
Tam tamına 5276 kelimeden oluşan bir bölüm oldu. Saatlerimi harcadığım, bazı sahneleri ekleyip bazılarını çıkardığım bir bölüm oldu.
Ama sizinle konuşmamız gereken konu bu değil.
Şimdi bizim kurgu için gün belirlememiz gerekiyor. Okullar açılıyor, okula gidenlerimiz var bende dahil.
Bu yüzden hafta sonu cumartesi veya pazar günleri, bazen iki hafta da bazen de bir hafta içerisinde bölüm atacağım.
Yoğun olduğum günler de alıntı paylaşacağım.
Ayrıca bölümler daha uzun olacak.
Ama sizden istediğim şey ban destek olmanız, yorum yapmanız ve oy vermeniz.
Başka bir şey istemiyorum.
Anlaştık mııı?
Keyifli okumalar dilerimmmm♡
"Bazen bir el, bin kelimenin yerine geçer; bazen de bir bakış, tüm dünyayı anlatır."
...
Sabah olduğunda odama güneş usulca süzülüyordu. Gözlerimi açtım, birkaç saniye nerede olduğumu, dün gece ne yaşandığını anlamaya çalıştım.
Sonra hatırladım.
Ateş’in sesi, gözleri, o sarılış…
Yüreğimin ortasına dokunan o cümleler.
Elimi kalbime koydum. Hâlâ onun sarılışının sıcaklığı oradaydı.
Kapı hafifçe tıklatıldı.
Açmadan önce derin bir nefes aldım. Yataktan kalktım ve üzerimi düzelttim daha sonra, "gel!" Diye bağırdım.
Karşıma çıkan Ateş’ti.
Saçları biraz dağınıktı, üstündeki t-shirt uyumamış olduğunu belli ediyordu. Ama gözlerinde bambaşka bir huzur vardı.
“Elinde çay var,” dedim şaşkınlıkla.
“Sabah kahvesi de vardı ama döktüm,” diye güldü. Ben de gülümsedim.
Sonra ciddileşti.
“Bugün dönüyoruz. Ama gitmeden önce… seni görmek istedim.”
Başımı salladım, sessizce.
“Sana dün gece söylediklerim... hepsi gerçekti. Dönüyorum ama bir şeyi geride bırakmak istemiyorum. Seninle başlamak istediğim bir hayat var. Ve bu sadece geceye ait bir söz değil. Dönüşümde, eğer hâlâ istersen, konuşmaya, başlamaya… birlikte yürümeye hazırım.”
Bir adım attı.
“Hazır mısın Kıvılcım? Belki savaşlar bitmez, ama biz birbirimize siper olabiliriz.”
Gülümsedim.
“Dön,” dedim.
“Ve geldiğinde… bu kapı hep sana açık olacak.”
Ateş, gözlerimin içine baktı bir kez daha.
Sonra başını eğdi, dudaklarımı alnıma dokundurdu usulca. Gözlerimi kapattım.
Sanki göğsümde küçük bir davulcu prova yapıyordu.
Usulca odadan çıktı.
O giderken içimde garip bir huzur vardı.
Bu bir veda değildi.
Bu, bir başlangıcın sözünü tutmaktı.
***
Ev sessizdi. Sabahın soğuk havası pencerelerden sızıyordu, duvarlara hafif bir gri ton yayılmıştı.
Barlas'ın sesini duydum önce, diğerlerine talimat veriyordu. Çıkacaklardı.
Kalbim, göğsümde koca bir yumru gibi duruyordu. Adımlarım beni farkında olmadan kapıya götürdü.
Koridorda karşılaştık. Ateş elinde çantasını taşıyordu. Gözleri yorgundu ama içlerinde öyle bir şey vardı ki, bakmaya cesaret edemediğim anlar oldu.
Durdu. Bana baktı. Uzun bir süre sadece baktı.
“Uyanmışsın,” dedi sessizce.
“Evet,” dedim, sesim titredi.
Ağlamamak için verdiğim savaş yılan mafyasına karşı verdiğim savaş ile yarışırdı.
Ama bir şeyden emindim. Duygularından hislerimden, artık mutlu olmak istiyordum.
Mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladım.
Aslı da içeri girdi.
Ona ve diğerlerine kırgındım.
"Nasılsın?" Diye sordu.
"İyiyim. Sen?" Diye sordum.
"Özür dilerim. Dün seni çok kırdık..."
"Artık önemi yok. Geçmişte kaldı. Bugün gideceksiniz bari küs gitmeyelim değil mi?" Dedim gülümseyerek.
Onları affetmek... Dün gece düşündüğüm bir şeydi. Hâlâ kırgın da olsam bugün gideceklerdi. Küs veya dargın olmak istemedim.
"Affetin mi?" Gözleri parladı resmen.
Biraz durdum. Dudaklarıma tebessüm kondurdum.
"Evet," dedim başımı sallayıp.
Aslı koşarak gelip boynuma sarıldı.
Ben de ona sarıldım.
"Kıvılcım biliyor musun? Yakında geleceğim. Yanınızda olacağım."
"Gerçekten mi? Çabuk ol ve gel artık," dedim sabırsızca.
"Geleceğim."
Kahvaltıyı hızlıca hazırladık.
Uçaklarına geç kalacakları için hızlıca yemek yedik.
Ateş Uras ile sevgili olduğumuzu henüz kimseye söylemedik. Şimdilik de söylemeyi düşünmüyorduk.
"Dünkü kaos ve üç günlük de olsa güzel bir tatil oldu. En azından benim için," dedi Melih ve bana sarıldı.
"Benim içim de öyle," dedim.
"Özletme kendini," dedi Melih.
"Sizde," dedim sadece.
Aslı ile vedalaşmamız biraz uzun oldu.
Çok duygusal bir insandı.
"Görüşürüz bir tanem. Kendine iyi bak!" Dedi Aslı.
"Görüşürüz."
Barlas ile vedalaşmam benim için daha duygusaldı. Barlas, sabahtan beri özür dilediği yetmemiş gibi yine özür diliyordu.
"Dün için özür dilerim. Affet beni diyemem. Ama sen benim kardeşimsin ve asla senin kötülüğünü istemem bunu bil," dedi duygulu gözlerle.
Sarıldık.
O benim kardeşimdi bağırsam da... Sövsem de hatta kızsam da.
Diğerleri arabaya geçmişti. Evde Ateş Uras ile yalnızdık artık. Aramızda bir metre bile yoktu ama sanki koca bir uçurum vardı.
“Gitmeden önce…” dedi, yutkundu. Sesi neredeyse fısıltıya dönmüştü.
“Ne?”
Bir adım attı. Gözleri gözlerimdeydi. Ellerini kaldırdı, yüzüme dokunacak gibi ama havada durdu, izin ister gibi. Gözlerim büyüdü.
“Yapmam gereken bir şey var. Ama eğer istemiyorsan…”
Kalbim deli gibi atıyordu. Dudaklarım aralandı, tek kelime çıkmadı. Ama bakışlarım izin vermişti bile.
Ellerini yanağıma koydu. Avuçlarının sıcaklığı içimdeki bütün buzları eritti. Başını hafifçe eğdi, hareketleri yavaş, tereddütlüydü. Dudakları dudaklarıma yaklaştığında nefesimi tuttum.
Ve sonunda… hafifçe değdi. Bir saniyelikti belki ama bütün zaman durmuştu. Ben ani şeylerden nefret ederdim. Ama artık öyle değildi sanırım.
Geri çekildi, alnını, benim alnıma yasladı. Baş parmağı ile yanağını okşadı. Nefesi sıcak, sesi kısık ve titrekti.
“Bunu söylemeden, bunu yapmadan gidemezdim,” dedi.
Ben sadece gözlerimi kapattım, konuşamadım.
Kapıya yöneldiğinde kalbim yerinden çıkacak gibiydi.
“Ateş…” dedim, sesi duyacak kadar bile yüksek değildi.
Döndü, yüzünde kırık bir gülümseme.
“Dönmeyeceğimi mi sandın? Bu hikâye burada bitmez, Kıvılcım.”
Ve çıktı. Kapı kapandı, içimde kocaman bir sessizlik kaldı… ama bir yanım ilk kez bu kadar gürültülüydü.
O şimdi gidecekti ama burada bir evi, ve onu bekleyen biri vardı.
Onun için bir kalp atıyordu burada.
Ve evet, bu hikâye burada bitemezdi.
...
Ateş Uras Cantürk
Denizli'den döndüğümüzden beri içimde bir boşluk vardı.
Özlem gibi... ama daha ağır.
Her gün yeni bir operasyon, her gün yeni bir mücadele. Yoruluyordum.
Üstelik birkaç güne kadar yeni albay gelecekti. Nasıl biri olduğunu bilmiyoruz. İşimiz kolay olmayacaktı, belliydi.
Gitmeden önce, o gece...
Kıvılcım’la duygularımızı açmıştık birbirimize.
Birbirimizi ne zamandır böyle iyi anladığımızı hatırlamıyorum bile.
Sık sık görüşemesek de mesajlaşıyorduk, sesini duymak yetiyordu bazen.
İlk kez kalbim huzurla doluydu.
Ama her huzurun bir gölgesi vardı.
Benimki annemdi.
Son zamanlarda hiç iyi değildi.
Sık sık hastaneye gidiyor, her defasında aynı umutsuzlukla dönüyorduk.
Bugün yine acile getirdik.
Yüzü solgundu, gözleri yarı açık… ama içimde biliyordum, o hâlâ savaşıyordu.
Babamdan nefret ettiğimi kaç kere daha söylemem gerekiyordu bilmiyorum.
Ama bazen öfke bile yetmiyor.
Acilden içeri alındığında, bekleme salonuna oturdum.
Yanımda sadece sessizlik vardı.
Telefonum çaldı.
Kıvılcım.
Asker hanım…
Yüzümde istemsizce bir tebessüm belirdi.
“Alo asker hanım, nasılsınız bakalım?” dedim.
Sesi yorgundu ama tanıdıktı. “İyiyim. Yeni geldim eve. Sen?”
“Hastanedeyim,” dedim biraz boğuk bir sesle. “Annem… yine kötü.”
İç geçirdi, “Off ya… İnşallah normale döner. Dua edeceğim onun için. Umut nasıl?”
“Okula gidiyor artık. Zorla da olsa yazdırdım.”
“Vay be!” dedi, “Büyük başarı.”
Umut'un okula gitmek istemediğini o da biliyordu. Zor da olsa onu okula götürüp kayıt ettirdim. Ve şimdi okulunu seviyordu.
Biraz daha konuştuk. Barlas ve Aslı’dan, Atilla ile Beste’nin aralarının soğuk olmasından bahsettik.
Kıvılcım yemeğe geçecekti. “Hastaneden çıkınca ara,” dedi.
“Tamam güzelim, ararım.” dedim.
Ve kapattık.
Bir süre sonra doktor geldi.
Yüzündeki ifadeden iyi bir şey söylemeyeceğini anladım.
“Annemin durumu nasıl?” diye ayağa kalktım.
“Şimdilik stabil. Ama…” dedi ve sustu bir an.
“Bu konuşamama durumu kalıcı olabilir. Beyindeki hasar ilerlemiş. Konuşma merkezleri artık neredeyse hiç çalışmıyor. Ve gittikçe durumu daha kötüye donuyor felç geçirebilir tekrar.”
Kalıcı.
O kelime beynimde yankılandı.
Bir daha hiç konuşamayabilir mi?
Yutkundum. Teşekkür ettim mi, sadece yürüyüp gittim mi hatırlamıyorum.
Odasına girdim. Annem yatağında yatıyordu. Serum takılıydı koluna. Yarı uyanıktı.
Ama gözleri açıktı. Bana bakıyordu acı bir tebessüm ile. Onunla konuşmak, derdimi anlatmak... Şu hayatta istediğim üç şeyden biriydi.
Hatta ilkiydi.
İkincisi, babamı ve yılanların başını ezmekti.
Üçüncüsü Kıvılcım ile evlenmekti.
Henüz dördüncü bir hayalim olmadı. Kaldı ki ilk üçü bile daha olmadı.
Belki de olmazdı.
Yutkunarak, yüzümü neşeli bir şekilde gülümsettim. Şuan ona enerji lazımdı. Beni görmesi bu yüzden gerekliydi.
Yanına oturdum ve elini tuttum. Sıkıca.
“Anne…” dedim sadece. "İyi olacaksın..."
O hiçbir şey diyemezdi. Beni duyardı. Bu bile yeterdi. Ama parmakları yavaşça elimi sıktı.
Ve o an anladım.
Bazı sevgiler, sessizliğin içinde saklanırmış.
Ve bazen hiçbir kelime, bir annenin sessiz bakışındaki anlamı taşıyamazmış.
Bazı insanlar konuşsa da sevgisini yansıtamazmış bazıları susunca bile sevgisini anlatırmış.
...
KIVILCIM ATEŞ.
Toprak'ın yemeğini hazırladım ve kanepeye oturdum.
Televizyondaki saçma sapan programları yorumluyordum kendimce.
Bana bunlar çok gülünç geliyordu. Bence insanların böyle şeyler için kendilerini parçalamaları saçmaydı.
Kapı zilini duyunca yavaşca ayağa kalktım.
Toprak gelmiş olmalıydı.
Ama kapıyı açtığımda karşılaştığım istediğim yüz değildi. Komşulardan biriydi. Adı Burak'tı. Son zamanlarda evime sık sık geliyordu. Bu oldukça rahatsız edici bir durum olmuştu.
Çünkü adam benimle flörtleşmeye çalışıyordu. Benim ona adım atmadığımı görünce vazgeçmek yerine daha farklı öneriler ile geliyordu.
Bugün de elinde bir tabak vardı. Bir şey isteyecekti sanırım.
"Selamün aleyküm!" Dedi gülümseyerek.
Burak, kahverengi saçlı, yeşil gözlü bir adamdı. Benden uzundu. Ama beyin olarak geride kalmıştı sanırım.
"Aleyküm selam," dedim dudaklarımı sabit tutarak. Yüzüne gitmesini istediğimi o kadar belli eder bir ifade vardı ki... Ama o anlamamak konusunda yetenekliydi.
"Ben, iki kaşık yoğurt alacaktım da, sizde var mı, Kıvılcım Hanım?" Diye sordu elindeki tabağı göstererek.
Marketten almak yerine neden benden alıyordu. Almasında bir sıkıntı yoktu. Ama bakışları rahatsız ediciydi. Ona bir şey verme istemiyordum.
Ya ben mutfağa gittiğimde içeri geçip kapıyı kilitlerse?
Hiç güven vermiyordu.
"Yok," dedim kaşlarımı kaldırıp.
"Belki vardır?"
"Yok."
"İçeri geçip bakmayacak mısınız?"
"Bakmayacağım. İyi gü-" kapıyı yüzüne kapatacakken ayağını boşluğa yerleştirdi. Kapatamadım.
Bu adamın burada kalabilmesinin nedeni, babasının General olmasıydı.
Bu yüzden daha da çirkinleşti.
"Bir tabak pirinç alabilir miyim peki?"
"Hayır, o da kalmadı, şansınıza." Dedim yalandan üzülüp.
Anı bir hamleyle kapıyı yüzüne kapattım. Ayağının sıkışması umrumda bile olmadı. Stresten elim ayağım uyuştu resmen. Derin bir nefes aldım.
Kapıya yaslandım. Göğsüm stresten inip kalkıyordu. Nefesim boğazımda düğüm olmuştu sanki.
Telefonumun titremesi ile yerimden sıçradım.
O kadar dalmıştım ki... Gözlerimi ekran çevirdiğimde boş boş ekrana baktım resmen.
Ateş Uras arıyordu.
Bu stres beni şoka soktuğu için açmadım.
Bir süre kendime gelmeliydim. Daha sonra arardım ne de olsa.
Kapı tekrar çalınınca önce silahımı elime aldım. Temkinli adımlarla deliğe baktım.
Toprak'tı bu sefer. Nefesimi verdim.
Kapıyı açtım hızlıca.
Toprak yine yorgun ve uykuluydu. Çantası kolundan gevşekçe sarkıyordu.
"Abla çok acıktım!" Dedi ayakkabılarını girişte çıkarıp. Ben olayın etkisinden çıkamadığım için bit saniye kadar boş boş yüzüne baktım. Sonra kafamı salladım.
"Tamam mutfakta yemek var. Sen ellerini yıka, iki dakikaya hazır."
Sesim bana bile yabancıydı sanki. Toprak yüzüme avel avel baktı. Bir şey olduğunu sezmiş gibiydi.
"Abla bir şey mi oldu?"
"Anlamadım?" Dedim. Onu dinleyemiyordum. Aklım hala o sapık adamdaydı. Ya bana bir şey yaparsa? Kontrolsüz bir anımda gelirse?
"Düşünceli gibisin."
"Hayır iyiyim."
Toprak bir şey söylemek istedi ama yapamadı çünkü telefonu çaldı bir anda. Yine yerimde sıçradım.
Az önceki olay tekrarlanmış gibi hissettim.
Bana baktı ve telefonu açtı.
"Efendim Ateş abi?"
Ateş Uras onu mu aramıştı? Telefonuma baktığım da 10 mesaj ve 10 arama gördüm.
On dakika bile olmamıştı.
Bana ulaşamadığı için Toprak'ı aramıştı.
"Evet abi geldim eve. İyiyim sen nasılsın?"
Montunu çıkarttı askıya astı ve ayakta dikilip konuşmaya başladı.
"Evet yanımda. Hayır iyi bir sorun yok. Vereyim tabii."
Bana dik dik bakarak telefonunu benim elime verdi.
Telefona bir de ona baktım. Bana şuan vermesi hiç iyi olmadı. Ateş'in sesini duydum telefondan.
"Alo, Kıvılcım orada mısın?"
Anlık duraksadım sonra hemen konuşmaya başladım.
"Evet... Evet buradayım."
Sesi telaşlı geliyordu.
"Neden açmadım telefonlarımı? Bir şey mi oldu?"
Ondan bir şey saklamak istemedim.
Toprak kısa süre kendi odasına girdiğinde konuştum.
"Çok kötü bir şey oldu!" Dedim neredeyse gözlerim dolacaktı.
Sesi şimdi daha ciddi geliyordu.
"Ne!" Dedi bağırarak. "Ne oldu?"
"Benim evime yaklaşık bir aydır bir adam gelip duruyor. Sapık mı bilmiyorum. Ama bugün zorla içeri girmek istedi!"
Önce bir küfür sonra da hiddetli sesini duydum.
"Nasıl ya? Ne demek içeri girmek istedi? Bir şey yaptı mı? Polis çağırdın mı? Geleyim mi?"
Soruları durdurak bilmedi. Şimdi onu nasıl sakinleştirecektim?
"Hayır yapamadı. Yani yapamadı. Sakin ol iyiyim. Ama Korkmalı mıyım? Yani kendimden değil ama-" Toprak gelince sustum.
"Öyle işte. Sonra konuşalım mı?" Diye sordum lafı çevirip.
"Hayır, yani korkma. Ben oraya geleceğim en yakın zamanda ve belki de siz gelirsiniz."
"Gelemeyiz biz Ateş Uras. Ama işler ciddiye binerse geleceğim."
"Tamam, tamam. Bir şey olursa en ufak bir şey olsa dahil hemen benim arıyorsun ve telefonlarıma mutkaka dönüyorsun! Okey?"
"Tamam, döneceğim. Şimdi Toprağa veriyorum. Görüşürüz!"
"Görüşeceğiz güzellik. Allah'a emanetsiniz!"
Gülümsedim tabii o görmedi.
"Sizde," deyip kapattım. Ve telefonu Toprak'a verdim.
Kahverengi saçları dağınıktı ve yeşil gözleri yorgundu.
"Çok mu yoruldun bugün?" Diye sorduğumda soruma cevap vermeden başka bir soru sordu.
"Ateş Uras ile aranız da ne var? Neden seni merak ediyor?" Diye sordu.
Pekâlâ şimdi ne diyecektim?
"Hiçbir şey yok," diye cevap verdim gözlerimi kaçırarak.
"Emin misin?"
"Evet, eminim."
"Öyle olsun bakalım. Bir gün tekrar İstanbul'a dönecek miyiz?"
Eskiden yani eski görev yerim İstanbul'daydı ve Toprak anlaşılan buraya alışamamıştı.
"Hayır, Toprak yeteri kadar orada kaldık."
"Ama... Bence gitmeliyiz. Orada daha mutluyuz. Burada mutlu değiliz. Anla artık!"
"En azından huzurluyuz. Boşver. Burada kalacağız."
Mutfaktan bir hışımla çıktı.
"Toprak?!" Diye bağırdım ama cevap vermedi.
Yemeğimi yemeye devam ederken Beste aradı.
"Efendim Beste?" Dedim.
"Kıvılcım, nasılsın?"
"İyiyim, sen nasılsın?" O gün apar topar gitmişti. Sonra da konuşmaya fırsat olmadı.
"İyi olmaya çalışıyorum diyelim. Toprak nasıl?"
"Buradan gitmek istiyor!"
"Haklı çocuk. Artık gelin yani..."
"Bilmiyorum Beste. Bakalım."
"Önemli bir operasyona gireceğiz. Bizi merak etme diye aradım. Görüşürüz."
"Allah'a emanet olun hepiniz!" Dedim.
"Sizde Allah'a emanet olunuz," kapattı.
Bir operasyona gidince meraklanmayayım diye önce beni ararlardı.
Ben ise mutfağın loş ışığında yemeğimi yemeye devam ettim.
ATEŞ URAS CANTÜRK
İki ay sonra
Bavulumu hazırlıyordum. Çünkü bugün Kıvılcım'ın yanına gidecektim ama sürpriz bir şekilde. Bu sefer sadece ben gidecektim.
Umut ve annemi, Melih ve Barlas'a emanet etmiştim. Ve onlara sevgili olduğumuzu söylemek zorunda kalmıştım.
Bundan Kıvılcım'in haberi yoktu tabii ki.
Annemin durumu iyiye gittiği için sadece iki günlük gidebilecektim.
Olsun, hiç yoktan iyidir.
Hazırlıklarım bitmişti ve odadan çıktım.
Umut sırıtarak bakıyordu bana.
"Vay be abi aşk böyle bir şey ha?" Dedi alayla.
Ve evet onun da haberi olmuştu.
Göz devirdim ve salonda oturan Melih ve Barlas'ın yanına gittim.
Atilla ne ara gelip en baş köşeye kurulmuştu?
Bacak bacak üstüne atmış keyifle çayını yudumluyordu.
"Sen ne ara geldin lan?" Diye sordum Atilla'ya.
"Ee bu büyük günü kaçırmazdım. Sende mi aşık oldun ya? Bir yıldız daha kaydı demek!" Dedi gülerek.
Hepsi bana gülerek bakıyordu.
Sinirle gözlerimi yumdum.
"Lan! Oğlum siz buraya bana gülmeye mi geldiniz?" Diye sordum. Baş parmağımı şakaklarıma baskı yapıyrdum.
Hiç yardımcı olmuyorlardı.
Barlas bile gülüyordu.
"Yani şimdi şöyle ki... Ateş Uras ve Kıvılcım bana hâlâ bir garip geliyor. İkisi de çok zıt ve aynı zamanda da uyumlu," dedi Melih kahkaha atarak.
"Vallahi Kıvılcım benim kardeşim gibi olduğu için görüşürken benden izin alacaksın!" Dedi, Barlas yarı sinirli yarı güleç yüzle.
Ona kınar gibi baktım. Bir de ondan izin mi alacaktım? İmkanı yok.
Şaka gibilerdi ya.
"Öyle bir şey olmayacak."
Gözlerimin içine baktı. Sanki benimle uğraşmaktan fazlasıyla keyif alıyordu.
"Gör bakalım. Şimdilik bir şey demiyorum. Buraya bir gelsin Kıvılcım ondan sonra konuşacağız."
Cevap verecekken Umut araya girdi.
"Hadi abi uçak kaçacak!"
Elimdeki saate baktım gerçekten geç kalacaktım bunların yüzünden.
"Tamam, gençler ben gidiyorum. Arkamdan dedikodumu yapanı bulurum. İyi olmaz sonu. Gidiyorum ben. Kıvılcım'a bir şey yetiştireni duyarsam, bulur ve yakarım. Okey? Hadi bay!"
Hepsine teker teker baktım ve valizimi elime aldım.
"Tamam be oğlum! Abartma en fazla Denizli'ye gideceksin," dedi Melih ve Barlas ile beraber gülmeye başladılar.
Obortmo en fozlo Denizli'ye godocokson!
Çok komikmiş gibi gülüyorlardı bir de. Gel de dövme. Ama enerjimi bunlara harcayamam.
"Siz gelmeyin ben kendim giderim."
"O niye?"
"Rezil olmak istemiyorum. Hadi, ararım sizi..." durdum ve ekledim. "Yani belki."
Kapıyı kapatıp arabaya doğru yürüdüm.
...
Denizli'ye ulaşmıştım. Buraya tekrar gelmek güzeldi.
Şehir değilde daha çok Kıvılcım'ı özlemiştim.
İçimdeki özlem, heyecan vardı. Bıraksalar uçarak gelirdim.
Sabahtan beri olan bin tane aramasını cevapsız bırakmıştım.
Şuan deliriyor olabilir.
Hızlıca taksiye bindim. Adresi verip dışarıda bir yere yetişmeye çalışan insanlara, birlikte sarılan çiftleri ve kaç yaşına gelirse gelsin çocuk kalmış kişileri gördüm.
"Burası mı abi?" Diye sordu taksici.
Kıvılcım'ların binasına gelmiştik. İçim şimdiden huzurla dolmuştu.
"Burası," dedim gülümseyerek.
Taksiciye parayı verip valizlerimi bagajdan aldım ve binanın merdivenlerine tırmanmaya başladım.
Acaba içeride miydi? Beni görünce çok mu şaşıracaktı?
Kapıyı çalarken resmen ellerim titriyordu. Kıvılcım açarsa diye mimiklerimi kontrol etmeye çalışıyordum.
Ama Toprak açtı. Beni görmesi ile şaşırarak baktı.
"Ateş abi? Sen... Hoş geldin!" Dedi ve gülümseyerek içeriye davet etti.
Valizlerimi içeri bıraktım.
" Hoş buldum, Toprak paşa. Kıvılcım evde mi?" Diye sordum etrafa göz atarak.
"Hayır, ama birazdan gelir," dediğinde yüzüm düşse de belli etmedim. İlk önce onu görmek isteyen deli tarafımı susturdum. "Bayağı şaşırdım açıkçası hiç beklemiyordum," diye devam etti Toprak bana bakarak.
"Valla anlık bir karardı. Ee sen nasılsın bakalım?" Diye sordum. Bu sırada valizlerimi kenara koydum ve salona geçtik.
"İyiyim, ama burası hayal ettiğim gibi değilmiş." Başını öne eğdi.
Neyi hayal ediyordu ki zaten?
"Nasıl yani? Bir şey mi oldu?"
Dediğimde önce bir şey söylemedi ama sonra ağzını araladı.
"Son zamanlarda bir adam geliyor sürekli ve ablam ile kavga ediyor. Yani ablam biraz korkuyor olabilir. Ama bana belli etmiyor. Onu buraya sürüklemek yanlıştı," diyerek başını öne eğdi.
Kaşlarımı çattım.
Kıvılcım bundan bahsetti. O adamın da icabına bakmak istiyordum. Bunu hatırlamam iyi oldu.
"Adını biliyor musun?" Diye sordum yanıma yaklaşarak.
Kimdi bu siktiğimin salağı?
"Bilmiyorum sordum ama söylemedi. "
Merak bütün bedenimi sarmıştı. Onu rahatsız eden bir şey vardı ama bana hiçbir şey söylemedi.
Anahtar sesini duyunca Toprağı önden yolladım, ben de içerideki kapının orada bekledim.
Sürprizdi bu.
Toprak kapıyı açtı ve birkaç saniye sonra aralarında diyalog oluştu.
"Abla hoş geldin!"
"Hoş buldum, evde biri mi var?" Valizlerimi görmüş olmalıydı. Sesleri uzaktan geliyordu. Ama Kıvılcım'ın sesi evde birinin olmasından korktuğunu belgeliyordu.
Yok, o adamı bulmak farz oldu. Acaba önce onu bulup sonra mı buraya gelseydim?
Yok, bu sefer de Kıvılcım'ı göremezdim. Böylesi daha iyi oldu.
"Bir misafirin var!" Dedi Toprak neşeyle.
"Kim?" Diye sordu Kıvılcım.
"Salonda!" Deyince kalbim kıpır kıpır oldu. Heyacanlanmıştım. Çünkü uzun zamandır görüşmemiştik.
"Salonda?" Daha sonra adım seslerini duydum her adımda daha çok heyecan basıyordu.
Yüzünü görmek istiyordum. Belki sımsıkı sarılmak, kokusunu hissetmek, yanağına küçük bir öpücük kondurmak gibi deli gibi ama küçük isteklerim vardı.
Normalde alaycı, umursamaz gibi görünsem de bu böyle değildi.
Ben aslında en küçük detaya bile takılan bir insandım.
Mesela Kıvılcım'ın gülerken belirginleşen gamzelerini, mavi gözlerinin buz kısmından çıkıp su kısmına dönüştüğü, ağlamamak için nefes almamaya çalıştığı ve bu yüzden kendini sıktığını biliyordum.
Kırmızı saçlarının onun için dokunulmaz olduğunu hatta kendisi bile tararken ince eleyip sık dokuduğunu biliyordum.
Ve ne kadar söylemeyeyi beceremese de babasını çok sevdiğini biliyordum.
Söylemeyi beceremediği bir diğer şey de bana olan sevgisiydi. Her defasında sanki ayıp bir şey söylüyormuş gibi kendini sıkıyordu.
Kadın bana bakarken bile uzunca bakamıyordu. Etrafı kontrol etmeden göz teması kurmuyordu.
Her açıdan temkinliydi. Belki de sevdiği herkesin elinden alınmasından korktuğu içindir.
Sonunda Kıvılcım'ı gördüm.
Alev kızılı saçları, omuzlarından dalgalar halinde dökülüyor; her adımında rüzgâr gibi hareket ediyor, tıpkı kendi gibi başına buyruk ve serbest. Teninde sabaha karşı uyanan dağların serinliği, dudaklarında ise kararlılıkla örülmüş suskun bir öfke vardı.
Gözleri... Birine uzun uzun baktığında, o kişi ya içindeki savaşı görür ya da kendini kaybederdi. Çenesi dimdik, omuzları gergin ama zarifti.
Yorgun bir hali vardı. Üniformasını giydiğinde bir subaydan fazlası olurdu; cesaretin, kayıpların ve mücadelelerin somut haliydi. Onu her gördüğümde büyülenmemek, hayranlık duymamak imkansızdı.
Kıvılcım’ın hikâyesi acıyla yazıldı.
Ama ben şunu öğrendim: Ateşin içinde yürüyen biriysen,
ya yanarsın…
ya da yanmayı öğrenip küllerinden doğarsın.
O kadın… Küllerinden doğdu.
Ve ben…
O yangında yolunu kaybeden bir adamdım.
Beni görünce gözleri parladı ve öylece kaldı. Yüz ifadesinden oldukça şaşkın olduğu belli oluyordu.
"Sürpriz!" Dedim keyifle kollarımı iki yana açarak.
"Ateş?" Ama bu soru sorar gibi değildi. Benim burada olduğuma gözleri ile görse de emin olmak istiyordu.
Belki de sabahtan beri onu neden aramadığımı daha iyi anlamıştır.
"Ben geldim," dedim fısıltıyla.
Gözleri dolar gibi oldu ama hep yaptığı gibi nefesini tuttu ve neredeyse koşarak kollarını boynuma sardı.
Sıcak nefesi boynumdayken ben ona yüzümü onun boynuna gömdüm. Uzun zamandır bu anı bekledim.
Kokusunu duymak istedim. Ona sarılmak istedim.
Ve oldu.
Bu isteğim oldu.
Çok hoş bir kokusu vardı çiçek bahçesi gibi kokuyordu. Sanki papatyaların içinde sabahlamış kadar taze, ferah ve tatlı bir kokuydu.
Benim sevgilim ne de güzel kokuyordu.
Çok güzel ve güçlü bir kadındı.
Ve çok güzel kokuyordu.
Bir süre sonra ayrıldık. Onu çok özlemiştim. Bunu iliklerime kadar hissettim.
"Çok özledim seni," dedim hislerimin en saf haliyle. Onun aksine etrafa göz atmadım. Sadece mavi gözlerinin içine bıraktm kendimi. "O yüzden atladım geldim."
Gözlerine bakıyordum, denize bakmak gibiydi gözlerine bakmak. Huzur veriyordu.
Burada deniz yoktu ama o gözlerinde taşıyordu denizi.
Denizde yüzmeyi değil de denizi izlemeyi sevmesinin nedeni belki de denizi gözlerinde muhafaza etmesiydi.
Gülümsedi. Sıcak bir gülümsemeydi.
"Bende çok özledim seni... Niye söylemedin ki? Yemek falan hazırlar, erken çıkardım."
"Sürpriz yapmak istedim," dedim baş parmağım ile yanağını okşayarak.
Ama aramıza kara kedinin varlığını unutmuştum.
"Sizin ikinizin arasında ne var?" Aniden konuşmamızı böldü Toprak. Kollarını birbirine bağlamış kaşlarını çatarak huzursuzca ve merakla bize bakıyordu.
Biz hemen uzaklaştık.
Bu ne zamandan beri buradaydı ya?
Kıvılcım ile birbimize baktık.
Bence artık bilmeliydi.
"Biz şey..." Dedi Kıvılcım ama devamını getiremedi.
Toprak bir adam daha yaklaştı.
"Ney?" Dedi.
"Sevgiliyiz," dedim kısa ve net bir şekilde. Kıvılcım'ın elini sımsıkı ellerimin arasına aldım. Yüzüne baktığımda direkt Toprak'a baktığını gördüm.
Toprak önce biraz garipsedi. Birleşen ellerimize baktı ama sonra kollarını serbest bırakıp sadece bana baktı yeşil gözleriyle.
Bu ailenin göz genleri çok iyi yalnız. Bizde sadece benim gözlerim mavi bir de babamın.
"Neden söylemediniz?" Diye sordu.
"Hiç kimseye söylemedik," dedi Kıvılcım, bana bakarak.
Ben kafamı salladım ama aslında bilen birileri vardı.
Barlas, Melih ve Atilla biliyordu. Bir de Umut.
Ama bunu da Kıvılcım bilmiyordu.
"Evet," diyerek onu destekledim.
"Siz ikiniz? Sevgili? Aşk?" Dedikten sonra bir kahkaha patlattı.
Ne yani oradan bakınca aşk yanlısı görünmüyor muyuz?
Bunu kendime hakaret sayarım. Sövseydi bu kadar koymazdı yemin ederim.
Ben göz devirdim, Kıvılcım ise avuç içini başına vurdu hafifçe.
"Evet, canım beğenemedin mi?" Diye sordum.
Aldırmadı.
Daha çok güldü.
"Kardeşin iyi değil!" Diye fısıldadım Kıvılcım'ın kulağına eğilerek.
"Düzgün konuş kardeşimle, o gayet düzgün. Sadece biraz garipsedi ki normal yani," dedi. Kardeşine bak ablasını al mı demeliyim? Bilemedim.
Ona göz ucuyla baktım. Sonra gözlerimi Toprak'a çevirdim. O kadar çok güldü ki gözünden yaş geldi.
Ama çocuk hâlâ gülüyor.
Ve bu normal mi şimdi?
"Normal mi? Bize öcü görmüş gibi bakıyor."
Dediğimde güldü.
Evet, bu sefer de o güldü.
Ama destekledi de.
"Evet sanırım öyle," dedi fısıltıyla. Gözlerini Toprak'a çevirdi. Sesini yükselterek, "Toprak bu kadar gülecek ne var?" Diye sordu.
Toprak bize bir kere daha bakıp sırıttı.
"Ya çocuğum ne var bu kadar gülecek ya? Hani komik olsa da bende gülsem. Ki biliyorsun, çoğu şakaya gülecek bir tipim var benim," dedim, kendimi gösterip.
Gülmeyi kesip bize döndü tekrar.
Yine gülerse, Kıvılcım'ın kardeşi falan dinlemeyip döveceğim bunu!
Ama bize ciddi bir şekilde baktı.
"Komik çünkü. Ablam ve sen yani... Ateş ve Barut gibi. Ya da ne bileyim, uyumlu- uyumusuz bir çift gibi. Garip... Neyse madem birbinizi seviyorsunuz."
Bir an durdu. Gözlerini bana çevirdi ve Kıvılcım'ı işaret etti gözleriyle.
"Ateş abi, hiç kusura bakma ama ablamı sana kolay kolay vermem," dediğinde Kıvılcım gülerken ben meydan okuyan bakışlarımı çekmedim. Kollarımı göğsümde birleştirip yüzüne dik dik baktım.
Hodri meydan be!
"Pardon, sen bana meydan mı okuyorsun? Kabul," dedim gözlerimi kısarak.
Aramızdaki gerilim büyüyecekken Kıvılcım araya girdi.
"Ateş, tamam abartmayın. Ben mutfağa gidiyorum ve siz de uslu uslu oturun!"
Parmaklarını ikimize de salladı ve mutfağa gitti.
Hayır yani bir anda nasıl ciddileşebilir bir insan?
Şaka gibi.
Toprak ile ikimiz birbimize baktık sonra ben koltuğa oturdum o da odasına gitti.
Bir süre telefonum ile ilgilendim. Sonra mutfağa gittim.
İçeriden müthiş kokular geliyordu.
"Oo burası ne güzel kokuyor!" Diyerek girdim içeri.
Kıvılcım beni fark edince gülümsedi. Mutfak önlüğünü giymiş ve saçlarını topuz yapmıştı.
Bir yandan şarkı mırıldanıyor bir yandan da kek çırpıyordu.
Bir kek çırptığı ellerine bir de yüzüne baktım.
"Asker hanım, yardıma gerek var mı?"
"Hayır, her şey hazır zaten. Sadece masa kurulacak ama ben hallederim. İstersen uyuyabilirsin."
"Uyumak mı? Ben? İmkansız. Masayı hazırlarım."
"Olmaz, sen bir şey yapma otur sadece. Tamam mı?" Kek çırpıyordu bir yandan da bana cevap veriyordu.
Şuan çok tatlı olduğunu söylemeliyim.
"Off, tamam anneciğim. Ayağının altında dolaşmam merak etme!" Dedim muzipçe. Bu dediğime güldü.
Gülerken gamzeleri daha belirgin oluyordu.
"Öyle yap bencede."
Sizce ben öyle yapar mıyım? Asla.
Mutfaktan çıkacakmış gibi yaptım. Ama...
Kaşığı tam yere koyduğu anda arkasından sinsice yaklaşıp bir anda kucağıma aldım.
Kaşık tezgaha düştü.
Neye uğradığını şaşırdı.
Şaşkın gözlerle nerede olduğunu sorguladı. Ama bu çok kısa sürdü. "Bırak beni! Ne yapıyorsun Ateş? İndir beni! Hemen!"
"Burası askeriye değil, asker hanım, yani burada senin kuralların da geçerli değil. Şimdi sen bu sandalyeye kalkmamak üzere oturuyorsun ve gerisini bana bırakıyorsun. Okey?" Diye sordum gözlerine bakarak.
Kafasını olumsuz bir şekilde iki yana salladı.
Onu az önce benim oturduğum yere yavaşça bıraktım.
"Ne yapıyorsun Ateş Uras? Korktum bir anda!"
"Özür dilerim ama başka türlü dinlemiyordun. Şimdi önlüğünü ver," dedim. Üzerindeki siyah beyaz çizgili önlüğünü işaret ettim.
Önce biraz garipsedi, sonra güldü ve sonra da pes edip çıkardı.
Dudaklarım bilmiş bir tavırla kıvrıldı ve hemen alıp önlüğü giydim.
Masanın başına geçip keki çırpmaya başladım.
Küçüklükten beri bu işlerle haşır neşirdim zaten.
Bu yüzden acemi değildim. Başımın çaresine bakacak kadar yemek yapabiliyordum.
"Sen kek yapmayı da mı biliyorsun?" Diye sordu ve bacak bacak üstüne atarak beni izledi.
Kolunu dizinin üstünde tuttu ve sağ elini çenesinin altına yerleştirdi. Gözleriyle resmen beni süzüyordu.
"Evet, tabii ki biliyorum. Havuçlu- tarçınlı bir kek yapacağım şimdi. Ama malzemelerini bulmam gerekiyor tabii."
Arkamı dönüp dolapları açmaya başladım.
Havucu buldum ama tarçını bulamadım.
"Tarçın, az önce baktığın dolabın hemen altında olacak." Eliyle işaret etti Kıvılcım.
Beni yönlendirmesi iyi oldu çünkü ben ona sormayacaktım.
Aradıklarımı bulduğumda tezgahın üstüne yerleştirdim ve omzumun üzerinden Kıvılcım'a baktım.
Telefonu ile ilgileniyordu.
Tekrar önüme döndüm. Hızlıca çırpıp malzemeleri kattım ve fırına verdim.
180°C ayarladım fırını. Ve ellerimi de suya tutarak işimi bitirdim.
Ve hâlâ telefonu ile ilgilenen Kıvılcım'a döndüm yüzümü. Başını hafif eğmiş, parmakları ekrana dans ederken yanaklarına düşen o küçük gölgeyi izledim.
"Hayırdır, telefon bağımlısı mı oldun?" Diye sordum yarı alayla.
Kafasını kaldırıp bana baktı öylece.
Hep ciddi olmak zorunda mıydı?
"Hayır, sadece video izliyorum," dedi sonra tekrar kafasını telefona çevirdi. Bir of çekip keki kontrol ettim.
"Olmuş mu? Masayı kuralım aç kalacağız," dedi alayla arkamda ne ara belirdiğini anlamadığım bir şekilde.
Göz devirdim ve kafamı salladım.
Masayı kurmaya başladı ve bende yardım ettim.
Daha sonra Toprak'ı çağırdık.
Toprak yeni uyanmış bir şekilde yanımıza geldi. Aval aval masaya baktı. Hâlâ uyanmamış olacak ki tekrar yüzünü yıkamaya gitti.
Alemdi bu çocuk ya.
Aklıma Umut gelince yemekten sonra onu aramam gerektiğini hatırladım..
Ben bir kahkaha patlattım. Kıvılcım ise 'neye gülüyor bu?' der gibi bakıyordu. O Toprak'ın bu haline alışmış olduğu için bunu yadırgamıyordu.
Onun anlamsız bakışlarına cevap verdim.
"Toprak'a güldüm. Çok komikti. Neyse gelsin de yiyelim çok acıktım."
Sandalyeye oturduk ve beklemeys başladık.
Geldiğinde hemen kaşığımı mercimek çorbasına daldırdım. Açtım abi!
Fısıldaşmalar duyunca kafamı kaldırıp baktım ama sustular.
"Neye gülüyorsunuz?" Diye sordum kaşığı masaya bırakıp yüzlerine bakarak.
"Bu açlık nereden geliyor diye merak ettik," dedi gülerek Toprak.
Yok abi bu çocuk İstanbul da böyle değildi. Buranın suyu mu yoksa havası mı çarpmıştı bilmiyorum ama ben şimdi bunu iyi çarpacağım.
"Açım yani bunu saklayamam. O kadar yol geldim. Azıcık saygı ya!" Dedim alayla. Sonra Kıvılcım'a göz kırptım. Hafifçe gülümsedi ve tekrar önündeki tabağa döndü.
Yemek sessizlik içinde bitmişti.
Masayı toplamıştık. Her ne kadar Kıvılcım sen bırak dese de ona yardım etmiştim.
Sonrasında ben ve Toprak kendi köşelerimize çekilmiş telefona bakıyorduk Kıvılcım da mutfağa gitmişti.
"Ya bu maç ne ya? Saçmalık!" Sinirli bir şekilde konuştu Toprak. Ona çevirdim bakışlarımı.
"Ne oldu?"
Kafasını bana çevirdi.
"Ya bu Galatasaray ile Beşiktaş maç yaptı. Sonuç: Galatasaray kaybetti. 2-0 çıldıracağım!'
Onun yüzünde öfke benim yüzümde mutluluk vardı.
Keyiflendim çünkü ben Beşiktaş'ı tutuyordum.
"Kazandık yani! Ohh bee!" Dedim sevinçle.
Bunu dememle bozuldu ve bana sinirle baktı.
"Evet, ama bizim hakkımızdı!'
"Hayır, alnımızın akı ile kazandık işte! Bazen de kaybetmek gerekiyor. Beni tebrik et bence!" Dedim dik bakışlarım ile.
İkimizde birbimize sinirli bakışlar atarken Kıvılcım'ın sesi bu ortamı bozdu.
Dünyanın sonu gelmiş gibi "‘Çay bitmiş!’" dedi
İkimizde kafamızı ona çevirdik.
"Çay bitti mi? Hayır ya!" dedim
"Kahve içeriz," dedi Toprak umursamazca.
Kıvılcım ise bizim aksimize kahkaha attı. Ters bakışlarım onu bulduğunda ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı.
"E gidip alalım o halde hem hava da alırız. Bir şeyler de alırız," dedim.
"Ben gelemem maçım var birazdan başlar. Siz gidin," Dedi Toprak.
Kıvılcım'a döndüm. Bana baktı ama bakışlarını yeniden Toprak'a yöneltti.
"Korkmazsan gideriz?" Diye sordu Toprak'a.
Toprak ona yine ters ters baktı. "Ben çocuk muyum abla? Büyüdüm artık. Gidin siz!"
"Öncelikle benimle düzgün konuş! Ben senden büyüğüm. Ve Ateş de. Biz gidiyoruz. Bir şey olursa ara. Ama pardon sen büyümüştün bize ihtiyacın da yoktur kesin!" Dedi. O da sinirlenmişti.
Aralarında gergin bir ortam vardı.
"Tamam, gençler sakin olun! Hadi biz gidelim," dedim Kıvılcım'ın kolunu tutarak. Konuyu dağıtmaya çalıştım.
Toprak derin bir nefes aldı ve başını hafifçe eğdi.
"Abla özür dilerim. Maç sonucuna biraz sinirlendim de. Size patladım biraz. Özür dilerim."
Kıvılcım ise bej renginde ki kabanını ve ayakkabılarını giydi. Gözleri ile gelmemi işaret etti.
Yanına gidip siyah deri ceketimi aldım askılıktan göz ucu ile Toprak'ı kontrol ettim ve ayakkabılarımı giydim.
Toprak ayakta dikiliyordu hâlâ.
"Tamam, sorun değil. Geliriz birazdan," dedim ılıman bir şekilde. Kıvılcım çoktan önden çıkmıştı.
Bende arkasından çıktım.
O merdivenlerden birer birer yavaşca inerken bende ikili olarak iniyordum. Tabii ki bu yüzden önce ben çıktım peşimden de o.
Evleri lojmandı ve askeriyenin çok yakınındaydı. Bu yüzden her tarafta askerler vardı. Bu yüzden içimiz rahattı zaten.
Arabaya binecektik çünkü market buraya biraz uzaktı.
Hemen şoför koltuğuna geçtim. O da arabaya binip kemerini taktığında arabayı çalıştırdım.
Ama sessizdi. Belki az önce ki tartışmayı düşünüyordu.
O daha yeni yeni abla olduğu için ergenlerde tahammül edemiyor olabilirdi. Çünkü küçükken hiç başka birini de düşünmek zorunda değildi. Kendini düşünse yeterdi.
"Neden öyle davrandın ona? Yani daha ılıman olabilirsin," dedim direksiyonu tek elimle çevirirken bir yandan da radyoyu açıyordum.
Pencereden kafasını kaldırdı ve bana baktı.
"Bazen otoriter olmak gerekir. Çünkü o neyi nerede konuşacağını bilemiyor bazen..." Gözleri radyoya kaydı. "Neyse şarkı açalım mı?" Diye sordu.
"Aç bakalım güzellik," dediğimde sıcacık gülümsedi. Ben radyodan parmağımı çektim o şarkıyı açtı.
Hava soğuktu ama az önceki gülümseme içimi ısıtmıştı.
Kıvılcım ve benim aramda hâlâ biraz mesafe vardı.
Ya bana tam olarak güvenmiyordu ya da biz hâlâ o mesafeleri tam olarak aşamamıştık
Ben ona bir adım atıyordum ama onda tık yoktu.
Beni sevdiğine dair çok fazla şey söylemiyordu.
Ama bunu biraz yaşadıklarına yorarsak psikolojik olabilirdi.
Bu yüzden onu kırmak için bir şey demiyordum.
**DKTT- DİLERİM Kİ. **
Şarkı bir anda çalmaya başlayınca birbimize baktık.
Göz kırptım onun dudaklarınınn kenarı kıvrıldı ve yüzünü yeniden cama çevirdi. Ama bu sefer gözleri kapalıydı. Şarkıyı dinliyordu.
"Kaybolan bir ruh gibi kayıp giden sende bul beni. Mahvolur da bitersem tut elimi."
"Dilerim ki... Dilerim ki asla caymazsın benim olmaktan."
Gözlerini kaçırdı ben bakmaya devam edip tekrar çektim.
Yola bakmaya başladım. Ama içimden fısıldıyordum.
Dilerim ki asla caymazsın benim olmaktan, Kıvılcım.
Dilerim ki...
Markete geldik. Arabayı durdurdum ve aşağı indik.
Arabayı marketin karşısına park etmiştik.
Önden Kıvılcım indi ve benim inmemi bekledi.
Hemen yanına gittim ve elini tuttum.
Elleri üşümüştü. Montumun tek cebine soktum elini.
Ama diğer eli üşüyecekti?
Şaşkınlıkla bana baktı.
"Ellerin üşüyor, ama bir elini ısıtabiliyorum. Şey yapalım, diğer elini kendi cebine sok," dedim sağ elini göstererek. Önce kıkırdadı ama sonra ciddi bir şekilde konuştu.
"Benim cebim var zaten. Gerek yoktu yani. Neyse hadi gidelim." Markete doğru çekti beni resmen.
"Tamam," deyip ilerledim bende peşinden.
Markete girdiğimizde hemen çay reyonuna yöneldik. Çayı ben seçtim. Kıvılcım zaten çay içmeyi benim kadar sevmiyordu. Ama buna rağmen ben mutlu olayım diye çay diye tutturdu.
Daha sonra da abur cubur reyonuna yöneldik. Her seferinde çikolata alıyordu Kıvılcım. Bende meyve sebze alıyordum. Çünkü sağlıksız şeyleri sevmezdim.
Bir sürü şey almıştık şaka maka. Aslında aldığımız şeyler değil de fiyatları biraz cep yakıyordu. Ama sorun değildi. Sonuçta ilk market alışverişimizdi.
Bu yüzden abartmak istedim.
Kasada ödemeyi yaptım ve poşetleri alarak arabaya bindik.
İkimizde üşümüştük. Bu yüzden hızlıca arabayı sürdüm.
Eve geldik çayımızı yaptık ve oturup film açtık.
Elimde mısır kasesi vardı. Önümüzde romantik komedi ve aksiyonun iç içe girdiği güzel bir film vardı. Ortam sıcak ve samimiydi. Ama bir sorun vardı.
"Kıvılcım, sen en iyisi ortaya otur," dediğimde garipsedi.
"Niye?" Diye sordu tek kaşı havada.
"Çünkü Toprak aramıza giriyor!" Gözlerimle Toprak'ı işaret ettim. İkimizin arasına girmek için her şeyi yapmaya hazırdı.
Bu söylediğime güldü. Toprak, mutfaktan cips ve kola almaya gittiği için acele ediyordum. Ama kısa sürede geldi.
Gözleri imalı bir şekilde bana baktı. Gözüme baka baka Kıvılcım'ın sağ tarafına oturdu.
Neyse ki Kıvılcım ortaya kaydı.
Derin bir nefes aldım. Bugünü mahvetmesine izin veremezdim zaten. Baş başa da kalamıyorduk hiç.
Off.
***
KIVILCIM ATEŞ
Film mükemmel bir şekilde ilerlerken sol tarafımda Ateş Uras'ın kafasını omzuna yasladığını görünce içim kıpır kıpır oldu. Filme odaklanamadım bir an.
Artık parfümün kokusu daha yakından ve net geliyordu.
Deniz esintisi gibiydi parfümü. Ağır değildi ama kalıcıydı.
Toprak ise çoktan filmden ve bizden kopmuştu. Elindeki telefonla oyun oynuyordu sağ tarafımda. Ne çabuk sıkıldı.
Bende tekrar filme döndüm.
Ama hâlâ kalbim göğüs kafesini yırtmak ister gibi atıyordu. Kafamı usulca sol tarafıma çevirdim. Ateş Uras ile göz göze geldik.
Bir süre birbimize baktık ve ben gözlerimi kaçırdım.
"Abla ben yatıyorum, iyi geceler!" Dedi Toprak ve ayağa kalktı.
"İyi geceler!"
"İyi geceler!"
Toprak gittikten sonra biz filmi izlemeye devam ettik.
"Şimdi bu kız bu adamı seviyor mu sevmiyor mu? Anlamadım," dedi Ateş Uras. Kafası hâlâ omzuma yaslıydı.
Filmdeki adam kendini tamamen dış dünyaya kapatmış bir adamdı. Kadın adamın en yalnız zamanında geliyordu. Kadının onu sevdiği belliydi.
Cümleleri ve davranışları ile belli ediyordu.
Ama adam çok ketumdu. Duygularından kaçıyordu.
Ama seviyordu. Bu da onun davranışlarından belliydi.
Kadın hastayken ona yemek yapıyordu, saçlarını örüyordu, onu dinliyordu. Ve en önemlisi onu anlıyordu.
"Aşık. Sadece duygularını belli edemiyor. Geçmişte yaşadıkları onu buna itti," dedim patlamış mısırı ağzıma atarak.
"Yani senin gibi," dedi televizyona bakarak. Ben başta anlamadım ama sonra ani bir hareketle ona döndüm kaşlarımı kaldırdım.
Ne diyordu bu? Ben ne alaka?
"Ben ne alaka?" Diye sorum. Kafasını omuzundan kaldırdı ve bana doğru döndü.
"Sen de sevgini belli edemiyorsun Kıvılcım. Fark ettin mi?" Diye sordu.
Ben sevgimi belli ediyordum. Yoksa edemiyor muydum?
"Hayır ediyorum," diye direttim.
"Etmiyorsun. Beni sevdiğini gözlerin belli ediyor ama kelimeler yok. Bak ben senin için her şeyi yapmaya hazırım ama sen adım atmıyorsun," dedi sakince. Kelimeleri tane tane anlattı. Gözlerini benden ayırmadı. Saçımı geriye attım.
Beni kırmamaya çalışıyordu.
Bir süre sessiz kaldım.
Gerçekten öyle miydi? Haklı olabilirdi.
Ben neden bilmiyorum ama ona karşı tam olarak sevgimi belli etmekten kaçıyordum.
"Bilmiyorum... Elimden geleni yapıyorum. Ama benim için zor. Senin geçmişte ilişkin oldu ama benim olmadı. Yani normal değil mi?" Diye sordum.
Bir süre düşündü. Gözlerini halıya çevirdi. Arkasına yaslandı.
"Sanırım haklısın," dedi fısıltıyla. "Yani benim geçmişte sadece bir ilişkim oldu ama Özge beni hakketmiyordu. Neyse... Tamam seni zorlamıyorum. Aramızdaki duvarları bir bir yıkacağız." Elimin üzerine elini koydu ve gülümsedi.
"Özge ile nasıl sevgili oldunuz?" Diye sordum gözlerinin içine bakarak. Çok merak ediyordum.
Hayır, kıskançlık falan değildi. Ben kıskanç bir değilim. Sadece merak ediyordum.
Ama Ateş oflanmaya başladı.
Konuşmak istemediği belli ama içindeki kırgınlık gözlerinden taşmıştı.
"Özge çok gereksiz bir konu. Tamam mı?" Dedi yanıt bekler gibi. Kafamı salladım.
Şimdilik bir şey söylemeyecektim.
"Hadi şu filme devam edelim," dedi. Televizyona döndü. Bende kendimden beklemediğim bir şekilde başımı omzuna yasladım. Yavaşça. Hatta kafam omzunu ağrıtmasın diye biraz da başımı havada bıraktım.
Kalbinin ritminin arttığını hissedebiliyordum.
Beni gerçekten seviyordu. Kolunu belime doladı ve beni kendine daha çok çekti. Göğsüne yaslanmıştım. Nefesimi kafamdan hissediyordum.
Yanaklarımın kızardığına eminim.
Sağ eli ile saçımı okşadı. Ben de saatler ve film ilerlerken mayışmaya başladım.
İmsan, sağlam bir omza ihtiyacı olduğunu kaç yaşında hisseder bilmiyorum. Ama kalbi ne zaman ihtiyaç duyarsa o zamandı muhtemel.
Ben ilk defa böyle bir ihtiyacım olduğunu hissettim.
"Şu çocuk çok tatlı!" Dedim parmağım ile işaret ederek.
"Senin gibi." Gülümsedim. İlk defa gerçekten kalbimle. Hissederek.
Uykum geliyordu ve yarın işe gidecektim. Artık uyumalıydık.
"Uykum geldi!" Dedim esneyerek. Başımı onun omzundan ayırdım. O bana bakıyordu.
"Belli oluyor, bu kadar esneme ile. Neyse uyuyalım o zaman. Ama benim odam hazır mı?"
Onu unutmuştum. Uzun zamandır misafir ağırlamamıştım.
Hemen ayağa kalktım. Az daha düşüyordum ama dengemi sağladım.
"Ben şimdi hazırlarım." Gidecekken kolumu tuttu yavaşça.
"Sen odayı göster ben hallederim."
"Olmaz sen misafir-"
"Sadece yorgan ve yastık getirsen yeterli," dedi sözümü keserek.
"Emin misin?" Dedim tek kaşımı havaya kaldırıp.
"Kesinlikle," dedi ayağa kalkıp yüzüme yukarıdan bakarak.
"Tamam."
"Önce şunu sorayım, o sapık piç bu binada mı?"
Geçen sefer kapıma gelip pirinç isteyen adamı söylüyordu.
"Evet, bu binada. "
"Yarın bana göster onu,"
"Ben hallederim."
"Halledersin ondan eminim de... Senin dilinden anlamaz bunlar, başka bir dil lazım. Daha vurdulu kırdılı bir dil," dedi bir adım daha yaklaşarak. Nefesi yüzüme vuracak kadar yakındı. Mavi gözlerinde o adama ne yapacağını anlayabileceğim sahneler geçiyordu.
"Şiddet yok, Ateş. Sen en son şiddete kalkıştığında başımıza neler geldi. Hatırlıyor musun?"
Hatırlamak bile bana acı veriyordu. O en iyisi bu işlere bulaşmasın.
Omuz silkip burun kıvırdı.
İki elini yanaklarıma yerleştirdi. Avuç içi yanağıma temas ettiğinde gözlerime daha derin baktı. İçimi okumaya mı çalıyordu?
Ya da beni ikna etmeye mi emin değilim.
"Ben halledeceğim, güzelim. Sen merak etme."
Kafasına koymuştu. Yapacaktı.
"Tamam ama çok sorun çıkarma. Lütfen."
"Tamam, dedim ya."
"Demedin."
Ne zaman dedi? Ben niye duymadım. Bence o da duymadı.
"İyi, şimdi diyorum," dedi ardından yüzüme biraz daha eğilip kulağıma fısıldadı. "Tamam."
İçimden sıcak bir rüzgar geçti. Bu adam ani şeyleri niye bu kadar çok seviyordu?
Kulaklarımın bile yandığını hissediyordum.
Ellerini yanaklarımdan çekti ve bir adım geri gitti.
"Neyse, uyuyalım artık," dedi saçlarını karıştırıp.
Bence de.
Önce televizyonu kapattım. Mısır kasetlerini mutfağa götürdük. Kendi odamdan yastık ve yorgan aldım ve ona verdim.
Neyse ki yastık ve yorganı daha yeni yıkamıştım. Ve misafir odası da temizdi.
Odasını gösterdim. Misafir odası lavaboya yakındı ve benim odama yakındı. "İyi geceler," dedim.
"İyi geceler, asker hanım," dedi. Arkasını dönüp odaya girecekken ters bir hamle yapıp arkasını döndü ve aniden iki yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.
Tepkimi bile görmeden odaya girdi ve kapıyı kapattı.
Ben mi? Ben orada öylece durmuş bir elimi yanağıma yaslamıştım gözüm hâlâ kapıdaydı. Ama aslında boşluğa bakıyor gibiydim. Yüzüme istemsiz bir gülümseme yerleşti.
Deli bu adam ya.
Şaşkınca kendi odama girdim ama hâlâ gülüyordum.
...
Veee kestikkk
Nasıldı bölüm?
Uzun bir bölüm olduğu için yorum sayısı fazla olursa bölüm gelecektir.
Bu arada Kıvılcım ve Ateş ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Peki ya Toprak'in ikisinin arasına girmesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Cevaplarınızı bekliyorum.
Sevgiyle kalın💗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |