5. Bölüm

5. Bölüm

CK
ck_2525

Günlerin su gibi akıp gittiği bu hafta bana öylesine yavaş geçmişti ki bir an dünyanın zamanlamasını sorgulamaya başlar olmuştum. Bu bir hafta içerisinde okul ev arası dokuduğum mekiklerin arasına arada Su ile takılmalar karışmıştı. Kafa dağıtmak için iş sonrası bir yerlere gitsek de kafamı gövdemden ayırıp bir köşeye fırlatmadığım sürece nasıl olduğunu düşünmeyi bırakamayacağımı gittiğimiz canlı müzikli kafede herkes eğlenirken kendimi masaya diktiğim gözlerimle Toprak'ı düşünürken bulduğumda anlamıştım. Ne yediğim yemekten tat alabiliyordum ne aldığım uykudan bir şey anlıyordum.

 

Haftasonu olmasına rağmen sabahın köründe kalkıp temizliğe girişmiştim. Kendimi bir şeylerden oyaladığımda zaman daha hızlı geçiyordu. Elimdeki cam beziyle evimizin iki katlı olduğunun verdiği rahatlıkla pencereye çıktım. Dış cepheye cam sil fısfısladıktam sonra hıncını camdan alır gibi silmeye başladım.

 

Ne vardı yani asker olmasaydı?

 

Diğer mesleklerin suyu mu çıkmıştı?

 

Mobilyacı olabilirdi mesela tıpkı Semih’e uydurduğum gibi. Ya da benim gibi bir öğretmen. Galeri işletebilirdi. Hiç olmadı sucu, elektrikçi falan olsaydı ya. Akşam evine dönen bir meslek olsaydı ne de güzel olurdu.

 

Onu o mesleklerle hayal ettiğimde hepsinin de eline yakışacağını ama üzerinde emanet gibi duracağını fark ettim. Üzerlerinde üniformayla gördüğüm sayılıydı. Abimi de öyle. Görev sonrası istisnasız karargaha uğrayıp sivil kıyafetlere geçip öyle gelirlerdi mahalleye. Onları üniformalı gördüğüm o nadir anlarda hep komutana onların dönüp dönmediğini sormaya gitmemde dönmüş olduğumdan yanlarına gittiğimde olmuştu. Gerçekten de sayılıydı. Belki üç.. ya da dört. Daha fazlası değil. Ve bu bile haksızlık gibi geliyordu.

 

Çok da hakkım varmış gibi.

 

“Piştt! Güzellik!”diyen bir ses duydum uğultu gibi. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki düşüncelerime oluşturduğum bir duvar vardı etrafımda ve bu ses o duvarı delmişti. Öylesine geriden geliyordu ki ses bir an duyup duymadığımı sorguladım.

 

Başımı aşağıya eğip mahalleyi kolaçan ettim. Tam karşımdaki evlerinin duvarına yaslanmış parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına götürmüş onu gördüm hemen sonra. Gelmişti. Gelmişlerdi. Cama çıktığımda onun hemen önündeki araba yoktu. Şimdi var olması düşüncelerimin çevreme ördüğü duvarların kapkalın olduğunu anlatıyordu. Onun kısık bir sesi bile yeterken o duvarın yerle bir olmasına, koskoca bir arabanın bunu yapamaması tuhaftı.

 

Hemen aşağıya inip elimdeki bezi rastgele bir yere fırlattım. Koşar adım odamdan çıktım. Üzerimin paspallığını o an fark etsem de yapabileceğim bir şey yoktu. Hareket edip terleyeceğimi bildiğimden gece giydiğim şortlu pijamayı çıkartmamıştım. Aşağıya adımımı attığım an anneme sarılmış olan abimi görmem bir oldu. Annemle ayrıldıkları gibi kollarımı boynuna doladım. Çıktıkları uzun süreli görevlerin yanında bu bir haftalık görev hiçbir şeydi ama bu bir hafta içerisinde televizyonda verilen şehit haberlerinden dolayı içimdeki özlem de korku da katlanarak artmıştı. Onları böyle sağ sağlim karşımda gördüğümde kalkmıştı göğsüme çöreklenen ağrı. Abime doladığım kollarımı ayırarak kapıya doğru yürüdüm. Yanına ineceğimi tahmin edemeyerek belki de sigarası bittiğinden içeri girmiş olabilirdi. Anlık gelen heyecanla ona sarılmak istiyordum ve gittiğini görürsem o heyecanım balon gibi söner, asla da cesaret edemezdim içeri girip de ona sarılmaya. Ama çok özlemiştim. Daha fazla dayanamayacaktım. Kapıyı açar açmaz gitmediğini, orada öylece duvara yaslanmış yeri izlediğini gördüm. Kim bilir ne düşünüyordu. Heyecanımın bir kan gibi damarlarımda gezdiğini hissettiğimde hareketlendim. Ayağımdaki ev terliklerini annemin söyleneceğini bilsem de çıkartmadan evden çıktım ve arabanın önünden geçerek önünde durdum. Pembe ev terliklerimin yanında kocaman duran ayakkabılarının yanına gelen bir çift terliği gördüğünde başını kaldırdı usulca.

 

“Hoş geldin.” Dedim ve bir şey demesine fırsat vermeden boynuna sarıldım. İçimdeki sevginin kalbime sığamadığı noktadaydım ve artık ne şekilde olursa olsun öğrensin istiyordum. Sonucunu düşünmeden hareket etmek istiyordum bir kere de. Yıllarca ‘ söylesem acaba ne olur?’ ‘Benden uzaklaşır mı?’ sorularıyla boğuşup durmuştum ve elime geçen sadece soru işaretleri kalmıştı. Aslında o soru işaretlerinin yerini o soruların cevaplarıyla değiştirmek de benim elimdeydi. Artık durmak istemiyordum. Ne olacaksa olsundu. Onu kaybetmeyi bile göze almıştım.

 

Bir eli belimi kavrarken bir eli saçlarımı bulmuştu. “Hoş buldum.”dedi sessizce, kulağıma doğru. Sesinde gizlenen şaşkınlık emareleri doğru yolda olduğumu fısıldıyordu. Onu şaşırta şaşırta kendime alıştıracaktım.

 

Sonuçta bende onu sevmeye başladığımda birçok şeye şaşırmıştım. Ona nasıl o gözle bakabildiğime, nasıl bu kadar sevebildiğime, neden o olduğu gibi gibi gibi. Şaşırma sırası artık ondaydı. Şaşırtma sırası ise bende. Ve ben elime geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirecektim.

 

Sarılmamızın fazla uzadığını hissettiğimde geri çekildim. İlk dakikalardan rahatsız etmeye gerek yoktu.

 

“Terliklerin ve pijaman güzelmiş.”dedi alaylı bir sesle. Bir yandan baştan sona süzüyordu bedenimi. Onun bu bakışları doğrultusunda bende kafamı eğip üzerime bakma gereği hissettim.

 

Allah kahretsin!

 

Çilekli pijamayla sokağa çıkacak kadar özlemle dolup taşmış olmalıydım. Yoksa başka açıklaması olamazdı bu rezil halimin.

 

“Bana böyle karşılama yapılmadı. Küseceğim artık.” Arkamdan gelen sesle ona rezil olma hissimi bir kenara bırakıp gelen sese döndüm. Kapı pervazına geniş omzunu dayamış elleri cebinde bizi izliyordu abim. Umarım yanlış anlamazdı. Yani doğru olan ama aslında şu an ortada olmayan şeyleri anlamazdı. Gözlerindeki parıltılar anlamadığını gösteriyordu. Pıtı pıtı pembe terliklerimle yanına yürüyüp beline sarılıp yanağımı göğsüne yasladım. Başımı kaldırıp eğdiği başıyla bana bakan gözlerine tutundu mavilerim. “Aşk olsun.”dedim teessüf ederim der gibi.

 

“Aşk hep olsun abim.”dedi göz kırparak. Gerçekten tam bir aşk adamı çıkmıştı bu koca devin içinden. Nasıl olduğunu sorgulasam da bu hali hoşuma gitmiyor değildi. Lise zamanı ikisi de mağaradan çıkmış gibi davrandıklarından abimin böyle birine dönüşmesi beni şaşırtıyordu. Acaba Toprak birini abim kadar güzel sevebilir mi diye düşündüm o an. Başımı eğip gözlerimi ona diktiğimi bana göz kırptığında farkına vardım. Onun yanında birini düşünme düşüncesi bile canımı sıkmıştı. Kendi düşüncelerime kızıp bunun acısını ondan çıkartır gibi güşümsemedim göz kırpışına. Az önce içi giden ben değişmişim gibi kendi düşüncelerimden dolayı kızıyordum ona. Kafayı yemiş olabilir miydim?

 

Muhtemeldi.

 

Sınırlarım vardı benim eskiden. Keskin bir çizgiden oluşan. Herkese keskin görülen o sınırlar konu Toprak olduğunda öyle işlemiyordu. Şaşırıyordum kendime hep. ‘Nasıl olabiliyor?’diyordum. Herkesi bir tarafa koyup onu bir tarafa koymak istiyordum her seferinde.

 

Doğrularım vardı benim. Kimse tarafından değiştirilemeyen. O kadar dikti ki kafam biri elma dese armut diyesim gelirdi. Bir tek onun dediğine gelirdim. O bir A ya B dese yanlış olduğunu bile bile doğru kabul ederdim bütün yanlışlarını.

 

“Bugün yapacağım evlenme teklifini.”dedi abim derin bir nefes alıp vererek. Göğsüne yaslı başım onun alıp verdiği nefesle havalanıp geri inmişti. “Yatıp dinleneyim biraz. Sende dinlen kardeşim.”dedi sonra Toprak'ı muhatap alarak. Hafifçe başını salladı Toprak. “Akşam bana lazımsınız ikinizde.”

 

“Aklında ne var? Nasıl bir şey yapmayı düşünüyorsun?” Diye sordum merakla.

 

“Bizim hep gittiğimiz sahil var ya Çiler’le, oraya bir masa ayarlarız diye düşündüm. Ben öyle alengirli şeylerden anlamam. Bilirsiniz beni. Romantik bir akşam yemeği. İki üç afişli söz de ayarlarsam bu iş tamamdır.”

 

“Yemekleri ben mi ayarlayayım yaptırır mısın?” Diye sorduğumda yüzünde ‘nensaçmalıyorsun sen?’ bakışı oluştu.

 

“O kadar da değil be kıyarız paraya, yaptırırız bir şeyler.”

 

“Bir şeylerden kastın ne tam olarak?”diye bir soru geldi Toprak'tan. “Geçenkine benzemesin de o iş.”

 

“Geçenki derken?”dedim anlam veremeyerek.

 

“Bu andaval, kızı kelleciye götürmüş de. Hem de sevgililer gününde.” Dediğinde şok içinde abime döndüm.

 

“Hem de Çiler gibi bir kızı.” şok içinde çıkan sesime yüzünü buruşturdu. Kız tam çıtı pıtı hiç o taraklarda işi olmayan bir kızdı. Öyle bir kız da öyle bir mekana götürülmezdi be.

 

“Ne var kızım? Tut ki evlendikten sonra benim canım kelle paça çekti gelmeyecek mi benimle?”diye sordu. Cevabımı beklemeyerek kendi kendini cevaplandırdı. “Gelecek. Ön hazırlık işte. Alışsın. Benim nasıl biri olduğumu tamamen öğrensin.”

 

“Bunca sene kaçmadıysa bir daha kaçmaz zaten kız elinden diye elinden geleni yapıyorsun sende yani.”diyerek Toprak ona takıldığında kaşları çatıldı.

 

“O ne demek lan? Kaçılacak biri miyim ben?”

 

“Başım çatlıyor uykusuzluktan. Ben uyumaya gidiyorum.”dedi Toprak ona sorudan kaçarak. Abim arkasından aynı soruyu sorup dursa da cevap vermeyerek evine girdi ve yüzğmüze kapıyı çat diye kapattı. Abim Toprak'ın gittiğini bi iki üç dakika sonra anca kabullendikten sonra kolunu omzuma atarak beni içeriye geçirdi. Aynı zamanda ‘Ne demek istedi o gevşek? Öyle biri miyim ben?’sorularıyla beni darlamaya başlamıştı. Onun söylenmeleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkarken cevapsız kalıyordu çünkü zihnimi meşgul eden bir konu vardı.

 

Toprak'ın baş ağrısı.

 

Zor da olsa abimi başımdan savdıktan sonra odama çıkmayı başarmıştım. Yarım kalan camı da sildikten sonra yapacak bir şey bulamayıp yatağıma çöktüm.

 

Acaba baş ağrısı geçmiş miydi? Kaç saatlik bir uykusuzluğu vardı da baş ağrısı tutmuştu? Abimden bir keresinde 96 saat uyumama rekorunun olduğunu duymuştum. Acaba bu sefer kaç saattir uyumuyordu? Ya da ilaç içmiş miydi?

 

Merak kocaman bir kurt olup içimi kemirdiğinde bir bahane bulup onlara gitmemek için zor tuttum kendimi. Gitsem de görebilecek miydim ki onu? Bunu bile bilmiyordum. Uyuyorsa eğer görmem imkansızdı. Odasına girecek halim yoktu sonuçta. Belki bir ihtimal uyumadıysa… İhtimallere sarılacak kadar şanslı bir insan değildim ne yazık ki.

 

O an bir şeytan beni dürttü. Evet belki o ihtimal düşüktü ama en azından şansımı denemekten zarar gelmezdi. Zaten hafta sonumu erken uyanarak ziyan etmiştim bari bir işe yarasındı. Akşam olmasına çok vardı ama bu Su’nun başına gidip onu uyandırıp aynı zamanda abisini görmeme engel değildi. Ben uyandıysam o da uyanmalıydı.

 

Başucumdaki çekmecemin ilk gözünden bir ağrı kesici alıp komidimin üzerine koydum. Hızlıca üzerimi değiştirdim. Bıraktığım ilacı cebime sıkıştırıp telefonumu aldıktan sonra odamdan çıktım. “Anne ben çıkıyorum.” Diye seslendim çok yüksek çıkarmamaya çalışarak sesimi. Abim uyumuş olmalıydı. Elindeki mutfak havlusuyda mutfaktan çıkan annem sorgulayan bakışlarla bana bakarken onun terliklerini ayağıma geçirdim. “Su’nun yanına geçiyorum.”diye açıklama yaptım o sormadan.

 

“Bu saatte?”diye sordu şüpheyle. Yani sabahın köründe ne yapabiliriz Allah aşkına da bu kadar şüpheyle yaklaşıyordu bu kadın? “Nereden esti?”

 

“Esmedi bir yerden anne. Abim Çiler’e bugün evlenme teklifi edecekmiş. Yardım edeceğiz bizde. Ne yapılır edilir onu konuşmaya gidiyorum.”dediğimde şokla elini ağzına kapadı.

 

“Ben bu kadar erken beklemiyordum ki. Ee hazırlığımız yok bizim. Nasıl olacak?” Telaşına gülümsedim hafifçe.

 

“Ne hazırlığı?”

 

“Kızım öyle eli boş totosu yaş oğlan mı evlendirilir? Kız istemede elin kolun dolu gidilir. Hiç adet bilmiyorsunuz siz gençler, hiç.”

Söylenerek mutfağa geri geçtiğinde ayağıma terlik geçirdim yine.

 

“İstemeye var daha var.” Diye seslendim içeriye doğru duyabileceği bir ses tonuyla. O an abimin her an her şeyi yapabileceği aklıma geldiğinde “Yani inşallah. Ben öyle umuyorum.” Dedim. Duyup duymadığını önemsemeden kapıyı ardımdan çektiğim gibi koşar adım adımladım evlerimizin arasındaki mesafeyi. Onun uyumamış olmasını ve kapıyı açmasını dileyerek çaldım kapıyı. Kafamı kaldırıp odasının penceresini gözledim ama kapalı perde oflayarak önüne dönmemi sağladı.

 

Kapı açıldığında gördüğüm yüz bugün şansın benden yana olmadığının habercisiydi. Uykudan uyandığını belli ederek gözünü ovalayan Gül teyzenin bu halini gördüğümde geldiğine az da olsa pişman olmuştum. Sabahın köründe benim yüzümden uyanmak zorunda kalmıştı kadıncağız.

 

“Bade? Kuzum, hayırdır bu saatte?”

 

“Su ile konuşmam gereken önemli bir şey var da Gül teyze, girebilir miyim?” Diye sordum mahcup bir şekilde. Karşısında ezilip bükülmeme tebessüm edip kapıyı açtı bana geçmem için.

 

“Tabii ki girebilirsin. Sen takıl kafana göre. Ben uyumaya gidiyorum geri.” Dedi içeri girdiğimde. Tamam deme fırsatını bana tanımayarak arkasını dönüp odasına adımladı. Etrafa göz gezdirdim o odasının kapısını kapattığı an. Merdivenlere kadar yanından geçtiğim her odaya baktım ama Toprak yoktu. Uyumuş muydu gerçekten? Merdivenleri çıktım yavaş adımlarla. Tadım kaçmıştı. Su ve onun odası karşılıklıydı. Bir an bi Su’nun bir de onun odasının kapısına gitti bakışlarım. Karar vermem gerekiyordu. Ya uslu uslu Su’nun odasına girip Toprak’ı uyurkenki halini görme şansımı elimin tersiyle tepecektim ya da uyumamış olma ihtimalini göze alıp dalacaktım odasına.

 

En fazla ne olur düşüncesine sığınmak istiyordum artık. Yaptıklarımı sorgulamadığım, anlık aklıma geleni yaptığım evreye geçmek istiyordum. Mantık mantık nereye kadardı? Bunca yıllık hayatımda mantığımı kullandım da ne oldu?

 

O an karar verdim. Cebimdeki ilacı kontrol edip kapısını araladım. Perdeleri kapalıydı. Gri nevresim takımlarının içinde üstü çıplak bir şekilde yüz üstü yatıyordu. Başı bana dönük olduğundan bir an uyanık olup da beni görür diye tırstım ama günlerdir uykusuz olduğu geldi aklıma. Bordo bere o eğitimleri bu kadar uykusuzluktan sonra da kalır mıydı ki? En ufak sese uyandıklarını biliyordum normal zamanda ama şu an uyanmamalıydı. Kesinlikle şu an uyanmamalıydı.

 

Gri pike beline kadar örttüğünden üstte açık kalan esmer sırtındaki bütün kasları gözler önündeydi. Sol kolunu yastığın altına sokmuştu.Yüzüne çıktı bakışlarım. Ne huzurlu bir ifade vardı yüzünde ne de huzursuz. Kusursuz yüzü uyanık olduğu gibi uyurken de okunmuyordu. Odasının ortasında dikilmiş sapık gibi onu izlediğimi fark ettiğim an irkilerek kendime geldim. Şimdi biri gelse beni bu halde görse kendimi nasıl açıklardım? Ya da Toprak uyansa şimdi çat diye, karşısında sapık gibi onu dikizleyen beni görse ne diyecektim tam olarak?

 

‘Sen uyumaya devam et ya ben yılların özlemini seni burada dikizleyerek çıkarmaya çalışıyorum.’ mu diyecektim?

 

Duygularımın beni yöneltmesinin buraya kadar olduğunu anladığımda mantığım devreye girdi. Cebimdeki ağrı kesiciyi ses çıkarmamaya özen göstererek çıkartıp başının ucundaki komodinin üzerine bıraktım. Aceleci hareketlerim ve yakalanma riskinin verdiği heyecanla koştur koştur atan kalbim - Toprak'ı gördüğüm ya da o vaziyette gördüğüm için de olabilir bilmiyorum- hafiften sıkıştığında elim kalbime gitti. Hızlıca odasından çıkıp ardımdan sessizce kapısını kapattım.

 

Odasına ilk defa girmiştim. Bunca zamandır bir çok kez evlerine girmiş, evlerinde kalmış olsam da odasını görmem sadece odamın balkonundan onun perdesinin izin verdiği kadar olmuştu hep. Tam ona göre bir odası vardı. Koyu renklerle bütünleşmiş bir ruhu varken ondan başka bir renk beklenemezdi odası için.

 

 

Burada dikilmemin manasız olduğuna karar verip tabiri caizse resmen daldım odasına Su’nun. Öyle bir uyuyuşu vardı ki bir an kıyamayıp uyandırmak gelmedi içimden. Ama zaten dün de nöbeti olmadığından yatmıştı bütün gün. Bugün uyumasa da olurdu.

 

Başının altından yastığını çekeceğim sırada bana arkasını dönerek diğer tarafa yattı. Kalktığı kısım boşalınca onu uyandırmaktan vazgeçip o boş kısma kıvrıldım.

 

Kararlılık deyince de benim gibi olun.

 

Uyandığımızda da söyleyebilirim sonuçta. Saatlerin suyu mu çıkmıştı canım?

 

Uyku iyice beni içine çektiğinde gözlerimi kapattım usulca. Bilincin giderken yarım saat sonra uyanacağıma dair şart koşuyordu kendime.

 

 

 

Telefonumdan arda arda gelen sesle gözlerimi açmak zorunda kaldım. Birkaç saniye nerede olduğumu düşündüğümde olduğum yerin Su’nun odası olduğunu kavrayınca elimi uyumadan önce yere koyduğum telefonumu aramak için aşağıya sarkıttım. Parkenin üzerinde gezinen parmaklarıma bir şey ulaştığında kaldırıp göz hizama getirip ne olduğuna baktım. Bir çorapla göz göze geldiğim an onu odanın bir köşesine fırlatmam bir oldu. Su uyumadan önce çıkartıp forlatmış olmalıydı. Üşengeçliğimden totomu kaldırıp almadığım için biraz daha o şekilde cebelleştikten sonra az ilerideki telefonuma ulaştım. Bu kadar uğraşın sonunda değmeyecek bir şey çıkarsa kırardım bu telefonu.

 

Şaka.

 

Kıramazdım tabii ki. Taksidi bitmemişti canım daha, kıracak kadar delirmemiştim henüz.

 

Ekranı açıp sırt üstü yattığım yerden yüzümün üstünden görebileceğim açıya getirdim. Bildirim panelinde gördüğüm isimle ellerim titremeye başladı.

 

Toprak mesaj atmıştı.

 

Titreyen parmağımı adının üzerine dokundurduğumda sohbetimiz açıldı. En son AVM'de konuşmuştuk. O mesajlaşmamızın üzerine ne o yazmıştı ne ben. Taa ki bugüne kadar…

 

Bir fotoğraf atmıştı.

 

İlaç fotoğrafı. Benim onun baş ucuna bıraktığım ağrı kesiciydi bu. Hemen altında da tek bir mesaj vardı.

 

Teşekkür ederim:)

 

Benim bıraktığımı nereden biliyordu ki? Uyumuyor muydu yoksa? Eğer uyumuyorda orada olduğumu gördüyse büyük sıçmıştım çünkü resmen dikizlemiştim adamı. Sırt kaslarını röntgenlemiştim bildiğin? Eğer öyle bir şey olduysa ve bunu karşılaştığımızda gündeme getirse yerin dibine girerdim. Ve tercihim kesinle o yerin dibinden çıkmamak olurdu kesinlikle.

 

En iyisi salağa yatmaktı. Belki de görmemişti beni ve uyuyordu. Eve geçmeden önce söylediği için düşünüp getirdiğini düşünmüştü belki de. Belki yalanlarsam evden birinin bıraktığını düşünebilir umuduyla ne yazabileceğimi düşündüm.

 

Bulamadım.

 

Telefonun başında mesaj beklediğini sanmıyordum ama olur da görüyorsa yaklaşık yarım saattir yazıyor ibaresi yazdığını da görmüştü. Çünkü yarım saattir yazıp yazıp siliyordum bir türlü karar veremeyip. Daha rezil bir gün olamazdı sabahki sarılmayı saymazsak.

 

Sahi biz sabah sarılmıştık değil mi?

 

Hâlâ gerçek değilmiş gibi geliyordu.

 

Daha fazla uzatmak istemediğimden ilk aklıma gelip de anında sildiğim basit bir cevap yazdım.

 

 

Siz;

Anlamadım?

 

Yaratıcılık deyince de benim gibi olun.

 

Birkaç saniye sonra çift mavi oldu. Mesajımı mı bekliyordu gerçekten?

 

Toprak;

Ben anladım.

 

Mesajı okuduğum an ne anlama geldiğini algılayamadım. Şaşkınlıkten ve elimin titremesinin artmasından birden telefonu tutamadım ve lap diye suratıma düştü.

 

Neyi anlamış olabilirdi tam olarak? Bir ilaç ona neyi anlatabilirdi? Ona olan hislerimi mi kast ediyordu yoksa ilacı getirenin ben olduğumu anladığını mı söylemek istiyordu?

 

O an ona olan hislerimi bilmesinin beni ne kadar da korkuttuğunu hissettim. Ne olacaksa olsun demekle olmuyormuş o işler. İş ciddiye bindiğinde içimi garip bir his kapladığında anlamıştım olmadığını. Bu hisse korku demek ne kadar doğruydu bilmiyordum ama telaşla dolup taşmıştım sanki.

 

Gecikmeli olarak telefonu suratımın ortasından kaldırıp burnumu ovaladım. Düştüğü an kırıldığını zannedecek kadar ağrımıştı. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki kaldırmayı bile düşünemeyecek hale gelmiştim.

 

Ne anlamıştı? NE ANLAMIŞ OLABİLİRDİ?

 

Zihnimde kırmızı alarm çanları çalmaya başladığında tedirgince dikleştim yattığım yerden. Adama rezil olacağım günleri özellikle seçer gibi itinayla bütün günü beraber geçirdiğimiz günleri seçiyordum. Şaka gibi!

Bütün gün birlikte zaman geçirmek zorundaydık ve gün boyunca alık alık suratına bakıp anlayıp anlamadığını ya da anladıysa ne anladığını düşünerek kendimi salak konumuna düşürmek istemiyordum. İçimin sıkıntıyla karıncalandığını hissettiğimde seslice bir of çektim. Su nihayet uyanabilmeyi akıl etmiş gibi çıkan sesimle homurdanarak tek gözünü açtı.

 

“Ne oluyor ya gece gece?”

 

Sabahın köründen kalkıp gelip de yanına tünediğimi bile hissetmemiş, şimdi de gündüz olduğunu kabul edemeyecek kadar uykuluydu. Dün nöbet de tutmamıştı halbuki. Bir işler karıştırıyor gibi geldiğinde ona bakan bakışlarım kısıldı. Odayı tek gözüyle taramış benim olduğumu anladığında da gözünü kapatmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Ya koca adam oldun. Evlenme teklifi bile edeceksin manitana. Hâlâ benimle uğraşıyorsun ya.” diye söylendim. Dediklerimin ona getirdiği farkındalıkla elleri saçlarımda dondu.

 

“Evet,”diye mırıldandı. “Evlenme teklifi.”

 

Saçlarımı serbest bırakan saçları hemen kapı kulpuna gitti. Bu kadar kolay bırakacağını bilseydim önceden söylerdim. Mesela saçlarım birbirine girmeden hemen önce..

 

Onun arkasından bende çıktığımda Toprak ve Su’nun az ileride bizi beklediğini gördüm. Toprak'ın yüzüne bakamıyordum. Acaba abimin dediği kadar üzgün müydü? Üzgündü tabii. Yakın arkadaşından ona kalan son şeydi o kırılan. Basit bir hediye değildi ki. Ya kızgın mıydı? Üzüntüsünü gidermek için bir şeyler yapmaya çalışabilirdim ama kızgınlığını kaldırabileceğimi sanmıyordum. Kızgınlıktan kor gibi yanan gözleri gözlerime çarparsa eğer bir kere kendimi affetmeyeceğimi de öyle.

 

Düşüncelerim içimde bir köstebek olmuş zihnimi kemiriyordu. Kafamın içinde dönen onca şeye rağmen yüzümü ifadesiz tutmak oldukça zorlayıcıydı. Bunu nasıl başarıyorlardı acaba? Şu an ne zaman gözlerimi diktiğimi bilmediğim yüzünden bir şey okunmuyordu mesela. Normalde olsa, bizim yanımızda, duygularını gizlemezdi. Dışarıda zaten yüzüne giydiği ifadesizlik maskesi vardı ama bizim yanımızda olduğunda o maske düşerdi hep. Şu anın aksine.

 

Hafta sonundan dolayı kalabalıktı sahil. Umarım masayı kurmayı düşündüğümüz yer de böyle değildi. Eğer böyleyse bir de başka mekan aramak zorunda kalacaktık. Abimle Toprak kayalıkların diğer tarafında kalan masayı kuracağımız yere biri var mı diye bakmaya gitmişlerdi. Su sabahki olan olaydan dolayı olan gerginliğini gizleyemiyordu. Ellerini birleştirmiş gözlerini ben hariç her yerde gezdiriyordu. Suçlu mu hissediyordu? Tanıdık gelmişti.

 

Telefonumun çaldığını hissettiğimde kot şortumun arka cebine sıkıştırdığım yerden çıkarttım bakışlarım hâlâ Su’nun üzerindeyken. Aramayı cevapladığım sorada sessizde kaldığını fark ettiğimden sessiz tuşunu kapattım. Baran arıyordu. Cevaplayıp kulağıma götürdüğüm esnada nihayet kaçırdığı gözlerini bana çevirmişti Su.

 

“Efendim Baran.” Karşıdan gelen ses nefes sesleri oldu ilk başta. Soluk soluğa kalmış gibi hırıltılı geliyordu nefes sesleri. “N'oluyor be? Niye böyle geliyor nefes seslerin?”

 

“Koşuyorum çünkü.”

 

“Niye?” Diye sordum kaşlarım çatılırken. “Arabayla çıkmadın mı sen sabah?”

 

Sessiz kaldı. Su çatılmış kaşlarımdan bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibi anlam vermeye çalışır gibi bakıyordu.

 

Baran’ın sessiz kalması devam ettiğinde aklıma tek bir ihtimal gelmişti. Arabayı çarpmıştı bu geri zekalı.

 

“Baran cevap versene.” Dediğimde yine sessiz kaldı.

 

“Baran dedim!”

 

“Arabayı çarptım. Ama bak Bade sakın kimseye söyleme, tamam mı? Hele babama.. Sakın!” Telaşlı çıkan sesine göz devirdim.

 

“Başımıza bela açmaktan başka bir işe yaramıyorsun, biliyorsun değil mi?” Dediğimde sesim alaylı çıkmıştı.

 

“Sağ ol ya.” Boğuk çıkan sesini duyduğumda alındığını hissettim. Her zaman birbirimize soktuğumuz laflara alınmazdık. Neden şimdi alınası tutmuştu?

 

“Şaka yapıyorum.”diye kendimi açıklama gereği duydum. Sıkıntılı nefesleri devam ederken benim de içime bir huzursuzluk doldu.

 

“Her şakanın altında bir gerçek yatar.”

 

“Benim gerçeklerim ağır olur, bilirsin.”dedim. “Neyse bırakalım goygoyu da iyi misin onu söyle. Bir şey oldu mu bir yerine?”

 

“Sağ ol ya soktuğun laflardan sonra iyi olup olmadığımı merak ettiğin için.” Sitemli çıkan sesi pişmanlıkla dolmamı sağladı. Zaten var olan ağlama istediğim körüklendiğinde boğazımı temizledim.

 

“Saçmalamasana be! İkiziz biz unuttun mu? Sana bir şey olsa ilk ben hissederdim.”

 

“Neyse ne.” Diye mırıldandı. “Abim evlenme teklifi falan diyordu sabah konuştuğumuzda. Neredesiniz siz şimdi?”

 

Sabah uyandığımda Baran evde yoktu. Telefonla konuşmuş olmalılardı. Ona olduğumuz yerin konumunu göndereceğimi söylediğimde vedalaşıp kapattık. Konumu attığım sırada bize doğru yaklaşan abim ve Toprak'a gözüm çarptı. Gözlerimin kızarıklığı hâlâ geçmediğinden olabildiğince telefonla uğraşıyormuş gibi yapıp gözlerimi olabildiğince kaçırdım ondan. Su benim en yakınımdı. O kırmızı olan gözlerimi görmese de bilirdi ağladığımı ama onun görmesini de bilmesini de istememiştim o an.

 

“Yer boş.” Dedi abim bize yaklaştıkları an. “Gün batımına denk getirelim diyorum. Ama batımdan sonra da karanlık olur.”

 

“Işıklandırabiliriz.” Diye bir fikir öne sürdü Su. Zaten ışıklandırmamız gerekiyordu onların orada oturabilmesi için ama bu nasıl olacaktı? “Gelirken yolda, az ileride, bir dükkan görmüştüm. İçinde ihtiyacımız olan şeyler vardır diye düşünüyorum.”

 

Kafasını salladı abim. Bakışları ileride bir yere takıldığında “Tamam o zaman. Siz oraya gidin. Bende bizim her buraya geldiğimizde yemek yediğimiz yerle konuşayım. Belki buraya bir servis yaptırabiliriz, garson falan getirttirebilirim. Tabii patron izin verirse” dedi.

 

İkiye ayrıldık. Ben, Su ve Toprak Toprak'ın arabasında ışıklandırma alabileceğimiz bir yere giderken abimde içinden dolup taştığını belli ettiği heyecanı içinde dediği restorana gitmişti.

 

Arabanın içinde gergin bir sessizlik hakimdi. Onlar da gergin miydi bilmiyordum ama ben gergindim. Yol boyunca bir an olsun başımı camdan çevirmedim. Yanımızdan geçen motorları saydım tek tek. Motor kalmayınca siyah arabaları saydım. En sonunda trafikten sıyrılıp Su’nun tarif ettiği dükkana yaklaştığımızda Toprak müsait bir yere arabayı park etti. Gerginlik derimi delip geçtiği anlarda daha fazla dayanamamış onlardan önce kendimi dışarı atmıştım. Onlar da arabadan indiğinde sabırsız bir şekilde, arkamdan geleceklerini bildiğim için, içeriye adımladım. Ne ararsan var gibi bir dükkandı girdiğim. Bir tarafında züccaciye eşyaları mevcutken diğer tarafta kırtasiye malzemeleri vardı. Su aradığımız şeyi kasada çalışan on sekiz on dokuz yaşlarındaki kıza sorduğunda kız yerini tarif etmişti. Adımlarım tarif edilen yere yöneldi hemen. Su’nun telefonun çaldığını gördüğümde abisine döndü bakışları. Abisi onun bu bakışlarını fark etmemişti. Ya da fark etmiş ama görmezden gelmişti, bilmiyordum. Su dikkatin onda olmadığını anladığında gözlerini bir an bana çevirdi. Gözlerimi kırptım ben hallederim der gibi. Barış arıyor olmalıydı. Su bir tek Barış konusunda abisinin yanında gerilirdi çünkü. Bu ilişkiyi desteklemesem de onun karşısında durmuyordum çünkü benim onun olduğu kadar onun da en yakını bendim.

Ve böyle durumlarda yaptığı hata da olsa, ki öyle anlarda hata olduğunu anlamazdın, yanında en yakınını isterdin. Kendimden biliyordum ama bunca yıl hislerimi gizleyerek yaptığım haksızlık ona mıydı kendime miydi bilmiyordum.

 

 

 

Adımlarımın hemen arkasında onun adımlarının olduğu attığı adımların tokluğundan fark ediliyordu. O kadar sertti ki adımları. O kadar kendinden emin. Kokusunu solumasam sadece sesini duysam adımlarının yine onun olduğunu anlayabilirdim.

 

Onun ayaklarının yanında küçücük kalan ayaklarımın hemen yanında durdu koca adımları. Bir anlık gafletle bakışlarım kemikli yüzünü bulduğunda halihazırda bana bakan gözleriyle gözlerim buluştuğunda şaşırmadan edemedim.

 

“Ağlamışsın.” Dediğinde kaçırdım hapsine aldığı kahvelerinden mavilerimi. Hâlâ kızarıklık geçmemiş olmalıydı.

 

“Yok ağlamadım.” Renkli ışıklarda olan gözlerimi o hariç her şeye çevirdiğimde çenemi uzun parmaklar işgal etti. Sıcak parmaklarının soğuk tenime ettiği teması tenimin karıncalanmasına sebep olmuştu. Kokusu.. Boynundan yayılan yoğun kokusu burnuma dolduğunda derin derin solumak isedim.

 

“Üzdüm mü ben seni?Kırdım mı?” Diye sordu yumuşacık bir sesle. Ağlamak istedim bu ses tonuna. Onu kıran da bir şeylere zarar veren de bendim halbuki. Hâlâ kendinde sorun arıyordu. “Kızmadım ben sana kırdığın için. Bunun için mi ağladın?”

 

“Yok.”diye mırıldandım oldukça kısık bir sesle. “Kıracak bir şey söylemedin ki.”

Hafifçe geri çekilerek etkisi altından çıkmaya çalıştım. Çenemdeki eli boşa düştüğünde elini aşağıya indirdi. “İyiyim ben.”

 

“Sessizlik de kırar bazen insanı.”diye mırıldandı sanki kendimden biliyorum der gibi. Ne diyeceğimi bilemedim. Sessiz kalmayı tercih ettim.

 

“Bade,”

 

“Çok üzdüm seni değil mi?” Dedim sözünü hızlıca keserek. Sözünün kesilmesine mi yoksa söylediklerime miydi bu tepki bilmiyordum ama kaşları çatıldı.

 

“Üzmedin. Üzülmedim.” Dediğince samimi gibi görünüyordu ama içimi kemiren o kurtu da görmezden gelemiyordum.

 

“Özür dilerim.”

 

“Dileme. Kapansın bu konu da artık.”

 

“Ama,” diyerek itiraz edecektim ki ters bir bakış atarak susturdu beni.

 

“Aması yok. Bak bugün benim kardeşimin en mutlu en heyecanlı günü. Onun yanında olmak istiyorum. Onun yanında olmanı istiyorum ve bugünün üzerine gölge düşürecek hiçbir şey istemiyorum.” Elleri omuzlarımı buldu. Gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmazken onun bu yakınlığı konuşmalara odaklanmamı zorlaştırıyordu. “ Bugünü güzel hatırlamak istiyorum.Tamam mı?”

 

Başımı saklamakla yetindim. Kokusu hâlâ burnuma dolarken mantıklı düşünemiyordum zaten. Kelimeleri bir araya getirmem bile mucizeydi.

 

“O herifle görüşüyor musunuz hâlâ?” Sesindeki merak tınıları bir an heyecanlanmama sebep olsa da onun gözündeki konumum aklıma geldiğinde heyecanım fıs diye söndü.

 

“Herif?”diye sordum anlamamazlıktan gelerek. Bariz, Semih’ten bahsediyordu.

 

“Selim.” Diye homurdandı ters bir ifadeyle. Böyle anlarda küçük bir çocuğa dönüşüyordu gözümde. İstediği olmamış, küsen bir çocuğa. Yanaklarını sıkarak sevme isteği doğuruyordu içimde.

 

“Semih.” Diye düzelttiğimde ışıklarda olan gözleri bana döndü. “Ve hayır. Görüşmüyoruz.”

 

“Neden?”

 

“Bilmem.” Dedim dudaklarımı bükerek. “Fırsat olmadı henüz.”

 

“Gözüm tutmadı pek o herifi. Haberin olsun.”

 

 

Başımı yana doğru yatırdım onun göz hapsi altında. Yüzümde oluşan ‘saçmalama’ bakışını okuduğu an gözlerini devirdi. Zaten gözünün tutmadığını anlamıştım oradaki hareketlerinden de ama anlam veremiyordum. Semih şüphe duyulması gereken tek bir harekette dahi bulunmamıştı ki.

 

“Çocuk bir şey yapmadı ki.” dediğimde bir an önce bu konuyu kapatıp buradan çıkmak için hamle yapıp lambaları kucaklayıp önüne geçtim. Arkamdan geldiğini yere basarkenki sert ve tok adım seslerinden anlayabiliyordum ki keza o sesler olmasa dahi ağzının içindeki homurdanmaları yeterince belli ediyordu peşimsıra geldiğini.

 

Kasaya bıraktığım lambalar kasiyer tarafından okutulurken gözüm etrafta Su’yu arıyordu. Umarım telefon konuşması bitmişti ki bitmemişse şayet biz bitmiştik. Su yalan konusunda bazen profesyonele oynarken bazen de salaklaşıp kemküm edebiliyordu. Neyseki biz kasadaki işimizi bitirdiğimiz sırada kapıda göründü. Paramın üstünü cebime sıkıştırıp poşetimi aldığım gibi yanına yürüdüm.

 

“Baran arabayı çarpmış.”dediğimde yanımdaki Su da az önce önümüze geçmiş Toprak'ın da bakışları beni buldu. Söylediğim alışagelmiş bir durum olduğu için ikisinin de yüzünde ‘yine mi’ bakışları vardı. “ Beni aradı az önce. Yürüyerek pardon koşarak buraya geliyordu. İstersen bir konuş.”dedim Toprak'ın bakışlarına karşılık vererek muhatap olarak onu aldığımı göstererek. “Belki Celil abinin bakması gerekir.”

 

Celil abi mahallemizin araba tamircisiydi. Abimlerden tahminimce birkaç yaş büyüktü. Eşi Sevil ablamın üniversiteye Ankara’ya gitmesiyle orada tanışmışlardı ve Celil abi sırf Sevil ablayı seviyor diye oradaki kurulu düzenini de işini bırakmış, İzmir'e taşınmıştı. Kısa bir süre sonra evlenmişlerdi ve şimdi iki buçuk yaşlarında bir kız çocukları vardı.

 

Toprak arabaya doğru yürürken bir yandan da cebindeki telefonunu çıkarttı.

 

“Sağ ol idare ettiğin için.” Su’nun minnetle bakan parıldayan gözlerine döndüğümde yüzündeki tebessümün mahcupluk emareleri taşıdığını fark ettim. Görmezden gelmeyi tercih ederek başımı salladım hafifçe.

 

Toprak'ın Baran’la olan konuşması bitmiş olacak ki telefonunu indirip cebine koydu. Arabanın sürücü kısmının kapısını açtığı sırada arkasından gelmediğimizi yeni fark etmiş gibi bize döndürdü bakışlarını. “Hadisenize.”

 

Su ve ben de arabaya yerleştik hemen. “Baran’ın arabayı çarptığını abime söylemesek?” Dedim sorar gibi, temkinli bir ses tonuyla. Toprak'ın bakışları dikiz aynasından bana düştüğünde olduğum yere gözüm kaydı bir anlık. Fazlasıyla yanına yanaşmıştım. Öyleki boynuyla burnum dibdibeydi. Boyun girintisinden gelen kokusu burnumdan ciğerlerime dolduğunda daha fazla bu işkenceyi kendime yapmak istemedim. Bir kere tadarsam o kokuyu hep isterim diye korktum. Sanki daha sabah almamışım gibi aynı kokuyu. Geriye çekildim hemen.

 

“Sebep?”

 

Hiç şaşırmamıştım. Bekliyordum zaten böyle bir şey.

 

“Tadı kaçmasın şimdi. Sonra söyleriz.”

 

Bu cümleden sonra gelecek cümleyi de adım gibi biliyordum. Ben kardeşimden bir şey saklamam. Teklif olduğu gibi söylerim, haberin olsun.

 

“Ben kardeşimden bir şey saklamam Bade. Teklifi yaptığı gibi söylerim. Haberin olsun.”

 

Malımı siz bir de bana sorun diye bir cümle vardı da ona mal demeye içim elvermiyordu.

 

Su aramızda dönen meseleyi değiştirmek ister gibi arkaya dönüp “ Şimdi biz masayı ortamı kurduktan sonra ne yapacağız? Başlarında dikilip romantikliklerini katledecek halimiz yok ya, gideceğiz değil mi?” Diye sordu. Gözlerine yerleşen küçük parıltılar bir şeyler karıştırdığını işaret olsa da sonun can sağlığı Toprak'ın da sinir sağlığı için sessiz kalmayı tercih ettim. Nasıl olsa tek olduğu bir anı bulur sıkıştırırdım.

 

“Boşuna mı iki araba geldik kızım? Gideceğiz tabii ki.”

 

“Abim ve onun romantiklikleri.”diye dalga geçtiğimde yine dikiz aynasından gözgöze geldik. Dudaklarına kurulmuş küçük bir tebessüm yakaladığında kendi dudaklarımda oluşmuş gülümsemem daha da genişledi.

Kelle paça olayı aklına gelmiş olmalıydı. Keza benim o gelmişti. Yola bakmak için bakışları ı çeken o oldu, benim yol boyunca onu izlediğimi bile bilmeden. Ya da bilerek. Bilmiyorum.

 

En sonunda araba ilk geldiğimiz ama geldiğimiz haldeki kalabalığın üçte biri kalabalık olmayan sahilde durduğunda Toprak'ın çıktığı yere büyük ihtimalle abimin koyduğu taşların önüne geldiğimizde Toprak arabayı çalışır kalde bırakıp inip taşları kaldırdı. Daha sonra seri hareketlerle tek hareketle iki aracın arasına park etti arabayı. Ben yapmış olsaydım bu parkı en az beş defa öne gidip gelmiştim ama usta adamın hali başka oluyordu işte.

 

Lamba dolu çuvalımı pardon poşetimi sırtlandığımda arabadan inmiştim ki bizden önce inen Toprak elimdeki poşeti almak için elini uzattı. İçimi bir elektrik kaplasa da parmaklarının tenime temas etmemesini umarak poşeti uzattım. Neyseki böyle bir şey olmadı. Sıfır temasla elimdekini alarak beni bu büyük yükten kurtardı.

 

 

“Nerede kaldınız be oğlum?” Diye bir ses yükseldi arkadan. Abim panik olmuş bir şekilde kumların için çıplak ayaklarıyla bize doğru konuşturuyordu.

 

Aynen abicim aynen böyle karşılarsın Çiler’i de. Çıplak ve kumlu ayaklarınla. Pek romantik…

 

Toprak tam ağzını açmış bir şey diyecekti ki ortamda bir ses yükseldi.

 

“Kim bilir kimler var şimdi kalbinde?” Herkesin bakışıyla beraber benim de bakışlarım arkayı bulduğunda elindeki şarap şişesini mikrofon yapmış şarkı söyleyen bir Baran bulmayı beklemiyordum. Bağırarak şarkı söyleyen..

 

“Sen beni unuttun çoktan belki de” diye devam etti. Sesi güzel mi kötü karar veremediğim anlarda “Ben hâlâ yaşarım eski günlerde.” Sesi çatladı bir an. Bu salak halini kaydetme şansım olsaydı bir saniyesini bile kaçırmazdım. Şişenin ağız kısmını rap yapar gibi tamamen kaldırdı. Ayaklarını kırdı yere eğildi.“Her şeyde sen varsın unutamadım.”

 

Kaza yaptım dediği andaki korkum(!) aklıma geldiğinde bitirdiği şarkısından istifade ederek yanına yaklaşıp boynuna sarıldım. “İkiz?” Diye sordu şaşkınlıkla. Abimle ne kadar yakınsak Baran'la ikiz olmamıza rağmen tartışmaktan birbirimize iyi davranmaya fırsat bulamıyorduk. Sarılmama şaşırması beni şaşırtmamıştı. “Ölüyor muyum lan?”

 

“Salak salak konuşma, mal!” Koluna iki tane yapıştırdım ayrıldığımda.

 

“Öğretmen gibi öğretmen. Eğitimci gibi eğitimci görüyor musunuz? Bir cümlede 3 hakaret.” Yine vurmak için elimi kaldırdığımda geriye kaçtı hemen. “Milli eğitime şikayet ederim seni. İndir hemen o elini.” Salak hem korkuyor kaçıyor hemde tehtid ediyordu beni.

 

“Millet deliye biz akıllıya.”diye mırıldandığını duydum Toprak'ın.

 

Baran da Toprak'ın dediğini duysa da duymamazlıktan geldi. Elindeki şişeyi havaya kaldırdı. “Size şarap getirdim.”

 

“Nereden buldun lan sen onu?” diye sordu abim mevzuya gelir gibi yanımıza gelerek.

 

“Birinden çarptım.” Abimin ve Toprak'ın çatılan kaşlarını görünce göz devirdi hiç çekinmeden. “Tekelden aldım işte gelirken.”

 

“Tekelden?” Baran'ın kafasını kolunun altına sıkıştırken elindeki şişeyi kırılmasın diye güvenceye alıp elime tutuşturdu. “Yaşın tutuyor mu lan senin tekelden şarap almaya?”

 

“17lik velet mi belliyorsunuz siz beni hâlâ?” Boğuşmalarını izlerken yizimde oluşan o sıcak ifadeye engel olamıyordum hiçbir zaman. Onları böyle görmek küçüklüğüme geri dönmek gibiydi. Sanki küçüklüğümdeki anılar birer birer gözümde canlanıyor gibi.

 

Her cumartesi bizde buluşunurdu mesela. Abim, Toprak ve abim izin verirlerse Baran ya top oynardı ya da şimdi ki gibi güreşirlerdi. Bizle Su da bebeklerimize oynardık. Sıkılırdım ben bebeklerden çok çabuk. Abimlerin oyunu daha heyecan verici gelirdi çünkü. Ellerim bebeklerle oynasa da aklım hep onlarda kalırdı. Su bebeklerine aşık bir kız çocuğu olduğundan dikkatini çekmezdi abimlerin oyunları da benim gözümün onların üzerinde oluşunu da. En sonunda gider salça olurdum oyunlarına. Güreşiyorlarsa üstlerine atlardım bir yerine bir şey olur mu demeden. Olurdu da. İstisnasız. Her seferinde bir yerimi incitir yaralardım. Toprak koşardı yardımıma. Sarardı yaralarımı, bantlar yapıştırırdı. Ağlıyorsam öperdi yaralarımı tek tek. ‘Öptüm geçecek şimdi bak. Ağlama.’ derdi. Canım çok acımasa da ağlardım o böyle yapsın diye her seferinde. Çünkü ben ilgi manyağı bir kız çozuğuydum. Babasının abisinin biricik prensesi, ikizinin dövmeye an kolladığı ama sıkıştırınca vurmaya kıyamadığı o küçük kız çocuğuydum.

 

 

Koluma giren kolla anlık irkildim. Gözümde oluşan anılar birer birer yok oldu. “Eski halimizi mi hatırladın?”diye sordu Su abimle Baran’ın kahkahalar atan yüzünden gözlerini çekmeden.

 

Başımı salladım.” Ne günlerdi.”dedim özlemle.

 

“Ah be yedi yaşım.” Başını omzuna dayadığında başım başına dayandı. “Ah be o düşüp de bacağımı kırdışım ceviz ağacı” Kıkırtıma engel olamadım.

 

“Dur Bade sana ceciz toplayacağım. Bırak kolumu da çıkayım.” Küçüklüğünü taklit ederek sesimi incelttiğimde aşağıdan bakan bakışları beni buldu. “Ceviz diyemiyordun hatırlıyor musun?”

 

“Hatırlamaz olur muyum?” Baranı gösterdi burnuyla. “Bu domuz dalga geçiyordu ya. Çocukluğumun travma dolu geçmesi hep bunun yüzünden.”

 

Okların ona döndüğünü farkeden Baran. Su ile aramızda dönen muhabbeti bilmediğinden

“Ne var be?”diye çirkefkeşti hemen. “ Ne yaptım yine?”

 

Su’nun konuşmasına fırsat vermeden, konuyu değiştirmek amacıyla ki eğerki değiştirmezsem bu olayın büyüyeceğini bu ikisinin kavgaya tutulacağını hepimiz iyi bildiğimizden, Su’nun himayesi altından çıkıp Baran'dan en sonunda ayrılmış günün önemli kişisine, abimin beline sarıldım. Birkaç adım atarak sahile doğru yürürken “Baran onu bunu boşver de sen söyle bakayım bu unutamadığın kim?” Diye sorup ortamdaki havayı dağıttım. Yani umarım dağıttım.

 

Göğsüne başımı dayadığım abimin elleri belimi buldu. Başımın üzerine küçük bir buse kondurduğunda bu güveni bu sevgiyi başka bir yerde, birinde, birinin kollarında bulamayağımı hissettiğim bir hisle dolup taştım. Baba yarımdı o benim. Evet babamla aram iyiydi. Onu çok seviyordum ama abimin yeri benim için hep başka olmuştu. Tek bir bakışıyla bile güvende hissettirebiliyordu.

 

Abi benim için güvendi.

 

Şevkatti.

 

Sonsuz sevgiydi.

 

Küçüklüğümden beri öylesine sevip sarıp sarmalamıştı ki beni kimin beni sevip sevmediği umrumda olmamıştı hiçbir zaman. Abim bana yeter demiştim hep. Ailem bana yeter.

 

Onun seçtiği meslek yüzünden belirli bir süre ayrı kalmış olsak da, ki hâlâ arada kalıyoruz, aramızdaki o bağ hiç kopmamıştı. Pamuk ipliğinden değildi çünkü gönül bağıydı bu. Kopmazdı öyle kolay kolay.

 

“Sen şimdi evleneceksin ya,” diye aramızdaki sessizliği bozduğumda başımın üstündeki başı gözlerimi görmek ister gibi aşağıya eğildi. Ona istediğini vererek başımı kaldırdım. Göz göze geldik. Devam et der gibi bakıyordu. “Küçük küçük kızlarınız olursa eğer,” Utandım o an. “Neyse ya boşver.”dedim başımı geri indirerek göz kontağımızı bozdum. Eli çenemi bulup geri başımı kaldırdı. Gözlerine çöreklenen merakı net şekilde seçebiliyordum. Gelecek olanı da biliyormuş gibi muzır bir ifade de yatıyordu hemen arkasında.

 

“Devam et abim.”

 

“Benim papucumu dama atmayacaksın değil mi?” Diye sordum korkuyla. Ya istediğim cevabı vermezse korkusuydu bu.

 

Cevap vermedi. O merak sinesine çekilerek yerini muzur ifadeye bıraktı. Beklediği şeyi ona vermişim gibi yüzümü turladı gözleri önce. Sonra da yüzüme yüzüme kahkaha attı.

 

Komik miydi?

 

Tamam az biraz saçmalıyor olabilirdim. Hiç kimse hâlâ daha doğmamış yeğenlerini abisinden kıskanmazdı belki ama o benim sadece abim değildi ki. Her şeyimdi. Öyle kolay kolay paylaşamazdım kimseyle.

 

Çilerle tanıştığım dönemi hatırlıyorum da.. Resmen kıza zehir etmiştim o tanışma yemeğini. Tam bir görümcelik yapmıştım. Çünkü ciddi olduklarını düşünmemiştim. Ne zaman ki Çiler’in abimi gerçekten sevdiğini görmüştüm, ki bunu kabullenmek de pek kolay olmamıştı, o zaman ısınmıştı içim ona. Daha sonra da abimden bağımsız arkadaşlığımız başlamıştı. Ön yargılı davranışlarımın, o tavırlarımın hiçbirine alınmamıştı Çiler. Peygamber sabrı denilen şey vardı sanırsam kendisinde. Başka açıklaması olamazdı..

 

“Gülmesene ya.”diye homurdandım. Gülmeye devam ettiğinde kolunun altından çıkmaya çalıştım ama izin vermedi. Belimdeki kolu daha da sıkılaştı. Daha da çekti göğsüne bedenimi.

 

“Sen benim ilk göz ağrımsın.”diye mırıldandı, gülüşleri kesildiğinde. Yerini şefkat dolu bir tebessüm aldı. Bir babanın evladına bakarkenki o şefkat dolu bakışlardan..

 

“Allah'a çok şükür babamız yanımızda, hemen başımızdaydı hep ama Allah biliyor sen benim kızım gibiydin hep. Bir abi değildim senin için bende bunu biliyorum. Bir çocuğun sorumluluğunu ben sende öğrendim. Belki ikiz olduğunuzdan annemin yetişemediğinden bunu yaptım bilmiyorum ama,” kanca şekline getirdiği işaret parmağını kalbime doğru vurdu hafifçe iki defa. “Kan bağı hariç gönül bağımızın sıkı sıkıya olacağını o doğdunuz ilk gün seni kollarıma verdiklerinde anlamıştım ben.”

 

Yanağıma süzülen yaşı boşta olan eli yakaladığında duygularımın yoğunluğundan yanağımdaki ıslaklığı hissedememiştim.

 

Sen seviyorum demesen de olur abi.

 

“Küçükken olduğu gibi yaşın çenenden damlamadan silmek için abin hep burada, yanı başında olacak miniğim. Senin yerin benim gönlümün üstü. Kimse de seni oradan, yerinden edemez.” Bir damla daha firar ederken gözümden bu sefer dudaklarıyla durdurmayı seçti. Yaşın üzerindeki dudakları temas ettiği yeri öpüp geri çekildiğinde belimdeki elini gevşetti. İki büyük avcu yanağımı buldu. Tıpkı eskiden olduğu gibi, hiç sıkılmadan sildi yaşlarımı usulca. Başımın üzerine dudaklarını bastırdığında huzurla kapattım gözlerimi.

 

Sözümü aldığıma göre artık edebilirdi evlenme teklifini.

 

Yerim gönlünün üstüydü ve beni tahtından edebilecek hiç kimse yoktu.

 

“Tamam hadi yap teklifini. İzin veriyorum”dedim ortamdaki duygusallığı kırmak için. Ağlamaya gelmemiştik herhalde buraya. Zaten ağlayasım vardı sabahtandır. Onların yararlarınaydı beni duygusal ortamdan uzak tutmaları. Yoksa es kaza teklif yapılıp bitene kadar bir kayanın üzerinde için dışıma kadar ağlayabilir sonra da evlere dağılmak için hiçbir şey yokmuş gibi arabaya binip eve dönebilirdim. Psikolojim bitik haldeydi. Üstüne bir de balık burcuydum. Benden normal bir şey beklenmesi normal olmazdı zaten.

 

Neyseki öyle bir şey olmadı. Abim güldü dediğime. O da duygusal ortamdan uzaklaşmak istemiş olamlıydı. Bugün onun en mutlu günüydü. En mutlu gününde ağlamayı kimse istemezdi herhalde.

 

“Gençler hadi başlayalım masayı kurmaya.”diye seslendi arkada kalmış aralarında sohbet eden bizimkilere. “Böyle giderse gün batımı falan yalan olacak.”

 

“Deme şöyle. Her şey güzel olacak.” Eğilip ayakkabılarımı çıkarttım. Her yeri kum olmuştu. Sarılmanın etkisiyle hafif yukarıya toplanan tişörtümü aşağıya indirdim. Üzerime çeki düzen verdim.

 

Masa tamamen denmese de kısmen tamamlanmış görünüyordu. Temel eşyalar dizilmiş, iki sandalye getirilmişti. İçki servisi yapılmayacak diye bilinildiğinden iki bardak getirilmişti. “Baran restorana gidip iki kadeh daha ister misin?” Sorumla beraber masadaki bakışları beni buldu. “Şarap kadehleri eksik.”diye açıkladım.

 

Baran kadehleri almak için sahilden çıkarken bakışlarım tekrar masayı turladı. Her şey tam görünüyordu. Abimin restorandan ayarladığı garson her şeyi eksiksiz hazır etmiş masanın başında benim bir eksik var mı yok mu söylememi bekliyor gibi yüzüme bakıyordu. O kadar güzel hazırlamıştı ki masayı. Mumlar konulmuştu tabaklardan oldukça uzak kenarlara. Umarım abim o heyecanla çarpıp da yangın çıkartmazdı. Gerçi yakabileceği maksimum şey de masa olurdu bu koskoca kumsalda. Peçeteler kırmızı tercih edilmişti. Tabaklar siyah konulmuşken o basit olan peçete kırmızılığıyla yanında o kadar asil duruyordu ki..

 

Ayaklı bir şeyin üzerindeki içecek servisini gördüğümde yemekleri aradı gözlerim. Gerçi şimdi getirmiş olamazlardı. Buz gibi olurdu yemekler Çiler gelene kadar. Sahi Çiler ne zaman gelecekti?

 

Ben masayı teftiş ederken abimle Toprak da bir yandan kendinden pilli olup elektriğe ihtiyaç duymayan lambayı masa etrafında asacak yer aramış bulamayınca mecbur iki sopa bulmuş kumsala onu sağlayıp izerine dolamışlardı lambaları. Lambalar bir tele boydan boya bağlı olduğundan kolayca sarmaşık gibi çevrelemeleri yetmişti sopaları.

 

“Çiler ne zaman gelecek?” Diye bir soru yönelttim ortaya doğru. Elinde iki kadehle bize doğru yürüyen Baran’a çarptı sonra gözüm.

 

“Burası tamamsa gidip alayım onu?” Ellerini birbirine doğru sürterek bize doğru gelen abime çevirdiğimde başımı onun değil Toprak’ın gözlerine gitti mavilerim. Onun odağı başka yerdeydi. Ateşe değer gibi çektim gözlerimi hızla. Bakmamalıydım. Yine dengesi şaşmaya başlamıştı gözlerimin.

 

“Tamam gibi görünüyor.”

 

Baran elindeki kadehleri gelişigüzel bir şekilde masaya bıraktığında hemen arkasına gidip düzelttim yerlerini. “Sen Çiler’i almaya git bizde evlere dağılalım o zaman.”

 

“Tamam güzelim.”deri abim yanıma yaklaşarak. Başıma bir öpücük bıraktığında ensemi kavrayan elindeki titremeyi hissettim. “Şans dile, ufaklık.”

 

“Bütün şanslarım seninle olsun, abilerin bir tanesi.” Parmak uçumda yükselerek boynuna doladım kollarımı. Gömleğinin açıkta bıraktığı boynuna huylanacağını bilsem de öpücük bıraktım. “Seni çok seviyorum.”

 

“Bende güzelim,bende.” Derken boynunu öptüğüm için kafasını boynunu kapatacak şekilde eğdiği için garip çıktı sesi. Kıkırdadım onun bu haline. Bedenimi bedeninden ayırdığında “Hadi Toprakla gidin siz. Bende çıkarım şimdi yola.”dedi.

 

Su’yu da yanıma katarak sahilden çıktığımda Baran da arkamızdan söylene söylene geliyordu. Ne dediğini duyamayacak kadar kafamın içine gömülmüştüm. Arabanın yanına yaklaştık. Biz çıkarken Toprak abimle bir şeyler konuştuğundan abimin yanında kalmıştı. Gitmek için onu bekleyecektik yani mecburen. Derin bir of çekerek sırtımı arabaya yasladığım zaman yanı başımda beliren Su’nun eli saçımı buldu. “Sıkıldınız mı bayan?” Sesini kalınlaştırdı. Kimin taklidini yapıyordu bu şimdi? “Ee eğlendireyim sizi”

 

“Ee eğlendir bakalım beni.”dedim bende cilveyle. Karşımda erkek rolü kesiyordu hanımefendi. Sabahki olaydan dolayı aramıza soğukluk girmeyeceğini ikimizde pektabii biliyorduk ama ben pişmanlığı hala içimde halihazırda taşıdığım için sağlıklı tepki veremiyordum bugün hiçbir şeye. Göz göze gelmek istemiyordum kimseyle mesela. Gözlerim bir yerlere dalıp gidiyordu, keyifsizdim. Yıllarımı verdiğim kız da tabii ki bunu kaçırmıyordu. Görüyordu neler olup bittiğini. Kaçan tadımı getirmeye çalışıyordu.

 

Saçımdaki eli yüzüme tırmandığında daha da yılışacağını hissedip koluna elimi koyup yüzünden çektim elini. Bir yandan da onu kendime doğru çektim. “Onu bunu bırak şimdi. Zevzekliği sonra yaparız.” Meraklı bakışları beni buldu hemen. “Benim aklıma bir fikir geldi sabahı telafi etmek adına.” Cebimdeki telefonumu çıkartıp en son kaydettiğim videoyu açıp ona da izlettim.

 

Kaşları havalandığında gözlerine oturan parılmayla “abimlerin videosunu mu yaptırmayı düşünüyorsun?” Diye sordu. Başımı salladım. Düşünüyordum düşünmesine de koyacak videoyu bulabilecek miydim orası muammaydı.

Yüzümün düştüğünü anladığında göz kırptı hayırdır der gibi.

 

“Video bulamıyorum. Fotoğraf koymak da istemiyorum.”

 

“Ömer abi ve fotoğraf video çekmek..”diye mırıldandı iç çekerek. “Neyse ya moralleri bozmak yok. Bulacağız bir şekilde.”

 

Yaslandığımız arabanın ışıkları yanıp söndüğünde Toprak’ın uzaktan kilitleri açtığını anlayarak doğruldum. Toprak en sonunda yanımıza geldiğinde hepimiz arabaya kurulduk. Arabaya girmeden hemen önce ayaklarımdaki kumu silkeleyip çoraplarımla ayakkabımı giymiştim akıl edip. Yoksa arabanın her tarafı kum olacaktı.

 

Arabanın içinde bir sessizlik hakimken dışarıyı izleyemeye başladım içime çöken dinginlikle.

 

&&&&

 

Araba nihayetinde mahallemize giriş yaptığında arabanın düşen hızından geldiğimizi anlayan Su omzumdan kaldırdı başını. Yol boyunca başını omzuna koymuş uyuklamıştı. Arada atışan Baran ve Toprak onun bu halini gördüğünde sessizliğe gömülmüştü tekrardan.

 

Araba tamamen durup park ettiğinde kapıyı açıp indim onları beklemeden. Oturmaktan ayaklarım uyuşmuştu. Yolculuğu seviyordum uzun kısa fark etmeksizin ama kötü yanı buydu işte.

 

“Evlere mi dağılıyoruz şimdi?”diye bir soru yükseldi Su’dan. Evet kesinlikle evlere dağılıyorduk. Kendimi yatağıma atıp saatlerce uyumak istiyordum. Vücuduma çöken ağırlığa bir anlam veremedim. Uykum gelmişti. Gerçi uykumu doğru dürüst almadığımdandı başka ne olmasını bekliyordum ki zaten? Kaç gündür doğru dürüst uyuya mı bilmiştim?

 

Tam ağzımı açıp evet diyecektim ki sesim başka birinin sesi tarafından kesildi.

 

“Bade.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 02.07.2025 14:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...