Sabaha doğru, çardaktaki konuşmalar azalmış, rüzgârın hafif fısıltıları yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Hilal, başını Altay’ın omzuna yasladığında, bu anın ne kadar kıymetli olduğunu fark etmeden gözlerini kapatmıştı. Altay, Hilal’in nefes alışlarının yavaşladığını fark edince, onun uyuyakaldığını anladı. Omzunda duran bu yorgun kadın, her zaman güçlü görünmeye çalışsa da aslında ne kadar kırılgan ve savunmasızdı.
Altay derin bir nefes alarak, Hilal’in saçlarına kısa bir bakış attı. Yüzündeki çizgiler gevşemişti, bu hâliyle neredeyse çocuk gibi masum görünüyordu. Altay, hafifçe gülümseyerek başını yana eğdi ve fısıldadı:
“Bu kadar güçlü durmaya çalışma, Hilal. Herkesin dinlenmeye ihtiyacı var.”
Hilal hafifçe kıpırdandı ama gözlerini açmadı. Altay, o an içindeki garip bir dürtüyle ona biraz daha yaklaştı. Onunla uğraşmayı, zaman zaman çatışmayı alışkanlık hâline getirmişti ama bu an bambaşkaydı. İlk kez Hilal’i bu kadar yakın hissediyordu.
Bir süre sonra, sabahın soğuğu hafiften kendini hissettirmeye başladı. Altay, Hilal’i uyandırmaya karar verdi. “Hilal,” dedi yumuşak bir sesle, elini hafifçe onun koluna dokundurarak.
Hilal yavaşça gözlerini araladı. Gözleri uykulu ve şaşkın bir şekilde Altay’a baktı. “Uyuyakalmışım...” diye mırıldandı, sanki suç işlemiş gibi.
Altay kaşlarını kaldırarak hafifçe gülümsedi. “Fark ettim. Neyse ki nöbetçi olmadığını biliyorum.”
Hilal toparlanmaya çalışırken saçlarını eliyle düzeltti. Ama bir şey söylemeden önce Altay’ın bakışları onun gözlerine kilitlenmişti. Hilal, bu bakıştan kaçmaya çalıştı ama Altay izin vermedi. Yüzleri birbirine oldukça yakın hâle gelmişti.
“Hep bu kadar çok düşünürsen başını omzuma daha çok yaslamak zorunda kalırsın,” diye fısıldadı Altay, sesinde hafif bir alay ve derin bir sıcaklık vardı.
Hilal tam bir şey söyleyecekken, Altay bir an bile tereddüt etmeden ona doğru eğildi. Hilal’in şaşkın bakışları arasında dudaklarına kısa ama derin bir öpücük kondurdu. Öpücük, bir anda zamanı durdurmuş gibiydi. Hilal’in nefesi kesildi; kalbinin atışları hızlanmış, ne diyeceğini bilemez hâlde Altay’a bakıyordu. Altay ise sakin, kararlı ama yumuşak bir ifadeyle ona bakmaya devam etti.
“Bu… neden?” diye fısıldadı Hilal, sesinde hafif bir titreme vardı.
Altay, başını yana eğip hafifçe gülümsedi. “Çünkü bazen, susmak yerine hissettiklerimizi göstermeliyiz. Özellikle birinin uykusunu bölmeden rahat uyuyabilmesini istiyorsan.”
Hilal, Altay’a cevap veremedi. Birkaç saniye sessiz kaldı, sonra istemsizce gülümsedi. “Sen... gerçekten çok değişik birisin.”
Altay, doğrulup termosu ve bardakları toplarken sıradan bir şey yapıyormuş gibi konuştu:
“Bunu bana yıllardır söylüyorlar.”
Hilal hâlâ ne diyeceğini bilemezken, Altay ona elini uzatarak çardaktan kalkmasına yardım etti. “Hadi, herkes uyanmadan biraz toparlanalım. Bu sabahı sırf benimle geçirdiğini öğrenirlerse çok konuşurlar.”
Hilal başını iki yana sallayarak güldü ve birlikte çardaktan çıktılar. Karargâh yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Sabahın ilk ışıkları, her iki yüzüne de vurduğunda Hilal, kısa bir an Altay’a bakıp fısıldadı:
Altay kaşlarını kaldırarak sordu. “Ne için?”
Hilal hafifçe gülümseyip başını önüne eğdi. “Bilmiyorum… sadece teşekkür ederim.”
O an, ikisi de bu anın bir şeylerin başlangıcı olduğunu fark etmişti. Sessiz ama derin bir bağ, yavaş yavaş aralarındaki duvarları yıkıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
538 Okunma |
101 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |