
Sevmenin ne anlam ifade ettiğini anladığınızda, platonik olsanız bile o sevgiyle baş başa kalabilirsiniz. Yalnız olmak sizi korkutmaz... Güzel bir sevgiye gebe kalıp, yalnızlığın sancısını çekerek bir aşk doğurabilirsiniz. Ona bakmak sizi korkutmaz... Şüphesiz aşkın en güzeli karşılık beklemeden her şeye rağmen sevmektir. Eğer bunu başarabilirseniz onu sevmek korkutmaz...
Ben bunu başarmıştım. Bunca zaman onu uzaktan sevmiştim. Sessizce. Fark ettirmeden. Ama sevdamın yüreğime sığmadığını, kalbimin ona dar geldiğini hissettiğim anlar oluyordu bazen. Yalnızlık beni korkutmasa da o yalnızlığın içinde boğulduğumu hissettiğim anlar oluyordu. Debelendikçe daha da içine battığım bir bataklık gibi çekildikçe çekiliyordum içine.
Su’nun abisiyle attığı postu beğenip Toprak’ın yüzünü yakınlaştırıp uzun uzun izliyordum. Bi on dakikadır.. Bir kere bakmış ve sonrasında gözümü çekememiştim. Okul çıkış zilinin çalmasına son beş dakika kalmıştı ki ben çocuklara çıkarttıkları oyuncakları toplamalarını söylemiş, onlar toplarken sosyal medyamı açmıştım. Zil sesini duyduğumda zor da olsa ekranını kapatıp çocuklara döndüm. Her biri bir tarafa dağılmış, çıkmalarına izin vermemi bekliyordu. Ailesi gelenleri ailesine teslim edip gelmeyenleri yanında çalışan kıza emanet ettim. Servisle gidenleri de servislerine bindirdiğimde okuldaki işim bitmişti. Dün Su ile bugün için avmye gitmeye karar vermiştik. Umarım unutmamıştı. Dün nöbetteyken beni aramış ve giyecek bir şeyi kalmadığını söylemiş, alışverişe çıkmamız gerek demişti. Dolabının tıka basa dolu olduğuna yemin edebilir ve kanıtlayadabilirdim. Gitmemek için ayak diresem de yarım saatlik molasının hepsini beni ikna etmek için uğraşmış, pes etmeyeğini anladığımda tamam demek zorunda kalmıştım. Muhtemelen çoktan eve gelmiş ve uyumuştu. Otobüs durağına yürümeye başladığımda tekrar tekrar ve tekrar ehliyet almadığım için pişman olmuştum. Gerçi alsam bile araba Baran’dan bana kalır mıydı bilmiyordum. Binmem gereken otobüsün yaklaştığını gördüğümde ayaklandım. Önümde durduğunda hemen bindim. Ücretini ödedikten sonra içerinin fazla kalabalık olmadığından hemen oturacak yer bulmuştum. Eve gelene kadar Toprak'ın sosyal medya sondaki sınırlı olan fotoğraflarına baktım. Otobüs en sonunda bizim mahallede durduğunda indim hızlıca. Su’nun hâlâ uyuyor olma ihtimali aklıma geldiğinde aradım hemen onu. Çaldı çaldı ama açılmadı. İki defa daha cevapsız kalan aramamdan sonra annesini aradım bu sefer. Üçüncü çalışta açıldığında “Alo, Gül teyze.”dedim. İlk birkaç saniye karşıdan ses gelmedi en sonunda gelen sesten sonra elim ayağıma dolandı. Yanlış kişiyi mi aramıştım?
“Güzellik.”dedi Toprak’ın keyifli sesi.
“Ben yanlışlıkla seni mi aradım ya?”diye sordum. Bir yandan da telefonu kulağımdan çekip ekrandaki yazıya baktım. Gül Teyze yazıyordu. Doğru aramıştım yani.
“Annemin işi vardı. O yüzden ben açtım.”dediğinde sessiz kaldım. “Özel bir şey konuşacaksan söylerim tekrar arar seni.”
“Yok yok. Su’yla avmye gidecektik de aradım ama açmadı. Uyuyorsa uyandırabilir misin?”
Onaylar ses çıkarttıktan sonra kapı açılıp kapanma sesi geldi. Adım seslerinden yürüdüğünü anlayabiliyordum. Kapı tıktıklanma sesi geldikten sonra”Su.” Dediğini duydum. Kapıyı çalmadan asla açmazdı. Su’nun odasında takıldığımız zaman çok defa denk gelmiştim buna. “Müsait misin abiciğim?” Su’dan ses çıkmamış olacak ki kapı açılma sesi geldi. “Su.”diye seslendi bu sefer daha sesli bir şekilde. Su’nun homurdanmalarını buradan dahi duyabiliyordum. “Bade aradı. Kızla plan yapmışsın, burada yatıyorsun kalksana. Niye bekletiyorsun kızı?” Dediğinde araya girme ihtiyacı hissettim.
“Bende eve girip hazırlanacağım zaten. Yarım saat sonra kapının önünde olurum. Söyler misin bekletmesin beni? Gitmem yoksa.”
“Ben bırakırım sizi.”dedi. Su’nun odasından çıkmış olacak ki kapı kapanma sesi geldi hemen sonra.
“Yok gerek yok. Gideriz biz.”dediğimde aslında götürmesini çok istiyordum. Otobüslerde sürünmeyi ve Su’nun sürdüğü arabaya binmeyi istemiyordum.
“İşim var zaten dışarıda. Sizi bırakır devam ederim bende.”
“Ne işin var?”diye sordum anlık bir cesaretle. Daha sonra ne dediğimi fark ederek yüzümü buruşturdum ama çok geçti. Duymuştu. Gülme sesi geldi hafifçe.
“İnce iş.”
“İnce iş.”diye tekrar ettiğimde sesim boğulmuştu ama fark etmedi. “Biz gideriz Su’yla. Sen git işini hallet.” Dedim. Sevgilisiyle buluşmaya giderken yol üstünde bizi bırakmasını istemiyordum. Hani sevgilisi yoktu. Daha dün dememiş miydi sizden başka gördüğüm biri mi var benim diye abime. Göğsüme ağrı girdiğinde elim kalbimi buldu. Kendimi zor da olsa binaya attım. Asansörün düğmesine basıp beklerken “Saçmalama.”dediğini duydum. “Yarım saate kadar hazırlanın, çıkalım.”deyip bir şey dememe izin vermeyip görüşürüz deyip yüzüme kapattı.
Ben senin sevgiline gittiğin arabana binmek zorunda mıyım?
Asansörden inip her zaman yaptığımın aksine zile basmadan çantamdan zor da olsa bulduğum anahtarımı çıkartıp kapıyı açtım. Annem kim geldi diyerek elindeki havluyla mutfaktan çıktığında şaşkın bakışları yüzümü tarıyordu. Hoşgeldin dediğinde sessizce hoş buldum diye mırıldanmıştım.
Hiç hoş bulmamıştım.
Zaten gitmeye niyetim yoktu. Zorla kabul etmiştim. Olmayan niyetim daha da baltalanmıştı.
Hevessiz bir şekilde dolabını karıştırıp giyecek bir şeyler aradım. Elime ne geldiyse ya geri dolaba tıktım ya da yatağa savurdum. Dikkatli bakarsanız tadımın kaçtığını görebilirdiniz.
En sonunda yazlık çiçekli bir elbise çıkarttığımda daha fazla dolabı dağıtmak istemeyerek bunda karar kıldım. Havalar oldukça sıcaktı hâlâ. Gerçi İzmir genel olarak sıcaktı. Kışın bile yağış olmasına rağmen çok soğuk geçmezdi. Bileğimde biten elbiseyi çekiştirip düzelttim. Saçlarımı tarayarak açık bıraktım. Elbise mavi beyaz tonlarındaydı. Yüzüme ruj haricinde bir şey sürmemeyi tercih ettim. Zaten sıcaktı bir de aktı mı bulaştı mı dertleriyle uğraşmak istemiyordum. Ruju da kırmızı sürmüştüm. Parfüm sıkıp telefonumu elime aldım. Hazırlanana kadar yirmi dakika geçtiğini gördüğümde pencerenin kenarına geçip ayaklarımı uzattım sehpaya. Su’nun uyanması giyinmesi derken yine uzun sürerdi. Sıcakta dışarıda beklemekten de burada beklemem daha mantıklıydı. Bakmaya doyamadım profili açtığımda tam dalmıştım ki telefonum çaldı. Topraktı.
Toprak abi..
“Aşağıdayım.”
Tuş kilidini kapatıp yatağımın üzerindeki çantamı alıp çıktım evden. Annem nereye gittiğimi sorduğunda ayakkabımı giyerken cevaplandırmıştım sorularını. Abim yoktu. Yine büyük ihtimalle Çiler’in yanına gitmişti. Baran da ortalıkta görünmüyordu. Annemi öperek çıktım evden.
Bir an önce gidip ne alınacaksa alıp geri eve dönmek istiyordum. Şimdiden pişman olmuştum tamam gidelim dediğime.
Su daha inmemişti. Toprak arabadaki yerini aldığında arka koltuğa oturmak yerine ön koltuğu tercih ettim. Çok sürmeden Su geldi ve yola çıktık.
“Sen nereye gideceksin abi bizi bıraktıktan sonra?” Diye sordu Su aradan başını çıkartıp bize bakarken. Toprak bir anlık dikiz aynasından onunla göz göze gelip göz kırptı.
“İşim var.”
“Domuzluğun tuttu yine.”diye söylendi Su, onun bu hareketine. “Söylesen ölmezsin.”
Toprak sessiz kaldığında avmye yetişene kadsr Su’dan da ses çıkmamıştı. Trip attığını belli eder gibi kollarını göğsünde bağlamış yol boyunca dışarıyı izlemişti. Toprak inebileceğimiz müsait bir yer bulduğunda arabayı orada durdurdu. Su abisine olan tribini devam ettirerek hiçbir şey demeden arabadan indiğinde bende inecektim ki telefonum çalmaya başladı. Abim arıyordu.
“Efendim.”dedim açıp kulağıma dayayarak.
“Nerdesin?”diye sordu hafif nefes nefese sesiyle. “Eve geldim, yoksun.”
“Su’yla avmye geldik de.. Sen niye nefes nefesesin ya?”
“Annemin terliğinden kaçtım da az önce.”dediğinde gülmeden edememiştim. Toprak'ın sorgulayıcı bakışlarını üzerimde hissettiğimde dudaklarımı oynatarak abim dedim. Gözleri dudaklarıma düştüğünde yine ve yine kalbim hızlanmıştı. “Kaç yaşına geldim. Bordo bere oldum kurşunlardan kaçıyorum ama anne terliğinden bi kaçamıyorum. Evleneceğim ulan ben. Bebelerime terlik atacağım yaşımda anne terliği yemek nedir?”
İstese kaçacağını ikimizde bildiğimizden gülmeden edemedim. Onunda sitem ederken güldüğüne emindim.
“Ne yaptın da kızdırdın annemi diye sormayı çok isterdim ama biraz daha çıkmazsam arabadan Su beni boğacak.”dedim arabanın önünde hâlâ kolları göğsünde bağlı olan Su’nun sabırsız bakışlarıyla bakıştığımda.
Çok uzatmadan kapattı. Arama kapandığı an evden çıkmadan önceki açtığım Toprak’ın hesabından açtığım bir post açıldığında elim ayağıma dolaştı. Hızlıca ekranı kapattım ama görmesine engel olmadığımı biliyordum. Sonuçta o da bir bordo bereliydi. Abimin nasıl annemin terliğinden bilerek kaçmadığını biliyorsam arabadan inerken Toprak'ın o fotoğrafı gördüğüne ve bilerek sessiz kaldığına da emindim. Yani sanırım. Görmemesini ummaktan başka şansım yoktu.
Görüşürüz bile demeden kendimi arabadan atıp hızlıca Su’nun yanına gittiğimde betimin benzimin attığından emin olduğum yüzüme bakıp kaşlarını çattı. Gözlerine yerleşen endişeyi anbean okudum. Eli koluma gittiğinde göğsümün sıkıştığını hissediyordum. Elim kalbime gitti. Sıkışıklığı gidermek ister gibi orayı hafifçe ovarken arkamdan birinin bana seslendiğini duydum.
“Bade.”
Kalbimin ağrısı gitmese de elim göğsümde kimseyle konuşmayacağımı bildiğimden elimi çekip arkamı döndüm. Görmeyi beklediğim en son kişi bile değildi karşımdaki. Bu çocuk en son İstanbul’a yerleşmemiş miydi ya? Ne işi vardı burada?
“Semih.”dedim hafif sorar gibi. Utanmasam senin ne işin var burada diye de sorardım. Ne alakaydı yani. Mimardı Semih. Üniversite zamanı okulun öğrencilerinin ayarladığı bir partide tanışmış, daha sonra da zaman geçirmiştik. Toprak'ı daha fazla düşünmeme engel olmak için oldukça sosyal olduğum zamanlarıma gelmişti onunla tanışmam ki bu konuda şanslıydı. O dönemden önce, sürekli Toprak'ı düşündüğüm ve kendimi yurda kapattığım dönemden, sosyallik namına hayatımda bir şey kalmamıştı ve o anına denk gelse asla tanışamazdık. Sıkıntı şuydu ki benim ona olan arkadaşça olan yaklaşımımı yanlış yorumlamış üstüne de benden hoşlanmaya başlamıştı. Benimde ondan hoşlandığımı düşünmüş bana açılmıştı. Ben ondan değil onunla zaman geçirmekten hoşlanmıştım. Nasıl bir arkadaş bir arkadaşın yanında rahat hisseder bende onunlayken öyle hissediyordum. Onunla zaman geçirdiğimiz zaman yaptığımız aktiviteler, gittiğimiz partilerdi belki de bana iyi gelen, bilmiyordum. Kafam oldukça dağılıyordu ve ben bunu sevmiştim. Onu değil. En azından onun istediği gibi değil. Arkadaşça.
“Seni gördüğüme çok sevindim.” Bir anda aramızdaki mesafeyi sıfırlayıp bana sarıldığında şaşırıp kaldım. Ne ittim ne de sarılmasına karşılık verdim. Gözlerim hâlâ arabadan çıkmamış, oturduğu yerden bizi izleyen Toprak'a kaydığında gözlerimiz kesişti. Ne olduğunu anlamdıramıyor gibi kaşları çatılmıştı. Onun göz hapsi altındayken kollarımı kaldırıp hafifçe sardım Semih”in beline. Bu hareketimin hemen ardına arabanın kapısı açıldı ve Toprak indi. Hızla bize yürürken gergin duruyordu. Sinirli diyemezdim ama gözlerindeki küçük de olsa parlayan öfkeyi de gözardı edemezdim.
Beline sardığım kollarımı gevşetip onu hafifçe kendimden ayırdığımda Semih gülümseyerek yüzüme baktı öylece. Uzun uzun yüzümü inceledi. İlk defa değil ama uzun zaman sonra ilk defa görmüştü ve değişip değişmediğime bakıyordu herhalde. Bende onu incelemeye başladım. Beyaz teninin aksine simsiyahtı saçları. Dağınık kullanma huyundan vazgeçmemiş olacak ki hâlâ dağınıktı alnına dökülen dalgalı saçları. Kocaman güldüğünde yanaklarının yarısını içeriye göçüren gamzeleri beni incelerken yüzünde oluşan hafif tebessümle küçük küçük yer edinmişti yanaklarına. Yüzünde değişen pek bir şey yoktu olgunluk dışında. Eskiye oranla oldukça olgunlaşmış gibi duruyordu. Geniş omuzlarına düştü bakışlarım. Toprakla kapışır diyebileceğim bir fiziğe sahipti. En son gördüğümde yine cılız bir çocuk değildi ama bu kadar olmasını beklemiyordum açıkcası. Spor yaptığını belli eden geniş omzu ve kollarını saran tişört fiziğini baya iyi göstermişti.
“Arkadaş kim?”diye sorduğunu duydum Toprak'ın. Dikizlediğim omuzlardan çektiğim gözlerimi ona çevirdiğimde onunda zaten bana baktığından gözlerimiz kesişti. Semih’i incelememin hoşuna gitmediğini ters bakışlar göndererek oldukça gözüme soktuğunda o ters bakışlardan tekrar Semih’e dönerek kaçtım.
“Üniversiteden arkadaşım.” Onların tanışmasına gerek var mıydı bilmesem de tek tek Toprak ve Su’yla tanıştırdım. “Seni burada görmeyi beklemiyordum ben ya.”dedim elim saçıma giderken. Başımı hafif kaşıdım. “O yüzden biraz şaşırdım.”
“Artık bir ayağım burada diyebilirim.”dediğinde daha da şaşırmıştım. Kaşlarımın havalandığını gördüğünde hafifçe gülümsedi. “Ablamı tanıyorsun. O evlendi. Buraya taşındılar ve hamile. Eşi de işi dolayısıyla sürekli şehir değiştirmek zorunda kalıyor. O yüzden bende sürekli buraya geliyorum.”
Anladım der gibi başımı salladım. Yüzündeki tebessüm yerini bir an bile kaybetmeden bana bakıyordu. Gözlerindeki parıltıların ne anlama geldiğini bilmesem de benden önce Toprak'ın bu bakışlardan hoşlanmadığını anlayabiliyordum. Kıskanmıştı belki de. Ama benim istediğim gibi değil, abice bir yaklaşımla olan bir kıskanmaydı bu. Bunu bilmek beni daha da üzerken ne ara ona kaydığını bilmediğim bakışlarımı çektim Topraktan. İçimden kısacık bir cümle, onu geçtim adını bile geçirsem bakışlarım benden izinsiz ona kayıyordu.
“Sen?”diye sordu Semih. Gözlerimi ona çevirdiğimde devam etti. “Sen neler yaptın? İki sene seni baya değiştirmiş.” İyi anlamda dediğini yüzümde gezen bakışlarışlarından anlayabiliyordum.
Pek değişmemiştim aslında. Sadece üniversite zamanlarımda olan saç tarzımı değiştirmiş, kısadan uzuna geçmiştim. Belki uzun saç yüzümü farklı gösteriyordu bilmiyordum ama genel olarak aynıydım bence.
“Çalışmaya başladım. İki senedir okul ev gidip geliyorum öyle.” Dedim ikinci söylediğini es geçip.
“Sen ve çocuklar..”diye mırıldandı. “Güzel bir görüntüdür eminim.”
Toprak'ın yanımda kımıldandığını hissettiğimde bakışlarımı Semih’ten çekmemek için kendimle savaştım. Toprak'ın sinirlendiğini gören Su imdadıma yetişerek “Abi senin işin yok muydu ya?” Diye sordu. Altında yatan ‘hadi git artık.’mesajını hepimiz anlasak da sessiz kaldık. Toprak ters bakışlarını kardeşine gönderirken Su onu zerre takmamış yüzüne yerleştirdiği gülümsemesiyle Semih'e dönmüştü. “Semih, işin yoksa bizimle takılsana?”
Şaşkınlıktan yerinden çıkacak gözlerim ona döndüğünde o Semih'ten gözlerini çekmemişti. Bizimle göz göze gelmek istemiyor gibi odağı Semih’ti. Semih'i bizimle alışverişe çıkması ne alakaydı Allah aşkına?
Elim saçımı buldu. Kaşır gibi yaparak hafifçe Su’ya eğildiğimde “Ne saçmalıyorsun Su?”diye sordum. Su beni de zerre takmayarak ısrarlı bakışlarını Semih'i gözlerinden çekmemişti.
“Aslında işim yok. Bir arkadaşımla buluşacaktım. Sizi görmeden hemen önce o aradı. İşi çıktığını gelemeyeceğini söyledi. Bende tam gidiyordum. Sizi gördüm.”
“Öyleyse,”dedi Su bir bana bir Semih'e bakarak. “Bizimle geliyorsun.”
Semih bir şey demeyip sessiz kaldığında su onun bu sessizliğini evet kabul etmiş olacak ki gülen suratı bana döndü. Abisinden geri kalmayan suratım onu bi an sekteye uğratsa da
umursamadı. Toprak nihayetinde işi olduğunu hatırlamış olacak ki Su’ya h bakmadan direkt beni muhatap alarak “gidiyorum ben.”dedi huysuz huysuz. Şu an ses etmese de evde Su’yu büyük bir azar beklediğine emindim. Bu hareketlerinden hoşlanmadığı yüz ifadesinden barizdi. Başımı salladım hafifçe ve az önce geldiği yolu geri giderek arabasına bindi. O gittiğinde bizde avmye geçtik. İlk girdiğimiz yer ayakkabı mağazası olmuştu. Su, hastaneye giymek için spor ayakkabı ararken ben topuklu ayakkabılara yönelmiştim. İhtiyacım yoktu aslında. Geçen ay çıktığımızda almıştım bir tane ama yine de bakmadan edemiyordum.
“Değişmişsin derken fizikenden bahsediyordum ama sen fikirlerini de baya değiştirmişsin ya.” Diye ses duyduğumda yan tarafıma, sese gelen yöne döndürdüm başımı omzumun üzerinden. Semih baktığım ayakkabılara bakıp bakışlarını bana çevirdi. “Seni sürekli giydiğin beyaz spor ayakkabılarla hatılıyorum. Hatta nefret ederdin topuklulardan. İşkence aleti derdin. Hayırdır?”dedi en sonunda göz kırparak.
“Hayat insanı değiştiriyor.”
“İnsanlar değişebiliyor ama duygular değişemiyormuş.” Dediğinde siyah topuklu ya uzanan elim havada kaldı birkaç saniye. Hâlâ diyordu, hâlâ seni seviyorum.
“Yapma, Semih.”dedim sızlanır gibi çıkan bir sesle.
Yine başa dönmek istemiyordum. Zaten onun duyguları yüzünden iyi bir arkadaş kaybetmiştim, yine aynı şeylerin olmasını istemezdim. Beni sevme de diyemezdim tabii. Gönüle laf anlatılmadığını bizzat yaşayarak tecrübe ettiğimden laf etmeye bile hakkım yoktu. Ama yakın olup olmamak benim elimdeydi sonuçta. Bir daha görüşmezdik olur biterdi.
“Tamam.” Dediğinde gözlerim gözlerini buldu. “Demedim sayamaz mıyız? Eskisi gibi yakın olamaz mıyız? Arkadaşça yani..”
“Arkadaşça,”dedim üstüne basa basa. “Olursa neden olmasın?”
Dudaklarını birbirine bastırdı. Başını salladı sonra. Aramıza sessizlik çöktüğünde topuklular bakma hevesim kaçmıştı. En sonunda konuşmaya başladığında elindeki siyah spor ayakkabının başka numarasını görevliden isteyen Su’dan çektim bakışlarımı. Ona çevirdim.
“Niye sormadın?” Gözlerine saf bir mesaj oturmuştu. “ Aradan iki sene geçti. Nasıl unutmadın diye, niye sormadın?”
Yüzüme buruk bir gülümseme yayıldı o an. İsterse asır geçsin gönül istediğinden elini eteğini çekmedikçe insan sevdasından geçemiyordu. En iyi kendimden biliyordum.
“Gerçekten sevdalıysan bir ömür geçse vazgeçmezsin sevdiğinden.”dediğimde kaşları havalandı. “Ama şunu bil; seni kırmak istemem. Sevgin ne kadar büyük bilmem. Sevginin büyüklüğünü sorgulamak da bana düşmez ama başkasını seven birini sevme. Sevme Semih. Sen benden vazgeçer misin bilmem ama ben kendi sevdamdan geçmem.”
“O mu?” Diye sorduğunda anlam veremedim. Alık alık suratına baktığımı gördüğünde tebessüm etti. Sanki az önce söylediğim şeyleri ona değil de şu önümdeki topuklulara söylemişim gibi davranıyordu. Hiç söylemişim gibi. “Sizi getiren.”
Bu kadar belli mi ediyordum?
“ O ne alaka?”dedim pamiğimi fark ettirmemeye çalışarak. Gerçi fark etse ne olacaktı ki sanki. “Ne önemi var?”
“Bilmem, gözlerinin birine bakarken bu kadar parladığını görmemiştim daha önce.” dediğinde içimi bir huzursuzluk kapladı. O bile tek bakışta gördüyse diğerleri de anlamış mıdır diye sormadan edemedim kendime.
“Konuyu kapatsak?”dedim sorar gibi. Rahatsız olduğumu oldukça belli ederken uzatmadı. Sessiz kaldı. O sırada her ayağında başka bir ayakkabı olan Su bize doğru yürüyordu. Bize yetiştiğinde ilk sağ ayağını sonra sol ayağını gösteren “Bu mu bu mu?” Diye sordu. Siyah aşkım her zamanki gibi ağır basarken sağ ayağını gösterdim. Semih de onu söyleyince Su onda karar kılıp ücretini ödedi ve çıktık mağazadan. Her gelmemizde alışveriş yaptığımız mağazalara geçip uzun uzun kıyafet seçip denedik.
Üzerimdeki elbiseye aynada baktığım sırada kabine bıraktığım çantamdan telefonumun bildirim sesini duydum. Çantamdan çıkardığım telefonu açarken bir yandan da Semihlerin olduğu yöne doğru yürüdüm. Kırmızı kısa elbise vücudumu tam sarmış ve çok güzel görünmemi sağlamış olsa da kısalığı bir tık da olsa rahatsız etmişti. Mesaj atan kişiyi gördüğümde Semih’in “Çok yakışmış.”dediğini de duymuştum. Belli belirsiz ona gülümseyip az önce geldiğim yöne yürüyüp kabinlere doğru gittim.
Toprak abi;
Neredesiniz? (15.35)
Ne yaptınız? (15.35)
O herif yanınızda mı hâlâ? (15.36)
‘Herif’ yanımızda hâlâ.
Yazıp gönderdim. Anında çevrim içi oldu.
Diğer soruna gelirsek geziyoruz
Kardeşini memnun etmek zor…
Sen bakmıyor musun bir şeyler?
Anlık gelen cesaretle üzerimdeki elbiseyi aynadan çekip ona gönderdim. Tek omzu yoktu elbisenin. Dar bir şekilde inerken sağ bel kısmına bir dekolte yapılmıştı. Üst tarafına takılmamıştım da dizlerimin bi hayli yukarısında bitmesi olası bir firikik verir miyim diye düşünmemi sağlıyordu.
Toprak’ın aktifliği gitti o an. Cevap vermeyeceğini anladığımda cesaretim kırılmıştı. Sabah telefonu görmesinin izerine belki bu da eklenirse bir tahmin yürütebilir beni de bu yükten kurtarabilirdi. Gerçi öğrenmesi iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyorum ya. Ya o da karşılık verir ya da olabildiğince uzaklaşırdı benden.
İkinci seçenek daha yüksek ihtimal görünüyordu.
Düşündüklerimle yüzüm düşmüşken ekran aydınlandı. Tekrar çevrim içi olmuştu. Onun ne yazacağını deli gibi mesaj etsem de ters cevap almadan ben mesaj yazmaya başladım.
Vazgeçtim.
Almayacağım.
Sohbetten çıkacak kadar kötü olmuşsa almama gerek yoktu.
Toprak abi;
Al.
Yakışmış.
Okuduğumu idrak edemedim bir an. Yine kardeşçe bir yaklaşım mı yoksa o da daha farkında bile olmadığı duygularına karşılık mı veriyordu bilmiyordum ama kalbim yerinden çıkacak kadar atmaya başlamıştı bile. Daha bir şey denememe gerek yoktu. O bunu beğendiyse alıp çıkacaktım.
O mesajlardan sonra utandığımdan olsa gerek cevap yazmadım. Yazamadım. Defalarca yazıp yazdığım şeyler olduysa da hepsini saçma bulup silmiştim.
Oradan çıktıktan sonra yine bir sürü mağazaya girip yine bir şeyler denedik. Baktıklarım hep tişört tarzıydı çünkü almam gerek elbisemi almıştım ve başkasına gerek yoktu. Giymek için sabırsızlanıyordum.
Alışveriş sırasında Semih bir an olsun ses etmemiş, hatta denediklerimiz hakkında yorum bile yapmıştı. Beğendiklerimizi alıp en sonunda ayaklarım beni taşıyamayacak duruma geldiğimde “Valla benden bu kadar.”dedim ellerimi havaya kaldırarak. Ellerindeki poşetler kollarımdan sarktığında daha da bir ağırlaşmışlardı sanki. Semih centilmenlik yapıp poşetlerimizi taşımayı teklif etse de ben reddederken Su bu fırsatı tepmemiş elindekileri Semih’e taşıtmıştı. Su da yorulmuş olacak ki -ki bu alışveriş konuşsunda biraz zor olan bir şeydir- “Bende öldüm ya.” Dedi. “Hadi yemek yemeye çıkalım.”
Hepimiz açlıktan öldüğümüz için onun bu fikrine balıklama atlamış, yemek katına çıkmıştık. Onlar yemek istedikleri yemekler hakkında tartışırken bugün ikinci kez kendimi aşarak telefonumu çıkarttım.
Yemek yiyeceğiz. Bittiyse işin gel istersen sende.
Çevrim içi olduğu an ‘ince iş’ dediği aklıma geldi ve sinirle doldum. Mesajı geri çekecekken bir şey oldu.
Mesaj attı.
Geliyorum.
Geç kalmışlılıkla sinirle yerimde tepindim. Ne vardı böyle bir mesaj atmaya şu an mesela? Ne kadar gereksiz şey var hepsini yapıyordum bugün. İnce iş demesine rağmen asla arlanmadan ona bütün vücut hatlarımı belli eden kırmızı bir elbiseyle fotoğraf atmıştım. BÜTÜN VÜCUT HATLARIMI!
Ve o da yakışmış yazmıştı. Yakışmış..
Demek ki incelemişti. Ya da öylesine bakmış ve geçiştirircesine söyemişti. Bilemezdim.
Zaten bayılırdım ben onun her hareketine anlam yüklemeye. Belki de gerçekten yakıştığı için değildi. Belki de boşuna almıştım o elbiseyi. Belki de düşündüğüm gibi sabah görmemişti telefondaki fotoğrafı. Olabilir miydi? Olabilir miydi gerçekten?
Ya da asıl soru ben görmesini istiyor muydum? Bunca sene yüreğimde sakladığım bu sırrı bilmesini, öğrenmesini istiyor muydum? Göze alabilir miydim peki? Onu kaybetmeyi?
Bunca sene ona sezdirmeden sevmiştim ben onu. Bi bunca sene daha yapardım bunu yapmasına ama artık görülmek istiyordum sanırım. Görünmez olmaktan çıkıp ‘bak, bende buradayım.’ demek istiyordum. ‘Ben senin kardeşin değilim. Seviyorum seni.’ demek istiyordum.
“Bade!” İsmimin çağırıldığını duyduğumda ne zaman daldığımı fark etmediğim yerden çektim gözlerimi. Ona dönen bakışlarımı yakaladığında eliyle gel işareti yaptı Su. Yanlarına doğru adımladım sakince. “Kaçtır sana sesleniyorum. Duymadın sanırım.”dediğinde başımı salladım. “İyi misin?”
“İyiyim.”diyerek yanlarına doğru yürüğümde hâlâ ne alacaklarına karar veremediklerini gördüm. “Sen ne alacaksın?”diye sordu Su, bakışlarını karşısındaki hamburger, pide ve döner seçeneklerinden çekmeden. Benim tarafım belliydi. Bunlardan hiçbiri gözüme hoş gelmezken katın diğer tarafında kalan İskender dikkatimi çekmişti. İskender yiyecektim.
“İskender yiyeceğim.” Dediğimde ikisinin de bakışları asla seçeneklerine bile koymadıkları iskendere döndü. Bu seçenek ikisinin de hoşuna gitmemiş olacak ki aynı hızla daha önce baktıkları yere döndürdüler gözlerini. Kararsızlıklarından oldukça sıkıldığımı oflayıp puflayıp belli ederken en sonunda karar vermişlerdi. Hamburger ve pide alacaklardı ve yarı yarıya paylaşacaklardı. Bunlar ne ara yakın oldu? Hayretle onlara baktığım sırada onlar bakışlarımı zerre takmadan ikisi de yemeklerini alacakları bölüme gidip sıraya girdiler. Ellerinde yemeklerle döndüklerinde gördüklerime karnımın gurultusu hatsafaya çıktı. Çok acıkmıştım. Deli gibi hemde!
İskender satılan kısma gelene kadar Su’nun tereyağı hakkındaki kötülemelerini dinlemek zorunda kalmıştım. Neyseki çok uzak değildi, hemen yetişmiştik. Biz yetişene kadar sıradaki bir adam da işini hallettiğinden sıra direkt bize gelmişti. İki tane sipariş ettikten sonra beklemeye başladım. İki taneye kendim yemeyecektim tabii. Birini Toprak için almıştım. Tabii gerçekten dediği gibi gelirse. Gerçi bugüne kadar dediği şeyi yapmadığını hiç görmemiştim. Geleceğine neredeyse emindim o yüzden ama bugüne kadar ‘ince iş’dediğini de duymamıştım. Bu beni şüpheye düşürüyordu.
Her anlamda.
Ücreti ödedikten sonra boş masa aradım. Karşıda bir tane görünce bizimkilere başımla orayı gösterip oraya doğru yürümeye başladım. Oturduğum esnada gözlerim etrafı ararken bir çift kahveye denk düşünce takılı kaldım. Karşımdaydı. Gelmişti. O da beni fark etmiş olacak ki göz temasını kesmeden bize doğru yürümeye başladı. Öyle bir yürüyüşü vardı ki onu tanıyıp bilmeyen bile asker olduğunu anlayabilirdi. Öylesine dik, öylesine sertti adımları. Kendinden emin bir duruşu vardı. O geniş omzunun çöktüğüne denk gelmemiştim hiç bugüne kadar.
“Selam.”dedi masaya yaklaştığında. Su abisini gördüğüne şaşırmıştı. Tam da Semih’in tepsisindeki hamburgeri eline almıştı ki abisinin sesiyle alık bakışları yukarıya dönmüştü. Sanki kötü bir şey yapmış da abisine yakalanmış gibi elini hemen hamburgerden bırakarak abisine gülümsedi.
“Hoşgeldin abim.”dedi gereksiz şekilde çok gülümseyerek. Ne karıştırıyordu bu yine?
Onun bu hareketi dikkatimi çekerken kısık gözlerimin odağı yanımdaki sandalyeyi çekmesiyle Toprak'a kaydı. Yanıma mı oturacaktı gerçekten? Yapamazdım ki. Yemek yiyemezdim onunla dipdibeyken. Elim ayağım dolaşırdı benim kesin. Dökerdim şimdi üstüme başıma.
Ayrıca attığım fotoğraf da aklıma gelince utancım ikiye katlandı. Gerçekten ne halt etmeye atmıştım ben o fotoğrafı?
Yemeğime başladım onunla gözgöze gelmemek için. Kendisi de yemeğini açmış yiyordu ki Su’nun Semih’in yemeğine giden elini fark etti. Ters bakışları kardeşini bulduğunda Su’nun da gözleri onu bulmuştu. Göz kırptı Su’ya hayırdır der gibi.
“Canım çekti.”dedi Su masum çıkan bir ses tonuyla. Ne kadar masum çıkarsa çıksın bilirdim ben bu tonu. Bir şeyler karıştırıyordu. Ne olduğunu anlamamıştım ama onların yanından ayrıldığım dakika onu sıkıştıracaktım.
“Canın çektiyse,”dedi Toprak, kardeşinden çekti gözlerini hamburgerciye baktı. “Gidip alabilirsin. Kimseninkinden almana gerek yok.”
Açık açık Semih’le samimi olma diyordu. Neden rahatsız olmuştu ondan bu kadar anlamamıştım. Düşüncelerim farklı yönlere evrilmek için çırpınsa da onlara izin vermedim. Durduk yere kendimi umutlandırmak istemiyordum. Umutlanmanın geri dönütü kötü oluyordu bana sonra.
Su sessiz kaldı abisinin bu dediklerine. Sessiz kalması beni şaşırtırken o elini çekmiş karşısında oturan benimle hiçbir şekilde göz teması kurmadan yemeğine dönmüştü. Toprak birkaç saniye yüzü asılan kardeşini izledi. En sonunda içi el vermemiş olacak ki, “Hemen geliyorum.”diyerek kalktı masadan. Nereye gideceğini iyi biliyordum. Beni şaşırtmayarak hamburgercinin sırasına girdi. Sadece kardeşine değil diğer herkese böyle olan merhameti bile beni kendine hayran bırakmaya yetiyordu. Gözümün önünde böyle bir mükemmellikle büyümüştüm ben. Nasıl olurda gözüm hep onu görmek istemezdi? Gönlüm onu sevmek istemezdi?
Masaya elindeki hamburgerle oturduğunda sanki az önceden beri gözlerimle onu yiyen ben değilmişim gibi bakışlarımı yemekten kaldırmadım. Ona baktıkça gözümün önüne kırmızı elbise gelecek de yüzüm kıpkırmızı olacak diye ödüm kopuyordu. Düşüncesi bile boğazımdan yüzüme doğru sıcak bir ısının yayılmasına yetmişken gerçek olmasını hayal bile edemiyordum. Ayranımdan bir yudum aldım bir ümit sıcaklığın gitmesi adına.
“Ee Selim?”dediğini duydum yanımdaki adamın. “Ne iş yapıyordun sen?” Semih'in adını bildiğine ama bilerek yanlış telaffuz ettiğine yemin edebilir ama kanıtlayamazdım çünkü o bir askerdi. Hem de bordo bereli olanından. En ufak bir bilgiyi bile akıllarında yıllarca tutabilmeleri için de eğitilmiş olmalılardı. Üstelik Semih'in adını söylediğimde oldukça dikkatli olan bakışları bizdeydi ve o bütün algılarını açmış dinlemişse unutması imkansız bir şey gibi bir şeydi.
“Selim değil, Semih.”diye düzeltme ihtiyacı hissettim. Ters bakışları bana döndüğü an ona doğru kaldırdığım bakışlarımı yemeğine geri indirmem bir oldu.
“Her neyse.”diye mırıldandığını duydum ağzının içinden. Neyseki bir tek ben duymuştum.
“Mimarım ben.” Dedi Semih, onun bu hareketlerine anlam veremese de. Su ve ben bu durumlara oldukça alışkın olduğumuzdan tuhaf karşılamıyorduk ama dışarıdan bir göz olarak görenler kıskandığını düşünebilirdi. Keza kıskanıyor da olabilirdi ama bunun kardeşçe bir düşünce olduğuna emindim.
Çünkü hep derdi ki: Su ne ise sen de öylesin benim için.
Kardeş.
Oysaki maneviyat harici bir bağımız yoktu kardeşlik namına. Ben bütün benliğimle bunu reddetsem de o bu kardeşlik işini oldukça benimsemişti. Ve ne yaparsam yapayım gözünden bu adımın önüne gelen sıfatı silemeyeceğim gibi geliyordu.
Toprak Semih'in verdiği cevaba baş sallamak dışında bir cevap vermeyi tercih etmemişti. Semih'in dikkatli bakışlarını arada üzerimde hissetsem de Topraktan olduğu gibi ondan da kaçırıyordum gözlerimi. Bugün bir an önce bitmeliydi!
“Sen?” Dediğinde Semih, nihayetinde başımı kaldırıp bakmıştım yüzüne. Muhatabı ben değil yanımda oturmuş yemeğinden bir lokma bile almamış Toprak’tı.
“Baba mesleğinden devam ediyorum.” Dediğinde Semih'in hiçbir şey anlamadığı Toprak'a attığı bakışlardan alenen okunurken Toprak onun bu bakışlarını zerre umursamamış, nihayet ona aldığım yemeğini yeme tenezzülünü göstermişti.
Halka açık bir alanda açık açık askerim daha da iyisi bordo bereliyim diyemeceğinden böyle bir cevap vermesini normal karşılıyabiliyordum da baba mesleği dediğinde çocuğun anlamasını beklemesini anlayamamıştım. Rastgele bir meslek uydurabilirdi. Sonuç olarak bir daha görüşecekleri bile meçhuldü. Ona güvenmediğini açık açık belli etmesi de cabasıydı.
“Mobilyacı.” diye atlıyıverdim o an bir panikle. “Babası mobilyacıdır da. Toprak da onun izinden gidiyor.” Dediğimde abi dememem bir anlık duraksamama sebep oldu. Ben bile o kadar alışmıştım ki ona abi dememe kendim bile şaşırıyordum demeyince. Hemen kendimi toprarlayıp boğazımı temizledim. “Toprak abi yani.”diye geveledim ağzımın içinden. Panik tüm vücudumu ele geçirdiğinde ayağa kalktım. “Lavaboya gidiyorum ben “diye açıklama yaptığımı duydum o an. Sanki sesim bile yabancı gelmişti kulaklarıma. Bu kadar panik olmazdım ben halbuki. Yıllarım onun yanında geçmişken bu anlamda adım atmam ilk olduğundan mıydı bu kadar paniklemem? Sonuçta ona her gün elbiseli fotoğraf atmıyordum.
Kendimi olduğumuz katın lavabosuna attığımda soğuk suyu açarak yüzüme çarptım. Elimin ıslaklığını boynuma sürüp sıcaklığını götürmeye çalışsam da olmuyordu. Panik içimi kemirdiği sürece ben içimdeki ateşi söndüremezdim.
‘Sakin ol.’dedim içimden kendime. ‘En fazla ne olabilir ki? En fazla ona olan duygularını öğrenir ve eski samimeyetiniz kalmaz.’
Ben bu olsun istemiyordum ki. Ben onsuz bir hayat düşünemiyordum. Adının yanına abi kelimesini getirmem de gerekse o benim hayatımda olsun istiyordum. Onun gözleri kardeş gibi görse de beni, bana baksın istiyordum. Yaptığım saçma bir hatadan -ki duygularımın saçma olduğunu asla düşünmüyordum- onu kaybetmek istemiyordum.
Yüzümdeki yanma hafiften gittiğinde tüm cesaretimi toplayıp çıktım tuvaletten. Tam o esnada bana doğru gelen Su’yu gördüm. “İyi misin?”diye sordu endişeyle. Onun benimle bu kadar ilgili olması bile benim vicdanımı sızlatırken ondan sakladıklarım..
Ama nasıl diyebilirdim ki ben yıllardır abini seviyorum? Nasıl söylenebilirdi böyle bir şey? Ya o da benden uzaklaşırsa böyle bir konu için. Değmez diyemiyordum. Sevgim, sevdam her şeye değerdi ama Toprak'tan bir karşılık alıp alamayacağımı bile bilmeden Su ile olan arkadaşlığımı riske atamazdım. Kaldı ki Toprak'tan karşılık alsam dahi Su’nun arkadaşlığı kaybetmek isteyeceğim bir şey asla değildi. Toprak'a olan aşkımla Su’ya olan sevgim yarışırdı. Ne ondan vazgeçebilirdim ne de ondan.
Kendi kendimi olmayan şeylerden doldurduğumu hissettiğimde ve Su’nun sorusunu cevapsız bıraktığımı fark ettiğimde hafifçe gülümsedim. Sorun yok gülümsememi gördüğünde derin bir nefes aldı. En ufak şeyde böyle kalkıp ortam değiştirdiğim sürece onları şüphenlendirmekten başka bir şey yapmayacağımı biliyordum. Elimden geldiğince pot kırmamaya, kendimi dizginlemeye çakışacaktım. Endişeli bakışları dağıldığında koluna girip onu masamıza doğru yönlendirdim. “O ikisini aynı masada bırakmak..”dediğimde kıkırtısını duydum. “Birbirlerini yesinler istiyorsun herhalde.” Onu ilerlettiğim kolunu bileğime sarark beni durdurduğu da meraklı bakışlarım ona dönmüştü.
“O Semih bu Semih değil mi?” Anlam veremeyerek batık yüzüne birkaç saniye. Daha sonra kafamın üzerinde ampul yanmış gibi aydınlandığımda başımı salladım. Üniversiteden her ne yaşadıysam onu arar anlatırdım o zamanlar. Mesafeler bizi ayırmış olsa da biz kalben yanyana olduğumuzdan burada olduğu gibi orada da onsuz yapamıyordum. Başıma gelen en ufak bir şeyi ona anlatmayı borç bilmiştim kendime. O da aynı şekilde ne olursa anlatır yeri geldiğinde fikir alırdı. O yüzden Semih’i de biliyordu. Beni asıl şaşırtan nasıl hatırladığıydı. Ben bile görene kadar Semih'in varlığını unutmuştum.
“Allah seni ne yapmasın!”dedi beni hafifçe sarsarak. “Bir de ‘o kadar da yakışıklı değil’ diyordun. Çocuk manken gibi!”
“Abinin yanında da söyle bunları Su, olur mu?”
“Olmaz.”dedi direkt. Bakışları sırtı bize dönmüş abisini bulduğunda “ Ölmek için henüz çok genç ve çıtırım.”
Sen iflah olmazsın bakışlarım onu bulduğunda o bu bakışlarımı zerre takmadan bu sefer koluma o girerek beni masaya çekiştirmeye başladı.
Masaya ulaştığımız an Toprak'ın elini cebine attığını gördüm. Su yerine geçerken bende Toprak'ın yanındaki yerimi almıştım. Toprak çalan telefonunu açmak için ayaklandığında kimin aradığını anlamam zor olmamıştı. Her aradıklarında sanki komutan karşılarındaymış gibi hazırlola geçiyorlardı. Birkaç adım atıp duyamayacağımız mesafeye geldiğinde yiyemediğim iskenderime acı içinde baktım. Hâlâ açtım ve ona para vermiştim. Onu burada bırakacak olmam beni üzmüştü. Toprak'ın telefon görüşmesi bittiğinde Su ve ben hazin sonu bildiğimizden sesimizi çıkartmazken Semih bana yönelik “Niye oturmuyorsun?” Diye sordu oturduğu yerden. Tam ona cevap verecektim ki aradığı cevabı Toprak verdi.
“Gidiyoruz.”
“Ee ben doymadım ki.”diye mırıldandım sessizce. Yemeğimi yarım bırakmayı sevmezdim. Hele de bu iskenderse. Toprak'ın bakışları bana döndüğünde bir şey dememiş gibi etrafa bakınmaya başladım. Semih de ayaklandığında üzüle üzüle çıktım avmden. Toprak Semihle el sıkışıp arabaya bindiğinde acelesi olduğunu anlamıştım. Semih bana doğru birkaç adım atıp kollarını belime sardığında sarılmasına karşılık verdim. “ Bu tesadüfü sevdim.”diye mırıldandı kulağıma doğru. Bir de bana sor Semih demek istedim.
“Numaranı alabilir miyim?” Diye sordu ayrıldığımızda. “Telefon değiştirdim de ben. Eski numaraların hepsi gitti.”
Uzattığı telefonu alıp ezberden numaramı girip ona uzattım. Su da Semih’le vedalaştığında arabalara yerleştik. Araba hareket ettiğinde ve oradan ayrılırken Semih'i arkada bırakmıştık. Orada veremediğim tepkiyi vererek iki koltuğun arasından öne sarkıp Su’nun kafasına vurdum yavaşça.
“Ne vuruyorsun be?” Diye sordu vurduğum yeri ovuşturarak. Acıtacak kadar sert vurmamıştım. Şov yapıyordu şu an. Hafifçe ittirmiştim.
“Ne diye bana sormadan davet ediyorsun çocuğu?”diye sordum sinirle.
“Ya kötü mü oldu? Ne güzel gezdik işte beraber.” Dediğinde ters ters bakmakla yetindim.
“Eski arkadaşını gördüğüne sevindin sanıyordum?” Dedi Toprak sorar gibi. Eski olmasına özellikle üstüne basa basa söylemesi sen ne anlamam gerekiyordu bilmiyordum ama vurgusu gözümden kaçmamıştı.
“Eski deme eski deme.”dedi Su heyecanla. O an bir pot kıracağını anladım ama engel olamadım. “Eski aşık falan değil bu çocuk. Bakışlarını görmediniz mi?” Cümlesi biter bitmez ne dediğini fark edip donakaldı.
“Kimse aşık falan demedi Su’cum. “Dedim kolunu sıvazlar gibi yaparak bir yandan da onu döverek. “Sen çok yanlış anlamışsım. Çok da yanlış anlatıyorsun canım benim.” Gözlerimle onu dövüyordum resmen. Bir kere de dilini tutmasa olmazdı zaten. İlla bir şeyler kaçırıyordu ağzından ona bir şey anlattığımda.
“Kim demiş ya aşık diye? “Diye saçmaladı. “Ben demedim öyle bir şey.”diye de inkar etti.
Su sen beni yaktın yaktın diye ağıt yakmama son bir…
Pes ederek arkama yaslandım. Su da zaten utancından ve daha fazla pot kırmamak adına sesini kesmiş dışarıya bakmaya başlamıştı. Toprak da şaşırtıcı bir şekilde soru sorarak beni sıkıştırmamış, sessiz kalmıştı. Bir anlık gözüm dikiz aynasına çarptığında Toprak'ın bakışlarıyla karşılaştım. İlk defa göz kaçıran olmak istemedim o an. O baktıkça en az onun kadar dik bakışlarla karşılık verdim bakışlarına. En sonunda yola bakmak zorunda olduğundan o çekmişti gözlerini. Arada attığı sorgular bakışları eşliğinde yolumuzu bitirdiğimizde kendimi atar gibi indim arabadan.
Kapının önünde ayakkabısını giyen abimle karşılaştığımızda onun da göreve çağırıldığını anlamıştım. Bireysel değil timce olan görevlerdendi herhalde. Ona doğru yürüdüm. Ayakkabısını giydikten sonra dikleşti olduğu yerde. Annem kapının pervazına yaslanmış her zamanki yorgun ve endişeli bakışlarını gönderiyordu abimle Toprak'a. Kaç yıl geçerse geçsin yine alışamayacaktık sanırım onların gitmelerine. Gül teyze eşinin de asker olmasına rağmen yıllarca onu beklemiş olmasına rağmen evladı gittiğinde hep gözü yaşlı gönderiyordu onu. Yokluklarına alışmak zordu çünkü. Vatan için de olsa zordu. Abim uzanıp alnıma öpücük bırakıp geri çekildi. Bakışları Toprak'ı bulduğunda Toprak ona küçük bir baş hareketi yapmıştı. Onun bu hareketiyle abim hareketlendi olduğu yerden. Arabaya bindiler seri hareketlerle. Arkalarından hemen ve sağ sağlim gelmeleri için dua etmekten bir şey yapamadık..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |