
Bunun etik olmadığını ikimizde çok iyi biliyorduk fakat durmak artık imkansız gibiydi.
Anlaşılan bu gece bizim için hiç sabah olmayacaktı.
Sıcak ve biraz da telaşlı dudakları aceleci bir şekilde uzanıp dudaklarıma ulaştığında, tahammülsüz bir açlıkla öpmeye başlamıştı. Güçlü kolları ince belimi sararak daha çok kendine çekerken ben kucağında kedi gibi kıvranıyor, aynı şiddetle karşılık vermeye çalışıyordum.
Cihangir'in güçlü kolları belime sıkıca sarılıydı. Dudakları boynuma kayarken, nefesimi düzensizce içime çektim. Başımı geriye yaslayıp ona daha fazla alan tanıdım. Boynumdaki sıcak öpücükler, içimde derin bir sızı yaratırken kendimi tamamen ona bırakmıştım. En ufak bir hareketi bile tüm varlığımı sarsmaya yetiyordu. Parmak uçlarım sırtında dolaşırken, ona dokunarak içimdeki
ihtirası dizginlemeye çalışıyordum fakat her nefesi, her hareketi beni daha da kendine çekiyordu.
Parmaklarımı şehvetle tutunduğum omuzlarından aşağı kaydırarak gömleğinin açık düğmeleri arasında dolaştırmaya başladım. Dokunduğum her yerde hissettiğim kasların sertliği, içimdeki arzuyu körüklüyordu. Cihangir de benden çok farklı olmamalıydı ki ani bir hareketle dişlerini boynuma geçirdi. Ağzımdan kısık bir inleme kaçarken kendimi ikinci kez ona bastırdım. Bu hareketim aramızdaki ateşi tetikleyen fitil oldu. Cihangir bir eliyle kalçamı kavrarken avuçlayarak sertçe sıktı.
Acıyla, "Ay!" diyerek yerimden sıçradım istemsizce. Canım acımıştı ama bu haz veren bir zevkti. Cihangir'in beni öpmek üzere olan dudakları geri çekilirken gözlerini kısarak yüzüme baktı.
"Canının acıdığını söyleme?" dedi buna inanamıyormuş gibi bir yüz ifadesiyle. Muhtemelen şu an kafasında daha şimdiden canım yanıyorsa sonrasının nasıl olacağını filan tartıyordu çünkü gözleri vücudumu süzerken, bakışları son derece sorgulayıcıydı. Dudaklarımı öne doğru büzerek kafamı onaylarcasına aşağı yukarı salladım. "Acıdı."
Uzanarak öne büzüşmüş dudaklarıma kısa ama tutkulu bir öpücük bıraktığında aklım yine başımdan uçmuş, konudan sapmıştım. Canımın acısını boşvererek devam etmesini ister gibi kollarımı boynuna sardım fakat ani bir hareketle beni koltuğa yatırdığında minik bir çığlıkla geriye devrildim. Saçlarım koltuğa dağılırken Cihangir'le bakışlarımız denk düştü. İçimdeki alev yeniden kaynadığında Cihangir bacaklarımın arasına girmiş, kendini ağırlığıyla beraber üstüme bırakmıştı. Bedenlerimiz arasında kalan mesafe artık tamamen kaybolmuştu.
Yüzlerimiz çok yakınken bu sefer ensesinden kavrayarak ben onu öpmeye başladım. Dudakları tekrar dudaklarıma kavuştuğunda, aramızdaki elektrik daha da yoğunlaşmış, her öpücükle nefesimi kesen bir derinliğe bürünmüştü. İkimizin de sınırlarını zorlayan bu anın etkisiyle artık kontrolümüzü kaybetmiş gibiydik. Onun tenine dokunmak, onunla tek bir bütün olmak istiyordum. Cihangir'in göğsümü kavrayarak beni derin bir haza sürüklemesini memnuniyetle kabul ettim.
Islak öpücükleri hedef değiştirerek göğsüme doğru yol aldığında straplez elbisemden taşan göğüslerime öpücükler bırakmaya başladı. Sarı gözleri gözlerimden bir an olsun kopmazken, bir bacağımı kaldırarak beline doladım ve onu daha fazla kendime çektim. Her şeyini, beni ne kadar arzuladığını belli eden sertliğini tamamıyla hissetmek baş döndürücü bir histi. Cihangir'in nefesleri kesik bir hal alırken bize engel olan tek şey kumaş pantolonu ve benim iç çamaşırımdı.
"Dilşah.." diye fısıldadı şehvetle çatallaşmış sesiyle. Cevap vermek istedim fakat sağ göğsümü avuçladığında tek yapabildiğim Dilşah olduğumu onaylayan bir mırıltı çıkarmaktı. Ellerim histerik bir şekilde saçlarına çıktı.
"Babam.." dedi, göğsüme bir öpücük bırakırken. "Evleneceğimizi öğrenince ne tepki verir sence?" Göğsüme ıslak ve tutku dolu bir öpücük daha bıraktı. Hissettiğim hazla parmaklarıma doladığım saçlarını çekiştirirken kahve gözlerimi zoraki bir şekilde ona odakladım.
"Biz evlenmeyeceğiz, Cihangir." diyerek ona ufak bir hatırlatma yaptığımda tek istediğim yaptığı o can alıcı şeye devam etmesiydi fakat Cihangir duraklamıştı. Kehribar gözleri yüzüme dikkatlice bakarken verdiğim cevaptan hoşnut olmadığını anlamak zor değildi.
Yüzünü yüzüme beni delirtebilecek bir sakinlikle daha fazla yaklaştırırken bir eli yavaşça bacağıma doğru süzüldü. "Ne demek evlenmeyeceğiz?" diye fısıldadı. Ses tonu her şekilde kalbime zarardı. "Namusumla oynayıp beni ortada mı bırakacaksın?"
Bacağımdaki parmakları ağır ağır ilerleyerek sıyrılmış elbisem yüzünden ortada olan iç çamaşırımı buldu. Söylemlerinde şaka yaptığını bildiğim için kafamı iki yana sallayarak gülmek istedim fakat eli aniden kadınlığımı avuçlayarak okşayınca gülüşüm ışık hızında soldu. Boğazımdan bir inleme koparken nefesim boğazıma tıkandı.
"Ah.." Nefeslerim o kadar düzensizdi ki inlemelerimi bile kontrol edemiyordum. "Cihangir.."
Cevap vermedi fakat varlığını, burda olduğunu hissettirdi. Ne yaptığını iyi bilen parmakları kadınlığımı ağır ağır ama sertçe okşarken baş döndürücü bir zevkin etkisiyle başım geriye düştü. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Terli saçlarım yüzüme yapışmaya meyletmişken alt dudağımı dişlerimin arasına alarak çekiştirdim.
Aynı anda dudaklarımda bir el hissettim. Cihangir baş parmağıyla alt dudağımı aşağı çekerek serbest bırakırken, uzun ve biçimli parmakları kadınlığıma yaptığı işkenceye devam ediyordu. Boğazımdan bir inleme daha koptuğunda eli de hızını arttırdı.
Belim koltukta bir yay gibi bükülerek hafifçe havalandı. Cihangir'in, "gözlerini aç." diyen sesini duydum. Sesi bunu görmeye muhtaçmış gibi otoriterdi. Tüm vücudumu kaplayan hazzın etkisiyle başımı koltuğa bastırıyor, istemsizce gözlerimi kapatıyordum. Yumduğum gözlerimi yarımca açarak bulanık bakışlarla istediği gibi ona bakmaya başladım. Kehribarlarları kahvelerimle kesiştiği anda içli bir nefes koyvererek dudaklarıma bir kaç saniye süren derin bir öpücük bıraktı.
"Bir daha.." diyen sesi beni altında kıvrandırmaktan tatmin oluyormuş gibi hoşnuttu. "Sakın gözlerini kapatma." Kesik nefesleri dudaklarıma çarparken vücudum titremeye başladı. Söylediği sözler, aklımı başımdan alan kokusu ve ses tonu, işini iyi bilen parmaklarıyla resmen kendimden geçerken gelmem an meselesiydi. Kadınlığım cayır cayır yanıyor, kasıklarım ihtiyaçla sızlıyordu. Bana istediğim şeyi vermedi fakat tatmin etmekten de geri durmadı. İkimizde sevişmekten öteye gitmenin çok fazla olacağını içten içe biliyor, buna göre davranıyorduk.
"Hızlan.." Dudaklarımdan dökülen kelimeler kulaklarıma sonradan ulaşıyor gibiydi. Tatlı titremelerle bedenim kıvranırken kalçamı kaldırarak kendimi daha çok eline bastırdım. "Cihangir, hızlan." Daha fazla dayanmam imkansızdı. Şehvetle yanan sarı gözlerine bakarken uzanıp dudaklarıma denk düşen çenesine bir öpücük kondurdum. Bana yaşattığı hazzı daha önce kimse yaşatamamıştı.
Cihangir çaresizliğimi anlayarak daha da hızlandırdı parmaklarını. Tatlı titremeler yerini güçlü kasılmalara bırakırken önce kesik iniltilerim doldurdu odayı. Hemen sonra ise vücudumu saran yoğun bir zevkle zirveye çıktığımda bir rahatlama hissettim. Kasıklarımdaki sızı dinerken yerini ılık bir ıslaklık almıştı. Bir kaç saniye boyunca sadece birbirimizin gözlerine baktık nefes nefese bir şekilde.
Ben onun gözlerindeki tutkuyu izlerken o, benim gözlerimdeki kendini izliyor olmalıydı. Az önce yaşadığımız şehvetli anların etkisinden olsa gerek nefeslerimiz hala birbirine karışacak kadar yakınken, ne o üstümden çekiliyordu ne de ben herhangi bir harekette bulunuyordum. Birbirimizde nefesleniyorduk.
O an, odanın içinde yankılanan kısa bir tık sesiyle bir anda ışıklar söndü, her yeri kapkaranlık bir sessizlik kapladı. Bir an için ikimiz de duraksadık, birbirimize yakın nefeslerimiz dışında hiçbir şey duyulmuyordu. "Cihangir," diye fısıldadım endişeyle. "Ne oluyor?" Kalp atışlarımızın hızını bastıran bir gerginlik dalgası, odaya ağır bir gölge gibi çökmüştü.
Tam o sırada, derin sessizliği yırtarcasına dışarıdan birkaç el silah sesi duyuldu. Kurşunların yankısı tüm bahçeye yayılırken kalbim korkuyla yerinden çıkacakmış gibi göğüs kafesine vuruyordu. Cihangir anında kendini toparlayarak üzerimde doğruldu. Yüzündeki odaklanmış ifade, tehlikeyi hissettiği her an tetikte olan bir avcının ciddiyetini taşıyordu.
Silah seslerinin ardından dışarıdaki partiden yükselen çığlıklar karanlığı daha da korkutucu bir hale getirirken insanların panik dolu bağırışları kulaklarımızda yankılanıyordu.
Dudaklarımdan ilk dökülen isim, "Karsu!" oldu. Karsu dışarıdaydı ve her an sıkılan kurşunlardan biri arkadaşıma isabet edebilirdi. Hızla yerimden kalkarken kapıya gitmeye yeltendim fakat Cihangir'in kolumu kavrayarak beni durdurmasıyla ona dönmek zorunda kaldım.
"Cihangir Karsu dışarıda!" dedim aceleyle. "Onu başına bir şey gelmeden bulmalıyız!"
Koşuşturma ve düşen eşyaların sesi her yerden duyuluyordu. Cihangir, çevresinde olan biteni anında kavramış gibi tetikteydi. Gözlerinde, karşılaştığı tehlikeleri alt etmeye alışkın bir adamın kararlılığı vardı.
"Seni tehlikeye atmamı söyleme bana Dilşah?" diyen sesi son derece ters fakat bir o kadar da soğukkanlıydı. Tam cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki müştemilatın çok yakınlarından geçen bir kurşunla minik bir çığlıkla Cihangir'e yapıştım.
"Eğil, hareket etme,” dedi alçak ve kararlı bir sesle. Güçlü kolunu koruyucu bir şekilde omzuma dolayarak beni koltuğun arkasına doğru çekti, etrafı kolaçan ederek nereden gelebileceklerini hesap
ediyordu. Kollarındaki sıkılığa,
gözlerindeki sert bakışa rağmen hareketlerindeki yumuşaklık beni hem şaşırtıyor hem de güven veriyordu.
Kalbim göğsümde öylesine hızlı atıyordu ki, kendi nefes alışverişim bile kulaklarımda yankılanıyordu. Çığlıklar, koşuşturan insanların kaosu, üst üste patlayan silah sesleri derin bir korkuyu içime işliyordu. Bedenim titriyor, aklımdan binbir senaryo geçiyordu. Kaçacak yerim yokmuş gibi hissediyordum.
Bir yanım Karsu'yu deli gibi merak edip onun için endişelenirken, diğer yanım derin bir gerilimle gözlerini açmaya bile korkuyordu.
Cihangir kolunu omzuma dolayıp beni koruyucu bir şekilde yanına çekerken, onun varlığı tek sığınağım olmuştu. "Sakın hareket etme," dediğinde,
sesindeki kararlılık beni yatıştırmaya çalışsa da içimdeki korkuyu bastırmaya yetmiyordu. Sırtım koltuğa yapışmış, dışarıdaki patırtının her yankısı
sinirlerimi daha da geren bir gerilime dönüştürüyordu. Cihangir'in bakışlarına kilitlenmiş halde çaresizce ona tutunuyordum. Bir an bile beni bırakmasını istemiyordum.
Fakat korktuğum başıma geldi. Silah sesleri gitgide yakınlaşırken Cihangir yanımdan kalkmaya meyletti. Dolu dolu olmuş gözlerimle ona tutunarak durmasını sağladım.
"Gitme!" dedim endişeli bir fısıltıyla. "Cihangir gitme nereye gidiyorsun?"
Duraksadığında ifadesi bir an tereddüte düşer gibi oldu fakat izin vermedi. Çabucak toparlanarak ayağa kalktığında ben de hemen ayağa kalkarak karşısına dikildim. Ayağımda topuklu ayakkabılarım olmadığı için boy farkımız yine bir hayli fazlaydı.
"Beni burda bırakıp gidecek misin?" dediğimde sesim titriyor, gözlerimden korkuyla yaşlar yuvarlanıyordu. "Korkuyorum n'olur gitme!"
Cihangir ne yapacağını bilemez gibi içli bir nefes vererek bir elini yanağıma yerleştirdi. Gözümden akan yaşın izini baş parmağıyla yavaşça silerken kafasını eğerek saçlarıma bir öpücük kondurdu. Kollarımı güçlü gövdesine sararak hemen göğsüne sokuldum. Kokusu beni yatıştırıyordu. "Gitmeyeceksin değil mi?" böyle bir ateş hattının ortasındayken beni bırakırsa onu asla affetmezdim. "Ya sen yokken gelirlerse, bana bir şey yaparlarsa?"
"Korkma bebeğim.." diye fısıldadı yumuşak bir sesle. Kalbim heyecandan mı yoksa korkudan mı böyle hızlı atıyordu anlayamazken karanlığı delip geçen bir kurşun sesi daha duyulduğunda bedenim korkuyla ürperdi. Cihangir'in öfkeli bir soluk verdiğini duydum.
"Bu orospu çocuklarını buraya gömeceğim!" dedi kararlı bir sesle. Etraftan bir kez daha partideki insanların çığlıkları duyulurken bedenlerimizi ayırarak alev saçan sarı gözleriyle bana baktı. "Burda kal Dilşah. Ne olduğunu anlamam için dışarı çıkmam lazım."
Öfkesi öyle büyüktü ki bana itiraz etme hakkı bile tanımıyordu. Çaresiz bakışlarımı ona dikerken, "Sana bir şey olmaz değil mi?" dedim endişeyle.
Yavaş ve temkinli adımlarla kapıya doğru ilerlerken kulak tırmalayan silah sesleri azalır gibiydi. "Yapmam gerekeni yapmadan ölmeye niyetim yok."
Yapmam gereken mi? Yapması gereken neydi bilmiyordum ama kalbim korkuyla o kadar hızlı çarpıyordu ki gözlerimi bir an olsun Cihangir'in üstünden çekemiyordum. Sanki ona bir şey olsa dayanamayacakmışım gibi geliyordu.
Elbette dayanamazdım. Nasıl dayanacaktım ki? Cihangir benim sadece kuzenim değil, tüm çocukluğumdu. Her anımın içinde olan bir adamı unutmak kolay değildi. Ona aşık değildim fakat duyduğum sevgi de azımsanamazdı. Bizim aramızdaki ne aşk, ne de hoşlantıydı. Sadece sevgiydi. Dostların birbirine duyduğu türden bir sevgi.
Ben endişeli gözlerle Cihangir'i izlerken o kapının kulpunu indirerek kapıyı yarım bir şekilde açtı. Bu kadar korkusuz olması beni daha çok korkutuyordu çünkü kendisine hiç değer vermiyordu. Ölmeyi bile göze alarak o kapıyı açmıştı. Kapı açılır açılmaz karanlık bahçeden üstümüze kurşun yağdığında iki tanesi direkt olarak müştemilatın içine isabet etti ve biri vazoyu kırdı.
Diğer kurşunun nereye gittiğini göremedim fakat Cihangir'in hızla kapıyı kapatarak, "Siktir!" diyerek acıyla inildemesi kurşunun nerde olduğunu açıkça belli etmişti.
"Cihangir!" diyerek hızla onun yanına koştum. Kalbim ağzımda atarken karanlık yüzünden kurşunun nerde olduğunu inceleme fırsatım bile yoktu.
Cihangir aklımdan geçenleri okumuş gibi hızla, "Kolumda," dedi. Hayati bir yerine gelmediğini söyleyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. Bedeninde bir kurşun varken asla rahat olamazdım.
"Canın acıyor mu?" diyerek telaşla sorularımı sormaya başladım. "Kanaman ne durumda? Kolunun neresine isabet etti? Hemen bir bez bulup tampon yapmalıyız." Arayan gözlerle etrafa bakındım. "Buralarda bir ilk yardım çantası olmalı. Ben hemen bulup getireyim, burda beni bekle-"
"Dilşah!" Cihangir'in baskın çıkan sesiyle çenemi kapatarak bakışlarımı ona çevirdim. Sarı gözleri karanlığa yakılmış bir mum gibi parlıyordu. "Siktirme şimdi bana tamponu, ilk yardım çantasını," dedken oldukça sinirliydi. "Burdan hemen çıkmalıyız!"
Omzunun kanadığını parlayan gömleğinden görebiliyordum fakat burdan çıkmamız konusunda haklıydı. Her an birileri gelebilir ya da başka bir kurşun bize isabet edebilirdi. Ne kadar korksam da Cihangir'e olan güvenim daha baskın geldiği için başımı usluca aşağı yukarı salladım. "Nasıl çıkacağız?"
Derin bir nefes alıp verdiğinde planı çoktan kafasının içinde şekillendirmiş gibiydi. Arka tarafta kalan odalardan birine ilerlerken beni de elimden tutarak kendisiyle beraber ilerletti. Koltuğun üzerinden çantamı alarak ona ayak uydurdum.
En arka tarafta, bahçenin ıssız kısmına bakan odaya girdiğimizde Cihangir direkt olarak perdeyi açtı ve etrafa göz attı. Etrafta kimse gözükmüyordu. En önemlisi de camlarda korkuluk yoktu.
Cihangir tereddüt dahi etmeden camdan dışarı çıktı ve kollarını gelmem için bana açtı. Bu elbiseyle kolayca ordan geçemeyeceğimi biliyordu. Camdan dışarı bacaklarımı sarkıtarak kendimi Cihangir'in kollarına bıraktım. Artık ikimizde dışarıda, korktuğum ateş hattının içindeydik.
"Üç deyince otoparka doğru koşacağız." dedi Cihangir. Bir elinde benim elim, diğer elinde ise sıkı sıkı tuttuğu silahı vardı. Başımı aşağı yukarı onaylar biçimde salladığımda bir bana, bir de otoparkın bahçe içindeki girişine baktı.
Aniden, "Üç!" dediğinde ikimiz de hızla koşmaya başladık. Etraftaki silah sesleri kulaklarımı tırmalarken partiden kaçmaya çalışan insanların çığlıklarını duymamaya çalışıyordum. Şanslıydık ki burda karanlığın getirdiği sisten başka hiç bir şey yoktu.
Fakat tam otoparka girecekken ardımızdan duyduğum sert ses, o kadar da şanslı olmadığımızı hissettirmeye başlamıştı.
"Durun orda!"
.
.
.
Merhabalar, öncelikle yeni bölüm bu kadar geç geldiği için üzgünüm. Çalıştığım için yazmaya fırsatım olmadı ama artık işten çıktığım için her hafta mutlaka bir bölüm gelir diye tahmin ediyorum. Tabii ailevi sorunlar olabiliyor bazen ama şuanki kadar bir gecikme asla söz konusu olamaz 💖 Bu arada diğer kurgularıma da göz atmanızı çok isterim hepsi sevebileceğiniz türden 🤭Bol bol yorum yapmayı ve yıldızı parlatmayı unutmayınnn 🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |