8. Bölüm

8.bölüm

Yazar ✍🏻
culpaamia

Aniden, "Üç!" dediğinde ikimiz de hızla koşmaya başladık. Etraftaki silah sesleri kulaklarımı tırmalarken partiden kaçmaya çalışan insanların çığlıklarını duymamaya çalışıyordum. Şanslıydık ki burda karanlığın getirdiği sisten başka hiç bir şey yoktu.

Fakat tam otoparka girecekken ardımızdan duyduğum sert ses, o kadar da şanslı olmadığımızı hissettirmeye başlamıştı.

"Olduğunuz yerde kalın!"

Bu tehditkâr ses karşısında durmak istedim fakat Cihangir elimi bırakmadığı için ikimizde hala koşuyorduk. Cihangir arkasını dönerek elindeki silahı havaya kaldırdı ve bir an bile tereddüt etmeden karşısındaki adama ateşledi. Saniyeler içinde kurşun adamın beynini delip geçerken korkuyla yutkundum. Otoparkın içine girene kadar da her an biri gelebilir diye korkum geçmemişti. Neyse ki sağ salim gelmiş ve ıssız otoparka girmiştik.

İkimizde nefes nefese bir halde yürürken, "Araban nerde?" diye sordum Cihangir'e. Cihangir cevap vermeden gözleriyle etrafı tarıyor, arabayı bulmaya çalışıyordu ki anlık bir duraksamayla gözleri bir yere odaklandı. Endişeyle dikkat kesildiği yere çevirdim gözlerimi. Sadece boş bir park yeri vardı.

"Yok.." diye mırıldandı dehşet içinde bir ifadeyle. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Ne yok?"

"Yok, Dilşah. Araba yok!" Öfkeyle konuştuğunda içim korkuyla kaplandı. "Sikeyim! Birileri bize oyun oynuyor olmalı.."

Burda kapana kısılmıştık sanki. "N-nasıl yok Cihangir?" diye fısıldadım gergin bir şekilde. Gözlerim kana bulanmış beyaz gömleğine ilişti. "Kan kaybediyorsun burdan bir şekilde çıkmamız lazım." Sesim ona bir şey olacağının korkusuyla fısıltı gibi çıkmıştı. "Seni kaybetmek istemiyorum.."

Cihangir cevap vermedi fakat elimi daha sıkı kavrayarak burda olduğunu belli etti. Bir kaç adım atarak arabalara alıcı gözüyle baktığında bende onunla birlikte yürüyordum fakat ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu. Her zamanki gibi ona güvenmeyi seçmiştim. En son adımları siyah bir arabanın yanında durduğunda tereddüt dahi etmeden arabanın camına dirseğiyle vurdu ve cam saniyeler içinde paramparça oldu.

Sanırım biraz olsun ne yapmaya çalıştığını anlamıştım ama hala mantıksızdı. "Arabaya binebiliriz ama anahtar yoksa nasıl çalışacak ki?" diyerek aklımdaki soruyu yönelttim.

Arabanın içine doğru uzanarak bir kaç tuşla kapısını açan Cihangir oldukça ifadesizdi. "Düz kontak yapacağım."

Anlamadım. "O ne demek?"

Açtığı kapıdan sürücü koltuğuna oturarak kapıyı kapattı. "Soru sorma Dilşah." dedi gergince. "Arkaya geç."

Ön koltukta bir çok cam kırığı olduğu için dediğini yaparak arka koltuğa oturdum ve beklemeye başladım. Cihangir bir takım kablolarla anlamadığım bir şeyler yapıyordu. Her seferinde arabanın motorundan sesler geliyor fakat bir türlü tam anlamıyla çalışmıyordu. Bu şekilde saniyeler, hatta nerdeyse dakikalar geçti. Araba çalışmadıkça gerilmeye başlıyordum. Dikkati dağılmasın diye hiç bir şey soramıyordum da.

En sonunda arabadan motorun çalıştığını belirten ses geldiğinde neredeyse sevinçten çığlık atacaktım. Cihangir bir an bile beklemeden gaza bastı ve otoparkın çıkışına doğru ilerledi fakat bu sürede aldığı derin derin nefesler gözümden kaçmamıştı. Ayrıca alnında boncuk boncuk terler birikmişti.

"Cihangir, iyi misin?" diye sordum endişeyle. "İstersen arabayı ben kullanabilirim."

Anında ters bakışlarıyla beni susturdu. "Bu kaosun ortasında sürücü koltuğuna seni oturtacak değilim." Oflayarak geriye yaslandım. Neyse ki hala beni terslebiliyordu ve bu durumunun çokta kötü olmadığını gösterirdi.

Otoparktan çıktığımızda bir kaç metre ileride güvenlik kulübesi ve bariyerler vardı. Normalde kulübedeki adam kim olduğumuzu gördükten sonra bariyerleri açardı fakat şuan burda bizden başka kimse yoktu. Cihangir gazı kökleyerek hızlandı ve son hızla bariyerlere çarptığında bariyerleri aşıp dışarı çıkmıştık. Araç lüks olduğundan sarsıntıyı hissetmemiştim bile. Kısa süre içinde malikaneden hızla uzaklaştık.

Tabii Karsu ve daha bir çok insanı arkamızda bırakarak. Bir yandan çantamdan telefonumu çıkarırken diğer yandan “Cihangir..” diyerek arkadan kafamı uzatıp yarasına bakmaya çalıştım. “Hemen bir hastaneye gitmeliyiz.”

Cihangir'le aynadan bakışlarımız bir anlığına kesişti. O kadar ifadesiz ve soğuk bakıyordu ki buz kestiğimi hissettim. “Öyle yapacağız”

Onun bu ters bakışlarıyla cesaretim kırılırken yerimde geriye yaslandım. Zaten hastane yolunda gidiyorduk. Çıkardığım telefonumdan Karsu'yu arayarak kulağıma yerleştirdim ve endişeyle beklemeye başladım. Telefon üçüncü çalışta açıldı.

“Dilşah! İyi misin?” dedi Karsu telefonu açar açmaz. Heyecanla konuştum.

“Karsu ben iyiyim, dışarı zor da olsa çıkabildik. Sen nasılsın asıl?”

Karsu’nun sesi iyi geliyordu. “Ben de iyiyim balım. Herkes iyi. Şükürler olsun ki yaralanan kimse yok.”

Söylediği cümleyi duyunca rahatlıkla derin bir nefes verdim. Tek yaralanan Cihangir olmalıydı. Bir dakika, tek yaralanan nasıl O olmuştu ki? Başından beri kurşunların hedefi biz bile değildik. Partide, bahçede o kadar insan varken kapıyı açtığımız bir saniyede Cihangir vurulmuş olamazdı.

Anlaşılan hedef en başından beri bizmişiz.

Kafam allak bullak olurken telefondaki Karsu’ya döndüm. “Karsu ben seni sonra arayayım mı?” gözüm arabanın camına takıldı. hastanenin otoparkına giriyorduk “biz hastaneye geldik şimdi.”

“Neden?” dedi Karsu biraz merak, biraz da endişeyle.

“Kurşun Cihangir’in kolunu sıyırdı,” dedim. “Önemli bir şey değil, ben sana sonra haber veririm.”

Karsu kafamın karışık olduğunu anlamış olmalı ki daha fazla üstelemedi ve sonra konuşmak üzere sözleşerek telefonu kapattık. Hem Karsu da o zamana kadar bunu kimin yaptığını öğrenmiş olurdu belki. Bu işin peşini asla bırakmayacağını biliyordum. Evine alenen saldırmışlardı.

Duyduğum kapı sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Cihangir arabayı park etmiş ve aşağı inmişti. Ben de hemen aşağı indim ve Cihangir’in peşinden hızla yürüyerek bir kaç adımda ona yetiştim. Yüzü çok fazla soluk ve ifadesizdi. Ne düşündüğünü kestirmek zordu.

“Cihangir.” diyerek ona aklıma geleni söylemeye karar verdim. “Arabada Karsu’yla konuşurken bana hiç yaralı veya ölü olmadığını söyledi. Sence de biraz garip değil mi? Neden sadece sen vuruldun? Üstelik biz açık alanda bile değildik!” Yüzüme bile bakmadan tepkisizce ilerliyordu. “Ben direkt olarak saldırının hedefinin biz veya sadece sen olduğunu düşünüyorum. Tamam, bir kişi için koca partiyi taramaları biraz uçuk bir fikir kabul ediyorum ama arkamızdan gelen adamı hatırlasana.” Otoparktan çıkıp da boş hastane bahçesinde ilerlediğimizde, rüzgar saçlarımı yüzüme dağıttı. “Sanki sana öfkeli gibi bakıyordu. Aranızda şahsi bir sorun olmuş olmalı. Yoksa-“

“Kes sesini!” Cihangir’in bir anda bana dönerek öfkeyle bağırmasıyla, olduğum yerde donakaldım. Sarı gözleri çakmak çakmak yanarken nerdeyse beni öldürebilecek kadar sinirli ve uzaktı. “Yeter, Dilşah! Kafam zaten karmaşıkken bir de sen çıkma başıma!” İstemsizce dolan gözlerimi kırpıştırdım kendime gelmek istercesine. Ağlamak istemiyordum. Hayır, bir erkek bana bağırdı diye ağlayamazdım ama kalbimde bir yerler kırılmıştı sanki.

Cihangir dolan gözlerimi gördü fakat umursamayarak ilerledi ve hızlı adımlarla hastaneye girdi. Beni burda tek başıma bırakmıştı. O, sanki artık tanıdığım Cihangir değildi ve bir anda tamamen farklı birine dönüşmüştü.

Gözümden bir damla yaş akarak yanağımdan aşağı yuvarlandı. Kalbimden kopan parçaların sayısı bir hayli fazlaydı ve toplamak zor olacaktı. Hüzün ve en çok da pişmanlıkla derin bir iç çektim.

Onunla saatler önce yaşadığım şey için ölesiye pişmandım. Yanlış adama güven duymuştum. Oysaki ben ona tüm içtem duygularımla güvenmiştim. O ise anlaşılan beni sadece ihtiyacını gidermek için kullanmış.

Kendimi aptal bir fahişe gibi, çok boktan hissediyordum.

“Dilşah, kızım?” Amcamın sesini duymamla aceleyle gözyaşlarımı silerek, şaşkınlıkla arkamı döndüm. Onun burda ne işi vardı? Nerden haberi olmuştu ki? Arkasından gelen kişiyi gördüğümde ise şaşkınlığım boyut atladı. Bu, Cihangir’in ormanda dövdüğü adamdı.

“A-amca?” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. “Sana kim söyledi burda olduğumuzu?”

“Birinin söylemesine gerek yok.” dedi amcam kesin bir sesle. “Ben sizi istediğim her an bulurum.” Gözlerim sık sık yanındakı adama kayıp durduğu için ikimizi tanıştırma ihtiyacı hissetti. “Ben de Akgün oğlum ile toplantıdaydım. Haberi duyunca beraber geldik, çok sever o da Cihangir’i. Beraber büyüdü sayılırlar.”

Yaa amca sorma, ne çok severler birbirlerini. Ben göz devirmemek için kendimi zor tutarken Akgün pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Hiç bir şey olmamış gibi bana elini uzattı. “Dilşah’dı, değil mi?”

Amcam beklentiyle bana bakarken abes kaçmasın diye uzattığı elini sıktım. “Evet, memnun oldum.” dedim suratsız bir tonda.

Akgün elimi nazikçe sıktıktan sonra yavaşça geri çekildi. “Ben de..” kara gözleri, gözlerimi talan ediyordu. Neyse ki amcam ortamı bozarak beni bu tatsız andan kurtardı. “Haydi gidelim de Cihangir’i görelim. Kim bilir ne yaptı yine zibidi..”

Hep beraber hastaneden içeri girdiğimizde Akgün danışanın yanına giderek Cihangir’in kaldığı odanın numarasını öğrendi. Üst katta olduğunu duyunca hızla merdivenlerden çıktık ve koridorda bir kaç denemeden sonra odasını bulduk. Amcam kapıyı bile çalmadan direkt içeri daldığında, bende peşinden ilerledim.

Cihangir amcamı görür görmez şaşkınlıkla yerinde hafifçe toparlandı. “Baba?” Yaa, otuz yaşına da gelsen babanı görünce böyle toparlanıyordun işte. Ona kırgın olduğum için yüzüne bile bakmadan geçip koltuğa otururken, Akgün’ün de benim yanıma oturmasıyla Cihangir’in bakışları bize çevrildi.

“Geçmiş olsun Cihangir,” dedi Akgün sanki aralarında bir sorun yokmuş, hiç olmamış gibi.

Cihangir ona öldürücü bakışlar atarken, “Saol.” dedi sakin bir şekilde. Onların arasındaki bu ilişki bir hayli tuhaftı. Ne olduysa belli ki amcama söylemek istemiyorlardı.

“Evet çocuklar, sizi dinliyorum?” Amcamın sesiyle herkesin bakışları ona dönerken bir tek Cihangir bana bakıyordu. Ona bakmasam da bakışlarını üstümde hissettiğim için hiç rahat değildim.

“Baba, bu konuyu evde konuşsak olur mu?” dedi Cihangir aceleci bir sesle. “Kurşun kolumu hafifçe sıyırıp geçmiş zaten. Burda daha fazla kalmaya gerek yok.”

Amcam bir kaç saniye suskun kaldı fakat hemen ardından mantıklı bulmuş olacak ki kafasını onaylar biçimde salladı. “Akgün, sen çıkış işlemlerini hallet.” dedi direktif verir gibi.

Akgün ayağa kalktı amcamın dediğini yapmak için fakat hemen gitmedi. Bana doğru döndüğünde gülümsüyordu. “Sen de gel istersen Dilşah. Biraz solgun gördüm seni, hava almış olursun.”

Kararsız bir şekilde kara gözlerine bakarken onunla beraber gitmenin saçma olduğunu düşünüyordum. Tam reddedecektim ki Cihangir’in bana olan ters bakışlarını görünce fikrim değişti. İçimi hırs ve inat sardı. “İyi olur.” dedim ayağa kalkarken. “Hadi gidelim.” Yüzüme samimi bir gülücük kondururken bu hallerimin Cihangir’i deli ettiğine emindim fakat artık onunla ilgili hiçbir şey umrumda değildi.

Biz odadan çıkana kadar Cihangir bize öldürücü bakışlar atmaya devam ederken, kapının kapanmasıyla nihayet derin bir nefes aldım. Gerçekten hava almaya ihtiyacım olduğu için Akgün’ü umursamadan çıkışa doğru yürüdüm.

Arkamdan, “Çıkış işlemlerini halledin.” dedi Akgün kapıdaki adamlardan birine ve bir kaç saniye içinde yanımda belirerek benimle beraber yürümeye başladı. Ona en ters bakışlarımdan birini yolladım. “Amacın benimle konuşmaktı aslında, değil mi?”

Çapkın bir edayla sırıttı. “Çok mu belli ediyorum?”

“Fazlasıyla,” dedim. “Umarım beni rahatsız etmenin önemli bir nedeni vardır.”

Çıkış kapısından çıkarken Akgün beni ilerideki banklardan birine doğru yönlendirdi. “Seni rahatsız ediyorsam özür dilerim.” diyordu bir yandan da. “Tek amacım beni doğru tanımandı çünkü ormandaki karşılaşmamızda eminim ki çok yanlış tanıdın.”

Banka oturarak bacak bacak üstüne attım. “Aranızda ne geçtiğini bilmediğim için bir şey söylemek zor,” dedim. Bu sözlerim içtendi. “Ama evet, sana karşı çok pozitif düşüncelerim olmadı.”

Sözlerim karşısında şaşkındı. “Cihangir sana bir şey anlatmadı mı?”

O hayvanın adını duymak bile beni sinirlendirdiği için omuz silktim. “Hayır, anlatmadı. Eğer istersen olayları senden dinlemek isterim.”

Derin bir nefes alarak kara gözlerini gözlerime dikti. “Önceden onunla çok iyi arkadaştık. Can dostu derler ya hani, işte öyle. Mükemmel bir bağımız vardı.”

“Eee,sonra?” dedim sabırsızca.

“Sonra… Cihangir benim sevdiğim kadınla bir ilişkiye başladı.”

“Ne!” diye bağırdım şaşkınlıkla. Şok içinde olduğumdan sesim biraz yüksek çıkmıştı. Öylece Akgün’ün yüzüne bakarken o sanki bu konuyu çoktan kendi içinde halletmiş gibi rahattı.

“Cihangir gerçekten bunu yaptı mı?” diye sordum. Hala inanamıyordum. Böyle bir şeyi en yakınına yapmış olamazdı. Öyle biri değildi.

“Yaptı.” dediğinde kendinden çok emindi. “O yüzden ondan intikam alacağımı düşünüyor ve kendi sevdiği kadını benden uzak tutuyor. Oysa ki ben onun kadar alçak değilim, bunu unutmuş olmalı.”

Kendi sevdiği kadını mı? Cihangir’in sevdiği biri mi vardı?

Üstelik biz daha saatler öncesinde birlikteyken..

Kendimi artık gerçekten kullanılmış bir fahişe gibi hissediyordum. Öyle ki gözyaşlarım dışarı çıkmak için direniyorlardı.

“Kim?” diye sordum Akgün’e. “Kim bu kadın? Tanıyor muyum?”

“Hayır.” dedi rahat bir şekilde. “Tanımıyorsun, İtalya’ya taşındı. Artık orda yaşıyor”

“Hatta, bazen Cihangir onu görmek için İtalya’ya gidiyor. Kadın onu sevmiyor ama o, kafasında onu takıntı haline getirdi.”

“Sana tavsiyem Dilşah, ondan uzak durman. Cihangir’in kalbi dolu ve yanında kaldığın sürece sadece maşa olursun.”

Bölüm : 05.01.2025 04:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...