
...📖...
35.Bölüm
Gözlerim sessizliğin çöktüğü odada Freya'yla kesişti. Ben bu kitabı okurken hiç böyle detaylar vermemişlerdi. Bu nasıl işti, kardeşim?
Freya elindeki bardağa su dökerek bana doğru uzattı. Allah'tan masanın üzerindeki dosya kapalıydı, bakarak bir şey anlayamazdı.
"Size seslendim, hatta kapıya da vurdum ama ses vermediniz. Öksürüğünüz de geçmediği için kötü olduğunuzu düşündüm, bu yüzden içeriye girdim." Her zamanki gibi sakin, yüzünde mimik oynatmadan bana bakıyordu.
Bardaktan bir iki yudum alarak derin bir nefes aldım.
"Sorun yok, beni kontrol etmek için içeri girdin, sonuçta iyiyim." Eğilerek beni sakince selamladı.
"Yorgun görünüyorsunuz. Suyu hazırlamamı ister misiniz? Sonra Hizmetli Elien'i banyoda size yardımcı olması için çağırırım." Onun hareketlerinde tek bir kusur bile yoktu. Bozuntuya vermeden sakin bir şekilde kafamla onayladım.
Benden aldığı onayla yavaşça odanın içindeki banyoya yöneldi. Sertçe yutkunmamak için kendimi tutarak sakin kalmaya çalıştım.
Freya banyoya girdiği gibi masanın üzerindeki dosyayı hızla çekmeceme attım.
Düşüncelerim birbirine giriyor, kafamda zibilyon tane teori oluşuyordu.
Zihnimde yankılanan tek şey okuduğum şeylerdi. Herhangi bir akraba dahil hakkında hiç bilgi yoktu.
Hakkında bildiğim tek şey, Freya Nole diye birinin olmadığıydı. Lonca özellikle derinlemesine bir araştırma yaptığını söylemişti. Ve birinci kıtada Freya Nole diye biri hiç doğmamıştı. Kayıtlarda geçen ve bir zamanlar yaşamış tek Freya Nole, tarih kitaplarında adı geçen bir periydi.
Karanlık taraf olarak adlandırılan birleşik üç kıtadan perilerin krallığı Solistia'da doğmuştu.
Kan savaşlarından önce Solistia Krallığı'nın on sekizinci prensesi, tahtın sahibi Freya Nole'ydi. Tarih kitaplarında adı geçiyordu çünkü savaş stratejileri ve liderliği o zamanların en iyi hükümdarlarından biri olarak kabul görmüştü.
Eşsiz zekası, tüm tarih kitaplarında sayfalarca yazıyordu. Perilerden bahsedince gözlerimin önüne Noli'nin iri yeşil gözleri geldi. Savaşta tüm periler ölmüştü, nesilleri tükendiği için tarih kitaplarında efsanevi varlıklar olarak adlandırılıyorlardı.
Bu yüzden yaşayan bir peri görünce çok şaşırmıştık. Şimdi ise karşımda duran bu kadının peri olma ihtimali vardı.
Ancak çok uzun zaman önce doğmuş ve öldüğü tarihe kaydedilmiş biri yaşıyor olabilir miydi ki?
Eğer öyleyse, bu Freya'nın da tıpkı benim gibi rol yaptığı anlamına mı geliyordu?
Romanın içeriğini düşündüm; romanın içinde hiç böyle bir şey yazdığını hatırlamıyordum. Ancak zaten arka planda kalan hiç bir şey kitaba göre ilerlemiyordu.
Romana göre perilerin nesli tükenmişti, ama Noli yaşıyordu. Kendi gözlerimle görmesem, imkân vermezdim; ama reddedemiyordum. Çünkü romanı Diane'nin ağzından okurken, hiç perilere denk gelmemiştik. Diane'nin ağzından sadece kütüphanede okuduklarımız kadarını biliyorduk.
Ancak arka planda kalan ve yaşayan bir peri vardı. Başka perilerin olmadığı ne malumdu?
Kolumu kaldırarak Noli'nin bana verdiği bileziğe baktım. Bilezik, Noli onu takarken tepki vermişti. Acaba onu başka perileri tespit etmek için kullanabilir miydim ki?
Ne işe yaradığı hakkında hiç bir fikrim yoktu ama ihtiyarın o anki yüz ifadesinden sıradan bir bileklik olmadığı belliydi. İhtiyar ısrarla Noli'ye bileziği bana vermek istediğinden emin olup olmadığını sormuştu.
O zaman çok takmamıştım ama şimdi aklıma gelince mantıklı gelmeye başlıyordu. Sıradan bir bilezik olmadığı kesindi sadece ne işe yaradığını öğrenmek kalmıştı.
Odamın kapısı iki kere tıklatıldı. Benim seslenmemle beraber içeriye giren Elien'e baktım. Onun geldiğini görmek beni rahatlatmıştı.
"Leydim." diye seslendi ve gözlerini yüzümde gezdirdi. Nasıl bir ifade takındıysam, kaşları çatılmış ve istemeden gerilmişti. İkimizin bakışması, Freya'nın banyodan çıkışına denk gelince onun sıçrayarak irkilmesine neden oldu.
Gitmeden önce ondan araştırmasını istediğim şeyler vardı; şimdi ise karşımda bana hizmet eder durumda olması, Elien'e garip gelmiş olmalıydı.
Freya gergin bir şekilde bir bana, bir kendisine bakan Elien'e anlam veremez gözlerle baktı. Sonra bana dönerek:
"Bir sorun mu var, Leydim?" dedi.
Yüzündeki ifade sabitti. Ne düşündüğünü ya da ne yapmaya çalıştığını anlamak zordu. Mimiklerini ve tepkilerini gizlemeyi başaran insanlar, benim gözümde her zaman dikkat edilmesi gereken kişilerdi.
Elimle başımı ovalayıp, ardından elimi 'bir sorun yok' der gibi salladım.
"Bir sorun yok, gidebilirsin Freya. Çıkarken kahyaya da onu ziyaret edeceğimin haberini verir misin?"
Freya bana doğru dönerek selamladı. Elien'in zorbalanması olayında da olduğu gibi yüzünde kısa bir an garip bir ifade belirdi ama hızla düzeltti. Sanırım kibar tavırlarım ona hâlâ tuhaf geliyordu. O odadan çıkar çıkmaz elimle Elien'e yaklaşması için işaret verdim.
O yanıma gelirken ben yatağın kenarına oturdum. Ne yapması gerektiğini biliyor gibiydi; yatağın ucuna yerleşerek bana baktı. Uzun siyah saçları sıkıca toplanmıştı. Oysa bence ona açık saç çok daha çok yakışıyordu.
"Freya'yı araştırmanı istediğimde onun malikaneye ne zaman girdiğini öğrendin mi? İşe başladığı tarihi merak ediyorum."
Elien, aklından bir sürü şey geçiyormuş gibi yüzüme baktı. Sanki konuşmak istedi ama sustu. Gözlerini kaçırıp elleriyle oynamaya başladı. Onun bu hâlini görünce derin bir nefes aldım.
"Elien, bir sorun mu var?"
"Leydim... şey—" diye duraksadı. Bana döndüğünde yüzünde üzgün, sarsılmış bir ifade vardı.
"Devam et." dedim, net bir sesle. Gözlerimle de ona konuşmasını işaret ettim. Derin bir nefes aldı; ciğerlerine çektiği nefes sanki ona güç verdi.
"Efendim, biliyorum bana Freya'yı araştırmamı söylediniz ama bence ondan daha önemli şeyler var." dedi ve bana kızar gibi bakışlarını dikti.
Daha önemli bir şey mi?
Ne olabilirdi ki? Ben yokken birisi ona bir şey mi yapmıştı?
"Sizden bahsediyorum, efendim! Köle tacirlerinin eline düştünüz, başınıza onca şey geldi. Şu hâlimize bakın! Kan revan içindesiniz, insanların ölümünü gördünüz, o iğrenç insanlar—" Titreyen sesiyle konuşmaya çalışıyordu. Bir yandan öfke, bir yandan gözyaşlarıyla sıkışmış gibiydi.
O konuşmaya devam etti ama ben söylediklerinin hiçbirini duymadım. Sadece onun yüzüne baktım.
Elien bakışlarımı fark edince neye uğradığını şaşırmış gibi dudaklarını bastırarak sustu. Bana saygısızlık yaptığını düşünmüş olmalıydı; özür dilemek için yerinden kalkmaya niyetlendi. Elimi kaldırıp onun elini tuttum. Gözleri irileşerek bana döndüğünde buruk bir gülümsemeyle baktım.
Elimi omzuna koyup bedenini çekerek göğsüme yasladım. Kafasını göğsüme gömdüğü an hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Leydim—" dedi ağlayarak. Ben ise sırtını sıvazlayıp onu sakinleştirmeye çalıştım.
"Elien, sorun yok. Ağlayabilirsin."
Sanki bu izni bekliyormuş gibi daha çok ağladı. Çığlığa varan sesi odada yankılanıyordu.
O sırada kapının aralandığını gördüm. Başımı çevirdiğimde Marcus ve Denzel'in siluetlerini fark ettim. Denzel, Marcus'un omzuna elini koyarak onu geriye çekti. Ardından eliyle kapıyı çekip mümkün olduğunca kapattı.
Kapı hâlâ aralıktı. İkisi de sessiz kalarak bu anı bozmamaya çalışıyordu.
"Leydim... gerçekten başınıza bir şey geldi sandım. Öleceksiniz diye korktum. O zaman ben ne yapacağım? Bu malikaneye, bu topraklara size hizmet etmek için geldim. Ölürseniz ben ne yapacağım?"
Kelimeler ağzından dökülürken kafamda garip bir ağrı belirdi.
Bana hizmet için mi geldin?
İlia'nın anıları zihnimde çırpınıyor gibiydi. Birçok anı üst üste yığılmıştı... Hepsinde küçük bir kız vardı.
Gri gözleri neşeyle parlayan, bembeyaz tenli, canlı bir kız çocuğu. Onun ardında ise ürkek bakışlarını etrafa çeviren, simsiyah saçlara ve karanlık gözlere sahip yorgun bir kız...
"Bu eve geldiğim günü hatırlıyor musunuz?"
Sözleriyle birlikte bir görüntü zihnimde beliriverdi. Dük Lucender'in eve getirdiği bir çocuk... Ve onun arkasında, saçlarıyla aynı renkte kana bulanmış bedeniyle dikilen bir adam.
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Dük Lucender, Marcus'u eve getirdiği gün... Onlarla birlikte bir çocuk daha vardı. O küçük çocuk Elien'di.
Ama neden anılarım bu kadar bulanıktı? Sanki biri geçmiş anılarımla oynamıştı. O görüntüdeki çocuk yavaş yavaş siliniyordu.
Elien, Altıncı Kıta Lientera'da doğmuştu. O katliamda Dük yalnızca Marcus'u değil, onu da eve getirmişti. Peki ya İlia? Daha önce anılarıyla oynandığını fark etmiş miydi?
Elien kızarmış gözleriyle bana baktı.
"Hatırlamadığınızı biliyorum. Şimdi size anlatsam bile yine unutacağınızı da biliyorum. Sadece, Leydim..."
Ağlayarak özür dilemeye başladı. Her şeyin onun suçu olduğuna dair sayıklıyordu. Bedenim garip bir şekilde uyuşuyordu. Dejavu hissi bedenimi sardı tütlerim diken diken oldu. Bu sahneyi kaç kere yaşamıştın, İlia?
Elien sana her anlattığında, anıların sanki hiç yokmuş gibi zihninden silinip gitmişti. O boşlukla kaç kere yüzleştin?
Marcus ve diğer büyücüler bir büyü yapmıştı. Bu büyü, o katliamdan kurtulan tüm büyücülerin güvenliği içindi.
Ama beraberinde... onlarla olan anılarınızı da yok ediyordu. Bu yüzden mi İlia, çocukluğunun büyük bir kısmını hatırlamıyordu?
Çünkü Elien'le olan tüm anıları silinmişti. Aynı şekilde Marcus'la olanlar da.
Bu büyü, aslında bir lanet gibiydi. Belki de İlianna ve Elien küçükken çok yakındılar... Ama büyü her seferinde kendini tekrar ettiği için anılar siliniyordu.
Ne kadar zaman geçirseler, ne kadar yakın olsalar da sonunda her şey yok olup gidiyordu. Ve Elien, İlia için yine bir yabancıya dönüşüyordu.
"Özür dilerim... çok üzgünüm." dedi hıçkırarak.
"Bu büyü çok tehlikeliydi... ama yine de mecburduk, Leydim. Herkeste etki etti. Sonuçlarının böyle olacağını bilseydim... çok üzgünüm.
Anılarınız her seferinde silinip döngünün en başına döndüğü için... Babanız, sanki siz onun kızı değilmişsiniz gibi hissediyor. Anneniz de öyle. Ve siz de bu yüzden, tekrar tekrar, kendi ebeveynlerinize ve benliğinize yabancı hissediyorsunuz."
Titreyen sesiyle devam etti:
"Çok uzun zamandır aynı döngünün içindesiniz. Ben... belki bir umut, büyünün yan etkileri kalkar diye düşündüm.
Çünkü siz değişmiştiniz. Yine benimle yakınlaşmaya başladınız, babanızla, annenizle... hatta muhafızınızla da. Ben de belki bir şeyler değişmiştir dedim.
Ama hayır... değişmedi. Döngü yine tekrarlanacak. Ve siz, yine bana yabancı olacaksınız. Ben... çok üzgünüm."
Olduğum yerde kala kaldım. Belki de bu romanın içine girdiğimden beri yaşadığım en yıkıcı olaydı. Eğer o dile getirmeseydi, İlia'nın anılarını göremezdim... ve asla gerçekte neler yaşadığından haberim olmayacaktı.
Gözlerimi kısarak onun iç çekerek ağlayışını izledim. Öyle sarsılarak ağlıyordu ki...
Her seferinde anılarını unutmak kulağa korkunç geliyordu. Bu da İlia'nın davranışlarını açıklıyordu: Bir gün sevdiğine, diğer gün kötü davranıyorsa, o kişiyle ilgili hiçbir duygu ve anıya sahip olmadığı anlamına geliyordu.
Öyleyse Dük Lucender bu yüzden mi İlia'yla hiç yakınlaşamıyordu? Döngü başa döndüğünde, sanki İlia hiç doğmamış gibi, ona olan sevgisi dahil tüm hisleri yok oluyordu. Hiç doğmamış çocuğunu nasıl sevebilirsin ki?
Peki, Düşes kendi doğurduğu çocuk ona yabancı geldiğinde bocalamamış mıydı?
Yani bu, İlianna Costantinova'nın gerçeğiydi. Kötü kadını kötülüğe iten şey buydu, ama cidden İlia kötü müydü ki?
Hiç bir duygunu hatırlamamak, her şey sana yabancı gelirken o insanların gözlerinden duygularını okumak kabus gibi olmalıydı. Babana bakıyorsun, ancak baban seni sevmiyor; senin hakkında düşündüklerini ve hissettiklerini görüyorsun.
Hiç kimseye güvenemiyorsun, çünkü herkes yabancı hissettiriyor. Dünyayla olan bağını koparıyor, içindeki derin karanlığı ve boşluğu zaptetmeye çalışıyorsun. İlia yerinde olsaydım nasıl hissederdim, tahmin bile edemiyorum.
Düşüncesi bile korkutuyor ve beni derin bir kadere boğuyordu. Bu döngü tekrar ettiği için, hatırlayan sadece iki kişi vardı.
Elien ve Marcus bu büyük sırrın mirasçılarıydı. Tüm büyücülerin güvenliği için yapılmış yasaklı bir büyü, hiç alakası olmayan onca insanı etkilemiş ve hepsinin acı çekmesine neden olmuştu.
İlia'nın bu kadar etkilenmesi kahin olmasından kaynaklanıyor olmalıydı. Bu büyünün yan etkisi en çok Düşes ve İlia'yı etkiliyordu.
Acaba Düşes ve İlia'nın kahin becerileri, büyüyle çatıştığı için mi her seferinde başa sarıyor ve en çok etkilenen kişiler de onlar oluyordu?
Yine de bir kahinin becerileri, bu kadar güçlü bir büyüde bile bir çıkış bulabiliyordu; gerçekten etkileyiciydi.
Düşes Elisia, her seferinde bir anne olarak ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar unutursa unutsun, yine de İlia'yı sevdiği için bir aykırılık oluşuyordu. Sonuçta o bir anneydi ama aynı zamanda bir kahindi. Büyüye bu kadar direnebiliyor olması, onun ne kadar yetenekli olduğunu gösteriyordu.
Ancak bu hiç bir işe yaramıyordu; ne kadar kızıyla yakınlaşırsa, o kadar uzaklaşıyordu.
Buraya geldiğimde, Düşes'in neden kızıyla arasında bir soğukluk olduğunu sorgulamıştım; sanırım şimdi anlıyordum. İlia tamamen kaybolmuş bir haldeydi. Güçleri büyüyle çatışıyor, bu da onun ruhunda heyelanların oluşmasına neden oluyordu.
Peki şimdi ne olacaktı? Ben İlia'nın bedenindeydim...
Döngü başa sardığında, bu bende de bir etki eder miydi ki? Eğer etmezse ve her şeyi unutmuş gibi davranmazsam, İlia olmadığımdan şüphelenirlerdi.
Bende kendi kendime diyorum ki, İlia'dan farklı davrandığım için yavaş yavaş alışmış olmalılar. Ancak kimsenin alıştığı yoktu. Zaten kızını tanımayan Dük ve Düşes'in onun yokluğunu fark etmesi imkânsızdı.
Bu zaman boyunca, hatta İlia doğduğundan beri, kızlarını doğru düzgün tanıyamamışlardı.
Hiç kimse gerçekten İlianna Costantinova'nın nasıl biri olduğunu bilmiyordu. En acısı ise, bence o da nasıl biri olduğunu bilmiyordu.
Yemin ederim, kendimi hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Asıl kötüsü ise, İlia bunları asla hatırlamayacaktı.
O hep sevilmeye layık olmadığı için, kimsenin onu sevmediğini; ebeveynlerinin ondan neden nefret edip, onu neden sevmediklerini bilemeden yaşamıştı. Eğer kendi bedenine dönseydi bile, büyünün etkisi devam ettiği sürece bu acı verici zulmü yaşamaya devam edecekti.
Ta ki yapayalnız kalıp en sonunda ise dayanamayıp intihar edene kadar. Böyle olmak zorunda mıydı?
Romana göre İlia öldürüyordu ancak yaşasaydı bile intihar ederek hayatı son bulacaktı.
Yani ne yaparsa yapsın, İlia'nın sonu asla değişmeyecekti.
"Leydim, lütfen bir şey söyleyin bana. Kızgın mısınız? Daha önce olduğu gibi vurmak isterseniz asla sesimi çıkartmayacağım. Biliyorum, hak ettim... Lütfen susmayın."
Gözlerimi daldığım yerden çekerek onun yüzüne baktım. İlia'nın öfkelenmeye hakkı vardı; bağırmaya, yaşadığı her şey için onları suçlamaya... Ancak benim yaşanan şeylerle alakam yoktu.
Ben ana geniş bir açıdan bakmak zorundaydım. Marcus'un yerinde olsaydım ben de aynısını yapardım. Eğer ki gölge suikastçıları hâlâ onların peşindeyse, bu durumda yapılacak en mantıklı şey buydu.
Her zihin sıfırlandığında büyücülerin kimlikleri güvence altına alınmış oluyordu. İşin kötü yanı ise İlia'nın insanların zihnine girebiliyor olmasıydı.
Evet, hiçbir şey hatırlamıyor olabilirdi ama insanların zihinlerine girip onların anılarını görebilme yeteneği onu diğer büyücüler için açık bir tehdit hâline getiriyordu.
Şu an Marcus dışında imparatorluk için çalışan belli büyücüler vardı, ancak onlar da belli bir mevkiye sahipti. Bu da mevkileri sayesinde güvende kaldıklarını gösterirdi.
Ancak diğer büyücüler saklanıyor, insanların arasına karışıyordu ki bence en güvenli rota bu olurdu. Zaten Altıncı Kıta'daki katliamdan çok fazla büyücü kurtulamamıştı.
O zaman Elien de bir büyücü müydü?
"Sen de büyücü müsün?"
Elien, beklediği soru ve tepki bu değilmiş gibi gözlerini kırpıştırdı.
Elien ve Marcus'un arasındaki ilişkiyi anlamıştım sanırım. Onlar aynı kıtadan hayatta kalan bir avuç büyücüden biriydiler. Ancak bence daha fazlası vardı. Bu da Marcus'un neden konu Elien olduğunda bu kadar hassas olduğunu açıklıyordu.
"Ben öyleyim ama değilim."
Tek kaşımı kaldırarak suratına baktım. O nasıl oluyor?
"Annem ve babam büyücüydü ancak ben büyü gücüne sahip olmadan doğdum. Ama evet, büyücü sayılırım.
Damarlarımdaki kan onlarla aynı, sadece büyü gücüne sahip değilim."
Kafasını eğerek yere baktı. Dayanamıyormuş gibi tekrar kalkıp diz çökerek af dilemeye yeltendiğinde, yerimden kalkıp omzundan tuttum onu. Dudaklarını birbirine bastırarak bana baktı.
"Leydim, benden nefret etmiyor musunuz?" Sesi mırıltı gibi çıktığında derin bir nefes aldım. İlia'nın öfkelenmeye, hayal kırıklığına uğramaya hatta ona vurmaya hakkı vardı ama bu durumda Elien ne yapabilirdi ki?
O katliamdan sağ çıkmıştı; üstelik ebeveynleri dâhil sevdiği herkes ölmüştü. Belki de büyü gücü olmadığı için kurtulmuştu. Ancak romanda yazana göre büyücü kanı taşıyan herkes ölmüştü. Elien hayatta kaldığına göre bu, Marcus sayesindeydi. Tıpkı diğer büyücülerinde onun sayesinde hayatta kaldığı gibi.
Sanırım anlamaya başlıyordum. Romanda Lucender, Marcus'u kurtardığı için Marcus ona "sadık" denmişti. Ancak gerçek şu ki Marcus, Elien'in güvenliği konusunda anlaşma yapmıştı.
Dük, Elien'i Marcus'la birlikte İkinci Kıta'ya getirmiş ve onu kızının hizmetlisi yaparak gizlemişti. Karşılığında Marcus da onu ve ailesini koruyacağına yemin etmişti.
Ama merak ediyorum, Marcus bu büyüyü yaparken herkesin etkileneceğini biliyor muydu?
Dükün bundan haberi var mıydı ya da yaşananların farkında mıydı?
"Efendim..." Düşüncelerim karmakarışıktı. Yüzündeki ifade onu korkutmuş gibiydi. İlia'nın başka anıları zihnimde beliriyordu.
Elien bunu daha önce de anlatmıştı, hem de birçok kez. Ancak döngü yüzünden İlia yine unutmuştu. Üstelik İlia, cidden Elien'e kötü davranmıştı. Elien ise hak ettiğini düşündüğü için hiç itiraz etmemişti.
Aslında o neşeli, cıvıl cıvıl çocuğu solduran şeyin başında bu olay vardı. İlia'nın karakter gelişimini oluşturan da Akademi'nin ta kendisiydi.
İlia'nın ruhu soluyordu ve Elien, bunu görmesine rağmen elinden hiçbir şey gelmiyordu.
"Bana bak." dediğimde, titreye titreye başını kaldırıp gözlerime baktı. Burada onu saatlerce dövsem yine de gıkını çıkarmayacaktı.
"Senin suçun değil." Gözleri, sanki idrak edemiyormuş gibi titreyerek irice açıldı. "Senin suçun değil. O zaman küçücük bir çocuktun. Durmadan bu şekilde ağlaman hiçbir şeyi değiştirmeyecek." Sert çıkan sesimle irkilerek yutkundu.
Daha önce kaç kere İlia'ya anlatılsa da, hepsinde şok olmuş, öfkeden deliye dönmüştü. Haklıydı da... Zavallı İlia, kim bilir ne kadar acı çekmişti.
"Sana bağırmam ya da öfkelenmem de hiçbir şeyi değiştirmeyecek, bu yüzden beni iyi dinle. Bu saatten sonra döngü her tekrarlandığında ve her unuttuğumda bana göz kulak olman gerekiyor." Benim net ve gergin çıkan sesimle hızla doğruldu. Anlam veremiyordu.
Kızım, onu bunu siktir et de, madem böyle bir şey var bunu niye daha önce anlatmıyorsun?
Ben de hep "Hallederim gölge meselesini." diyerek içten içe rahat ediyordum, anasını satayım. Gölgeler götümüzü kesecek ya.
"Marcus ve Denzel, bizi duyduğunuzu biliyorum, içeri gelin." Soğuk çıkan sesimle Elien, yeni fark etmiş gibi hızla aralık kapıya doğru endişeli bir bakış attı.
Marcus kapıyı ittirerek içeriye giren ilk kişi oldu. Dağılmış kızıl saçları ve yüzündeki o garip ifade... Sanki yüzüme bakamıyormuş gibi gözlerini kaçırdığında dişlerimi gıcırdattım.
Ulan göt herif, yan etkisinin ne bok olduğunu bilmediğin büyüyü niye yapıyorsun tek hücreli piç?
Denzel onun arkasından geçerek yanıma yaklaştı, ancak bir anda duraksayarak bir bana bir de Marcus'a baktı. Geriye doğru bir adım atıp bir anda Marcus'un kafasına geçirdiğinde, ses odamın içinde yankılandı.
Elien'in boşluğuna gelmiş gibi irkildiğinde ben az daha kahkaha atıyordum.
Ulan yemin ederim benim aklımdan da aynısı geçiyordu. Bir tane yapıştırmayı öyle çok istiyordum ki...
"Bu, efendim istediği içindi." diye söylenerek yanıma yaklaştığında, gülmemek için kendimi tutmaya çalıştım; o kadar hoşuma gitmişti ki.
Dikkatim dağılmasın diye kendimi toparlayarak aklımdaki planı nasıl ilerleteceğimi düşünmeye başladım.
Artık elindeki kartların bazılarını açmak zorundaydım ki oyun ilerlemeye devam edebilsin.
"Sen elinin ne kadar sert olduğunu biliyor musun? Beynim sarsıldı." Ters ters Denzel'e bakan Marcus'a kınar gibi baktım. Ulan gerzek, gerçek İlia burada olsaydı senin olmayan beynini duvarlara sürterek akıtırdı. Sen yat kalk benim burada olduğuma şükret.
"Gölge suikastçıları beni takip ediyor." Benim bomba atar gibi ortaya attığım şeyle birlikte aynı anda üç kafa da bana doğru döndü.
"Ne?" Elien'in yüzü bembeyaz kesildiğinde bayılacak gibi yerinde sendeledi. Marcus elini direkt onun beline atarak sakinleştirmeye çalıştı.
Gözlerimi kısarak ona dik dik baktım. Hiçbir fırsatı da kaçırmıyor şerefsiz.
Onları arkamda bırakarak kapıyı doğru ilerleyip kapattım. Ardından elimle yatağı işaret ettiğimde Marcus, titreyen Elien'i yatağa oturttu.
Köşedeki taburemi alarak yatağın karşısına koydum. Elimle üçüne de yatağa oturmaları için işaret verdim. Denzel, Marcus ve Elien sırasıyla oturdu. Şimdi üçünün yüzü de bana doğru dönüktü.
"Leydi İlia, ne demeye çalışıyorsunuz?"
"Önce sen neden benden şüphelendiğini anlat. Hâlâ Akademi'de yaşanan şeyleri unutmadım." diye ima yaptığında, dalga mı geçiyorsun? der gibi baktı bana.
"Leydi İlia, zihnine hiçbir şekilde giremiyorum. Ruhunuzla bile iletişim kuramıyorum; sanki yokmuşsunuz ama hâlâ oradaymışsınız gibi karmaşık bir şey. Bu durumda nasıl gölgeden şüphelenmeyebilirim? Hem de yeniden harekete geçtikleri haberini almışken..."
"Pardon, sen insanların zihinlerine, onların haberleri olmadan girmeye iyi alışmışsın. Seni bu konuda uyarıyorum; tekrar denersen senin için iyi olmaz.
Ha, bir de yaptığın şu büyü konusunu da konuşacağız seninle, ama ondan önce birilerinin zihnine girebilen tek kişi sen değilsin.
Senin büyüyle girmen mi daha kolay olur, yoksa benim kahin yeteneğimle zihnine girmem mi? Belki de ben de senin anılarını silmeliyim, durum eşitlenir böylelikle."
Öfke kokan sesimin eşliğinde odada bir sessizlik yaşandı.
Marcus'un bakışları yüzünde gezindi, öfkeli değildi; aksine üzülüyordu bana bakarak.
"Hiçbir şey bilmiyorsunuz Leydim, eğer ki bunun ne kadar ciddi bir mesele olduğunu bilseydiniz—." Konuşmanıza izin vermeden sertçe sözünü kestim.
"Dinle, altıncı kıtada yaşananlar için üzgünüm, anlıyorum—hayır anlamıyorum. Hepiniz kayıplar verdiniz, yaşamadığım için nasıl bir şey olduğunu bilemem.
Ancak bu önemli bir mesele değil mi? Her seferinde anılarım siliniyor, kendi aileme bile yabancıyım. Sırf siz kendinizi kurtarmaksınız diye benim hayatımın içine sıçtınız.
Buna rağmen yakana yapışıp seni gebertmek yerine sana gölgelerle ilgili bilgiler veriyorum ki daha fazla insan ölmesin. Sen de bana hiçbir şey bilmediğimi söylüyorsun.
Söylesene, sen benim hakkımda ne biliyorsun, ne severim ne sevmem? Döngü her seferinde başa sardığı için bir gün sevdiğim şeyden nefret ettiğim oluyor.
Peki ben nasıl biriyim, merhametli ya da zalim mi? Belki de dünyanın en bencil insanıyımdır ya da en iyi kalpli... Senin bir sik bildiğin yok.
Hayır, hiçbirinizin benim hakkımda bir bok bildiği yok çünkü ben de kendim hakkında hiçbir bok bilmiyorum ve bunun sorumlusu sen ve o siktiğimin büyücülerinin yaptığı büyü.
Siz ölmeyin diye geri kalan onlarca insanı ölmeden öldürüyorsunuz.
Biliyor musun, babam beni gerçekten sevmiyor. Hayır, konuşma, sevdiğiyle ilgili şeyleri zırvalama çünkü gördüm.
Ve annem ne yaptığını bile bilmiyor; bir gün güveniyor, bir gün güvenemiyor. Bir gün seviyorsa, diğer gün ona bir yabancıdan bile daha yabancıyım.
Tabi sen uzun bir hayat yaşadığın için bunun o kadar da büyük bir acı olmadığını düşünüyor olabilirsin.
Eminim uzun hayatın boyunca çok fazla şey görmüşsündür. Ancak Marcus, ben sen değilim, ben kimse değilim, ben Ilia bile değilim, Ilia burada yok.
Kendimi tanımıyorum, hislerimin doğru olup olmadığını bile bilmiyorum. Söylesene, herkes benden nefret ederken ne yapmam gerekiyor?
Bana kalan tek seçenek onların benden nefret ettiklerinden daha fazla nefret etmek. Hepinizden nefret ediyorum, sanki insan değilmişim gibi davranan herkesten.
Özellikle de senden Marcus, neden bu halde olduğumu bilmiyormuş gibi davranıp sustuğun için. Hayır, bu sahneyi daha önce de yaşadık belki de, ancak beni iyi dinle; küçükken sana güvenen o kız yok artık çünkü onu sen öldürdün.
Seninle ilgili hiçbir anım yok. Merak etme, olursa gölgeler beni yakalarsa seni ispiklemem. Ne de olsa sen yine silersin anılarımı, böylece güvenceye almış olursun Elien ve diğer büyücüleri. Ancak neyi unutuyorsun biliyor musun? Sen babama bu aileyi koruyacağına kan yemini ettin. Belki unutmuşsundur, hatırlatayım dedim."
Nefes nefese sustuğumda titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Göğsüm hızla inip kalkıyor karşımdaki üç kişinin bakışlarında kayboluyordum.
Elien sessiz sessiz ağlarken Marcus gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Gözlerinin içine baktım. Duygularını görmek için kendimi sıkabildiğim kadar sıktığımda gördüğüm şey beni bozguna uğrattı.
Ondan nefret etmek istedim, etmeden kemiğime kadar nefret etmek istedim ama...
Onun gözlerinde dolanan o duygu sevgiydi. Marcus İlia'dan nefret etmiyordu, hatta aksine onu cidden seviyordu.
O an ağlamak istedim; biri İlia'yı sevdiği için gözyaşına boğulmak ve "Bak İlia, herkes senden nefret etmiyor; hâlâ seni seven birileri var." demek istedim.
Ancak dediğim şey ; "Daha sonra konuşuruz çıkın dışarıya." Zar zor konuştuğumda beni ikiletmeden ayağa kalkan Denzel oldu. Neden bilmiyorum ama dönüp ona bakamadım.
Elien'e yardım ederek onu odadan çıkardığında Marcus'la baş başa kaldık. Kafamı çevirdim, camdan dışarıya baktım. İkimizin arasında derin bir sessizlik oldu; Marcus sessizliği bozdu.
"Eğer öyle bir şey olsaydı, ölecek olsam bile sizin için gelirdim." dediğinde yanağımdan aşağıya bir damla süzüldü.
Hatırlamıyorum, zihnimde onula ilgili hiç bir anı yok o zaman neden bu kadar gögüsüm ağrıyor. Sanki kızgın bir demir saplanmışcasına içim yanıyordu.
Gerçekten gölgeler beni yakaladığında benim için gelir miydi?
O zaman neden İlia ölürken hiç biriniz orada değildiniz?
Romanda İlia'nın ölümüyle ilgili okuduğum her satır boğazıma saplanıyordu.
"O an öyle bir andı ki, göğsümün yerinde olmaması değil de, kimsenin yokluğumu fark etmeyecek olması daha çok acıttı."
Titreyen ayaklarımla yere çömeldim. Elim istemsizce göğsümün üzerine gitti; parmaklarım buz kesmişti sanki.
"Üzgünüm, İlia... Çok özür dilerim. Öldüğünde, sevdiğim için 'iyi ki öldü' dediğim için... Çok üzgünüm. Lütfen beni affet."
Kalbim her atışında acıyı daha derinden hissettiriyordu. İçim paramparça, ruhum parçalanmış bir aynaydı.
Romanı okuyup senden nefret eden o insanlardan biri olduğum için çok üzgünüm.
Bugün ilk defa sen olmadığımı söyledim, senin burada olmadığını söyledim ama hiç kimse anlamadı.
İlia, beni duyuyor musun? Lütfen... sadece bir kez... beni affet.
Nasıl biri olursan ol, ölmeni istediğim için affet beni.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.84k Okunma |
783 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |