
Çok uzun bir ara oldu canlarım ama yeni bölümle buradayım.
Okuyan arkadaşlar lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın bazılarınız okuyup öylece geçiyor bu da beni üzüyor.
Bu yüzden bölümlere sınır koymaya karar verdim. Daha önce demiştim ama bilmeyenler için sınır geçince bölüm atacağım.
Herkese keyifli okumalar diliyoru.🦋
100 oy 100 yorum.
...📖...
34.Bölüm
Yanına nasıl bir ifadeyle vardıysam, Lenora tek kaşını kaldırarak bana baktı. Sorunun ne olduğunu anlamak ister gibi merakla beni incelediğinde, ben hâlâ Denzel'le aramızdaki bağın nasıl düzelmeye başladığını anlamaya çalışıyordum.
Lenora'yla konuşup ona sormak istediğim sorular vardı ama bu, pek de mümkün olacak gibi görünmüyordu.
Gözlerim, Elwester Malikânesi'nin önünde duran Costantinova armalı faytonda gezindi. Tam da düşündüğüm gibi, Marcus arabanın dışında bekliyordu.
Gözlerimi ondan çekip Dük Arion ve Isaac'a çevirdim. Konuşma ne kadar verimliydi bilemiyorum ama Isaac'ın yüzü sakindi. Yine de gözleri, hayatı sorgular gibi derin düşüncelerle doluydu.
Dük'ün Isaac'a ne söylediğini o kadar merak ettim ki... Yine de hiçbir şey belli etmeden Lenora'ya kısa bir bakış attım. Onun da gözleri kısılmıştı; Dük'ün Isaac'a ne anlatmış olabileceğini sorgular gibiydi.
Acaba Dük, bizim akademide geçirdiğimiz kazadan mı bahsetmişti? Yerimde gergince kıpırdanarak, omzumda hissettiğim delici bakışlara rağmen arkamı dönüp bakmıyordum.
Lenora, sırtımdaki bakışlardan benden daha çok rahatsız olmuş gibiydi; omzunun üzerinden Marcus'a dik dik bakmaya başladı.
Dük Arion ve Isaac bize doğru ilerlerken, kafamı çevirip Denzel'e bile bakamıyordum. Stresten kas katı kesilmiştim sanki.
Dük, önümüzde durup bizi kısaca inceledi. Ardından gözleri, arkamızdaki faytonun önünde dikilen Marcus'a kaydı.
"Ilia Arkadaşınla, yani Isaac'la aranız gerçekten çok iyiymiş. Öyle ki ona, Costantionva ailesinden olduğunu söylemeyi unutmuşsun sanırım,"
Gözlerim hızla dükün arkasında, düşünceli gözlerle beni izleyen Isaac'a kaydı. Onun gözleri çok garipti; yüzümde geziniyor, sanki bir şeylere anlam vermeye çalışıyordu.
Ne diyeceğimi bilemedim. Isaac'ın gözlerine bakmak istemiyordum çünkü bakarsam duygularını göreceğimi biliyordum.
"Yani ben de Lord Isaac'a özellikle Elwster ailesinden olduğumu belirtmedim. İlla birbirimize hangimizin daha yüksek mevkide olduğunu mu belirtmeliyiz?"
Lenora'nın savunmacı bir şekilde öne çıkışı, Dük'ün sert bakışlarının hedefi olmasını sağladı.
"Sen ne zamandan beri İlia'yı bu kadar savunur oldun?"
Dük'ün sert ve keskin sesiyle bir yandan kendimi sakinleştirmeye, diğer yandan ortamı nasıl yatıştıracağımı düşünmeye başladım.
Ben konuşamadan ateş saçan gözlerle ileriye doğru Dükün üzerine yürümeye başlayan Lenorayla onu durdurmaya çalıştım.
Benim ona atılmamla onun bana ters bir bakış atması aynı anda oldu. öfkeli bakışları benden babasına doğru döndü.
"Neden her seferinde sanki sorunluymuşum gibi davranıyorsunuz, anlamıyorum. Barışalım diye her şeyi yapan siz değil miydiniz? Tıpkı senin istediğin gibi İlia'yla barıştım.
O zaman neden durmadan aynı şeyi yapıp sorgulamaya devam ediyorsun? İstediğin şey barışmam değil miydi? Tekrar kavga edip, birbirimizin yüzünü görmek istemeyecek kadar nefret mi edelim birbirimizden?"
Lenora'nın hiddetli sesi tüm bahçede yankılandı. Nefes almadan, öfkeyle devam etti:
"Durmadan her hareketimi izleyip duruyorsun, neyi bu kadar garipsedin? Önceki gibi itaatkâr ve canı yansa bile gıkını çıkarmayacak kızın gittiği için mi üzgünsün? Ben de insanım!
Bu zamana kadar hiç sesimi çıkarmamam ve sessiz, sakin, sanki hiç yokmuşçasına bu hayatta bir yerim olmamış gibi yaşamaktan sıkıldım artık!
Nasıl ki ben, sen savaştan geldikten sonra değişip her zamankinden daha katı ve mesafeli bir adam olduğunda bile hiçbir şey demeyip kabullendiysem, şimdi sen de beni bu halimle kabullenemez misin?
