28. Bölüm

^1.27.BÖLÜM^: ‘Akşın dışında kalanlar’

Cornephelia
cornelianews

 

27.Bölüm

 

 

...📖...

İlk defa aldığım nefes ciğerlerime inmemişti. Korkudan düğüm düğüm olasından mı yoksa başka yerlerimden nefes aldığımdan mıdır nedir?

 

İlk kapıya can havliyle atılan Glen ve kapıyı kapat diye bağıran ben oldum. Glen'in arkasından olayın sokunu atlatmış gibi Isaac'da koşarak kapıya sırtını dayadı.

 

Şövalyeler çoktan ofise girmiş odanın kapısını açmaya çalışıyorlardı. İki tarafında çekişmesini izlerken burada yakalanırsam başıma gelecekler dalga geçer gibi gözümün önünden geçti.

 

Korkuyla kucağımdaki hareket edemeyen Nilvera'ya ardından yüzüğüne baktım. Onun benden daha az vakti kalmıştı.

 

Gözlerindeki bu sefer hakiki sıçtık ifadesini görünce teselli eder gibi kafasına vurdum.

 

Gözleri anında ters ters bakmaya başladığında onu kucağımdan yere atar gibi bıraktım. Koşarak büyük masaya doğru ilerlerken arkamdan şerefsiz diye mırıldandığını duymuştum.

 

Gözlerim bize yardımcı olacak bir şeyler ararken masanın hemen yanındaki kitap rafına takıldı. Rafta eski, tozlu bir harita rulosu dikkatimi çekti. Haritayı hızla kaptım ve açtım.

 

Üzerindeki garip semboller ve çizgiler gözlerimi kamaştırdı; sanki bu bir haritadan ziyade bir büyü parşömeni gibiydi. Gözleri beni takip eden Isaac;

 

"Şimdi etrafı kurcalamanın zamanı mı?" ona ters ters bakarak parşömeni masanın üzerine koydum. Eğilerek masanın altına baktım. Masanın altında küçük bir kutuyu gözüme kestirdim. Eski, çatlamış bir deriden yapılmıştı ve kapağı hafif aralık duruyordu. Kutuyu hızla açtım ve içinden çıkan şey, irili ufaklı taşlardan yapılmış bir kolyeydi.

 

 

"Neden böyle bir yerde bu eşyalar var, sormayayım diyorum ama bu oda da kim kalıyordu büyücü falan mı?"

 

 

"Şimdi bunu konuşmanın yeri mi cidden?" Bu çocukta sorduğum hiçbir soruya cevap vermiyordu. Sakin kalmak için derin bir nefes alıp masayı tüm gücümle ittirerek kapının arkasına yaslamak için onlara yaklaştırabildiğim kadar yaklaştırdım. Glen'le yer değiştirip onun yerine kapıyı tutmaya çalıştığımda bir an kapı açılacak diye çok korkmuştum. Glen benden daha rahat bir şeklide kapının arkasına masayı yaslayınca Isaac hızla duvardaki raflara doğru ilerleyip kitapları dökmeye başladı. Ne aradığını anlamadığım için Glen'e sorgular gibi baktım ama Glen tamanen kapıya odaklanmış kıpırdayamıyordu bile. Şövalyeler artık kapıyı tamamen zorlamıştı.

 

"Issac acele et."

 

Glen'nin söylediği Isaac'ın elini ayağını daha fazla birbirine doladı. Artık kitapları çeviriyor sayfaların arasında bir şey arıyordu. İşine yaramayan kitabı da yere fırlatıyordu. Sonunda aradığı şeyi bulmuş gibi eski bir kitabı havaya kaldırdı. Isaac;

 

"Birbirimize yakınlaşmamız lazım." Dediğinde Glen beni ileriye doğru itti. Şimdi üçünüz bir aradaydık. Glen hala kapıyı tüm gücüyle tutmaya devam ediyordu. Eğilerek Nilvera'nın kafasını kucağıma aldım.

 

Isaac elindeki kitabın sayfalarını karıştırdı. Şövalyeler kapıyı gürültüyle ittirdiklerinde masa yere devrilmek üzerdeydi. Glen daha ne kadar dayanabilirdi bilmiyorum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladığında Issac elindeki defterin bir sayfasını ucundan tutarak derin bir nefes aldı.

 

"Umarım ne yaptığın biliyorsundur." Bana doğru umutsuz kısa bir bakış attı. "Daha önce hiç denemedim yani en fazla uvuzlarımızdan bir iki tanesi eksilir. "

 

Nilvera'yla aynı anda bağırmamız ve Isaac'ın sayfayı çekerek yırtması aynı anda oldu. Aramızda garip bir sessizlik yaşandığında tam rahatlamış gibi nefes alıyordum ki yerden beliren iç içe geçen onlarca sembolle aldığım nefes yarıda kalmıştı.

 

Lan ne oluyor.?

 

Ayaklarımızın tam altında ki sembol büyüyerek odayı kapladı.

 

Korku ve adrenalin damarlarımda hızla akarken, odanın içine yayılan sembollerin ışığı giderek daha da parlak bir hâl alıyordu. Ayaklarımızın altında yavaşça dönmeye başlayan desenler, çevremizi bir çember gibi kuşatıyordu. Sanki yerin altından gelen bir enerji bizi çekiyor, etrafımızdaki havayı bile ağırlaştırıyordu.

 

Nilvera'nın kucağımda gevşeyen bedeni dikkatimi çekti. Bir an için hareketsizliğini panik içinde yorumladım ama nefes alışları hâlâ ritmik ve düzenliydi. Derin bir iç çekerek başını düzelttim. "Isaac, bu ne?" diye bağırdım. Sesim, odadaki uğultunun arasında kaybolmuş gibiydi.

 

Isaac'ın gözleri hâlâ elindeki kitabın yırtılmış sayfasına odaklanmıştı. Dudakları kıpırdadı, ama ne dediğini anlamadım. Glen, kapıyı tutmaktan vazgeçmiş, şimdi korkuyla Isaac'ın hemen yanına çökmüştü. "Ne yaptığın hakkında bir fikrin var mı Isaac?!" diye sorduğunda Isaac, sonunda başını kaldırıp baktı. "Kaçmamız gerekiyordu, değil mi? İşte bu... bir nevi... kaçış yolu!" dedi ve hemen ekledi, "Sanırım."

 

"Sanırım mı?!" diye bağırdım. Bu kez sesim daha netti, çünkü etraftaki uğultu bir anda kesilmişti. Bir anlık sessizlik oldu, o kadar yoğun ki nefes alıp verişlerimiz bile yankılanıyordu. Sonra semboller aniden daha da parlak bir ışıkla patladı.

 

Oda dönmeye başladı—ya da belki sadece biz dönüyorduk. Görüşüm bulanıklaştı, çevremdeki her şey sanki eriyip birbirine karışıyordu. Bir çığlık atmak istedim ama boğazımdan tek bir ses bile çıkmadı. Nilvera'nın bedenini sımsıkı tuttum, Glen'in ise beni tuttuğunu fark ettim. Isaac bir şeyler mırıldanıyordu, ama sözleri anlaşılmaz bir dilden ibaretti.

 

Bir saniye içinde oda, şövalyeler ve her şey kayboldu. Yerine bir boşluk—sonsuz, karanlık bir boşluk—belirdi. Sanki havada asılı kalmıştık, ama aynı anda düşüyormuş gibi hissettik.

 

"Isaac!" diye haykırdım. "Bu bir kaçış yoluysa... neden hâlâ düşüyoruz?!"

 

Isaac'ın yüzünde garip bir sakinlik vardı. "Büyü işte," dedi. "Tam olarak nasıl çalıştığını kimse bilmiyor..."

 

Cümlenin sonunu getiremeden hepimiz yere çakıldık. Ama beklediğim gibi sert bir darbe değildi bu. Yumuşak, sanki yere değil de kalın bir halıya düşmüş gibiydik. Hemen toparlanıp çevreme bakındım.

 

Etraf karanlıktı, ama tam karşımda, yerin hemen birkaç metre ilerisinde parlayan bir kapı beliriyordu. Kapının etrafında, az önce ayaklarımızın altında gördüğümüz sembollerden bazıları dans ediyordu.

 

"Bu nedir şimdi?" diye sormaya çalıştım ama sesim kısılmış gibiydi. Glen, sessizce ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Isaac ve ben göz göze geldik. Yüzünde yorgun ama belli belirsiz bir zafer gülümsemesi vardı.

 

"Sanırım hayattayız," dedi Isaac, ellerini kaldırıp parmaklarını sayar gibi yaptı. "Ve tüm uzuvlarımız da yerinde."

 

Nilvera ise hâlâ baygındı, ama yüzüne biraz renk gelmiş gibiydi. İçimden bir ses, bu işin sonunun pek hayırlı olmadığını fısıldıyordu. Kapıya bakarken hissettiğim tek şey, bilinmeze doğru ilerliyor olmanın yarattığı ürpertiydi.

 

"Tamam," dedim, sesim titriyordu. "Haydi, bakalım sırada ne var."

 

Glen kapıya doğru birkaç adım attığında herkesin nefesi kesildi. Çünkü kapı sanki onun hareketlerini hissediyormuş gibi hafifçe titredi ve semboller kıpırdamaya başladı.

 

Glen derin bir nefes alarak kapının önünde durdu ve dikkatlice elini kapıya uzattı. Anında semboller yoğun bir ışıkla parladı. Glen bir şey söylemeye çalıştı, ama kelimeleri boğuk bir yankıdan öteye gidemedi. Sonra bir anda kapı yok oldu. Glen de.

 

"Glen!" diye bağırdı Isaac, ama etrafımda yankılanan boş sessizlik dışında bir cevap gelmedi. Isaac, çenesini ovuşturarak kapının olduğu yere bakıyordu. Yüzünde endişe ile memnuniyet karışımı bir ifade vardı.

 

"Sanırım işe yaradı," dedi sonunda.

 

"Sanırım mı?" diye çıkıştım. "Glen kayboldu! Bunun işe yaradığını nasıl bilebilirsin?"

 

Isaac omuzlarını silkti. "Eğer büyü çalıştıysa, Glen şimdi gitmemiz gereken yerde olmalı. Eğer çalışmadıysa... bunu öğrenmek üzereyiz."

 

Bu adam gerçekten sinir bozucuydu.

"O senin muhafızın nasıl bu kadar rahat olabilirsin?" Diye kızdığımda bana doğru dönerek.

 

"Çünkü muhafızım başına bir şey gelmiş olsaydı hissederdim." Öfkeyle onu görmezden gelip Nilvera'yı daha sıkı tutarak ayağa kalktım. O hâlâ kendinde değildi ama nefes alışı normale dönmüştü. "Pekâlâ," dedim, "ben gidiyorum."

 

Isaac'ın yüzünde anlık bir şaşkınlık belirdi. "Emin misin? Genelde ilk denemelerde garip yan etkiler olabilir. Ekstra parmaklar, bir iki boynuz falan—"

 

"SUS!" dedim. Kapıya doğru, yani artık kapının olmaması gereken yere doğru bir adım attım. İçimde korku ve çaresizlik birbirine karışmıştı. Geriye bakmadan adımımı attım ve...

 

Düşmeye başladım.

 

Ama bu kez önceki gibi bir boşlukta süzülmek değildi. Ayaklarımın altındaki zemin, sanki kendini şekillendiriyormuş gibi hızla belirdi. Bir anlık parlaklıktan sonra, kendimi serin, karanlık bir odada buldum. Etrafıma bakındım. Havadaki koku, eski taşların nemli ve soğuk kokusuydu.

 

Ve oradaydı. Glen, bir duvara yaslanmış, sakince etrafına bakıyordu. Onu görünce içim rahatladı. "Hey, Glen!" dedim.

 

O da beni görünce yüzünde hafif bir gülümseme belirdi . "Seni de gönderdi ha?" diye sordu.

 

"Ve Nilvera'yı," dedim. Hemen yere oturup onu dikkatlice yatırdım. "Isaac da geliyor olmalı."

 

O anda, etrafımızda tekrar semboller belirerek Isaac'ın parlak bir ışıkla ortaya çıkmasına neden oldu. Yere düştüğünde, toparlanmaya çalışarak üzerindeki tozu silkti. "Ne dedim ben size? İşte buradayız!"

 

"Burada derken tam olarak nerede?" diye sordum, sabrım tükenmek üzereydi.

 

Isaac, etrafına bakındı. "Büyü çalıştı. Şu an büyük ihtimalle eski bir geçit bölgesindeyiz. Burası güvenli olmalı."

 

"Sana güvenmekle hayatımızı tehlikeye atıyor olabiliriz," dedim. Tam o sırada Nilvera'dan bir mırıltı sesi yükseldi. Gözleri hafifçe aralanmıştı. Sanırın bilinci kısa süreliğine gidip gelmişti.

 

"Ne... oldu?" diye fısıldadı.

 

"Uzun bir hikâye tatlım ama üç dört dozun seni çokta uzun süre bayıltmadığını biliyoruz artık" dedim, gülümsemeye çalışarak. "Şimdilik güvende gibiyiz."

 

Tam o sırada, odanın köşesinden derin, yankılı bir ses yükseldi. "Güvende mi?, o kadar emin olma."

 

Hepimiz irkilerek sesin geldiği yöne döndük. Gölgenin içinden bir figür belirmişti. Uzun bir pelerin giymiş, yüzü kapüşonla örtülüydü. Elindeki uzun baston, yere vurdukça parlayan semboller oluşturuyordu.

 

Isaac'ın yüzü aniden ciddileşti. "Bu hiç iyi değil," dedi alçak bir sesle.

 

"Büyücü mü?" diye sordum.

 

Isaac başını salladı. "Hayır. Daha kötüsü."

 

Daha kötüsü ne olabilirdi iblis mıydı ya da şeytan.?

 

****

 

Gözlerim etrafta geziniyor, gergince yerimde kıpırdıyordum. Kaçamak gözlerle yanımda oturan Nilvera'ya baktım. Gözleri, tam karşımızda oturan kişiye "Bu ne lan böyle?" der gibi bakıyordu.

 

Gerçi ona hak veriyordum, çünkü en az onun kadar olayın hızına yetişememiş olan ben, hâlâ ne olduğunu idrak edememiştim.

 

Gözlerim, masanın üzerindeki minik çay fincanı takımında gezindi. Ardından, hâlâ gerçek olduğuna inanamadığım varlığa doğru döndüm.

 

Lan, bu romanda hiç perilerden bahsedilmemişti. Hani bunların nesli tükenmişti? Minicik bir yüz ve ufak tefek ellere sahip küçük peri, çayı biten Glen'e tekrar çay koydu.

 

Neredeyse yarım saattir aynı şey tekrar ediyordu. Hiç kimse konuşmuyor, karşısında bir peri görmenin şokunu atlatmaya çalışıyordu. Üstelik daha da şaşırtıcı olan, bir periyle çay partisi yapıyor olmamızdı.

 

Glen gözlerini yine minicik fincana çevirdi. Yüzünü sabit tutmak için çok çabalıyordu. İlginç bir şekilde, oldukça ürkütücü bir görünüme sahip olmasına rağmen en iyi uyum sağlayan da o olmuştu.

 

Kocaman yeşil gözler ve gözleriyle aynı renkte yeşil saçlarla bizi izleyen sivri kulaklı elf kız, her benimle göz göze gelişimizde utanıyor ve gözlerini kaçırıyordu.

 

Yanakları pespembeydi ve inanılmaz tatlıydı. Kaçamak gözlerle yine bana ve Nilvera'ya baktı.

 

Bu bakışma daha ne kadar sürecek, der gibi bana dönen Nilvera'ya hiçbir fikrim yok der gibi omuzlarımı kaldırıp indirdim.

 

Gözlerim, bir yandan biten fincanlarımıza çay koyan peride geziniyor, bir yandan da az önceki büyücü kılıklı herifi arıyordu. Ulan, ihtiyar bizi büyüyle buraya zorla getirmişti. Bu da yetmiyormuş gibi, bu küçük peri Noli'nin oyun arkadaşları olmuştuk.

 

Gözlerim, elinde bir sürü şişe tutan ihtiyarda gezindi. Durmadan bir şeyler karıştırıyor ve kendi kendine konuşuyordu. Isaac'a bu adamın ne olduğunu sormuştum ama daha cevap veremeden kendimizi çay partisinde bulmuştuk.

 

Noli yüzlerimize bakıyor, sanki bir şeyler dememizi ya da tepki vermemizi bekliyordu. Yani, tepki vermeyi çok isterdim ama ihtiyarın yaptığı büyü yüzünden konuşamıyordum bile.

 

Heyecanlı heyecanlı ayaklarını sallayan minik periye baktım. En kötü yanı neydi biliyor musunuz?

 

Oturduğumuz sandalyeler çok küçüktü ve arkam sıkışmıştı. En çok üzüldüğüm kişi Glen'di. Oraya nasıl oturmayı başarmıştı ve arkası iyi durumda mıydı?

 

Glen sakince çayından tekrar bir yudum aldı. Bir yudumu, zaten minicik olan fincanın içindekini bitirmişti.

 

Noli, tekrardan heyecanlı bir şekilde çay doldurdu. İlk defa insan gördüğünü düşünüyordum. Glen'in bir muhafız olduğunu biliyor gibiydi. Üstelik Glen de karşısında bir peri görünce bizim kadar şaşırmamıştı. Gayet rahat bir şekilde, nasıl davranması gerektiğini biliyor gibi çay içmeye başlamıştı.

 

Yani, uzun bir hayat yaşayan muhafızlardan beklendiği gibiydi.

 

Gözlerim diğer yanımda oturan Isaac'a kaydı. Hayretler içinde Glen'i izliyordu. Tek kaşı havaya kalkmış, şu anki görüntünün komikliğine gülse mi ağlasa mı karar verememişti.

 

Dudaklarını birbirine bastırarak buradan çıktığımızda Glen'le çok fazla dalga geçeceğini belli eder gibi gülmüştü.

 

Minik peri anında gözlerini Isaac'a çevirdi. Isaac'ın görünüşü onun çok ilgisini çekmiş gibiydi. Yine Isaac'ın önündeki küçük tabağa, en az tabak kadar küçük bir kurabiye koydu.

 

Gözlerimi kısıp, Isaac'a yapılan güzellik ayrıcalığına karşı çıkmak için Noli'ye bakarak gülümsedim. Noli, Isaac'tan çok kızlardan etkileniyor gibiydi. Yanakları tekrar kızardı.

 

Bana doğru eğilerek tabağıma üç tane kurabiye koydu. Zafer gülümsemesiyle Isaac'a ağla ezik der gibi baktım. Gözlerini kısarak bana dik dik bakan Isaac'i görmezden gelerek Noli'ye dönüp düşünmeye başladım.

 

Noli ya kızlardan hoşlanıyordu ya da ilk defa kendisi gibi bir kız görüyordu.

 

Bu da Noli'nin burada, karanlık geçitte ne kadar uzun süredir yaşadığını düşündürdü. Asıl sorun, romanda asla geçmeyen bir karakter olmasıydı. Romanın bir köşesinde kendi kendini besleyen, romanın iç dünyasının bir parçasıydı ama onu yazar yazmamıştı.

 

Yani teknik olarak, bu dünyayı ve içindeki her şeyi yazar yaratmıştı ama bazı şeyler kendiliğinden oluşuyordu. Bu, dünyanın devamlılığı için romanın akışının oluşturduğu bir unsurdu. Figüranı bırak, hiçbir şeydi diyebilirdik.

 

Yazarın yazmadığı, arka planda kendi kendine oluşan bir karakter ne kadar garipti.

 

Üstelik ondan çok ilginç bir enerji alıyordum. Nasıl tarif edilir bilmiyorum ama sanki bu romana girdiğimden beri ilk defa gerçek bir canlıya bakıyormuş gibi hissettirmişti.

 

Bir nevi romanın akışına bağlı olmayan bir karaktere bakıyor olmak garip hissettiriyordu. Bu zamana kadar karşılaştığım tüm karakterler bir şekilde romanın içinde geçiyordu, bu yüzden romanın işleyişine uymak zorundaydılar ama Noli bu akışa uymuyordu.

 

Çünkü onunla şu anda karşılaşmasaydım kendi hayatını yaşayacaktı. Tıpkı bu evrende yaşayan binlerce insan gibi.

 

"Oyun arkadaşların seni eğlendirmiyor mu canım?"

 

Gözlerim hızla masamın yanında durup Noli'ye gülümseyen yaşlı ihtiyarda gezindi.

 

Ulan, bir sal da konuşalım, senin yüzünden muhabbet de edemiyoruz kızla.

 

"Noli'nin arkadaşları."

 

Kendisinden üçüncü şahıs gibi bahseden kıza merakla baktım. İhtiyar, onun yemyeşil saçlarını okşadı.

 

"Evet, senin arkadaşların."

 

"Noli gibi," diyerek bizi gösterdi. İhtiyar bize dik dik bakıp Noli'ye gülümsedi.

"Evet, onlar da senin gibi."

 

Senin gibi derken?

 

Bu ihtiyarın çocuk yetiştirmekten anladığı yoktu bence.

 

Bize kısa ama oldukça aşağılayıcı bir bakış attıktan sonra elini şıklattı. Ağızlarımızdaki kısıtlama kalkmıştı. Nilvera, sövmek için hazırlanırken onun kolunu tutup durdurdum.

 

"Allah'ın adını verdim, yapma. Bu adam bizi sıçana çevirir, vallahi. Daha da salmaz. Evcil hayvan olduğumuz yetmezmiş gibi her gün çay içeriz. Bunu kaldırabileceğimi hiç sanmıyorum."

 

"Merhaba, Noli. Benim adım şey..." diyerek kala kaldım. Şimdi bu kıza ne diyecektim? İlia desem kendimi ifşa etmiş olurdum.

 

"Ne o, en sonki görüşmemizden sonra adını mı unuttun?"

 

Gözlerim şaşkınca ihtiyara döndü.

 

Abi, 'en sonki görüşme' derken?

 

Isaac ve Glen, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bize bakıyor ve bir cevap bekliyordu. Ama asıl sorun, ben de ne olduğunu anlamamıştım.

 

"Görünüşünüzü değiştirdiğinizde sizi tanıyamayacağımı mı düşündünüz? Daha o kadar yaşlanmadım," dedi, tek kaşını kaldırarak. "Bu haliniz ne?" der gibi bakıyordu.

 

Elini tekrar şıklattığında artık hareket edebiliyorduk. Bana kısa bir bakış atıp "Yanıma gel," der gibi elini salladı. Gergin bir şekilde yerimden kalktım ve besmele çektim. Bu ihtiyar kimdi ya da neydi, gram bilmiyordum. Üstelik İlia'nın anılarında da göremiyordum.

 

İhtiyar bir anda kolumu tutup çevirdiğinde ödüm kopmuştu. Gözlerini, bileğimdeki üçgenin olması gereken yere dikti. O an zihnimde şimşekler çaktı.

 

Aradığımız kişi karşımızdaydı.

İlia ve Lenora'nın arasındaki bağı bozan kişi... Bu ihtiyarın ta kendisiydi.

 

"Sana söylemiştim; şu haline bir bak! Ruhundaki enerji akımı karman çorman olmuş." Ah dedem, çok haklısın. Ruhumdaki enerji akımı yönünü şaşırdığı için benim dualarım kabul olmuyor, değil mi?

 

Bende diyordum, bu işte bir iş var.

 

İhtiyarın beni tanıdığını anladığım anda hareketlerimi düzelttim.

"Ne kadar kötü..." diyerek onu tanıdığımı belli ettim. Şimdi buraya bilerek onu görmek için gelmişim gibi bir izlenim yaratmıştım.

 

"Sizi uyarmıştım. Bu bağı koparmanın bedelleri var. Ruhunuz büyük bir kırılma yaşıyor. Buna daha ne kadar dayanabilirsiniz, bilmiyorum."

 

Kırılmadan kastı neydi? Bu kırılma ne anlama geliyordu?

 

"Ne kadar zamanımız kaldığını ya da bu kırılmanın bizi ne kadar etkilediğini nasıl anlayabiliriz?" Nilvera, sakince yerinden kalktı. O da benim gibi Lenora moduna girmişti.

 

İhtiyar dik dik bakarak huysuz bir ifadeyle Nilvera'nın yüzüğünü işaret etti. "Çıkarın şu yüzükleri. Gizlemekte o kadar da iyi değiller. Bunları o küçük götlü cüceden mi aldın?"

 

Neredeyse kahkaha atacaktım ama kendimi tutup, gülmek yok diye telkinlemeye başladım.

 

Küçük göt dedi değil mi az önce?

Gülme. Gülmek yok.

 

İhtiyar elini uzatarak yüzüğe dokundu.

 

Bu karanlık geçite girdiğimiz anda zamanı durduran yüzük çatladı. Nilvera, ters ters bir yüzüğe bir de bana bakarak ihtiyara doğru "Bunlara para verdim ben!" der gibi öfkeyle baktı.

 

Yüzüğün kırılmasından iki saniye sonra kahve sarı saçlarım yok oldu ve simsiyah saçlarım omuzlarımdan aşağı dalgalandı.

 

Yani, o kadar gizlilik diye yırtındıktan sonra Isaac'ın önünde ifşa olmamız dışında bir problem yoktu.

 

Isaac ve Glen, Burada ne halt dönüyor? der gibi bakıyordu ama ikisi de sessiz kalmayı tercih etti.

 

Isaac'ın mavi gözleriyle gri gözlerim kesişti. Sanki beni tanımış gibi göz bebekleri büyümüştü. Tepkisinden, onunla akademide karşılaştığımı anladım.

 

Sakince ihtiyara dönüp, "Daha açıklayıcı anlatmayı denemeye ne dersin?" dedim.

 

İhtiyar, "Elimin tersini yersin, çocuk," der gibi baktı. "Sizi en başından uyarmıştım. Peki beni hiç dinlediniz mi?"

 

"Tamam, ihtiyar. Söylenmeyi keser misin? Bu bağı tekrardan onarmanın bir yolu yok mu?" dedim.

 

Bana sanki Ben gayım demişim gibi baktı.

 

"Neden şimdi onarmak istiyorsunuz? En son siz ikiniz birbirinizden ölümüne nefret etmiyor muydunuz? Hatta onu zehirlemek için benden zehir aldınız. Görünüşe göre kullanmamışsınız."

 

Ee yuh ama İlia! Ben seni savunayım diyorum, sen iyice bokunu çıkarıyorsun.

 

"Zehir mi aldın? Hem de beni öldürmek için?" dedi Nilvera, dehşetle bana bakarak. Bacım, ben de en az senin kadar şaşkınım.

 

"Birincisi, özellikle onu öldüreceğim diyerek zehir almadım. Lenora'yı kışkırtmayı kes, ihtiyar!" dedim.

İhtiyar, "Çok da umurumdaydı," der gibi omuz silkti.

 

"Aramızı düzeltmeye çalışıyoruz, ihtiyar. Söylenmeyi kesip bu bağı tekrar aktifleştirmenin bir yolu var mı, söyle!"

 

"Olsa ne olacak? Bu bağı yeniden aktifleştirmek için gereken malzemeleri kısa sürede bir araya getirmek imkânsız. Sizin hiç vaktiniz kalmadı."

 

"Ya vaktimiz dolarsa?" Nilvera daha fazla dayanamayarak sordu.

 

İhtiyar, öfkeyle ona dönüp, "Dalga mı geçiyorsun? Bilmiyormuş gibi davranıyorsun. Ruh kırılması demek, gücünün kontrolünü kaybedip vücudunun kendi gücüyle kendini imha etmesi demek!" diye bağırdı.

 

Gözlerim dehşetle açıldı. Nilvera'nın gücünü kaybettiğini ve elektrikle kendini imha ettiğini düşündüm. Ama asıl korkutucu olan, İlia'nın gücünü kaybettiğinde neler yaşanacağıydı.

 

İşte şimdi gerçekten sıçmıştık.

Bölüm : 08.12.2024 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Cornephelia / Gölgesi̇z Düşler Kralliği•( Kırılma Serisi-1 )-'Mücadele' / ^1.27.BÖLÜM^: ‘Akşın dışında kalanlar’
Cornephelia
Gölgesi̇z Düşler Kralliği•( Kırılma Serisi-1 )-"Mücadele"

4.84k Okunma

783 Oy

0 Takip
38
Bölümlü Kitap
《Giriş》^1.1.Bölüm^ : 'Kaderi Belirlenmiş Yolculuk'^1.2.Bölüm^ : 'Aynadaki Yansımam'^1.3.Bölüm^ : 'Mühür'^1.4.Bölüm^ : 'Kaza Mı, Suikast Mi.?'^1.5.Bölüm^ : 'Başbüyücü'^1.6.Bölüm^ : 'Elwestar Ailesi'^1.7.Bölüm^ : 'Akşam Yemeği'^1.8.BÖLÜM^ : 'Kavuşma ve tartışma'^1.9.BÖLÜM^ : 'Ormandaki tehlike'^1.10.BÖLÜM^ : 'Şüphe ve karar'^1.11.BÖLÜM^ : 'Ana karakterin doğuşu'^1.12.BÖLÜM^ : 'Olumsuz duygular'^1.13.BÖLÜM^ : 'Döngü akademisi'^1.14.BÖLÜM^ : 'Zorbalara karşı'^1.15.BÖLÜM^: 'Görünenin arkasındaki görünmeyenler'^1.16. BÖLÜM^: 'Satırlar arasında'^1.17.BÖLÜM^: 'Diane'nin Peşinde'^1.18.BÖLÜM^ : 'Görülerin Başlangıçı'^1.19.BÖLÜM^: 'Akademi toplantısı'^1.20.BÖLÜM^: 'Kötü kadın şüpheli'^1.21.BÖLÜM^: 'Sadakat yemini miydi şimdi bu.?'^1.22.BÖLÜM^ : ‘Elwaster Dükanlığı’^1.23.BÖLÜM^: 'Yabboz parçalarını birleştir'^1.24.BÖLÜM^: ‘Festival Operasyonu’^1.25.BÖLÜM^: 'Azıcık damardan milliyetcilik verelim dedik'^1.26.BÖLÜM^: ‘Cesaretten doğan kahramanlar’^1.27.BÖLÜM^: ‘Akşın dışında kalanlar’^1.28.BÖLÜM^: ‘ Nesli tükenmiş yaratıklar ve kafa karıştırıcı gelişmeler’^1.29.BÖLÜM^: ‘Gölgesinden kaçmaya çalışıp düşlerindeki krallığa sığınan çocuk’^1.30.BÖLÜM^: 'Köle tacirinin inine nasıl girilir adlı çalışma'^1.31.BÖLÜM^: 'Baskın basanındır'^1.32.BÖLÜM^ : ‘Ufak bir zihin yolculuğu’^1.33.BÖLÜM^ : ‘Öldürülecekler listesi mi yok daha neler’^1.34.BÖLÜM^: ‘Kaleyi içten fethetmeliyim’^1.35.BÖLÜM^: ‘Geçmişin parçaları’^1.36.BÖLÜM^: ‘Döngünün Eşiğinde’^1.37.BÖLÜM^: ‘Titrek Eller, Sessiz Çığlıklar ve Nefessiz Anlar’
Hikayeyi Paylaş
Loading...