30. Bölüm

30.

Maia
cileklerveyoon

Yorum yapmayı unutmayınn!!!

İyi okumalarr ✨

 


Göz yaşlarımı silme zahmetinde bile bulunmadan ellerimi uzattım ona. Çenesinin kenarlarından, saçlarına varan yerden avuçladım yüzünü. Burnuna nefes alması için konulan solunum cihazını gördükçe sinirlerim altüst oluyor, çekip atma isteğimi çoğaltıyordu.

Dokunamıyordum. Yüzünün yarısını kaplıyordu cihaz. Dudaklarını görmek istiyordum. Gözlerini açıp beni görsün istiyordum. Bu duruma gelmiş olmasına inanamıyordum. Koma, aslında düşünüldüğü kadar basit bir durum değilken bu duruma düşmek nasıl bu kadar kolay olmuştu ki onun için?

Daha önce bu durumu yaşamadığımdan sadece tahminlere dayalı olarak anlayabiliyordum onu. Filmlerden, dizilerden gördüğüm kadarıyla aslında uyanık olmasalarda hem sesimizi duyabiliyor, hem de yaptığımız şeyleri algılayabiliyorlarmış.

Bu durumda ne kadar ağlarsam, kendimi onun önünde ne kadar harabe hale getirirsem o kadar üzülürdü bana. Çünkü biliyordum. Bana tüm o yaptıklarından sonra perperişan olmuş, vicdan azabıyla beraber duyguları aşka dönüşmüştü. Bana sırılsıklam aşıktı.

Tıpkı benim de olduğum gibi.

Yüzünden çektim ellerimi. Ellerine indirdim. Sıkıca tuttum. "Bak buradayım," dedim sesim kısık çıkarken. "Seni yalnız bırakmadım."

Öyle bir kırılmıştım ki, başımı eğmiş ve yüreğime düşen ateş parçacıklarını söndürebileceğini düşündüğüm göz yaşlarımla ağlamaya devam etmiştim. "Olmuyor, yapamıyorum!" diye kızdım kendime, ağlayışlarımın arasında.

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda ise, "bana bunu yapma! Seninle olmasam bile bir yerlerde yaşıyor olman düşüncesi beni hayatta tutuyor. Senden başka kimsem yok benim." dediğimde kelimelerim anlaşılmamıştı bile.

Burnumu çekmiş ve sanki ona rest çekermiş gibi "eğer uyanmazsan ben gidip intihar ederim!" demiştim. Beni duyuyor olmasını, en azından bu yüzden uyanmasını dilemiştim. Bundan başka çarem kalmış mıydı?

Ayakta durmaktan yorulmadığım ama bacaklarımın üstünde de duramadığım enteresan bir andı bu. Dayanacak gücüm kalmamış, ama onun için saatlerce ayakta kalabilecekmişim gibiydi. Fakat buna rağmen gözlerim etrafta gezindi. İlk baktığım yerde bulmuştum aradığımı.

Buruk bir gülümsemeyle bırakmıştım elini. Aylar öncesinde sanki benim bir parçammış gibi sürekli üzerinde oturduğum sandalyeye yönelmiştim. Hala aynı yerde, pencerenin önünde duruyordu. Onu alıp yatağın ucuna getirdiğimde gözlerim komidinin üstünde duran bukete dönmüştü.

Dündü. Daha dün göndermiştim bu çiçekleri. Onun öldüğünü sanıp göndermiştim. Mezarına göndermiştim.

"Bak," demiştim oturduğum sırada. Elime çiçek buketini almış, "sana çiçek aldım." demiştim. "Sen bana hiç almadın ama ben sana aldım. Olsun, sende bana yatak almıştın." deyip yalandan gülerken aklımda bu odada geçen anılarımız canlanmıştı.

Derin bir nefes aldım. "Unutma beni çiçekleri." dedim, çiçeklere bakarken. "Seni asla unutmayacağımı bilmen için gönderdim sana. Beni asla unutma diye. Ne bu dünyada, ne de öteki dünyada. Hani olur ya, bazı insanlar birbirlerine aittirler sonunda kavuşamazlarsa bile. Ben daima bir tek senin olacağım. İster kovarsın, ister seversin, istersen de benden kaçarsın. Yanımda olmasan bile sana sadık kalmaya devam edeceğim. Biliyorum ki senin de benden yana şüphen yok."

Sandalyenin ucuna kadar gelmiş, başımı da ona doğru uzatıp göğsüne yaslamıştım. Bir kaç saniye boyunca yalnızca onu izlemiş, hiçbir şey söylememiştim.

Elimdeki parmaklarını, tırnaklarını sevmiştim okşayarak. Gözlerimi kapatmıştım bana sarıldığını hayal ederek. Kokusunu içime çekerken, eski kokusunu kaybettiğini fark etmiştim. Onun tanıdık kokusu hala burnuma gelse de, ilaç ve benzeri şeylerin kokusu üstüne sinmişti.

Acaba ne kadar süredir bunlarla beraber yaşıyordu?

Başımı kaldırdım. "Ateş, yakabileceği her şeyi yakana dek yanar. Ancak o zaman sönermiş. Biz yeterince yanmadık mı?" diye fısıldamıştım kendi kendime. Umudum kalmamıştı artık.

Sessizce duruyor, derin nefeslerini ağırdan alıp veriyordum. Birden kapı açıldığında bakışlarım o yöne dönmüştü. Gözlerim hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim kadına dönerken kim olduğunu sorgulamışrım kendimce.

Onun bakışları da tıpkı benimkiler gibi sorgulayıcıydı. Muhtemelen benim kim olduğumu bilmiyordu. Tabi bende onun.

"İçeriye... Siz nasıl?..." diye kesikçe ve anlamsızca konuştuğunda cevap vermek istememiştim. "Kapıyı çaldığınızı duymadım." demiştim yalnızca. Aklım fazla gidik olmalıydı.

Başını hafifçe iki yana sallamış ve, "kapıyı çalmadım zaten." dediğinde ise kaşlarım hafif çatılmıştı. Ardından da, "çıkaramadım. Taehyung'un görevden arkadaşı falan mısınız? Gerçi pek arkadaşı olduğunu sanmıyorum ama." demiş ve kim olduğumu öğrenmek istemişti.

Bu soruyu es geçmek istiyordum. Ne arkadaşı, ne de sevgilisiydim. Ben bile onun neyi olduğumu bilmiyorken bu soruyu cevaplayamayacaktım.

Bundan kaçmanın tek yolu soruyu çevirmek iken aslında neden açıklama yapmak zorunda hissettiğimi dahi anlayamamıştım. Çıkıp gitseydi ya?

"Bilmiyorum. Asıl siz kim olduğunuzu söyler misiniz? Benim burada olduğumu bilmiyor muydunuz da içeriye daldınız?" diye sormuştum sert bir tepki takınmamaya çalışırken.

Bana kısa bir bakış attıktan sonra taehyung'a dönmüştü bakışları. Uzunca baktı. Hatta bir an ne olduğunu anlamaya çalışmıştım ama burada çok garip bir şeyler döndüğü belliydi. Gözlerini ondan ayırmazken, "ben onun nişanlısıyım." demişti.

Ne? Ne demek nişanlısı? Kulaklarım duyduğum şeyi algılamaya çalışırken bunun yalan olduğunu düşünüyordum. Böyle bir şey olsa mutlaka duyardım. Fakat düşüncesi bile beni berbat etmişti.

Bakışları bana döndüğünde "ve hayır, burada olduğunuzu bilmiyordum çünkü kim olduğunuzu da bilmiyorum." demişti. Sorularımın her birini cevaplarken sevmemiştim bu kadını.

"Yalan söylüyorsun." demiştim sadece. Bunu öfkeyle veya yüksek sesle söylememiştim. Yalnızca kendi kendime konuşur gibi, onun duymasını sağlayarak konuşmuştum.

Kaşları çatılmış, sanki benimle tartışmaya girecek gibi, "hayır, sana neden yalan söyleyeyim ki? Hem sen kimsin?" diyerek çıkışmıştı. Ve ben şuan öyle bir ruh halindeydim ki, biri gelip beni yumruklasa bile oralı olamayacaktım.

Bu yüzden bakışlarımı ondan çekmiştim. Yalan söylüyordu ve ben şuan kim olduğunu bile bilmediğim birinin yalanlarına kanmaktansa, taehyung'un başında beklemeyi tercih ederdim.

Konuşmadım. Ağzımı bile açmadım. Taehyung'un elinden demin çektiğim parnaklarımı tekrar ellerine doladım. "Sen o'sun, değil mi?" diye sorduğunda duraksadım. Yine de ona dönmemiştim.

"Onun bu hale gelme sebebisin. Uyanmama sebebi." diye sözlerine devam ettiğinde yutkundum büyükçe. Yüzüme vurulup duruyordu bu gerçekler. Neydi bana olan bu öfke?

Adım sesleri kulağımı doldururken bize yaklaşıyor olduğunu anlayabilmiştim. "Yüzbaşı gibi sert kabuklu birinin kolayca kırılabileceği ihtimali aklımın ucundan bile geçmezdi. Onun için bu kadar çabalamama rağmen sana aşık olmuş olması oldukça gülünç. Nasıl yaptın bunu? Nasıl bu hale gelecek kadar sevdi seni?"

Söylediği şeyler kıskançlıkla söylenilen şeylerdi. Çok net anladığım bir şey vardı ki, o da bu kadının taehyung ile nişanlı olması yalanını onu sevdiği için söylemesiydi. Yine de bu kısma takılmamıştım. Asıl takıldığım yer, kendini bu hale getirecek kadar beni seviyor oluşuydu. Bunu bir yabancının bile anlayabilmesiydi.

Ona verecek bir cevap arıyordum. Kelimeler dilimin ucuna geliyor, ardından geri dönüyorlardı. Tam bu sırada kapının açılması ile bakışlarım oraya dönmüştü. Uzun süredir görmediğim bay kim'i görünce hemen ayaklanmıştım. Çaprazında duran kadın ise duruşunu düzeltmişti.

Bay kim, sanki odada sadece ben varmışım gibi bana baktığında kendimi mahcup hissetmiştim. Saygıyla eğilmiş, "bay kim..." diye kısıkça söylendiğimde burukça gülümsedi bana karşı. "Gelmişsin." demişti. Başımı hızla sallamış ve dolan gözlerimi silmiştim.

O buruk gülümsemesi boğazıma büyük bir yumru bırakmıştı. Oğlunu bu halde görmek kolay bir şey değildi herhalde. Bana baştan beri bir baba şefkati ile yaklaşması, ona büyük bir saygı ve sevgi beslememe neden olmuştu. Diğerlerinin aksine, onun beni suçlamayacağına adım gibi emindim.

"Gidecek bir yerim yok ki. Nereye gidersem gideyim tekrar kendimi burada bulacağım." demiştim, ince ve saydam bir sesle. O kadar çaresizdim ki, bay kim bile diyecek bir şey bulamamıştı.

Herkes aynı derdin içindeyken o da tıpkı diğerleri gibi derin bir nefes almış ve söze öyle girişmişti. "Onca şeye rağmen buraya gelmeni beklemiyordum. Eğer affedebilirsen, buraya istediğin zaman gelip, istediğin kadar kalabilirsin." dediğinde kendimi kötü hissetmiştim. Bay kim bile bana mahcup davranıyorken onları affetmemiş olmak yanlış geliyordu.

Ben daha bir şey söyleyememişken, bay kim bakışlarını hâlâ kim olduğunu bilmediğim kadına çevirmişti. Az önceki şefkatli bakışları sanki sadece bana özelmiş gibiyken, kadına bakışları daha çetindi. "Sen çık, ji hyun. Lazım olana kadar da girme." diye kızı uyardığında üzülmüştüm biraz.

Sert olmasa dahi ji hyun denen kızın önünde bana davranışları oldukça kibar ve sesi yumuşakken, kıza karşı düz bir tepki ile konuşmuş ve ötekileştirmişti. Kırıcı bir hareketti.

Ji hyun başını eğip hızla odadan çıktığında garip hissetmiştim. Odada bay kim ile kaldığımızda, o da bakışlarını bende tutmuş ve "taehyung yaptıklarının bedelini böyle ödüyor. Hayattayken ona istediğini yapabilirsin ama ölmesine izin verme." demişti.

Sanki taehyung'un hayatı benim elimdeymiş gibi konuşuyordu herkes. Öyleyse şimdi onun yanında olmama rağmen neden uyanmıyordu? Onun yaşaması için döktüğüm göz yaşları boşuna mıydı?

Bir gül bahçesine girsem, dikenleri batsa bana, damarlarındaki kan akıp gitse de temizlensem diyordum. Belki de o kanın kirliliği yüzünden rahat nefes alamıyordum.

Benden cevap gelmeyince kapıyı kapatıp çıkmıştı, bay kim. Bu beni rahatlatmıştı çünkü her ne kadar babam gibi görsem de yanında pek rahat hissedemiyordum.

Taehyung ile baş başa kaldığımda yönümü ona çevirmiştim tekrardan. Ayakta durduğum için bacaklarımda hafif bir sızının olduğunu hissedebiliyordum. Bu yüzden oturdum yerime. Onun hemen yanına.

"Taehyung..?" diye ona seslenmiştim. Sanki bana cevap verecekmiş gibi hissediyordum. Buna rağmen kulaklarıma ilişmeyen sesi beni şaşırtmamıştı. "Yalan söylüyor, değil mi?" diye sormuştum ona.

Buna karşın bir cevap beklemiyorken kendimi kandırıyordum. Ellerim kenetlendiği parmakları sayesinde öyle bir ısınmıştı ki, bir anlık öpme isteği uyandırmıştı içimde.

Öyle de yapmıştım. Elini kaldırırken başımı da indirmiş ve elinin üst yüzeyini öpmüştüm kısaca. Bu aklıma geçmiş günleri getirirken beni ilk öptüğü an gelmişti gözümün önüne. "Hatırlıyor musun?" diye sormuştum başta.

Sanki bana ne olduğunu soracakmış gibi hissetmiştim. Yine de kendi kendime konuşmaya devam etmiştim. "Beni ilk omzumdan öpmüştün. Ben o kadar kötüydüm ki, beni öptüğünü saatler sonrasında algılamıştım." derken gülmüştüm.

Ben onun elini tutuyorken, sanki onunda bana karşılık veriyormuş gibi tuttuğunu hissetmiştim. Odağım bir süre oradayken, yüzüne bakmak henüz aklıma gelmişti. Gözlerim yüzünü bulduğunda kaşlarım havalanmıştı. Gözünden yanağına doğru inen yaş, bir anlığına aklımın durmasını sağlamıştı.

Öyle bir heyecana kapılmıştım ki, "beni duyabiliyorsun, değil mi?" diye sormuştum ona. Aptal kafam, cevap alamayacağımı bile bile bunu neden soruyordum ki?

Kapı açıldığında bakışlarım oraya dönmüştü. "İki defadır kapıyı çalıyorum, duymuyor musun?" diye konuşan kişi yoongi hyung'du. Onun buraya gelmiş olmasını garipsesem de yüzümdeki aptal gülümseme hala yerindeydi.

Ben ona cevap vermemişken, odaya girmiş ve kapıyı kapatmıştı ardından. "Ne oldu? Niye gülüyorsun?" diye sormuştu. Bakışlarımı ondan çekip taehyung'a çevirmiştim. "Taehyung beni hissedebiliyor. Az önce elimi sıktı ve gözünden yaş geldi. Gel bak!"

Kendi kendime heyecanlı heyecanlı konuşurken söylediğimi yapmış ve yatağa doğru adımlamıştı. Bunun için çok hevesli olmasa bile, en azından beni düşündüğü için gelip baktığını anlayabiliyordum.

Bakışları taehyung'un yanağında durduğunda göz yaşı dikkatini çekmişti. Kısa bir bakışın ardından bana döndüğünde yüzünde herhangi bir ifade yoktu. "Jungkook, seninle biraz konuşabilir miyiz?" diye yine aynı ifade ile sorduğunda içimi bir korku sarmıştı.

Başımı sallamıştım hafifçe, "olur, hyung. Konuşalım." diye cevaplamıştım onu. Buna karşın dudaklarını birbirine bastırmış ve önden çıkmıştı. Bu sırada ben de taehyung'un yanağına düşen göz yaşını elimle silmiş ve yoongi hyung'un ardından gitmiştim.

Kapının hemen önünde beni bekliyordu. Çıktığım odanın kapısını kapatıp ona dönmüştüm. "Ne oldu hyung?" diye konuyu açma çabasına girmiştim.

Bana kısaca baktığında oldukça tatsız bir konu açacağına emin olmuştum. "Yarın için bilet aldım." demişti doğrudan. Kaşlarım hafifçe çatılırken, "ne bileti, hyung?" diye sormadan edememiştim.

Aslında anlamıştım. Anladığım şey olmasın istemiştim de. "Los Angeles'a." diye bir cevap aldığımda kahrolmuştum içten içe. "Hyung, biraz daha kalsak? En azından o uyanana kadar?" diye arka arkaya konuşmuştum.

Derince bir nefes almış ve hemen, "öyleyse bana ne zaman uyanacağını söyle?" demişti. Bu soru dilimin tutulmasını sağlarken burada kalma isteğim ağır bastığından çabalamaya devam etmiştim.

"Ben... Hyung, bilmiyorum ama benim varlığımı hissederse uyanır. En azından ben kalayım." diye ısrar etmiştim. İki kaşını birden kaldırmış, "hayır." demişti. Bu netliği kalbimi kırıyorken ona birşey diyemiyordum da.

"Sen bana gelip iş istediğin zamanı, bana kimsen olmadığını ve ne tür acılar çektiğini anlattığın günü hatırlıyorsundur. Sana artık benim himayem altında kalacağını söyledim. Nasıl ben sana istediğin bir hayatı yaşamanda yardım edeceksem, sen de beni bir ağabey olarak görüp söylediklerimi dinleyecektin. Yanlışım var mı?" derken hepsi birer birer aklımda toplanmıştı.

Söylediği şeylerin haklılığı yüzünden konuşamamıştım. Tüm gerçekler ortada apaçık duruyordu. Taehyung'un bana vermediği merhameti, sahiplenilmişliği ondan öğrenmiştim. Şuana kadar beni incitecek bir söz söylememiş, beni kötü bir işe sürüklememişti asla.

Hiçbir şey söylememiştim. İtiraz edecek durumda değildim. Çünkü taehyung'un benden uzak olması gerektiği bir dönemde yanımda olacak olan tek kişi yoongi hyung'du. Başımı salladım bir kaç dakikanın ardından. Surat assam da kabul ettim.

"Anlaştık o zaman. Gelmişken buradaki işlerimi de halledeyim diyorum. Seni burada tek bırakmam sorun olmayacaktır değil mi? İyi insanlara benziyorlar ama güvenemeyeceğim." diye bana gözlemlediği şeyleri tek cümleyle özetlemişti.

Başımı salladım tekrar. "Bir şey olmaz bana. Sen git." diye yanıtladım onu. Bana hâlâ emin olmayan bir ifade ile bakıyor oluşuna yönelik, "merak etme, kimse bana zarar vermez burada. İçin rahat olsun." demiştim.

Böylece bir tık daha iyi olmuştu sanki. "Ben yine de bryan'ı burada bırakacağım. Bir şey olursa ona haber verirsin." demesiyle bir şey diyememiştim. Vazgeçmeyecekti. Buna da başımı sallayarak onay vermiştim.

Bunun üzerine işlerini halletmek için istemeden de olsa gitmişti. Anlamadığım nokta; bana fazlasıyla değer veriyor oluşuydu. Neydi bana yaptıklarının nedeni? Neydi beni dinleyişi ve benim yerime öfkelenmesi? Teke tük insanlar haricinde buz gibi olan bu adam neden benim yaşadıklarımı önemsiyordu?

Kardeşlik? Hiç kardeşim olmadığı için bunun nasıl bir duygu olduğunu tahmin etsem de asla bilemeyecektim. Diğer seçenekleri aklımdan geçirmek istemiyordum. Beni seviyor, benden hoşlanıyor olamazdı. İmkanı yoktu.

Seven insan, sevdiği kişiyi kendi elleriyle başka birine götürmezdi. Bu olmayan düşüncem büyük bir saçmalıktan ibaretti.

Yoongi hyung'un gidişiyle odaya tekrar girmiştim. Bu evde sığınabileceğim tek yer burasıydı. Diğer her yerde çekiniyordum.

Sanki dalları yemyeşil yapraklarla dolu bir ağacın kuru solgun yaprağıydım da, ait olmadığım yerde sonbaharın gelmesini beklerken düşmemek için hareket edemiyor gibiydim. Bir tek sonbahar geldiğinde özgürdüm.

Taehyung'un yüzüne uzun uzun bakıyorken, "hayatımı mahvettin." demiştim. "Ben doğru bildiğim yalanlarla aptal gibi mutluydum. Belki öylesine ölüp gitmek daha mantıklı olurdu. Onlar tarafından kandırılmak, senin yokluğun kadar koymuyor bana."

Söylediklerimi duyuyordu büyük bir ihtimalle. Yine de kötü kelimeler sarf etmemem gerekiyordu. Yorgundum. "Baksana çok yorgunum. Hiç uyuyamadım. Anlaşılan sen benim yerime bolca uyudun." derken elini tutmuş ve kıkırdamıştım yalandan.

Elini tutup tutup bırakmak uzun bir döngüye girmişti. Öteki elimi yüzüne çıkardım bu sefer. "Uyan artık." dedim. "En azından ben gitmeden uyan. Bu sefer bana kal dersen kalacağım. Seni terk etmeyeceğim.". Tüm bunlar yalan değildi. Bu sefer yapardım. Onun için tüm hayatımdan vazgeçerdim.

"Bir kez daha vedalaşmadan gözlerime bak."

 

 

Selamın helloo
(Bunu babam söylediğinde
çok ikonik olmuştu)

Ben geldim hemde uzun bir aranın ardından.

Bu bölüm size göre güzel mi bilemem ama ben artık bu işi yapamıyorum bence.

Umarım beğenmişsinizdir.

Kalan iki üç kişiye söylüyorum;
Öteki bölümü gerçekten hızlı yazacağım.

Maia ile kalın,
Beklemede kalın.

🪄💗✨

 

Bölüm : 05.12.2024 02:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...