Savaştan gelen, nefes aldığımızda bile kızan o adama anlayış gösterip senin için dayanıp toparlanmanı beklediysek, sen de bunu yapamaz mısın?
Loradian ve ben, sen geldikten sonra doğru düzgün oyun bile oynayamadık çünkü her şeye kızıyor, aynı o çok nefret ettiğin baban gibi davranıyordun.
Belki de gerçekten ailesine bu kadar düşkün olan oğlunun neden böyle bir çocuk olduğunu sorgulamalısın.
Gerçekten hiç, Loradian'a gittiği için kızmak yerine neden gittiğini sorguladın mı ya da ona bunu sordun mu?"
Göğsü hızla inip kalkarken, gözlerini bir kere bile kaçırmadan Dük Arion'un gözlerinin içine bakıyordu. Zorla yutkunarak konuşmaya çalıştı:
"Babanın nasıl bir insan olduğunu biliyorsun. Öyleyse neden bizi onun yanına gönderiyorsun? Gerçekten torunlarını özlediğini mi düşünüyorsun?
Kendi oğlunu sevmeyen ve onun çocukluğunu cehenneme çeviren bir adam bizi sever mi? Sence neden büyükbabamın yanına gitmek istemiyorum?
Sence neden Loradian, o aptal, tembel velet, sırf buradan gidebilmek için o kadar ders çalışıp Birinci Kıta'nın en iyi akademisini kazandı?" Sinirden titreyen çenesini sıkarak derin bir nefes aldı.
"Uysal ve sessizken senin çocuğundum ama öfkeli ve sorunlu olduğumda senin çocuğun değil miyim? Sana sorun çıkarmamak için daha ne kadar öfkemi yutmak zorundayım?
Daha ne kadar sessiz kalmak zorundayım peki? Ya sen, daha ne kadar o adamın sana böyle davranmasına tahammül edeceksin? Baban olması, sana bok gibi davranabilme hakkını vermez!
Artık senin de bir baba olduğunu fark et! Sen sustukça biz eziliyoruz. Sırf sana yük olmamak için ağzımı açıp kendimi bile savunamıyorum.
Akademinin nasıl bir yer olduğunu biliyor musun? O aptallarla uğraşmanın ne kadar can sıkıcı olduğunu? Sen sesini çıkarıp kendini babana savunmazken ben nasıl yapayım, ha?
Senin yapmanı bekledim. Loradian da ben de... Ancak sen yapamayacaksan bile, ben artık susup hiçbir şeye tahammül etmeyeceğim.
Birisi canımı mı sıkıyor? Öyleyse, o kişinin bin kat canını sıkarım. Bu beni kötü ve sorunlu bir evlat yapacaksa, en kısa sürede beni evlatlıktan reddetmelisin.
Çünkü ben, asla eski ben olmayacağım artık. Karşında gördüğün kız, o eski kız değil. Ondan geriye hiçbir şey kalmadı.
Ve bu arada... Eğer ki bir daha, İlia ve benim aramdaki herhangi bir şey için bile olsa söz söylemeye kalkarsan, bunu asla alttan alamayacağım! Dostsak da, en büyük düşmansak da... Bu, İlia ve benim aramda.
Hiçbirinizin aramıza girmesine müsaade etmeyeceğim! Şimdi İlia ve benim aramdaki bağı sorgulamayı kes. Çünkü hiçbiriniz, yeniden doğsanız bile, bunu anlayamazsınız."
Lenora'nın sert sesi sonlara doğru kısıldığında, gözlerini babasında gezdirmeye tahammül edemiyormuş gibi yere çevirdi. Ancak benim gördüğüm şeyler gerçekten çok yoğun duygulardı.
Nilvera, Lenora'nın bu zamana kadar içinde tuttuğu her şeyi dile getirmişti ve Dük Arion gerçekten şok olmuş gibiydi. Gözlerindeki yoğun renkleri gördüğümde, gözlerimi kaçırarak yere baktım.
İnsanların gözlerinde gördüğüm duygular beni çok fazla etkiliyordu.
Lenora bana doğru dönerek kısa bir bakış attı ve kaçamak bir şekilde Isaac'a baktı. Zavallı Isaac, ne diyeceğini bilmiyor gibi kala kalmıştı.
"Akademide görüşürüz İlia, ve kusura bakma Isaac, kendine iyi bak." Diyerek, kimsenin bir şey demesine müsaade etmeden arkasını döndü.
Gözleri Ahzee'yle kesiştiğinde aralarında garip bir bakışma geçti.
Hızla Ahzee'nin yanından da geçerek, bahçedeki şaşkın gözlerle bizi izleyen Düşes Liriel'i de geçip malikhaneye girdi. Arkasında şaşkın ve neye uğradığını şaşırmış bizi bırakarak gitti.
Gözlerim Düşes'te gezindi. Bakışları kocasına döndüğünde gözlerinde garip bir hüzün belirdi. Yavaşça ona doğru yaklaşarak önünde durdu.
Elini kocasının omzuna uzattı ama sanki Dük orada değil gibiydi. Bu yüzden arkada sessiz bir şekilde dikilen Axel'e, Dük'ü işaret ederek onu buradan götürmesini söyledi. Bize doğru döndüğünde derin bir nefes aldı. Geriye kalan ben ve Isaac'ı yolcu etme işi ona kalmıştı.
"İlia," adımı söyledi ama sanki devamını nasıl getireceğini bilmiyor gibiydi. Aslında ona çok kızmıyordum çünkü tanıdığı, doğurduğu çocuğun değişmiş olması onun da kafasını karıştırmıştı. Bu da nasıl yaklaşması gerektiği konusunda kararsız kalmasına neden oluyordu.
"Siniri geçtikten sonra kurabiye ve süt götürürseniz sizinle konuşacaktır. Hem size öfkeli değil."
Onu sakinleştirmek ister gibi baktığımda, kadın neredeyse ağlayacak gibi bana baktı.
Ne oluyor ya, ne dedim şimdi? Sadece endişesi azalsın diye tavsiye vermiştim.
Bir anda ileriye atılıp kollarını sıkıca bedenime doladığında neye uğradığımı şaşırdım. Ellerim açık kalmıştı; ne yapacağımı kestiremiyordum.
Sırtına mı koysam, böylece aşağıda mı dursam? Benim kararsız kalışımı umursamadan geri çekilip bana gülümsedi.
"Tavsiye için teşekkür ederim. Sanırım artık kızımı o kadar da iyi tanımadığımı fark ettim. Bu yüzden senden tavsiye almaktan hiç gocunmam.
Lenora'yı seviyorum, senin de sevdiğini biliyorum. Garip bir anlaşma şekliniz olsa da..." Diyerek saçlarımı okşadığında yine neye uğradığımı şaşırdım.
"Ve bende sana bir tavsiye vereyim annene karşı biraz daha kibar ol." Diyerek eğilip kulağıma fısıldadı.
Kendimi bu zamana kadar hiç başı okşanmamış köpekler gibi hissetmem normal mi lan?
Vallahi bu bedende doğduğumdan beri kimseyle doğru düzgün sarılmamışım, onu fark ettim.
İlk defa da sevgi görmüyorum ama bir duygulanmadım değil.
Gözlerim Düşes'te gezinerek "Sorun yok." der baktım.
Endişelenme Düşesim, sen bilmezsin ama internet gittiğinde biz Türk milleti olarak canga yemeden gorile dönüşüyoruz.
Hele bu Nilvera internet bağımlısı, bağlantı koptuğunda o da kopuyor.
İlginç bir şekilde benim Düşes'e verdiğim teselliden sonra Düşes toparlanarak ilk Isaac'ı bir at arabasına bindirdi.
Yavrumun mentali çökecek diye korkuyorum, error vermiş gibi hep bir dönen halka vardı kafasında. Yüklenmesi çok zordu ama umuyorum ki kasası yanmazdı.
Isaac'la daha sonra buluşacağımıza dair sözleştikten sonra onu yolcu etmiştik ve şimdi de ben Düşes'le vedalaşıp at arabasına binmiştim.
İşin daha da ilginç yanı Denzel'in Marcus'un yanına değil de benim yanıma oturmayı tercih etmesiydi.
Marcus gözlerini üzerimizde gezdirdi ama Lenora'nın öfke patlamasının üzerimizde bıraktığı duygu yoğunluğundan olsa gerek, sessiz kalmayı tercih etti.
Büyük ihtimalle bizim ne ara yakınlaştığımızı sorguluyordu.
Sorma kardeşim, ben de anlamadım. Her şey çok hızlı oldu.
Kafamı çevirerek camdan dışarı baktım. Acaba bende eve gidince kimse soru sormasın diye bağırıp öfke patlaması mı yaşasaydım? Ulan Nilvera şu anda odanda sırıtarak yatmıyorsa, ben de bir şey bilmiyorum.
Bir de "oyunculuğum iyi değil" derdi köpek, adam resmen gerçek Lenora'yı yaşamıştı. Derin bir nefes alarak eve gittiğimde, ben ne halt edeceğimi düşünmeye başladım.
****
Araba, bizim sessizlik ve düşünce dolu bakışmamız eşliğinde malikaneye varmıştı. Tanıdık malikane taş kapısından girerek bahçede ilerledi.
Gözlerimi ilk açtığımda gördüğüm ve aşinalık kazandığım bu yer, beni sandığımdan daha çok etkilemişti.
Neden bu kadar gerildiğime anlam veremiyordum. Acaba yüz yüze geldiğimizde ne diyeceğimi bilemediğimden miydi ki? İşin ilginç yanı, Lenora gibi öfkeyle çıkışmak için İlia'nın birçok anısına sahip olmam gerekiyordu.
İlia'nın duyguları olsa da, bu bedende sadece belli anılar vardı. Ne kadar çok bu bedende zaman geçirirsem, o kadar çok şey hatırlamaya başlıyordum.
Nilvera öyle bir konuşmuştu ki, neredeyse Lenora'nın kendisi konuşuyor sanacaktım.
Gerçi, gerçek Lenora'nın bunları babasının yüzüne vurarak dile getirecek cesareti yoktu ama neredeyse oymuş gibi hissettirmişti.
At arabası yavaşlayarak malikanenin önünde durduğunda, bahçedeki hizmetli kalabalığı gözüme çarpan ilk şey olmuştu.
Kapıyı açan, erkek hizmetlilerden biriydi. Kapıyı açtığı gibi saygıyla kenara çekilip bizi, ya da daha çok beni, selamladı.
Gözlerim bahçeyi tararken, korkunun ecele faydası olmadığını bilmenin verdiği stres içimde dalga dalga yayılıyordu.
Üçümüz de sanki yerimizden kalkmaya hiç niyetimiz yokmuş gibi oturuyorduk; bu durum hizmetlilerin garibine gitmiş gibiydi.
Gözlerimi Marcus'a çevirip "Önce sen in," der gibi baktım. O ise, "Yok, önce sen in de gör ebeninkini," dercesine camdan dışarı bakmaya devam etti. Beni gözden çıkarmış gibi bir hali vardı. Şaşkınlıkla suratına baktım.
Lan oğlum, doğru söyle... İçeride beni bekleyen bir kıyamet tufanı falan mı var?
Bizim ters ters birbirimize bakış atmamız, Denzel'ın derin bir nefes almasına neden oldu. İlk hareketlenen oydu; çünkü bu bakışma, akşama kadar sürecekti.
Arabadan iner inmez bana döndü ve elini uzattı. Açıkça bana eşlik edeceğini gösterdiğinde, içimde tarif edemediğim bir duygu kabardı. Duygulandım. Yerimden kalkarak onun uzattığı eli tuttum.
Benim arabadan inmemle birlikte, üzerimizdeki kanlı kıyafetleri gören herkesin surat ifadesi şekilden şekile girdi. Olduğum yerde durup bu kan revan halimizi nasıl açıklayacağımı düşündüm.
Yani... biraz adam öldürmüş, biraz da burnumun çeşmesini açmış olabilirdik ama her şey vatan içindi.
"L-Leydim."
Kulağıma aşina olduğum bir ses geldiğinde, gözlerim hızla hizmetlilerin arkasında kalmış, kafasını uzatarak bizi görmeye çalışan Elien'e çarptı.
Önündeki hizmetlileri ittirerek zar zor sıyrılıp bana doğru ilerlemeye başladı. Onun zeytin tanesine benzeyen siyah gözleriyle göz göze geldim.
Daha önce söylemiş miydim, siyah zeytini çok severim. Bana doğru bir iki adım attı.
Sanki asırlardır görüşmemişiz gibi, duygu yüklü bir ifadeyle bana baktığında... böğürerek, ağlayıp ona yapışmak istedim.
Ah, Elien... ah! Bu iki haftada neler yaşadım, sana anlatamam. İki hafta, iki yıl gibiydi. Sen ne çektiğimi bir bana, bir de zavallı şahitlerime sor.
Ben ona doğru bir adım bile atamadan, o bir anda üzerime atladı. Bir gün içinde ikinci kez kucaklandığımda, gerilip olduğum yere sindim. Bu, gerçekten beklediğimden daha içten bir sarılmaydı.
Ben henüz sarılmanın etkisinden çıkamadan, Elien ona sarılmadığımı fark etmiş gibi, sanki bir hata yapmışçasına irkildi ve hızla geri çekildi.
Elimi onun sırtına koyup geri çekilen bedenini kendime çekerek tekrar sarıldım.
Simsiyah gözleri şaşkınlıkla açılmıştı; ona gerçekten sarıldığıma inanamıyor gibiydi, gözlerini kırpıştırıyordu.
"Beni çok özlemiş gibisin, Elien. Hiç bu kadar içten kucağıma atılacağını düşünmezdim." diyerek başımı yana eğdim.
O ise yaptığı şeye kendi de anlam verememiş gibi, anında pembeleşen yanaklarıyla başka tarafa bakmaya çalıştı. Eğilip kulağına fısıldadım:
"Bence en çok beni yıkamayı özlemişsindir. Anlıyorum, senin kıymetini ben de evden gittikten sonra anladım, Elien."
Zavallı yavrumun gözleri şaşkınlıkla açılmış, pembe rengini geride bırakarak derin bir kırmızıya geçiş yapmaya başlamıştı.
"Leydim..." Şaşkın gözlerle bana baktı. Bizim bu garip bakışmamızı bozan Marcus oldu.
'Ne oluyor lan bu aşağılık yerde?'der gibi bir bana, bir de kollarımdaki Elien'e çatık kaşlarıyla baktı.
Elien, Marcus'u yeni fark etmiş gibi hızla gözlerini ondan kaçırdı. Onun daha da çok utanmasını izlerken yavaşça kollarımdan sıyrılıp uzaklaştı. Kafamı çevirerek Marcus'a ters bir bakış daha attım.
Sanane oğlum, sen ne karışıyorsun? Hayırdır?
Bu da, aynı Türk dizilerindeki öpüşmeye saniyeler kala basan, hevesimizi kursağımızda bırakan eleman gibi beliriyordu.
Onun bakışlarına inat, ileriye uzanıp Elien'i çekerek tekrardan kendime yapıştırdım.
Hayır, ben anlamıyorum; siz, benim yokluğumda böyle bakışacak kadar ne ara yakınlaştınız?
Elien, Marcus ve benim bakışmamıza anlam veremiyor gibi, ikimizde de gözlerini gezdirirken, Elien'i çekiştirerek Marcus'a inat omzuna çarparak yanından geçtim.
Elien, benim onu çekiştirmem yüzünden başta bocalasa bile, sonrasında uyum sağladı.
Hizmetlilerin meraklı bakışları eşliğinde ilerledik. Malikaneye doğru Marcus ve Denzel'i beklemeden ilerlediğimizden ötürü, arada arkamıza kaçamak bakışlar atan Elien'i boş verip, onlardan önce malikanenin kapısına vardık.
Aklıma takılan şeyle birlikte olduğum yerde durup Elien'e döndüm. Benim ona olan bakışlarıma "Ne oldu?" der gibi karşılık verdi.
"Malikanenin kahyası kim?" Benim merakla sorduğum soru, beklenmedik bir şeymiş gibi ağzını açtı ama ne diyeceğinden emin olamamış gibi geri kapattı.
Onun tereddütlü ve sorgulayıcı ifadesiyle; "Leydim, kim derken?" sorusuna karşı sert bir ifade takınıp:
"Nerede anlamında sordum." Hızla sıçtığım şeyin üstünü itinayla bir kedi gibi kapatmaya çalıştım. Elien, benim geçiştirmeye çalışmamın üzerine "Anlıyorum," der gibi kafasını sallasa da yüzündeki sorgulayıcı ifade değişmedi.
Hay sıçayım, İlia'nın tüm anılarına sahip olmamak cidden beni köşeye sıkıştırıyordu. Elien'in, sorduğum soruya böyle bir tepki vermesinden, kahyayla İlia'nın arasında bir olay geçtiği geçmediği düşüncesi kafama yerleşmişti.
"Leydim, şey... Siz o olaydan sonra 'asla gözüme gözükme' demiştiniz ya, unuttunuz mu?"
Ne kavgası? Bu kavga ne zaman olmuştu ve içeriği neydi?
Hem bu adam kahya değil miydi? Sırf İlia adama "Gözüme gözükme" dediği için mi gözlerimi açtığımdan beri ona hiç denk gelmemiştim?
"Sizin emrinizdi, malikanede olduğunuz müddetçe asla gözünüze gözükmemesini söylemiştiniz."
Öyle mi olmuş? Ben de malikanede kahya yok sanıyordum. Sormaya o kadar korkuyordum ki... Allah bilir, İlia'yla aralarında nasıl bir olay geçmişti.
Asıl anlayamadığım şey, direkt kovmak yerine neden "Gözüme gözükme" demişti. Elien'in şüpheci bakışlarının ardından elimi başıma koyup: "Bugün o kadar karmaşık bir gündü ki, neredeyse kendi adımı unutacağım."
Benim yorgun bakan gözlerimi gören Elien'in hızla, endişe dolu gözleriyle koluma girmesinden, köle tacirleriyle ilgili olayın herkes tarafından öğrenildiğini anlamış olmuştum.
Gözleri üzerimi tarıyor, herhangi bir yaram olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
Malikanenin içine girmemizle, daha kalabalık bir hizmetli grubunun bakışlarının hedefi olmuştum.
Gözler, üzerimdeki kanlı kıyafetlerde, dağılmış halimde gezinirken fısıldaşmalar ana salonda çok net duyuluyordu.
Bu insanların çoğu yeni işe başlamıştı. Beni direkt inceleyip bir de gözlerimin içine bakarak hakkımda fısıldaşmaları bile onların yeni olduklarını kanıtlıyordu.
İlgiyle beni inceleyip, hakkımda duydukları şeyleri görmek için can atıyorlardı.
Onların arasında, tek tük hizmetliler kafalarını eğmiş, yere bakıyordu. Onların bu hareketleri açıkça "Evin leydisine saygı duyuyoruz ve onu selamlıyoruz." demekti.
Bizim arkamızdan Denzel ve Marcus konuşarak içeri girdi. Benim kapının girişinde durduğumu fark eden Denzel'in adımları direkt yanıma doğru konumlanmıştı.
Onun konuşmayı kesip bana doğru ilerlemesi, Marcus'un da bakışlarını bana çevirdi.
Denzel'in konuşmanın ortasında onu bırakıp yanıma gelmesi ve bunu beklemediği için bocalayan Marcus'un yüzündeki ifade bana çokça zevk verdi. İşte o ifade, görülmeye değer bir ifadeydi.
"Bir sorun mu var, Efendim?"
Denzel'in sesinin tonu bile üzerimdeki bakışları hızla dağıttı. Onun üzerindeki kanlar o kadar çok göze çarpıyordu ki...
Hizmetlilerin yüzleri anında bembeyaz oldu.
Onun beyaz saçları kızıla dönmüştü ve üzerindeki kan kokusu, fısıltıları bıçak gibi kesmişti.
"Ortada bir sorun olduğu çok belli değil mi? Hizmetlilerin önceliği evin leydisini selamlamaktır. Ne beni selamladınız ne de ben size 'ayağa kalkabilirsiniz' dedim.
Bunun üstüne bir de yüzüme bakıp, benim hakkımda benim önümde fısıldaşıyorsunuz. Siz mi çok canınıza susadınız yoksa bana mı öyle geliyor?"
Benim soğuk sesim, hizmetlilerin irkilmesine neden oldu. Buna rağmen önümde eğilip beni selamlamayı reddettiğinde, ilk olarak hemen önündeki kıza doğru ilerledim. Benim ona doğru ani ilerleyişim onu biraz ürkütmüş gibiydi.
"Hâlâ daha yüzüme bakıyorsunuz. Sanki bir tiyatro oyunu izler gibi. Sizce bu komik mi?" Benim sakin sesimin aksine yükselen ses Marcus'un oldu.
"Ne s*k yapıyorsunuz, kafayı yediniz herhalde! Belki de yeteri kadar eğitimli değilsinizdir. Görevlerinizi ben mi öğreteceğim? Hizmetlilerin yapacağı ilk şey, evin sahipleri eve geldiğinde onu karşılayarak saygıyla selamlamaktır. Bunu bile beceremiyor musunuz?"
Hizmetlilerin bilmem ama Marcus'un sert sesi benim ödümü kopartmıştı. Ondan asla böyle bir tepki beklemiyordum.
Genelde böyle şeylere pek karışacak gibi gözükmediğinden, bu çıkışı beni şaşırtmıştı. Benimle arası pek iyi değildi ama yine de onun bana direkt yaptığı bir saygısızlık da yoktu.
Faytondan indiğinde bile ilk önce beni selamlamıştı.
"Bu durumda bu saygısızlığınızı neye yormalıyım? Costantinova Düklük Ailesi'ne saygısızlıktan cezalandırılmak mı istiyorsunuz, üstelik daha işe yeni girmişken?"
Hizmetliler korkmalarına rağmen garip bir şekilde birlik olmuş gibiydiler. Geri çekilmek yerine, sanki direniyorlardı.
Tam olarak neden bu kadar ileri gittiklerini anlamak için kafamı yana eğip onları inceledim. Daha yeni işe girmişlerdi.
Yeni başladığın bir işte böyle davranmanın tek bir mantıklı nedeni olabilirdi: Önceki hizmetlilerin, özellikle de uyarı amacıyla bu kişileri kışkırtmış olması.
Şimdi düşününce gayet mantıklıydı.
Eğer ki işten çıkarılan kişi yaşlı Dara'ysa, gidip bu insanları kışkırtmış ve hakkımda kötü şeyler söylemişse... İşe başladıkları ilk iki hafta çok güzel geçmişti çünkü ben o sırada evde yoktum.
Ancak benim dönüşüm, onları tereddütte bırakmış olmalıydı. Dara onlara ne anlattıysa... Yüksek ihtimalle düşündüğüm şey doğruydu.
Marcus'un öfkesi dinmiyor gibiydi.
"Yeni olduğunuz halde eski hizmetlileri ezme hakkını kim veriyor size? Bir de o mesele var.
Daha yeni başladığınız için size bir şans verilmişti. Ama bu şansı bu şekilde kullanmayı seçtiyseniz, ben de farklı bir yol seçeceğim."
Gözlerim düşünceli bir şekilde Elien'e kaydı. Başını eğdiğini görünce göz devirmemek için kendimi zor tuttum.
Hay tüküreyim, bu zorbalık meselesini hallettim sanıyordum ama... Ciddiyim, ben gidince yine mi zorbalığa uğramıştı bu çocuk?
Sıkıntılı bir nefes alıp elimi Marcus'un göğsüne doğru uzattım. Hizmetlilerin üstüne yürümesine izin vermedim.
"Dinleyin, bir kere söyleyeceğim:
Başka bir kişinin size verdiği akılla ve anlattıklarıyla yola çıkmak, bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür.
Tahmin edeyim, içinizden bazıları malikhaneden kovulan eski hizmetlileri tanıyordu. Onların söyledikleriyle gaza geldiniz, benim hakkımda kendi kafanıza göre bir yargı oluşturup başkaldırmaya kalktınız. Peki ama...
Neden ilk olarak kovulan hizmetlilerin neden kovulduğunu sorgulamadınız?
Ya da kovulmayan hizmetlilere, ben onlara kötü davranıyor muyum diye sormadınız?
Büyük ihtimalle Elien beni savunduğu için ya da kişisel hizmetlim olduğu için onun söylediklerini dinlemediniz, üstüne bir de ona kötü davrandınız.
Bu durumda siz tam olarak ne oldunuz, merak ediyorum."
Benim, Marcus'un aksine sakin çıkan sesim, sanki onlara bağırmışım gibi tepkiler vermelerine neden oldu. Gözlerini kaçıranlar, başlarını eğenler ve ne yapacağından emin olamayanlar...
Elimle başımı ovalayarak derin bir nefes aldım.
"Sanırım hiçbirinizin söyleyecek bir şeyi yok. Size hak vermiyor değilim; ancak bu yalnızca bir yere kadar.
Eğer ki ben sizin yerinizde olsaydım, etrafı gözlemler ve anlatılanların doğru olup olmadığını kendi gözlerimle görmek isterdim.
Şimdi size tek bir şans vereceğim. Sizi işten çıkarmak yerine, yine iki hafta süre tanıyacağım.
Bu iki hafta içinde dikkatli bir gözlem yapmanızı bekliyorum. Sürenin sonunda, her biriniz yazılı bir kâğıtla odama geleceksiniz.
Getirmeyenler derhâl işten çıkarılacak ve bir daha hiçbir yerde işe giremeyeceklerinden emin olacağım. Bunu bana yaptığınız saygısızlığın bedeli olarak görün. Açık konuşuyorum: fazlasıyla merhametli davranıyorum.
Kâğıtlara yazacağınız gözlem ve düşüncelerinize göre, işe devam edip etmeyeceğinize ben karar vereceğim. Şimdi itirazı olan herhangi biri var mı?"
Kimseden tek bir ses çıkmadığında, herkesin anladığını düşünerek odama doğru ilerledim. Elien ve Denzel beni arkamdan takip ederken, onlara Marcus da katılmıştı.
Yahu, niye ben annenizmişim de siz yavru ördekmiş gibi takip ediyorsunuz beni?
Dördümüz malikhanenin merdivenlerinden çıkmaya başladık. Aramızda oluşan garip sessizliği ben bozarak kısa bir bakış attım Elien'e.
"Elien."
Benim seslenişimden azarlanacağını anlamış gibi gözlerini kaçırarak, "Evet Leydim," diye mırıldandı.
"Malikhaneden ayrılırken sana ne demiştim? 'Ben gelene kadar izinlisin,' dedim diye hatırlıyorum."
İmayla ona doğru baktığımda, dudaklarını birbirine bastırarak başını öne eğdi.
"Evet, öyle dediniz Leydim... ama yeni hizmetliler ne yapması gerektiğini bilmiyorlardı. Bu yüzden ben de yardımcı olmak istedim," dediğinde derin bir nefes aldım.
Bu yardımcı olmak değildi, bu düpedüz salaklıktı.
Olduğum yerde durduğumda, o da durdu. Bizim durmamız hemen arkamızdaki Marcus ve Denzel'in de durmasına neden oldu.
"Yardımcı mı oldun, yoksa onlar tüm gün otururken tüm işleri sen mi yaptın?"
Elien, sanki zihnini okuyormuşum gibi gözlerini benden kaçırdığında yine derin bir nefes aldım.
"Elien, bana bak." Benim net sesim onu biraz daha germişti.
Çekinerek bana baktı.
Açıkça söylemek gerekirse, geldiğimden beri gözlerime en çok bakan ve gerçekten beni görmeye çalışan tek kişi Elien'di.
Evet, korkuyordu ve gözlerini kaçırıyordu ama yine de bakmayı ihmal etmiyordu.
"Sen benim kişisel hizmetlimsin. Başka hiçbir işle ilgilenmeni istemiyorum. Eğer ki tekrar, hizmetli Dara'yla yaşanan olaya benzer bir şey yaşanırsa, bunu senden bileceğim.
Yapman gereken tek şey benimle ilgilenmek. Bundan sonra ben nereye, sen oraya.
Bunun anlamını biliyorsun, değil mi?
Eğer ki birisi sana bağırdıysa ya da vurduysa, bana aynısını yapmış demektir. Dayak yesem ya da birisi bana bağırsa, bundan memnun olur musun?"
Elien, söylediklerimi idrak etmeye çalışır gibi gözlerini kırpıştırdı.
"Leydim, tabii ki de memnun olmam. Siz benim hizmet ettiğim kişisiniz, hiç kimsenin size vurmasına ya da bağırmasına müsaade etmem."
Nefes nefese, öfkeyle kısılmış yüzüyle bana bakıyordu.
Sanki gerçekten biri bana vurmuş gibi, o da o kişiye geçirecek gibiydi.
Sanırım düşüncesi bile onun sinirini bozmuştu.
Yahu sen niye bu kadar sinirleniyorsun?
Bazen bu kızın saf değil, direkt süzme salak olduğunu düşünüyorum.
"Anladım. Eğer müsaade etmeyeceksen, bu saatten sonra bir daha hiç kimsenin sana vurmasına ya da bağırmasına izin verme. Çünkü bu bana yapılmış sayılır.
İtibarımı lekelemek istemiyorsan tabii."
Elien, endişeyle açılmış gözleriyle sanki gerçekten çok önemliymiş gibi yutkundu.
"B-ben asla sizin itibarınızı lekelemeyeceğim. Söz veriyorum Leydim, bundan sonra asla böyle bir şey yaşanmayacak."
Onun neredeyse ağlayacak kadar ciddiye aldığını görünce, çok da abartmayayım diye düşünmeye başlamıştım.
Bu saf, niye her şeyi bu kadar ciddiye alıyor ya...
Elien, bana bakarak aklına bir şey gelmiş gibi beni selamlayıp bir yere gideceğini söyledi ve bir anda koridorun diğer ucuna doğru koşmaya başladı.
Arkasından şaşkınca bakarak:
"Elien, itibar konusunda o kadar da ciddi değildim ama..."
Kız beni dinlemeden gözden kaybolduğunda, gözlerim Marcus ve Denzel'e kaydı.
"Ne zamandır itibarınızı bu kadar önemsiyorsunuz?"
Yüzümün önüne gelen saçlarımı çekerek Marcus'a baygın bir bakışla döndüm.
"Çok da önemsediğimden değil. Sadece dayak yemeyi kessin diye söyledim."
Omuz silktiğimde, Marcus'un kızıl gözleri ilk defa garip bir ifadeyle baktı bana.
Gözlerindeki kurnaz yılanlar donup kalmış gibiydi, kıpırdamıyordu.
"Ona bu kadar değer verdiğini bilmiyordum."
Koridorda Elien'in gittiği tarafa doğru baktım.
"Beni çok iyi tanıyor gibi konuştun."
Marcus ağzını açtı ama geri kapattı.
Belki bir zamanlar tanıyordu ama o zamanlar çok eskide kalmıştı.
Ne İlia buradaydı, ne de ben İlia'ydım.
Sanırım haklı olduğum için bir şey demek yerine susup beni izlemeyi tercih etti.
İlk defa gözlerini gözlerimden çekmeden, ya da bana başka bir amacı olmadan, doğrudan baktı.
"Değişmişsin."
Gözlerimi kısarak, güler gibi nefes verdim.
"Öyle mi dersin?"
Değişmek mi?
Neden?
Neden hiçbiriniz İlia olmadığımı anlamıyorsunuz?
O kadar mı tanımıyorsunuz onu?
O kadar mı kusursuz oynuyorum rolümü?
Neden hiçbiriniz onun yokluğunu hissetmiyorsunuz?
O, bu kadar mı sevilmeye layık değil?
Dudaklarımı birbirine bastırıp kendimi sakinleştirdim, ardından Marcus'a kısa ama belirgin bir bakış attım.
"Kahyaya onu odama çağırdığımı iletir misin? Görünüşe bakılırsa hizmetliler yeteri kadar iyi bir eğitim almamışlar," dedim, sesim net ama ölçülüydü.
Marcus'un yüzündeki şaşkınlık gözle görülür hâle gelmişti. Sanırım İlia'nın bir şeyleri rica etmesi alışılmışın dışındaydı. Ama artık alışmak zorundaydı. Bu malikânede rüzgârı ben estirecektim.
Ona bir şey söyleme fırsatı tanımadan döndüm ve koridorda ilerlemeye başladım.
Yüksek tavanlı, sütunlarla çevrili taş koridorlarda ayak seslerim yankılanıyordu. Kristal avizelerin altında ağır ağır yürürken artık ipleri elime alma zamanının geldiğini hissediyordum.
Bu malikâneyi tamamen kontrolüm altına alacak, burayı benim savaşımın ana beyzi hâline getirecektim. Her taşın altında gözüm, her gölgede sesim olacaktı.
"Bir yerin kontrolünü eline almak istiyorsan, senden daha tecrübeli insanların ne yaptığını gözlemle," derler.
İşte tam olarak bunu yapacak, kaleyi içten içe fethedecektim.
Tanıdık koridorların arasında yürümek içimde tuhaf bir huzur uyandırdı. Ne yaşanırsa yaşansın, ilk burada uyanmıştım.
Soğuk duvarları, yüksek pencerelerinden süzülen loş ışığı, uzun yıllardır aynı yerinde duran tablolardan yayılan sessizlik...
Costantinova Malikânesi'nin yeri bende hep ayrı olacaktı.
Odamın kapısını aralayarak içeri girdim.
İçerisi bıraktığım gibiydi; gri kadife perdeler, yatağın üstünde duran tavandan sarkan tüller, büyük işlemeli kıyafet dolabı... Odaya yayılan koku bile aynıydı.
Benim yokluğumda Elien odayla ilgilenmişti belli ki tek bir toz tanesi bile yoktu.
Ancak odada farklı olan bir şey vardı.
Masanın üzerindeki dosya.
Yavaş adımlarla ilerleyerek dosyaya yaklaştım. Derin kırmızı ciltli kapağının üzerinde altın yaldızla işlenmiş armalar vardı.
Parmaklarım, kapağı tedirginlikle araladığında ilk karşıma çıkan şey, sarışın bir kadının fotoğrafı oldu.
Tam da tahmin ettiğim gibi...
Elien, ondan istediğim gibi Freya'yla ilgili tüm bilgileri toplamıştı.
Gözlerim belgelerin arasında gezinirken bir satırda takılı kaldım.
Tükürüğüm boğazımda düğümlendi. Gözlerim büyüdü, içime dolan hava yetmemeye başladı.
Dosyayı zar zor masaya bırakarak nefes almaya çalıştım. Göğsüme vurarak öksürdüm.
Tam o sırada kapı hızla açıldı.
Sarışın saçları yüzüne dökülmüş hâlde, karşımda Freya duruyordu. Gözleri üzerimdeydi ne duygusunu okuyabiliyordum ne de amacını. Ben ise bir onun yüzüne, bir arkamda masanın üzerindeki dosyaya bakıyordum.
Gergince yutkundum. Kalbim hızlanmıştı.
Hay sıçayım... Bu roman nereye gidiyor böyle ya.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.84k Okunma |
783 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |