7. Bölüm

7' Operasyon

Ay Parçası
cresscent

Savaşa gitmek mi istersin, git asker,

Gidenin bir daha gelmediği Kanlı,kuduran savaşa.

Burada olacağım geri dönersen,

Yeşererken karaağaçlar altında bekleyeceğim seni,

Bekleyeceğim çıplak ağaçlar altında,

Dönünceye dek en son asker, Bekleyeceğim seni daha çok.

Bertolt BRECHT

İyi okumalar...

Yüzbaşı Serdar Melih Akaydın'dan

İnsanoğlunun hayatı bir ezan ile bir namaz arasına sığacak kadar kısaydı.

Ben ise mesleğimi bu kısa anı zehir edenlere ödetmek üzerine seçmiştim. Çok badireler atlatmıştım, aileme zamanında rest çekmiştim ama sonuç olarak vatanımı soysuz hainlerden temizliyordum.

Karşımda oturan Kenan komutanın nutuklarını dinliyordum. Herşey tamamdı bir tek onun nutukları eksikti zaten!

"Serdar sen ne zaman bu kadar dikkatsiz oldun, adamlar kaç tır geçirmiş sınırdan."

"Komutanım beni o görevden siz aldınız, benden alındığım görev için ne yapmamı bekliyorsunuz? Ben kaç yıldır bu görevi yürütmeye çalışıyordum farkında mısınız siz? Ben bu görevi başaracağım diye yıllardır Zelihadan ayrıyım kızın yüzüne bakamıyorum, bu yüzden miydi?"

"Tamam Serdar haklısın, tekrar sen geç bu görevin başına yakın zamanda bir operasyon düzenlenecek hazırlıklı olsun herkes, çıkabilirsin."

Çıkabilirsin lafından sonra gerekli dosyaları masanın üzerinden aldım, ayağa kalkıp hazır ola geçip selam verdim ve ardından odadan çıktım. Karşıma yere çökmüş başını ellerinin arasına almış Eray ve başında telaşla volta atan Devrim çıktı.

"Noldu size, kara kara neyi düşünüyorsunuz?" Diye sordum, aramızda gerektiği zaman resmiyet vardı, fakat gerektiği zaman abi-kardeş gibiydik her ne kadar ailemizde olsa bizim bizden başka kimsemiz yoktu burada. Kimimizin ilk, kimimizin ise ikinci ailesiydi burası.

"Komutanım Zeliha yok ortalıkta sabah Kenan komutan ile beraberdi, kardeşi ile geldi ama çocuk artık huysuzlanmaya başladı Zelihayı istiyor. Bünyamine bıraktık çocuğu oyalasın diye kızın telefonu da yok zaten." Ne yapacağımı bilemez gibi elimi şakağıma götürüp ovaladım.

Her şey geldi mi zaten üst üste geliyordu.

"Tamam ben şu dosyaları odama bırakıp geliyorum." Hızlı ve sert adımlarla odama doğru ilerledim.

Zeliha benim her şeyimdi, başına gelince dünyayı yakmak istiyordum ama yapamıyordum. Ben mesleğinin getirileri yüzünden ona yaklaşmam bile haramdı.

Askerin tek aşkı vatan olurdu, kalbinde vatandan başka bir aşk taşıyamaz demişlerdi. Fakat gönül sevdama vatan sevdamın engel olacağını söylememişlerdi.

Beş yıldır özel görevdeydim ve bu benim özel hayatımı da etkilediği için Zelihadan uzak duruyordum. Artık dayanacak takatim kalmamıştı bir an önce Zelihaya kavuşmak istiyordum.

Odamın kapısını sert bir bir şekilde açarak içeri girdim kapıyı açık bırakarak masamın üzerine dosyaları fırlattım. Ellerimi içime dolan sıkıntı ile kısanın bir tık fazlası olan saçlarıma attım çekiştirerek kendime gelmeye çalıştım. Yüzümü ovalayarak pencereme doğru döndüm.

Elim yavaşça enseme doğru kayarken gözüme kızıl saçlar takıldı. Kızıl saçların tarafına baktığımda Zeliha bütün güzelliği ile iki kişilik koltukta bebekler gibi rahat uyuyordu. Yanına yaklaşarak başının yanında diz çöktüm, o güzel yüzüne baktım yanağını işaret ve orta parmağımla okşadım.

Sarıldığı oyuncak tavşana tebessüm ederek baktım. Daha önce hiç uyurken ona denk gelmemiştim ama sanırsam eşyaya sarılarak uyuyordu.

Kendime engel olamayarak yanağına belli belirsiz bir buse bırakıp yüzüne düşen ipeksi, yumuşak görünen saçlarını okşayarak yüzünden çekerek kulağının arkasına ittirdim.

Açık kapının ince sesle tıklatılması ile bakışımı oraya çevirdim. Eray ve Devrim kapıda bize bakıyorlardı. Bir dakika işareti yaparak Zelihaya döndüm. Yeşil biber, yasemin ve vanilya karışımı kendine çeken büyüleyici kokusunun eşliğinde bir elimi sırtına, diğer elimi koltuğun kenarına koyarak üzerine eğildim ve pürüzsüz, bebeksi yumuşaklığa sahip yanağını öptüm.

Yetmiyordu.

Ne kadar öpersem öpeyim, ne kadar temas edersem edeyim yetmiyordu, daha fazlasını arzuluyordum.

Açıkta kalan ben buradayım diyen boynuna yaklaşarak derin bir nefes aldım, bana bir süre yeterdi. Dayanamayarak şah damarının olduğu yeri de öptüm.

Artık ayrılmam gerektiğinin farkına vardım. Zor da olsa ondan ayrılarak kapıda bekleyen çocukların yanına gitmek için doğruldum. Üzerimde duran kamuflajın yeşil tişörtünü düzelterek kapıya doğru ilerledim. Son kez Zelihaya bakarak kapıyı kapatarak odadan çıktım.

"Komutanım, Kenan komutan tim için hazırlansınlar operasyona çıkıyorsunuz dedi." Başımı tamam anlamında salladım. Hazırlanmak için giderken duyduğum ses ile olduğum yerde kaldım.

"Şu kıza neden böyle yapıyorsun, uyurken öp kokla uyanıkken yüzüne bakma." İçime doluşan siniri görmezden gelerek gözlerimi kapattım.

"Devrim bilmediğin şeyler var karışma!" Uyardım. Bu uyarıyı yapmak zorundaydım.

"Ne bilmiyor muşuz acaba beyefendi? Zeliha senin yüzünden kaç gece ağladı, kaç gece sen böyle davranıyorsun diye ölmek istedi biliyor musun? Haberin var mı bunlardan ha!" Yakamı kavrayarak diklenmesi daha da sinirlerimi hoplattı. Ben bunlara her şeyi öğretmiştim ama rütbeli birisi ile konuşmayı öğretememişim, hatırlatsam iyi olacak.

"Devrim abi napıyorsun, kışla içerisindeyiz rütbe var sakin ol." Ortalığı sakinleştirmeye çalışan Eraya gitmesini söyledim. "Sikerim rütbesini, kız kaç kere yanıma geldi sen böyle yapıyorsun diye ağladı biliyor musun? Kriz geçirdi hastanelerde yattı, bunlardan haberin var mı senin!"

Yüzüme tükürerek konuştuğunda elimi yüzüme kapatarak yüzümü sıvazladım.

"Hepsinden haberim var, kolay mı sanıyorsun benim için? Beş yıldır bir itin peşindeyim, adam nasıl oluyorsa askeriye de dahil her yerden haberi oluyor ve beni tehdit ediyor. Sanki anlaşmış gibi Kenan komutanda emir vermemek için uğraşıyor, görevden alıyor tekrar geri getiriyor. Elim kolum bağlı işlerin çözülmesini beklemek nasıl bir şey anlıyor musun?"

O kadar dolmuşum ki, herkese o kadar kolaydı ki gelen geçen beni suçluyordu. Kimseye kendini anlatamıyordun, açıklayamıyordun... Kendini anlatmıyorsun, açıklamıyorsun diye seni dertsiz, tasasız zannediyorlar.

"Serdar komutanım daha fazla oyalanmayalım isterseniz gidelim." Erayın ortamı yumuşatmaya çalışmasını görmezden gelerek teçhizat odasına doğru ilerledim. Bu sırada aklımda değişik düşünceler dolaşıyordu.

Az çok nasıl bir operasyona çıkacağımızdan haberim vardı, detaylarını geçtiğimiz günlerde bir toplantı da Kenan komutan anlatmıştı. Sadece emir gelmesini bekliyorduk.

Koridorda bana selam duran askerlerin bir kaçına umursamaz, ruhsuz bir tonda baş selamı vererek teçhizat odasının kapısından içeriye girdim. Timin yarısı buradaydı ve hazırlanıyordu, işi bitmiş olup çıkarken beni fark edenler selama durdu ben başımla selam verdiğimde odadan çıktılar. Beni fark etmeden odada farklı forma giyen Bünyamin abi ve Arife bakışlarım değdi.

"Bünyamin abi?" Ona seslendiğini fark eden Bünyamin irkilerek arkasını döndü ve kızarmış bakışları yeşil gözlerime baktı. "Komutanım."

"Bu ne hal abi?"

"Komutanım şehidimiz var, Arif teğmenle bizi göreve vermediler." Şehit kelimesini duyunca gözlerimi yumarak anlayışla başımı salladım.

Zaten onların timindeki kişiler belirliydi ben onların timinde değildim. Timin komutanı şuan da geçici görevde olan ve rütbesi yeni yükselmiş olan Binbaşı İbrahim Ay'dı.

İbrahim Binbaşı timinin başına geri dönene kadar geçici olarak timi bana emanetti. Geçici olduğumdan galiba timle gereksiz samimiyete asla girmemiştim. Her ne kadar samimiyete girmedim de desem benim için değerlilerdi, tırnaklarının ucuna zarar gelse tüm dünyayı ayağa kaldırırdım.

"Vazifenizi yerine getirin aslanlar!" ikisi de aynı anda selam durup odadan çıktılar. üzerime yüklenen yorgunlukla hazırlanmaya başladım. Hazırlanırken bundan önceki hayatımı düşündüm, Edirneden Muğlaya Tarih okumaya gitmiştim. ikinci sınıfın sonunda sırf kafamı dağıtmak için mülakatlara girmiştim ve öyle bir şanstı ki seçilmiştim ama normal asker olarak değil istihbarat tarafından seçilmiştim. Yaklaşık dokuz yıldır da bu mesleğin içerisindeydim.

Mühimmatımı ve silahımı da ayarladıktan sonra hızlı ve nizami adımlarla bahçeye doğru adımladım. Kenan komutan kilitlenmiş bir şekilde elinde külü düşmekte olan sigarası ile biraz uzakta duran üzeri düz kapakla kapatılıp Türk bayrağı serilmiş tabuta bakıyordu.

O an beynimden vurulmuşa dönecek kadar şiddetli yüklenen gerçeklik ile resmen kaskatı kesilmiştim. Vücuduma yüklenen sinir ve hırs ile Kenan komutanın yanına güçlükle gittim. Kenan komutan elinde yarım duran sigarayı yere atarak yumruğunu sıktı.

"Komutanım nasıl-" konuşmama izin vermeyerek eli ile beni susturdu.

"Aslanım benim bütün derdini tasasını sorumluluğunu bize bıraktın da gittin be Ali'm. Ne acın geçecek, ne yokluğun azalacak ciğerimizi yaktında gittin." Mırıldanarak kısık sesle ağıt yakmasını duyunca Kenan komutanın yakını olduğunu anladım.

Yakını olmasa bile ağlardı aslında ama bunu ulu orta yerde yapmazdı ve ağıt yakmazdı. Adama verecek teselliyi bile kendimde bulamıyordum beynim bulanmış gibi ağır adımlarla düz tabuta baka baka toplanma alanına doğru ilerledim.

Kim bilir hangi memlekettendi? Hangi eve ya da kaç tane eve ateş düşmüştü?

Önceden olsa az etkilenirdim ama devrem, çocukluğum abi dediğim, kapı komşum olan Miraç'ın şehadet şerbeti içtiğini öğrenip onu toprağın altına, bize verilen o emaneti tekrar ona teslim edince anladım. o zamandan beri benim asıl kırmızı çizgilerim çizildi.

Vatanım,

Mehmetçiğim,

Yaren'im...

Güzel Asker Yaren'im benim, güzeller güzeli Zerdali Çiçeğim, Bahar kokulu çiçek sevgilim.

Sana kavuşmanın hayali ile yanıp tutuşuyorum, sana kavuştuğum zaman işte o gün vuslata ereceğim. Senin için ölüp biterken seni kollarımın arasına alıp yuvamda, mabedimde dinlenip soluklanamamak o kadar kötü bir histi ki anlatamıyordum.

Dört yılım, Sevgilim, Bahar da açan çiçeğim. Seni gönlüme aldığımı fark ettiğimde bir bahar ayıydı, o zaman ki çiçeksi kokunla, bebeksi güzelliğinle, cıvıl cıvıl enerjinle geldin gönlümde taht kurdun.

Sadece ben görevimin getirileri yüzünden uzak durma mecburiyetinde kalmıştım. Beş yıl önce buraya görev icabı gelmiştim ve bu görevi yürütürken özel hayatım ayrı tehlikeye girmişti hatta özel hayatın yanında askeri kimliğimde deşifre olmak üzereydi.

Bence deşifre oldun zaten askeriyenin içerisine kadar sızdılar, üstüne üstlük Zeliha'yla tehdit ettiler. Hem askeriye de tehdit ediliyorsun hem de şahsi hayatın da takip ediliyorsun.

Tek isteğim bu görevin çabuk bitip bir an önce Zelişime kavuşmaktı.

Elimde duran dürbünü yakınlaştırarak her hangi bir hareketlilik var mı diye etrafı kolaçan ediyordum.

"Komutanım destek isteyecek miyiz? Mühimmatımız yetmeyecek gibi duruyor. " sabırsız, meraklı, yerinde duramayan, sürekli soru soran Alpay 'a baktım. Yeni yetme mezundu ve time o da bu operasyona benim gibi geçici gelmişti.

İşin tuhaf yanı haklıydı çünkü bir hafta diye çıktığımız operasyonun birinci ayındaydık. Bir anda aklıma Zeliha düşmüştü acaba şu anda nasıldı, ne yapıyordu. En son uyurken görmüş ve öyle operasyona gelmiştim.

"Devrim ve Alpay dönüşümlü olarak telsize bakın çeken yerde destek isteyin." diye emir verdim. Yorulmuştuk bu bir ay içerisinde üç defa çatışmaya girmiştik ama bir türlü doğru dürüst dinlenememişlik.

Karşı tarafta bir hareketlilik sezince kaşlarım istemsiz olarak çatıldı. Arkadakilere işaret vererek sessiz sessiz ilerlemeye başladık orada çok fazla mesafe olduğu için kimin ne olduğu, ne yaptığı anlaşılmıyordu.

Bir buçuk kilometrelik bir mesafe bırakarak dürbünü tekrar ayarladım. Sınırda uyuşturucu, silah kaçakçılığı yapacaklardı ve bunu bir şekilde terör örgütlerine ulaştıracaklardı.

Yolun kenarına park eden kamyon ile operasyonun asıl kısmının başladığını fark edip kendimi her ihtimale karşı hazır olmaya şartladık.

"Serdar komutanım Zeliha burada?" Devrim'in söyledikleri ile kaşlarımı çatarak az önce ayarladığım dürbünle kamyonun çevresine bakındım ve işte o an gözüme bir buçuk kilometreden bile bariz bir şekilde kilo verdiği belli olan Zeliha'yı gördüm.

Her ihtimale hazırlamıştık ama Zeliha'nın burada olma ihtimaline hazır değildik. Sahiden Zeliş'in burada ne işi vardı?

 

 

Bölüm : 14.06.2025 17:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...