkada.... Özür dilerim anne...." Bir kere daha içime çektim kokusunu. Doyamamıştım ben bu kokuya.
Kapıda bir silüet göründü, birkaç saniye bekledi ve kısa bir süre içinde geri çekildi. Tuğrul abi olmalıydı. Anlamıştı ne yaptığımı ama umursamadım.
Yatakta yana doğru yattım ve dizlerimi bir çocuk gibi karnıma doğru çektim. "Annem.... Benim suçum hepsi... Bu yüzden ben arkada kaldım. Kardeşim bu yüzden senin yanında geldi, bu yalnızlık benim cezam anne. Kızgınsın bana, bu yüzden istemedin beni yanında.... Özür dilerim..." Bu kadar dayanıksız olduğum hatta tek dayanıksız olduğum konuydu bu. Dik duramıyordum. Gözü kara, acımasız, duygusuz biri olamıyordum.
"Benimle gurur duyup duymadığını bilmiyorum ama çok istiyorum anne. Yüzün aklıma gelmiyor, unutuyorum, fotoğraflarına bakamıyorum. Bir kere gel yanıma, hatırlatmak için. Başka hiç bir şey istemiyorum. Bir de açelya'mı koru. O gitmesin benden. Beni değil onu koru anne yalvarırım." Dedim ama cevap veren olmadı. Yatağımdan kalkıp odanın kilidini açtım. Lavaboya doğru ilerlerken omzumda bir el hissettim. "İyi misin aslanım?" Dedi tanıdık olan ses. Lakin her zamanki gibi dinamik değildi, o da bitkin bir şekilde sormuştu bu soruyu. "İyiyim abi, merak etme." Dedim ona doğru dönmeden çünkü yüzümü görmesini istemiyordum. O ise "biliyorum ne yaptığını, iyi değilsin. Ne dedi o sana?" Dediğinde şiyar'dan bahsettiğini anladım.
"Onun babası annesini almamış ondan, kardeşini ölüme itmemiş. Bir amaç uğruna yaşamış. Ben askerliğime kadar boş yaşıyormuşum." Dedim ama önemsemeyeceğini sanıyordum.
Yanılmıştım...
Tuğrul abi beni önemsiyordu. Arkamda gerçek bir baba gibi duruyordu. "Hiç bir şey senin suçun değil Eymen. Ne annenin ölümü ne de gizem'in. Sen hiç bir şey yapmadın, yapmazsın. Sen onları Açelya yı nasıl koruduysan öyle korudun."
"Orada mıydın?" Dedim ciddi bir şekilde ona dönerek. "Beni yatıştırmaya çalışma abi, bilmediğin hiç bir şeye karışma." Dedim sert bir sesle. O ise sadece sustu. Anlıyordu beni. Bu yüzden sürekli yanındaydım onun. Beni anlayabiliyordu....
"Ben lavaboya gidiyordum." Dedim ve hızlıca uzaklaştım. Yaşanacak olanlardan kaçtım... Yine kaçtım....
☀️
Hâlâ yatağımda oturmuş ağlıyordum. Odaya kimse gelmemişti çünkü benim ağlayarak rahatlayacağıma inanıyorlardı.
Haklılardı....
Gözlerim ıslaklığını korurken sert bir şekilde burnumu çektim. Elime gelen ilk yastığa sarıldım ve yan bir şekilde yatağa uzandım dizlerimi karnıma kadar çektim ve küçüldükçe küçüldüm o yatağın içinde. "Abi..." Dedim yüzümü yastığa bastırmışken. "Koru onu abi.... Ben iyi olmasam da olur ne olur bir şey olmasın ona. Yalvarırım...." Gözyaşlarım yastığa bulaştı ve koyu bir iz bıraktı.
Kalbim ağrıyordu, gôğsüm daralıyordu, nefesim kesiliyordu. İçimdeki endişe büyüdükçe büyüyordu. Eymen'in iyi olduğunu düşünemiyordum. Hemen kaptım telefonu.
♥️Aşkımm🤍
Çalıyor...
Bir kaç çalıştan sonra telefonun açıldığını belli eden ses kulaklarıma doldu.
"Eymen?" Dedim ağladığım için kırgın ve güçsüz çıkan sesimle. "Açelya'm. İyi misin?" Dedi ama onun da sesi benim sesim gibiydi, kırgındı, acı doluydu....
"Değilim." Dedim dürüst bir şekilde. Albayın dediği gibi açacaktım kendini. "Ya sen? Sen nasılsın?" Dedim hissiz bir şekilde. "Farklı bir şey yok. Özlem doluyum, pişmanım, perişanım ..." Dedi ama bu sefer de sesi boğuk çıkıyordu.
"Canın mı yanıyor çiçeğim?" Dedi en sonunda. "Yanıyor ve ben saramıyorum." Dedi derin bir nefes verdikten sonra. "Ben iyi olacağım Eymen." Dedim ama sesim tam tersini söylüyordu âdeta. "Sen yorgunsun. Yine mi ağladın sen? Kim ağlattı seni?" Diye bir soru yöneltti bu sefer de. "Belki de ağlamak daha iyi geliyordur Eymen, bilemiyorum." Dedim gözlerimi kapatarak. "Belki de rahatladığım için böyleyimdir." Dedim hemen ardından. "Geleceğim açelya'm. Ama bir defa yüzünü görsem..." Dediği gibi gôrüntülü sohbete geçtim. Açtığında gôzleri büyüdü, şaşırdı ya da korktu. Bilmiyordum.
"Açelya'm iyi değilsin sen. Bu halin ne?" Dedi. Gözlerimin altı morarmıştı, gözlerim kızarmıştı ve yüzüm hala sırılsıklamdı. " Bir şey yok Eymen. Sadece içimdeki acıların hepsi gün yüzüne çıkmaya başladı. En azından içim daha temiz." Dedim gülümsemeye çalışarak. "Balım, Çiçeğim.... Elini yüzünü yıka, kendine gel, yemeğini ye, erken uyu, geç kalk. Eskisi gibi rahat uyu... Çünkü artık her şey düzelecek." Dedi şefkat dolu bir sesle. "Sana inanıyorum hayatım." Dedim en sonunda. "Dikkat et kendine..." Dedim yorgun bir şekilde. " Bana bak." Dedim biraz enerjik görünmeye çalışarak. "Eğer kötü bir haber alırsam seni gebertirim!" Dediğimde güldü. Ama o kadar içtendi ki anlam bile veremedim. "Senin elinden geliyorsa ben tamamım." Dedi gülerek. "Tabii öyle olacak! Ben kimsenin altına girmem. Üstte olan benim çünkü ben yenilmezim." Dedim gülümseyerek yüksek bir sesle ama cidden mutluydum. O ise muzip bir tavırla sırıttı. "Belki benim alt-" dediği an "Eymen! Kapa çeneni devamını getirme!" Dedim. Dediğim an kahkaha attı. "Seviyorum senin bu halini," dedi ve hemen ardından "her halini seviyorum."
"Ben de seviyorum ama sınırları zorluyorsun." Dediğimde tekrar güldü.
"Azgın yaratık!" Dedim gôzlerimi kısarak.
" Öyleyimdir." Dedi umurasamaz bir şekilde.
"Gamsız."
"Beni bu rütbeye layık gördüğün için teşekkür ederim balım." Dedi bu sefer de.
"İşin varsa tutmayayım ben seni." Dedim ama anında "boşum." Dedi.
"Ah, ona ne şüphe." Dedim ben de alay ederek.
"Eymen?" Dedim meraklı bir şekilde.
"Efendim çiçeğim?" Dedi hemen.
" Sence her şey düzelecek mi? Ya da ne bileyim.... Buraya ilk geldiğim günki gibi normal olacak mı?" Dediğimde gözündeki şefkat büyüdükçe büyüdü. Mesafeleri aşarak bana ulaştı sanki. "Düzelticeğim. Zor da olmayacak, ben senin için her şeye hazırım."
"Bilmiyorum. Bu kadar şey yaşandıktan sonra benden bıkmamam bana garip geliyor." Dedim alakasız bir şekilde. "Ben seni bôyle seviyorum tamam mı?" Dedi ciddi bir şekilde. "Bir daha da böyle bir şey duymayacağım."
"Tamam."
"Emin misin?" Dediği anda ardından ekledi. "Bir kenara yaz. Senin B12 eksikliğin var." Dediğinde şaşkınlıkla baktım. "Nereden biliyorsun sen onu bakayım?"
"Ben evleneceğim kadını saç tellerinden ayak uçlarına kadar tanırım."
"İddaalısın."
"Öyle."
"Şey.... Benim sanırım kapatmam lazım. Senin Yoğun olduğunu biliyorum."
"Bak... Elini yüzünü yıka, soğuk bi.... Yok. Sıcak bir duş al. Yemeğini ye, bir de son olarak telefonunu açık tut ki sana istediğim an ulaşayım." Diye tembihledi beni.
"Peki? Sen nasıl istersen ." Ellerime öpücük kondurup ona doğru uzatır gibi yaptım. "Seni çok ama çok seviyorum ve öpücük yağmuruna tutuyorum." Dedim neşeli bir tavırla. "Ben de seni seviyorum birtanem." Dedi ve kapattı telefonu. Yoğun olduğunu biliyordum ama kopamıyordum.
Bir kaç saniye sonra telefonu yanıma bıraktım. O sırada telefonumun üstündeki elimi bir el sardı. Gözlerim o ele kaydı. Tanıdık olan o eli gördüğümde elin sahibine dôndü gôzlerim. Abimdi...
"Selam çiçeğim." Dedi gülerek. Ben de gülümsedim. Gerçek değildi ama yine de onunla konuşmak istedim. "Selam kral." Dediğimde parmağını kaldırıp iki yana salladı. "Kral değil kartal diyecektin, unutma." Dedi ve omuzlarımı saran iki güçlü kolu hissettim. "Seni duydum çiçeğim." Diye lafa girdi bir anda. Gôzlerim şaşkınlıkla ona dôndü. "Koru on-" diye lafa giriyordum ki sözümü kesti. "Ben onu hep korudum meleğim. Sen desen de demeden de korudum çünkü senin gerçekten sevdiğin biri benim için değerlidir." Dediğinde gôzümdeki yaşlar kendini bıraktı. Ben bôyle bir abiyi kaybetmiştim. Bôyle bir abi sevgisinden esirgenmiştim. "Abi ben çok korkuyorum."
"Korkmayacaksın meleğim. Sen benim kardeşimsin. Ne oldu o güçlü kıza? Ne oldu Turgut'a kafa tutan açelya'ya?" Dediğinde gerçekten bu soruyu kendime sordum. Tek bir cevabı vardı. "Değişti..." Dedim. "Çevresindekiler, yaşayışı, sevdikleri, sevenleri, umutları...." Dedim devamında.
"Düzelecek meleğim, düzelecek. O düzeltecek." Dediğinde derin bir nefes verdim. "Bir şey olmasın ona." Dediğimde "engelleyeceğim. Senin bir sevdiğine daha hasret kalmanı istemiyorum çiçeğim. Benden sonrası gibi olmasını engellemek istiyorum. Mutlu olmanı istiyorum." Dedi acılı bir gülümsemeyle. "Teşekkür ederim abi. Yokluğun bile yetiyor, inan." Dediğimde gülümsemesi kayboldu. "Görüşeceğiz kardeşim, gôrüşeceğiz elbet gônlümün çiçeği." Dedi. Gôrüntüsü yavaşça kaybolurken gitmemesini istedim, gerçek olmasını, yanımda kalmasını ... Ama abimin dediklerine uyacaktım. Koruyacağım derse korurdu. Engelleyeceğim derse engellerdi.
Birkaç dakika sonra ayağa kalkıp lavaboya doğru ilerledim. Üstümdekileri çıkarıp Eymen'in dediği gibi sıcak suyu açtım. Hızlıca kendime gelip bedenimi havluya sardım ve çıktım duştan. Banyoda kıyafetlerimi giyip çıktığımda ise saçalrımı kurutmamayı tercih ettim ve odadan çıktım. Otel odasının salonuna geldiğimde ise masanın yanındaki sandalyeleri doldurmuş olan yedi asker ve mesut komutanla karşılaştım. İşlerinin başındaydılar. Ben ise " kolay gelsin pelerinsiz kahramanlar." Dediğimde içlerinden birisi "sağ ol Açelya yenge." Dedi ama adımı nereden bildiğinden haberdar değildim.
Acıktığımı hissettim ve mutfağa doğru ilerledim. Sonra aklıma gelen fikirle bir aydınlanma yaşadım.
Yemek yapmak. Askerler. Ben. Doyurmak...
Askerlere yemek yapmak.
Aklıma yattığı an dolaba baktım. Malzemeleri hızla taradım. Domates salçası, yeterince sebze, baklagiller ve baharatlar ve buzluktaki hazır mantı.
Bunca malzemenin otel odasında olmasının imkanı aklıma gelince şaşırdım ama zorlamadım.
Mantı, lazanya ve kabak tarator...
Taş çatlasın üç saatim vardı ve yapabileceğime inanıyordum.
Lazanyanın sosunu yapıp lazanyayı fırına attım. Onu beklerken de kabakları rendeleyip tavaya attım. Mantıyı da haşlayıp , baharatlandırıp, yoğurtladım. Kabak tarator için hazırladığım sarımsaklı yoğurtu ve baharatları pişirdiğim kabakla birleştirdim ve hepsini tabakladım. Bunların hepsini iki saatte bitirmiştim. Adam olana çoktu bir kere...
Salondaki masaya baktığımda hala konuşuyorlardı ama gülüşme sesleri geliyordu. Tabakları masaya gôtürdüğümde diğer askerlerin gözü bana döndü şaşkınlıkla. Ben de onlara bakıp " sizi aç mı göndereceğim ben?" Dedim yaşlı türk teyzeler gibi.hepsi sevecen bir tavırla bana baktı. "Zahm-" diyen bir askeri susturup "zahmet falan yok, siz askersiniz ben dahil 85.000.000 kişiyi koruyorsunuz. Bu az bile gelir." Dedim tek çırpıda. Onlar ise boyunları eğik bir şekilde beklediler yemekleri masaya getirmemi. "Boynunuzu mahcup olmanız gerekiyormuş gibi eğmeyin ône. Eymen bôyle yapınca sinirim bozuluyor," Dedim son tabaklarıda masaya koyarak. Onlar bu dediğime ağız ucuyla güldükten sonra masada göz gezdirmeye başladılar. "Hadi ama... Hepsini sizin için yaptım. Yemelisiniz, güce ihtiyacınız var sonuçta." Dedim gülerek. Bunu dediğimde hiçbiri bu ismi önemsemeden yemeklere abandılar. Yüzlerindeki tatmin edici gülümseme beni mutlu etmişti. Beğenmişlerdi.
"Beğendiniz mi?" Dedim hepsine göz gezdirerek. "Vallahi Eymen komutanın neye taptığı belli oldu." Dedi içlerinden biri. Bunu komik olmasına rağmen gülümsemekle yetindim. "Yani?" Dedim sorumun cevabını alamadığım için. "Vallahi ellerine sağlık açelya yenge. Eymen komutanımız bizi de bir yemeğe çağırır inşallah." Dediğinde gerçekten bu askerle tanışıklığımın olup olmadığını düşündüm. Birine çok benziyordu. "O çağırmasa da ben çağırırım artık. Sonuçta bir tanışıklığımız var." Dediğimde hepsi içten bir şekilde gülümsediler. "Yenge biz geçen seni alayda gôrdük. Eymen komutanımız görevden geldiğinde..." Diye lafa girdi içlerinden biri. O gün ne olduğunu çok iyi hatırlıyordum. Şiyar üstüme atlamıştı yine beni öldürmek için. "O günden daha iyi misin? Yani şey... Yanlış anlama Eymen abinin ne hale geldiğini görmeliydin. O gün herkese sert olan adam nazikçe bir askerden bavulları getirmesini istedi. Nazikçe..." Dedi. Ben... Gerçekten düşünmemiştim bunları. Tek bildiğim şey iyi olmaya çalıştığımdı ama başarılı olup olmadığımdan bile bihaberdim.
"Bu .... Bu konuları boş verelim. B-Ben yemeklerden Eymen'e de katayım." Deyip hızla kalktım masadan . Üstümü başımı düzeltmeden panikle ilerledim mutfağa doğru. Kapı eşiğinden geçtiğimde ellerimi sert bir şekilde tezgaha yasladım. Kesilen nefesimi almaya çalıştım ama olmadı. O adamın elleri boğazımı yine sardı sanki. Tırnaklarımla boğazımı kaşıdım. Kaşınıyordu ama yanıyordu da.
Hızlıca mutfak masasının kenarından bir sandalye çekip oturdum. Dirseklerimi dizlerime yasladım. Ellerimi alnıma yasladım ve orayıda parmaklarımla kaşıdım. Stres tüm vücudumu sarmıştı. Ellerim titremeye , sol bacağım atmaya başlamıştı. Göğsüm hızla inip kalkarken nefeslerimi kontrol altına almayı denedim. En sonunda yerimden kalkıp bir bardak su içtim. O sırada kapı eşiğinde iri bir beden belirdi. "Özür dilerim Açelya." Dedi az ônceki askerlerden biri. Suyu bitirip elimin tersini ağzıma bastırdıktan sonra başımı yere eğdim. " Mantı bittiyse tekrar katayım." Dedim ama gözlerimi çeviremedim bile. " Eymen böyle olsun istemiyor, inan. Her an seni düşünüyor ve bu halini gördükçe kahroluyor. Bilmeni isterim." Dedi. Haklıydı da. Ben ise sırtımı tezgaha yaslayıp ona döndüm. "Elimde olmayan bir şey için kendimi suçlu hissedemem." Dedim. "Evet. Olanların hiç biri senin suçun değil ama kendine iyi davran, Eymen için." Dedi , mutfağa girdi ve yemeklerin olduğu yere doğru ilerledi. "Bu arada yemeklerin şahane. Eymen'i destekliyorum. Sonuna kadar da destekliyeceğim sizin sevginizi." Dedi ama anlamadım. Bu kadar bilgiyi nereden biliyor olabilirdi?
"Beni nasıl bu kadar iyi tanıyabiliyorsun?" Dedim kendime engel olamayarak. "Merak etme." Dedi yarım ağız gülerek. "Niyetim kötü değil. Sonuna kadar. #eymenveaçelyasonsuzaşk. " Dediğinde elimi ağzıma götürerek kıkırdadım. "Bu komikmiş." Dedim gülüşmelerimin arasında. "Hıh. Sen biraz gül ben de Eymen'e söyleyeyim." Biraz daha yaklaşıp benim boyuma geldi. "Eymen'i üzeyim deme haa. Ben düzelttim o çocuğu, bozma." Dediğinde gerçekten bir çocuk gibi kıkırdadım. "Tamam bozmam." Dedim gülerek. O ise mantısını alıp geri çekildi. "Bunu Eymen'e söylersem çocuk gam yemez." Dedi kendi kendine ve çıktı mutfaktan. Ben ise bir çırpıda telefonuma sarıldım.
♥️Aşkımm🤍
Çalıyor...
"Efendim birtanem?" Diye açtı telefonu. Hiç bekletmemişti bu sefer.
"İyi misin?"dediğimde burnunu kırıştırdı.
"Yeterince değilim. Sensedim."
"Sensedin mı?"
"Evet, yanımda olman gerekiyor ama yoksun ve bu sinir bozucu. Seninle olmak istiyorum." Dedi huysuz bir şekilde. Ben ise elimle ağzımı kapatıp güldüm.
"Gül bakalım gül... Sadece senin yanımda olmanı istiyorum ama sen hariç her şey tam."
"O kadar mı özlüyorsun?"
"Haddinden fazla..."
"Olsun. Nasıl olsa sonsuz değil ya. Bekleriz." Dedim umutla ona bakarak. O ise bana içli bir şekilde gülümsedi. Anından dediklerimi algıladığında kaşları çatıldı.
"Bekleyemem efendim bekleyemem. Ben bir gün daha sensiz kalırsam ölürüm."
"Ben sana ne diyeceğim? Burada arkadaşların var. Yemek yapmıştım da, sana da göndericeğim." Dediğimde anında "ne yaptın?" Diye sordu. "Mantı, kabak tarator ve lazanya." Dediğimde gözleri açıldı. "Lazanya mı?" Dedi büyülenmiş gibi. Güldüm ve mırıltıyla onayladım. "O ibneler arabada benim hakkımı yerlerse canlarına okurum." Dedi hiddetle. Ben ise sesimle onun kalın sesini taklit ederek "kim cürret eder benim lazanyamı yemeye." Dedim ve ardından kahkahalara boğuldum. O da benimle beraber gülerken bir şeyler mırıldandı ama duyamadım. "Tamam tamam, yemezler herhalde. Tıka basa doldular zaten. " Dediğimde sinsice sırıttı. "Bu da demek oluyor ki yediklerini eritmeleri gerek." Dedi ama o gülüşü anında soldu. "Şştt. Sen saçını kurutmadın mı?" Dedi. Ben de cık diyerek onayladım onu. "Kalk da o saçını kurut birtanem. Hasta olacaksın. Sen hasta olunca ateşleniyorsun, kendine bakamaz hâle geliyorsun...." Dedi. Haklıydı da. En son yığılıp kalmıştım. "Tamam. Arkadaşların gitsin kuruturum." Dedim ama kafasını iki yana salladı. "Telefondayken kurutacaksın. Görmek istiyorum?"
"Ne yani ? Bana güvenmiyor musun?"
"Yok balım güveniyorum güvenmesine de, unutursun..." Dedi mırıldanarak. "İyi, sen bilirsin." Dedim ve hızla yatak odasına geçtim. Telefonu aynaya sabitleyip fön makinasının fişini prize taktım ve kurutmaya başladım. O beni izlerken ben saçlarımı sağa sola yatırarak tüm ıslak yerleri kuruttum. "Ohh. Mis gibi kokmuşsundur şimdi. Civcivim..." Dediğinde kaşlarımı çattım şaşklıkla. "Civcivim mı? Yeni çocuk muyum ben?"
"Bence gayet mantıklı. Sen de minik ve tatlısın. Hem banyo deyince aklıma o geldi." Dediğinde güldüm. "Aman aman. Sen ne dersen de, Açelya'yım ben." O ise anında "benim açelya'msın." Dedi. Ben ise sinirle ona döndüm. "Kıroluk mu yapıyorsun sen bana?" Dediğimde anında "estağfirullah." Dedi. Ben ise kıkırdadım. "Neyse. Kısa süre sonra görüşürüz canım." Dedim saçımı toplayıp telefonu elime alırken. "Bu kadar erken mi?" Dedi ama bir kez daha "görüşürüz." Dedim. O ise huysuz bir şekilde "tamam. Görüşürüz." Dediğinde kapattım telefonu.odadan çıktığımda ise salondaki askerler ayaklanmaya başlamıştı. "Bekleyin ben daha Eymen'e yemek katmadım." Dedim endişeyle mutfağa giderken. Tüm yemeklerden tepeleme doldurup bez bir çantaya koydum. Kapıda yakaladığım askerlerden birinin eline sıkıştırdım bunu. "Eymen'in emri var. Yemekleri sağlam götürecekmişsiniz, onun hakkını yemeyecekmişsiniz. Ha... Bir de size ibneler dedi." Dedim hafif bir gülümsemeyle. O da bana aynı şekilde gülümseyip "talimata uymazsak olmaz beyler. Yemiyeceğiz artık ne yapalım." Dedi alaylı bir şekilde. Ben ise kapı eşiğini aşmadan "yolunuz açık olsun." Dedim el sallayarak. Mutfağa gelen asker ise hafif bir baş selamı vererek "iyi günler." Dedi ve kapıyı kapattı. Ben kapının ardında kalırken bir kaç saniye boyunca kıpırdamadan bekledim. Daha sonra irkilip o yerden ayrıldım ve bulaşıklara doğru ilerledim. Hepsini mutfağa götürdüm ve bulaşık makinasına dizdim. O sırada bir ses bana "kızım." Diye seslendi. "Biraz daha konuşmak ister misin? Rahatlamak?" Diye de ekledi. "Teşekkürler albayım." Diye kibarca reddettim. "Yeterince beni dinlediniz." Dedim alaya vurarak. Mutfaktan çıkıp salondaki koltuklardan birine oturdum. "Albayım bir soru sorabilir miyim?" Dediğimde "buyur kızım." Dedi.
"Siz gideceksiniz alaya, değil mi?"
"Bu akşam gideceğim ama güvendesin, merak etme."
"Bir şüphem yok ama.... Bu iş gerçekten bir ay mı sürecek?"
"Belki yirmi gün belki kırk gün kızım, kim bilebilir. Tek temennim en hızlı şekilde sona ermesi." Dediğinde başımı sallayarak onayladım. "Anladım...."
"Sen merak etme. Eymen'e gözüm gibi bakacağım. O günki gibi olmayacak, gözümün önünden ayırmayacağım."
"Eymen kendi başının çağresine bakabiliyor."
"Turgut da bakabilecek kapasitedeydi." Dedi imâyla. Biraz üzülmüştüm açıkçası. "O yüzden bu görevde onun yanındayım." Diye temin etti. "Peki." Dedim ve telefona odaklandım.
☀️
Eymen akın...
Alayın bahçesinde girişe doğru ilerliyordum çünkü bir paket almam gerekiyordu. Açelya'dan gelmesi önemli olmasını kılıyordu yemek paketini. Evet, yemeklerini özlemiştim. Yemklerini, gözlerini, saçlarını, dudaklarını.... Aklıma geldikçe ôzlüyordum ve daha bir hafta bile olmamıştı. Kapının önünde duran araçtan inen Çınar ve kendi timi indiğinde paketimin gelmiş olduğunu anladım.
Kapıda dikilip onların simasına baktığımda çınar'ın sırıttığını gördüm. "Yemedik merak etme." Dedi ve "kırıcısın ama, ibneler falan ..." Diye ekledi. Ben de güldüm ona karşı. "Yok yok.... Onu bunu boş ver, lazsnyam nerede?" Dediğimde daha da sert güldü. "Merakının nedenini sorabilir miyim? Geçen Tuğrul abi de valizlere sırıttığını görmüş."
"Açelya'nın geldiği ilk günü hatırlatıyor bana." Dedim ve elindeki bez çantayı bir hışımla kaptım. "Ver sen şunu bir..." Dedim ve arkamı döndüm. "Sana bir kaç haberim vardı ama sen bilirsin." Dediğinde topuk hizsmda ciddiyetle arkama döndüm. "Ne gibi." Dediğimde ise beni alaya alarak "Mecnun olduğun kadın gibi." Dediğinde elimi 'dökül bakalım' dercesine elimi salladım.
"Mutlu gibi ama değil de. Ama mutlu olmaya çalışıyor. Bizim çağlar şu şiyar'ın ona alayda saldırdığı nünün konusunda açtı." Dedi ve olay ciddileşmiş gibi sertçe yutkundu. "Hızlıca mutfağa gitti. Ben de 'senin talimatların üzerine' arkasından gittim. Sol bacağı deli gibi atıyordu, nefes alamıyor gibiydi ve.... Boğazını son raddede kaşıyordu. Boğazı kızarmıştı ve deli gibi göğüs kafesi inip kalkıyordu." Dediğinde donakaldım. Sertçe yutkundum ve acılı bir nefes verdim. "Sağ ol be. Belki biraz yumuşatarak anlatabilirdin." Dediğimde ellerini suçunu inkar edermiş gibi havaya kaldırarak "ben bire bir, obsesif anlattım."dediğinde "sağ ol." Dedim ve arkamı dndüm. O sırada o tanıdık el omzuma dokundu. "Ama dedim ki. 'böyle yapma, Eymen böyle olmanı istemiyor.' " dediğinde anında"o ne dedi?" Diye sordum. O ise " 'elimdr olmayan bir şey için kendimi sorumlu hissedemem.' dedi. Ama çok kırılgan ne, farkındasın değil mi?" Dediğinde onayladım. "Elimden geldiğince korumaya çalışıyorum." Dediğimde "şüphem yok." Diye ekledi. Ben ise iyi günler dileyip odaya geçtim. Saat akşam yedi sularıydı ve gayet yorucuydu. Lavabodan çıktıktan sonra parkurlar, sorgulamalar ve denetlemeler üst üste gelmişti. Kendimi yatağa bıraktığımda poşeti karıştırdım ve kıymetlilerle karşılaştım. O an aklıma ilk gün geldi.
"Lazanya götürsem hayır demez herhalde?" Diye kendi kendime söylendim. Birkaç dakika kapının ônünde bekledim. Yani beni sapık sanmaması için çaba sarf ediyordum ama .... İçeriden gelen şiir ve şarkı sesleri kulağımı şenlendiriyordu. 'bu kız yürüyen bir... Yürüyen bir müze' diye geçirmiştim aklımdan. Şiirleri seviyordu, rap, rock, alternatif arabesk ve diğer nice şarkı türünü dinliyordu. Kitaplara bayılıyordu, tarihe meraklıydı, neşe doluydu. 'müze...' kelimesi onu uygundu. Bilgi ve tarih dolu, gezmesini bilenlere harikalar diyarı ve içinde nice sanata ev sahipliği yapan biriydi. 'kendisi başlı başına bir sanat...' diye geçirmiştim içimde. En sonunda kapıyı çalma cesaretini toplayıp elimi uzatmıştım ama kapı açılmıştı ve o da elinde bir tabak tutuyordu. Arkasındaki telefonundan 'dolu kadehi ters tut *neyin nesi* çalıyordu.
Bilmem bu neyin nesi
Güzelliğin böylesi
Varmış benden delisi.
Olamaz olucağım kölesi....
Aklımdan geçirmiştim "gerçekten kölesi olacağım" diye. Öyle de olmuştu ve işin şaşırtıcı yanı aynı yemeği yapmış ve birbirimizi düşünmüş olmamızdı....
BU anıyla birlikte gülümsediğimi fark ettim. Çantanın en dibinden bir çatal ve bir kaşık çıkardım ve yemeğe abandım.
☀️
11. Gün...
Şafak bu günde belirsiz. Duygularım bulanıklaşıyor ve Eymen'in nasıl olduğunu bilmiyorum. Artık çevrimdışı, yani ona ulaşamıyorum. İşlerini hızlı bitirmeye çalışıyor ama onun da beni özlediğine adım kadar eminim. Endişelenmek istemiyorum, güvende olduğunu biliyorum ama yine de içimdeki korku geçmiyor. Ama eğer bunu okursan Eymen, Sono follemente innamorato di te, tesoro mio...
Sana deliler gibi aşığım sevgilim...
Bitirdikten sonra defteri nazikçe kapatıp yatağımın bir köşesine koydum.
Bu gün şubat ayının üçüncü günündeydik. Doğum günüme on sekiz gün vardı. Bu olaylardan önce ilk mutlu doğum günümü kutlayabileceğime inanıyordum. Eymenle beraber olacağımı... Ama yine isteklerim yerine gelemeyecek gibi görünüyordu. Peki neden insanlar bu hayatta umuttan yapılmış parmaklıklara dayanıp destek alırken pencereden gelen minik bir mutlulukla yetinirdi? Neden daha fazlasını hak ettiğini bilmezdi? Eymen'in odasınds bu yazıya benzer bir poster gôrmüştüm ve el yapımına benziyordu. Kendi düşüncelerini anlatan bir poster yapması onun kendini kimseye açmamasını ve bu gerçeği kendi yüzüne vurmayı ister gibi bir hali vardı. Üzmüştü beni ama ona sormamıştım. Soramamıştım.
Onu özlediğimi her zerreme kadar hissediyordum ama yokluğu canımı yakıyordu.
Felsefe yapma kızım. Juliet romeo'nundur.
Gitmemek üzere hoş geldin neşeli iç ses.
Bİr de sus dersin açe. Yokluğum aratıyormuş gibi.
Susma o kadar. Hatta hiç susmadan da olur.
Emin misin?
Değilim. Bazen bezdiriyorsun ama beni neşelendirmene ihtiyacım var.
Abartıyorsun açe. Yani güldürdüğüm doğtu ama senin göbek adın neşe zaten.
Kendi adımdan mahrum kalmıştım. Açelya'nın kulağına ezan okunmadan önce mırıldanılan asıl ismim ve gôbek adım beni yansıtmıyordu. Açelya güzel ve zarif olan demekti ama kendimi sevmiyordum. Beni seven vardı ama ciddi ciddi güzel olmadığımı hissediyordum. Neşe ise.... Şu son günlerde sıfır diyebileceğim derecedeydi.
"Umarım iyisindir." Diye mırıldandım sesli bir şekilde. "Umarım iyisindir de seninle iyileşirim Eymen...." Dediğimde sol gözümden bir damla yaş kendini feda etti. "Ben iyi olmasam da olur. Kendini koru o kadar." Dediğimde aklımda bir anı parladı ve kendini bilinç altımda belli etti.
"Kendini korursun değil mi Eymen?" Demiştim Eymen'e o ise "ben kendimi değil, kalbimdeki sevgilimi korurum orada." Demişti. Bundan on bir gün ömceydi, buraya gelmeden önceydi.
"Hem kalbindrkini hem de bendeninin taşıdığı o canı koru olur mu?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |