
Cihangir'in kalbi dolu ve yanında kaldığın sürece sadece maşa olursun..
Bu sözler günlerdir aklımda dönüp duruyor, beni gitgide deli ediyordu. Kimsenin maşası olacak kadar salak bir kız değildim fakat Cihangir'in beni kullandığını da inkar edemeyecektim. Evet, bu itiraf ne kadar zoruma gitse de Cihangir beni kullanmıştı. Bir yanım buna inanmak istemese de yaptığı hareketler de bunu doğrular nitelikteydi.
Hastaneden çıkalı kaç gün olmuştu? İki? Üç? Dört? Sanırım altıydı. Cihangir bu süre boyunca bir kez olsun yüzüme bakmamış, her seferinde varlığımı görmezden gelmişti. Aslında ilk söylediğinde Akgün'ün sözlerine pek kulak asmamıştım fakat artık doğru söylediğine emindim. Her erkeğin yaptığı gibi anlaşılan Cihangir de sadece ihtiyacı olan anlarda kızlara hayatının aşkıymış gibi davranan aşağılık bir piçin tekiydi.
Aciz gözlerle aynadan kendime bakarken öfkeli bir şekilde elimdeki allık fırçasını banyo aynasına fırlattım. Nasıl kanmıştım onun beni arzulayan bakışlarına? Nasıl?! Ben bu kadar aptal olamazdım.
"Sen tam bir şerefsizsin Cihangir!" diye soludum aynaya doğru, kızgınlıkla. "İçkinin etkisiyle sana kendimi teslim ettiğime inanamıyorum!"
Evet inanamıyordum. Ömrümün sonuna kadar da inanamamaya devam edecektim. Söylene söylene yere düşen allık fırçamı elime alarak arkamı döndüğümde, başım saniyelik sert bir gövdeye çarptı. Kafamı kaldırarak şaşkınlıkla çarptığım kişiye bakarken gördüğüm yüzle bakışlarım sorgulayıcı bir hal aldı.
"Akgün?" dedim anlamsızca onu süzerken. "Senin odamda ne işin var?"
Rahat bir şekilde bir kolunu kapının girişine yaslarken, "İhtiyar kurtlar bir toplantı düzenlemiş sanırım." dedi. "Hepimizi salona bekliyorlar. Ben de seni çağırmaya geldim."
Kaşlarım çatıldı. "İhtiyar kurtlar kim oluyor?"
Serseri bir şekilde güldü. "Babam ve Galip amca işte. Eski dosttur onlar."
Kafamı sallayarak anladığımı belirttiğimde, kolunun altından geçerek odaya girdim ve makyaj masama ilerledim. "Tamam git sen, üstümü değiştirip gelirim." Üstümde hala şortlu pijama takımım varken salona inemezdim. Tam elimdeki fırçayı masaya bırakacaktım ki Akgün'ün söylediği sözler olduğum yerde duraklamama sebep oldu.
"Sen tam bir şerefsizsin Cihangir!" dedi sesini biraz incelterek, benim taklidimi yaparken. "İçkinin etkisiyle sana kendimi teslim ettiğime inanamıyorum!"
Hızla arkamı dönerken öfkeli bakışlarımın hedefinde o vardı. "Ne zamandır odamdasın?!" diye çıkıştım sözlerimi duymasının verdiği gerginlikle. Bu hiç iyi olmamıştı. Alaylı bir şekilde sırıtarak, "Cihangir'le seviştiğini bilecek kadar." dediğinde ise şartellerim attı ve elimdeki fırçayı bu sefer de onun üstüne fırlattım.
"Kes sesini salak herif! Öyle bir şey olmadı!!" diye bağırdığımda gülerek eğildi ve fırçanın ona gelmesini engelledi. Bir yandan da hala bana laf yetiştirmeye çalışıyordu.
"Duydum Dilşah hala neyi inkar etmeye çalışıyorsun? Hem sevişmek utanılacak bir şey değil ki. Doğal bir ihtiyaç." Sinirden olduğum yerde tepinirken o bir kaç saniye boyunca sanki bir şeyler düşünüyormuşçasına durdu. "Tabii Cihangir yanlış bir seçim olmuş ama olsun. Bir dahaki sefere beni tercih edebilirsin." Bu noktada durarak yeniden pişkin ifadesine büründü. "Hem benim kalbim de boş. Bir kere şans versen seni yarı yolda bırakmaz, kadınım yaparım."
Alaycı sözleri beni öfkeden kudurturken nerdeyse ayaklarımı yere vura vura onun yanına gittim ve kolundan tutarak kapıya doğru sertçe çekiştirdim. "Defol git odamdan yoksa çığlık atacağım!" dedim ufak bir tehditle. Çekiştirmemle yerinden asla oynamazken yüzündeki o sinir bozucu ifadeyi asla bozmadı. Beni kızdırmaktan zevk mi alıyordu?
"Biraz rahat olsana." dedi geniş geniş. Bakışları pür dikkat yanında olan beni süzerken, "niye bu kadar sinirlendin anlamadım." diye mırıldandı.
Kara gözleri her yerimde gezinirken sözlerini umursamayarak, "Eben!" diye yükseldim. "Eben, Akgün tamam mı? Ebene sinirlendim!" Tekrar gülmeye başladığında koluna minik bir şamar çakarak ite kaka kapıya doğru sürükledim onu. Bu sefer bana zorluk çıkarmadan ilerlerken hala konuşuyordu.
"Tamam sakin ol dişi aslan, yemeyeceğiz odanı." dediğinde kapıyı açarak onu dışarı çıkardım. O odanın dışında, ben içindeyken saniyelik bir göz göze geldik. "Teklifimi yine de düşünmeni öneririm." diyerek alay etmeye devam ettiğinde ise öfkeyle kapıyı yüzüne çarptım. Sakinleşmek için derin derin nefesler almaya başladım.
Amcam ne diye bu densizi odama gönderdiyse!
Bir süre kapının arkasına yaslanarak sakinleştikten sonra odanın ortasına doğru yürüdüm ve dolabımı açtım. Onlarca kıyafetin arasından yazlık, askılı bir elbise seçerken hızlıca üstümdekileri çıkartarak onu giydim. Kalçamın altında biten, rengarenk çiçeklerle bezenmiş bir elbiseydi. Amcamları zaten çok beklettiğim için bir an önce aşağı inmek isteyerek aceleyle giyinmiştim fakat bir sorun vardı. Elbisenin fermuarını bir türlü çekemiyordum.
Bir elim arkadaki fermuardayken çekmeye çalışarak kendi etrafımda tam tur döndüm. Yüzüm pencereye dönükken odanın kapısının açılma sesi doldu kulaklarıma. Akgün olabileceği düşüncesi sinirlerimi zıplatırken arkamı dönmeden seslendim.
“Akgün eğer yine dalga geçmeye geldiysen, beni uğraştırmadan defol!”
Herhangi bir yanıt gelmedi. Önce bana doğru gelen bir kaç adım sesi duydum. Hemen sonra ise arkamda birinin varlığını hissettim. İri bir el sırtımdaki fermuarı kavradığında, burnuma dolan tanıdık kokuyla afalladım. Kalakaldım bir kaç saniye.
“Akgün mü dedin sen, az önce?” dedi Cihangir kıskançlığını sezebileceğim bir sesle. Fermuarımı zorlanmadan çekerken ne hissedeceğimi şaşırmış durumdaydım. Yutkundum sertçe. Hazırlıksız yakalanmıştım fakat çabuk toparlandım. Topuklu ayakkabılarımın üstünde dönerek ona döndüğümde, burun buruna geldik.
“Senin ne işin var burda?” dedim sert bir sesle, sorusuna cevap vermeden. Sarı gözleri üstümde dolaşırken heyecanlanmamak çok zordu fakat yine de başardım. Ona olan kırgınlığım baskın geliyordu.
“Akgün senin odanda mıydı?” dedi beni duymamış gibi. Gözlerinde öfke parıltıları yanıp sönerken tek ilgilendiği şey buymuş gibi bakıyordu. Hala ne hissettiğim hiç umrunda değildi, değil mi?
Ona olan öfkem ve içimdeki burukluk birleştiğinde, sertçe göğsünden ittirerek uzaklaştırdım kendimden. “Sanane bundan?” dedim bağırmadan ama yüksek bir ses tonuyla. “Bir hafta sonra ilk defa yüzüme bakıyorsun ve ilk sorduğun şey bu mu? Kıskançlık mı yapacaksın?” Ne kadar gizlemeye çalışsam da kırgınlığımı saklayamıyordum. Omuzlarım düştü sarı gözlerine bakarken. “Bir haftadır nerdeydin, Cihangir?”
Cevap vermedi. Veremedi. “Hiç yüzüme bakmadın.” derken gözlerim çok hızlı doldu. “Ne hissettiğimi hiç umursamadın.” Hayır ağlamamalıydım. Şu an duygusallığın sırası değildi.
Allah seni alsın, e mi Cihangir! Adi köpek!
“Dilşah..” dediğinde pişmandı. Bunu çok net görebiliyordum. İnşallah pişmanlığından kavrulur da belki biraz olsun beni ne duruma düşürdüğünü anlardı. “Ben-“
Sözünü keserek bağırdım. “Evet sen!” Hızla ona doğru bir adım atarak bir kez daha ittirdim. “Sen tam bir şerefsizsin!” Yok, öfkem bir türlü dinmek bilmiyordu. “Hayatımda gördüğüm en aşağılık adamsın!”
Yüzündeki pişmanlık silinirken ukala bir gülüş kondu dudaklarına. Öfkeleniyordu. “Kim peki şerefsiz olmayan, Akgün mü?” dedi gergince. Onunla konuşuyor olmam bile Cihangir’i deli ediyordu değil mi? “Yanlış kişiye inanıyorsun!” dedi pişman olacaksın dercesine. “O piç sana ne anlattı bilmiyorum ama aklını karıştırdığına eminim.”
Bu noktada bir kaç saniye duraksadım ama hemen sonra bir haftadır bana açıklama yapmak için hiç bir çaba sarf etmediği aklıma gelince tekrar öfkelendim. Eğer yanlış kişiye inanmamı istemiyorsa bana olayı kendisi anlatmalıydı.
“Kimin bana ne söylediği seni alakadar etmez.” dedim ters bir şekilde. Onun yanına doğru bir adım atarken bedenimin yönü kapıydı. Göz ucuyla baktım ona. “Bir daha karşıma çıkma sakın Cihangir!” Bir cevap vermesini beklemeden yanından geçtim ve kapıyı açarak dışarı çıktım. Her adımımı öfkeyle atarak yürürken, “salak!” diye söyleniyordum bir yandan da. “Neden karşıma çıktıysa sanki!”
İki dakika da tüm dengemi alt üst etmiş, ayarlarımı bozmuştu. Bir süre ne onu ne de Akgün’ü görmek istemiyordum fakat salona girince bu dileğimin yersiz olduğunu anladım. Amcam, onun babası olduğunu tahmin ettiğim adam ve Akgün oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Beni görünce hepsi susarak bakışlarını bana çevirdi.
Yalandan bir gülücük yapıştırdım yüzüme, ayıp olmasın diye. Amcam derin bir tebessümle bana bakarken koltukta oturan kır saçlı adamı işaret etti. “Dilşah, Sinan amcanın elini öp kızım.”
Pıtı pıtı yürüyerek efendi kız pozlarında eğildim ve Sinan amcanın elini öptüm. “Hoşgeldiniz..”
Geri çekildiğimde Sinan amca bana içten bir şekilde gülümsüyordu. “Saol, varol kızım.” dediğinde samimi bir gülüş gönderdim. Akgün alttan alttan sinir bozucu bir şekilde sırıtırken ona aldırmadan ilerledim ve koltuğa yerleştim. Sinan amca bir türlü gözlerini üstümden çekmiyordu.
“Maşallah.” dedi en sonunda amcama bakarak. “Ne güzel büyümüş Dilşah böyle. Cihangir’le de kardeş değiller ama çok benziyorlar.”
Ama yuh be Sinan amca! Beni o pezevenkle nasıl aynı kefeye koyabildin? Aşk olsundu yani gerçekten. Dertli bir şekilde yandaki masanın üzerinde duran bir bardak suyu aldım ve küçük bir yudum içtim.
Amcam gülüyordu o sırada Sinan amcanın dediklerine. “Öyledirler. Öz olmasa da abi kardeş gibi büyüdü onlar.”
Amcamın sözleriyle içtiğim su boğazımda kalırken şiddetli bir şekilde öksürmeye başladım. Amca sana da teessüf ederim. Tamam hep yakındık ama hiç kardeş gibi değildik.
Sanırım amcamın gözünde öyleydik. Acaba aramızda geçenleri duysa ne yapardı? Kesin kalbine inerdi adamın. Belki de ikimizin de kafasına bir kurşun sıkar ve namusunu temizlerdi. Umarım bu yaşanırdı da Cihangir ölmez, felç kalırdı. Artık çapkınlık yapamayacağını bilerek bende rahat rahat ölürdüm.
Beni düşüncelerimden sıyıran ses amcam oldu. “Aslında.” dedi Akgün ve ikimize bakarken. Cihangir hala gelmemişti. “Bugün ikinizi de buraya çağırmamın bir sebebi var.”
Akgün ilk defa ciddi bir yüz ifadesi kuşanmış, amcama bakıyordu. “Nedir Galip amca?” Bana döndü kara gözleri sorarcasına. Bir şey bilmiyorum der gibi omuz silktim.
Amcam derin bir nefes alarak söze girdi. “Biliyorsunuz ki Dilşah ve Cihangir bir saldırıya uğradı. Oğlum yaralandı, kızımsa az daha ölebilirdi.” O uğursuz geceyi hatırlayınca vücudumdan tedirgin bir ürperme geçti. Eğer Cihangir’i zorla o partiye getirmemiş olsaydım gerçekten ölebilirdim çünkü kendimi savunmayı bilmiyordum. İşimin bitmesi çok kolay olurdu.
Üstelik kötü olan ise, yapanların kim olduğunun hala bulunamamış olmasıydı.
Amcama döndüm tekrar bu konu nereye varacak diye. Açıkçası bir anda böyle bir şey söylemesini beklemiyordum. “Cihangir kendini koruyabilir.” dedi amcam bana bakarak. “Ama sen kızım, sen kendini koruyabilecek güce sahip değilsin.”
“Evet.” dedim utana sıkıla. Silahı görmek bile korkuturdu beni. Öyle bir duruma tek başıma yakalanırsam çök, kapan, tutun yapardım herhalde.
“İşte bu yüzden..” dedi amcam. Bakışları Akgün ve benim aramda gidip geliyordu. “Seni koruyabilecek güçte olan biriyle evlenmeni istiyorum.” Ne? Evlenmek mi? “Akgün’le evlenmeni istiyorum.”
Şaşkınlıktan nerdeyse küçük dilimi yutacakken Akgün’le bakışlarımız kesişti. O da en az benim kadar şaşkındı.
“Eğer Akgün’ün karısı olarak anılırsan,” dedi bu sefer Sinan amca. “Hem güçlü bir ismin kızı, hem de başka güçlü bir ismin karısı olman seni dokunulmaz yapacak.”
Dudaklarım şaşkınlıkla bir parça açıkken, ne diyeceğimi bilemiyordum. Akgün gerçekten de her kızın isteyebileceği yakışıklı, zengin, esprili ve hoş bir adamdı. Onunla evlenirsem bu zaten anlaşmalı bir evlilik olacağı için hiç zorlanmayacaktım fakat hayır, evlilik bana çok uzak bir kavramdı.
“Amca..” diye mırıldandım. Kafam çok karışıktı. “Benim aklımda evlilik diye bir düşünce yok. Hiç olmadı.”
Amcam gözlerimin içine anlayışla baktı. “Biliyorum kızım ama seni korumak için bunu yapmak zorundayım. Hem gerçek bir evlilik olmayacak bu, isminin Dilşah Başar olarak anılması yeterli.”
Durdum. Bir kaç saniye kafamı toparlamaya çalıştım. Kulağa o kadar da kötü gelmiyor gibiydi ama ya mutsuz olursam?
“Akgün, sen ne diyorsun oğlum?” dedi amcam. Sözleriyle bakışlarım hemen Akgün’ü buldu. Açıkçası onun ne düşündüğünü merak ediyordum.
Akgün bir süre sessiz kaldıktan sonra önce kendi babasına baktı, sonra ise amcama. “Siz nasıl uygun görüyorsanız..” dedi nazlı gelinler gibi. Eğer hayatım söz konusu olmasaydı bu tavrı beni güldürebilirdi fakat şu an sadece geriliyordum. Akgün’ün cevabıyla bakışlar yeniden bana döndü.
“Dilşah, sen ne diyorsun kızım?” dedi Sinan amca. Evet, ben ne diyordum? Ne demem gerekiyordu? Stresle parmaklarımla oynarken çok fazla gerilmiştim. Bir yanda can güvenliğim, diğer yanda hapsolacağım bir evlilik hayatı vardı. Hangisini seçmeliydim?
Keşke o Allah’ın belası Cihangir de burda olsaydı. O zaman onum vereceği tepkilere göre kararımı daha hızlı verebilirdim.
Sanırım can güvenliğimi seçecektim.
“Ben..” diye mırıldandım. Bir anlık tereddüt ettim fakat ölmek istemiyordum. “Ben, tamam diyorum.” dedim bir çırpıda.
Hem, evlilik hayatı belki de o kadar da kötü değildir ha?
Eveeeet. Hepinize bölüm sonundan merhabalar. Öncelikle bölümü nasıl buldunuz? Bu bölümde neler olmasını isterdiniz?
İkinci olarak sizce Dilşah kimi seçmeli? Akgün mü? Cihangir mi? Lütfen okuyan herkes burayı cevaplasın ki bende ona göre şekillendireyim hikayeyi.
Son olarak okuduğunuz için hepinize çok çok teşekkürler. Yıldızı parlatmayı unutmayınn. Bir daha ki bölümde görüşmek dileğiyle aşklarım ❤️🔥 seviliyorsunuz <333
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |