28. Bölüm
𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃 / ATEŞ VE BARUT / Barlas Kara

Barlas Kara

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

 

Merhaba, nasılsınız?

Bu bölümde Barlas'ın hikayesinin birazını öğreneceğiz. Ama devamı gelecek.

Bir sürü karkterimizin hikayesini de öğreneceğiz. İleriki bölümlerde tabii ki.

Her neyse oy ve yorum vermeyi sakın unutmayın.

Yorumlarınızla kendimi geliştiriyorum, oylarınızla da büyüyoruz.

Oy ve yorum yalan herkese teşekkür ederim.

Sevgiyle kalın💕

(Barlas'ın modeli görsel)

 

 

"Bekleyen her şey bir gün solar ve ölür. Bu bir papatya da olabilir veyahut bir umutta"

 

...

Barlas Kara.

Hastaneler, duaya muhtaç insanların olduğu, huzursuzluk ve acı kokan ve insanların yaşam ve ölüm arasında olduğu bir binadır ama aynı yerde birilerinin umutları doğuyor evlerine yeni bir güneş ışığı doğuyordu ve birilerinin de umutları bitiyor ve acının kollarında boğuluyorlardı. Her gün biri doğarken bir diğeri hayatını kaybediyor... Bunların hepsi yine aynı hastane, aynı doktorlar şahit oluyor. Benim de hayatımın temel maddesi hastane ve cezaevi. İstemediğimiz şeyler olur hayatta. Ve bazen de öyle bir umut ışığı doğar ki kalbinizin orta yerine hayatınızın renkleri geri gelmiş gibi hissedersiniz, bazen de bir is bulutu gibi çöker tüm dertleriniz, acılarınız kalbinizin orta yerine kök salar. Kökü koparamadıkça daha da büyür ve gelişir.

Hayat da inişler ve çıkışlar vardır. Bir pamuk ipliğine bağlı derler hayatımıza, gerçekten de öyle.

Bir anda o ip kopar ve bam... Bir varmış bir yokmuş masallarına benzer hayattaki varlığımız.

Benimde bu hayatım hastane ve cezaevinde bir o yana bir bu yana dolaşmak ile geçti ve geçiyor da.

Babam, annemin en sevdiği çikolatalı pastayı almak için para biriktiriyordu. Annem, çok hastaydı ben doğduğumdan beri hep hastanedeydi. Babam, onun mutlu olması için her zaman her şeyi yapardı. Annem onun çocukluk aşkıymış, öyle diyordu babam.

Babam, anneme doğum gününde pasta almak için gittiği pastanede bir kadını öldürmek üzere olan bir adamı görmüş. Yanlarına gitmeye tereddüt ettiği için biraz beklemiş. Küçük bir tartışmanın sonunda kadın adamın elindeki silahı zorla da olsa almış ve adama art arda ateş etmiş. Sonra da korkarak silahı bırakıp ben ne yaptım diye kendi kendine kızmaya başlamış. Oysa ki adamı vurmasaydı adam onu vurmakta hiç tereddüt etmeyecekti. Orada tesadüfen bulunan babam ise polis sirenlerini duyunca kadının yanına gitmiş. Giderken pastayı da düşürmüş. Onu bekleyen anneme artık hiç pasta götüremeyeceğini nereden bilebilirdi ki...

Kadına, "hanımefendi tamam korkmayın, sakin olun. Bana bırakın ve hemen kaçın buradan!" demiş. Kadın biraz tereddüt etmiş ama daha sonra koşarak kaçmış. Kadının hamile olduğunu söylemişti babam, inşaallah iyidir şimdi.

Polisler geldiğinde onu görünce tutuklayıp emniyete götürmüşler. Babamın suçu üstüne alması ile 25 yıl hapis cezasına tutulmuştu.

Oysa ki babam bana 25 gün demişti. Beni bekle, merak etme, demişti!

Annem bunu öğrendiğinde çok kötü oldu. Hastalığının daha da ilerlemesinin sebebi buydu.

Ben mi? Ben... Hastane ve cezaevi arasında mekik dokuyordum. Diğer zamanlarda da çalışmak için bir sürü işte çalışıyordum. Çok zordu ama başarıyordum da bunları yaşarken tam olarak on yaşında çocuktum. İlk ve orta okuldan sonra okula gitmedim. Pişmanlığını yaşadım ama şartlar bu şekildeydi ve başka çarem de yoktu.

Ama daha sonra açıktan tamamladım.

Babam cezaevine girdiğinde on yaşındaydım.

Babama giyecek kıyafet götürmek için cezaevine gitmiştim. Burası eskisen filmlerde görünce babamın ekranı kapattığı şimdiler de ise istemesem de görmek zorunda kaldığım bir yerdi. Polisler vardı. Daha sonra mesleklerini yeni öğrendiğim gardiyanlar.

"Baba, sana bir sürü kıyafet getirdim. Hepsi de yeni!" Dedim sevinçle. Babamın gözleri doldu. Kahverengi gözleri yaşlı ve yorgundu. Sık sık öksürüyordu. Sanırım hastaydı.

"Canım oğlum, sana ne kadar teşekkür etsem azdır. En büyük şükür kaynağım sen ve annen iyi ki varsınız."

"Baba ne zaman geleceksin? Annem seni çok özlüyor, ne olur gel artık."

"Geleceğim oğlum ama ben gelene kadar annen sana emanet. Tamam mı?" Diye sordu. Annemi korurdum. Başımı salladım hızla.

"Tamam, baba merak etme annem güvende sen de kendine dikkat et."

"Görüşme bitmiştir!" Sesini duyduğumda son kez babama bakıp gittim. Annemin kaldığı hastaneye gitmeden anneme çiçek almak için karakolun yanındaki papatya çiçeklerini fark ettim. O kadar güzel görünüyordu ki ve annemin en sevdiği çiçekler onlar nasıl sevmezdim?

Tam çiçekleri toplayacakken orta yaşlı hüzünlü gözlerle bakan bir amca yanıma gelip dizi çökerek bana baktı.

"Sence de çiçekler yerinde daha güzel değil mi?"

"Evet ama annem onları çok seviyor izin verin biraz alayım. Param yok çiçek alacak kadar amca."

Asker amca biraz yüzüme baktı. "Aç mısın? Annen ile baban nerede?" Diye sordu.

"Annem, hastanede babam da cezaevinde ama gelecek, yani umarım," dedim aşağı doğru bakarak.

"Anladım, gel sana içerde yemek ısmarlayayım ha ne desin?" Dedi. Güvenemedim bir anlık.

"Yok aç değilim zaten sağolun," dedim.

"Olur mu öyle ısrar ediyorum delikanlı." Derken arkadan bir kızın sesini duydum. Kafamı o yöne çevirdim. Kırmızı saçları, saçları biraz dağınıktı. Mavi gözleri olan bir kız görmüştüm. Bağırarak bu tarafa doğru koşuyordu.

"Mehmet amca! Mehmet amca!"

"Kıvılcım buradayım!" Dedi yanıma gelen polis ama sanırım adı Mehmet'ti.

Saçı başı dağılmış ama yine de hayata umutlu gözlerle bakan bir kız gördüm. Saçları tüm kızıllığı ile karşımdaydı. Gözleri ise gökyüzü kadar mavi, deniz kadar hüzünlüydü. Elinde papatya buketi ile buraya doğru geliyordu.

"Kıvılcım ne oldu?" Diye sordu Mehmet amca

Biraz soluklandı. "Az önce biri bana papatya çiçeğini verdi. Bak ne kadar güzel değil mi?" Dedi elindekileri göstererek.

"Kim verdi Kıvılcım?" Dedi kaşları çatık bir şekilde Mehmet amca dediği adam..

"Tanımıyorum. Ama çok güzel değil mi?" Diye sordu tekrar. Beni hâlâ fark etmemişti.

"Evet çok güzel canım. Bak burada kim var?"

"Kim var?" Diye sordu ve sonunda beni fark etti.

"Adın neydi?" Diye sordu, Mehmet amca bana.

"Barlas ben," dedim gülümseyerek.

"Ben de Mehmet Emin. Bu güzel kız da Kıvılcım," dedi Mehmet amca.

"Tanıştığıma memnun oldum," dedim Kıvılcım'a dönerek.

"Bende," dedi Kıvılcım.

"Kıvılcım elindeki çiçekleri Barlas'a vermek ister misin?" Diye sordu. Kıvılcım bir ona bir bana ve en sonunda çiçeklere baktı. Yüzü düşt. Vermek istemedi sanırım. "Neden ki? Erkekler çiçek sevmez demişti babam," dedi hüzünlü gözlerle.

"Neden sevmesin erkekler de çiçek sevebilir?"

"Babam sevmez dedi!"

"Ama ben seviyorum." Annem seviyordu.

"Bende vermek istemiyorum."

İkimizin arasında gerginlik oluşunca Mehmet Amca olaya el attı.

"Çocuklar, tamam! Kıvılcım, ben sana papatya alırım istersen ama bu çiçekleri ona hediye ver. Hem sen hediye vermeyi çok seversin."

Kıvılcım başını salladı istemese de.

"Tamam, peki o zaman al."

"Hayır, istemiyorum, sen madem bu kadar sevdin bu çiçekleri benim almaya gönlüm razı olmaz."

"Size iyi günler," diyerek arkamı döndüm. Sırtımdaki bakışlar ile hastanenin yolunu tuttum.

En sevdiği şeyi elinden almak istemezdim. Buna hakkım yoktu.

Her zamanki gibi bir şekilde papatya çiçeğini bulmuştum. Anneme bu çiçekleri götürmezsem beni görüp duymasa bile üzülürdü eminim.

Annem komadaydı ben onun yanına gider yanında sabahlar sonra sabah aynı döngü ile ise giderdim.

Annem, babam cezaevine girmeden önce sadece burda yatıyordu ama beni duyuyor görüyor, şakalaşıyordu. Şimdi hiçbirini yapamıyor.

Yine de onun beni hissettiğini, duyduğunu hatta gördüğünü farz ediyordum.

Sabah rahatsız, sandalyede homurdanarak uyanmıştım.

Biraz üşümüştum yalan yok.

Bu yüzden hızlıca hırkamı ve siyah sweatshirtümü giydim. Annemi son kez kontrol edip çıktım.

Durumu yıllar geçmesine rağmen aynıydı ama para konusunda sıkıntı çekiyordum.

Çünkü annem ile babamın sigortası buraya ancak bir kaç ay daha yeterdi daha sonra ne olacaktı meçhul...

Artık bitkisel hayatta gibiydi ve ben uyanmama ihtimalinden çok fazla korkuyordum.

Bunları düşünürken yolu yarılamıştım bile bir dönerci de çalışıyordum. Yani şimdilik bir kaç gün sonra da bir restaurantta garsonluk yaparak vardiyalı çalışmayı düşünüyorum.

"Selamün aleyküm Mesut usta!"

"Aleykümselam Barlas'ım nasılsın bugün?"

"İyiyim sen nasılsın bugün?" dedim ama iyi değildim.

"İyiyim. Hadi al şu önlüğü de bismillah diyelim."

Daha etleri yeni döner için hazırlıyordu.

Önce masaları temizledim sonra etraf hoş koksun diye bir koku sıktım. Daha sonra rutin işlerime koyuldum. Parfümlere zaafım vardı. Parfümsüz asla dışarı çıkamazdım bu benim için çok önemliydi.

***

Bugün bayağı bir yorulmuştum. Hafta ortasında burası çok dolu olurdu. Öğle aralarında öğrenciler, akşama yakında işimden çıkanlar gelirdi. Burada sadece döner yada dürüm yapmıyorduk. Ev yemekleri ve bazen de köfte ekmek yapıyorduk. Tatlıcı almak da istiyordu Mesut usta ama bulmakta çok sıkıntı çekiyordu.

En çok koyan da öğrencileri görmekti benim için. Onlar ders çıkışları yorgun argın gelirlerdi ama mutlulardı. Arkadaşları vardı ve çalışmak zorunda değillerdi.

Anneleri ve babaları ile gelen küçük çocuklar vardı. Bazıları da bütün aileyi toplayarak geliyordu sohbet ediyor şen kahkahalar atıyordular.

Bense bunları uzaktan gözlerim dolu dolu izliyor, sahip olmadığım her şey için göz yaşı döküyordum.

Benim gibiler hep hor görülür ve dışlanırdı. Aynı zamanda yalnızdı.

Akrabalarımdan hiçbiri bize yardımcı olmadi.

Babam onların her işine koşarken onlar yüzümüze bile bakmadılar, yokmuşuz gibi davrandılar.

Sandalyeleri ters çevirip masanın üstüne koyduktan sonra önlüğümü bırakıp herkese iyi akşamlar dileyip yine hastanenin yolunu tuttum.

Sokakta iki grup tartışıyor, birbirlerine ağzına alınmayacak küfürler ediyordu. Hayatım boyunca bir kere bile babamı küfür ederken görmedim. Bende küfür etmezdim. Aileden gelen bir şey olduğunu düşünüyordum. Ama bazıları karakter anlamında da böyleydi.

Ben araya giremezdim sonuçta bu durum beni aşıyordu hem aralarına girsem beni çiğ çiğ yiyecek kadar çok kişi vardı orada.

Bende onlara görünmemek için kapüşonumu kafama çekip ilerleyecekken bir kız sesi duydum. Erkeklerin sesinden daha baskın çıkan bir sesti.

Daha dikkatli bakmak için biraz daha yaklaşıp onları dinlemeye başladım hiç yabancı gelmiyordu bu ses nedense.

"Bana bakın bir daha bana veya arkadaşlarıma yan gözle bakarsanız kendinizi öldü bilin!"

"Allah Allah sen mi bizi dövecekmişsin? Kızım ayağını denk al istiyorsan asabımızı bozma!"

Ardında bir küfür sesi daha duydum. Yine bir erkek sesiydi.

Kafamı kaldırıp duvarın arkasından baktığımda geçen gün gördüğüm kız

-Kıvılcım'dı diye hatırlıyorum- ve yanında birkaç kız ile erkeklerin önünde korkusuzca dikiliyordu. Bu erkek grubunu tanıyordum her akşam burada takılır mahalleliyi rahatsız ederlerdi.

"Bak adın ne senin? Küçücük boyun var diyeceğim benim kadar boyun var."

"Adımdan sana ne lan! Çekil yolumuzdan diyorum sana gerizekalı!"

"Tamam ama bir şartımız var."

"Söyle?"

İnşallah pis işlerine bulaştırmazlar onları.

Genç çocuk, Kıvılcım'ın karşısına dikildi ve pişkin bir surat ifadesi ile baktı. Kıvılcım ise ona sinirli bir ifade ile bakıyordu, asla korkmuyordu.

"Bize elinizde olan bütün parayı vereceksiniz yani bir nevi geçiş ücreti vereceksiniz!" Bunu yapmazlardı umarım.

Kıvılcım onları ciddiye almadı. Tek kaşını havaya kaldırdı.

"Başka?"

"Bu kadar."

"Oldu paşam, şimdi veririm zaten. Bende mantıklı bir şey söylersin zannederdim. Burası senin babanın malı falan değil."

Yanımdaki arkadaşı hiçbir şey söylemezken, o kız susmuyordu.

"Vermezsen geçemezsin salak şey!"

"Bal gibi de geçerim bak izle şimdi!" Dedi ve ilerlemek için bir adım attı fakat çocuk önüne geçip ona engel olunca bu sefer sinirlenip çocuğun kolunu kendine çekip bir anda geri itti ve öyle sert bir ses çıktı ki bana kadar geldi.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Kolum, ah! Yakalayın şunu!" Diye diğerlerine avazı çıktığı kadar bağırdığında bu sefer olaya müdahale etmeye karar verdim.

"Hey ne oluyor lan burada?" Diye yüksek sesle aralarına girdim. Maksatım Kıvılcım ve arkadaşının kaçması için onları oyalamaktı ama...

"Sen niye geldin ya?" Diye arkamdan bir ses duydum.

"Senin için gelmedim herhalde."

Onun için gelmiştim ama bilmese de olurdu. Benden yaşça küçük gibiydi ya da bana öyle geliyordu.

"Ya niye geldin peki?"

"Bu arkadaşlara bir şey danışacaktım."

Önümdeki çocuklar bana garip bir ifade ile bakarken ben de saçmalamaya başladım.

"Ya şimdi sen geçen sefer bana şey demiştin hatırlıyor musun?"

"Ne demiştim? Senin adını bile bilmiyorum lan ben!"

"Biliyorsun aslında."

"Bilmiyorum, kardeşim siktir git şuradan."

"Tamam sakin olun yahu," diye ben saçmaladım. Adamlar beni öldürmek ister gibi söylediklerimr cevap verirken Kıvılcım'ın gittiğini fark ettim.

Kıvılcım ile arkadaşı yanımızdan ayrıldığını fark etmemişlerdi Allah'a şükür.

"Lan senin yüzünden kaçtılar!" Dediğinde orada olanları anlatmak istemediğim için orayı pas geçiyorum.

...

Hastaneye geri döndüğümde annemin odasına çıktım her zamanki gibi ama orada bir hareketlilik vardı. Annem uyanmış olabilir miydi?

O ana kadar bir adım bile atmaya dayanamıyorken annemin uyanma ihtimalini düşününce sanki bacaklarıma bir anda can gelmiş gibiydi.

Koşarak doktorların olduğu yere gidecekken bir hemşire bana engel oldular. "Giremezsiniz yoğun bakıma alınacak!" Dediğini duyunca başka bir şey olduğunu anladım.

"Doktor hanım anneme ne oldu bir anda?"

"Şuan için bir şey söyleyemiyorum, üzgünüm," diyerek gitti.

Peşlerinden gittim yoğun bakıma girdiler bende oradaki sandalyelerin birine oturup beklemeye başladım bir anda ameliyata girmeleri çok saçmaydı.

Bir açıklama yada herhangi bir şey yapmadılar bana!

Saatler geçmek bilmiyordu. Her dakikası ölüm gibi geçen dakikaların sonunda bir doktor çıktı şükürler olsun.

"Doktor Hanım!"

Doktor bana baktı. Yüzünde oluşan hüzünü okudum bakışlarında. Yutkundum. Annem iyi miydi?

"Annenizi apar topar almamızın nedeni bir anda kalbinin durması ve kalp krizi geçirmesiydi."

Kalbi mi durdu annemin?

Nefes almak bile bana zulüm gibi gelmişti. Sırtımdan soğuk terler akıyordu resmen.

"Peki şimdi iyi mi?"

Doktor sessiz kalınca sanki benim kalbim durdu.

"Doktor hanım, iyi mi annem?" Diye sordum bir umutla. Başını iki yana salladı.

"Maalesef, onun kalbi çoktan durmuştu ne kadar uğraştıysak da başaramadık. Başınız sağolsun!"

Dünyam başıma yıkılmıştı. Etraftaki bütün sesler susmuş ve sadece benim feryatlarım kalmıştı.

Sanki annem ben ağlayınca gelecekmiş bana 'ağlama' diyecekmiş gibiydi.

Sanki ben sesini duyabilecekmişim gibiydi.

Ve bu saydıklarım hiçbiri gerçek olmayacaktı. Asıl bu gerçekle yıkılmıştım.

Annem, meleğim, bir tanem daha fazla dayanamamıştı.

Ben öyle bir yere düştüm ki doktorların hepsi toplandı, benden büyük olmalarına rağmen beni kaldıramadı.

Krizlerim ve hastane travmam işte tam olarak o gün kimsesiz kaldığımda başlamıştı.

Birkaç gün sonra babama bu haberi ancak verebilmek için hazır hissetmiştim. Kendimi toparlamam, ayağa kalkıp babam için güçlü durmak için zamana ihtiyacım vardı.

Zor da olsa ayağa kalktım ve babamın yanına -cezaevine- gittim.

Bu durum kendime bile açıklamakta zorlanıp gerçeklik algımı kaybetmeme ve krizler geçirmeme sebep olsa da babamdan bunu daha fazla saklayamazdım.

Babamı beklerken hayatımda ilk defa stresi, gerginliği ve acıyı sonuna kadar hissettiğim dakikalardı.

Sonunda babam içeri girdi yüzünde güller açıyordu.

Ben ise ağlamamak için kendimle savaş veriyordum.

"Oğlum hoş geldin!" Dedi kollarını açarak.

Hemen gidip ona sarıldım öyle çok ihtiyacım vardı ki ona sarılmaya daha yeni anlamıştım.

"Nasılsın oğlum?"

"İyiyim baba," dedim ağlamamak için zor dururken. "Sen nasılsın?"

"Ben iyiyim de... Bir şey mi oldu? Ağlamamak için kendini zor tutuyor gibisin."

Nasıl anlamıştı ki... Çok mu belli ediyordum?

"Baba sana söylemek istediğim bir şey var."

"Benimde var."

"O zaman ilk sen söyle baba."

"Tamam, bir kaç gün sonra duruşmam var. Avukatım bu sefer bu davayı kazanacağız deliller bu yönde' dedi buna inanabiliyor musun buradan çıkacağım!" Dedi mutlulukla. Gözlerinin içi gülüyordu yıllar sonra ilk defa. Ama annem yoktu. Annem yoktu ve babam annemin olmayışını bilmeden gülüyordu.

Annem yoktu, babam vardı. Ama babam annemin yokluğunu bilmiyordu.

 

"Ve annenin doğum gününe az kaldı ona da sürpriz yapacağım. Belki beni hisseder iyileşir ha ne dersin? Sen sevinmedin mi?" O söyleyene kadar yüzümüm aşık olduğunu fark etmedim. Hafifçegülümsedim. Kimsesiz tek başıma kalmayacaktım en azından.

"Yok sevindim tabii ki hem de çok fazla."

"Suratından belli oluyor. Ee sen ne diyecektin?"

Söylemek ile söylememek arasında kaldım. Söylersem benim yüzümden üzülecek belki de çıkmak yerine kendini öldürmek isteyecekti. Hayır, şimdi değildi. Şimdi sırası değildi. Ve babam buradan çıkana kadar söylememeye karar verdim.

"Hiç, yani unuttum... Önemli de değildi zaten. Ben gideyim işlerim var sonra yine geleceğim," dedim ve ayrıldıktan sonra dışarı atana kadar kendimle cebelleştim.

Babam öğrendiğinde yıkılacaktı. Annemi kendi canından bile çok fazla seven babam canının gittiğini öğrenince ne olacaktı? Hiç bilmiyorum.

*** 

Babam için çok fazla ümitli olmamıza rağmen duruşma istediğimiz gibi geçmedi ve babam yine haksız bir şekilde içeride kaldı. On yıl daha içerideydi ve ben ona annemin vefat ettiğini nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum...

 

 

                           ...

Bölüm sonu.

 

Şimdilik burada kalalımmm

Kıvılcım ve Barlas'ın önceden tanışmasına ne diyorsunuz?

Peki Barlas'ın yaşadıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum sevgiyle kalın✨

Bölüm : 26.02.2025 20:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...