49. Bölüm

Benzer Acılar

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Merhaba, uzun bir bölümle sizlerleyim. Nasıl olduğunu mutlaka yazın. Yavaş yavaş sezon finaline doğru gidiyoruz.

Oy ve yorum bırakmayı unutmayın.

Sevgiyle kalın💞

 

"Kimi insanlar yaşarken ölür, biz onunla doğarken kaybettik."

...

ATEŞ URAS CANTÜRK

Mezarlığın kapısından içeri adım attığımızda içimde tuhaf bir ürperti yükseldi. Bir gün ben de toprağın sessizliğine karışacağım; ve bu uçsuz bucaksız dünyada, mutluluğa dokunamadan ölmek düşüncesi yüreğimi ağır bir taş gibi eziyor.

Çocukken belki mutluluğun gölgesine sığınabilirdim, ama artık mümkün değil. Çünkü çok şey kaybettim; annemin sesini, kardeşimin adımlarını, umudun ışığını ve kendi kalbimin sıcaklığını…

İstesem de mutlu olamam. Çünkü kısa süreli sevinçler bana mutluluk değil, yalnızca gelip geçen birer hatıra gibi görünüyor. Ve biliyorum ki, Kamil Cantürk hiçbir zaman baba olabilecek bir ruh taşımadı. Zira herkes baba olmamalı.

Umut'un hâlâ olanlardan haberi yoktu. Annemden haberi yoktu babamdan da yoktu. Ona söylemek istemedim ama annemi söylecektim bu yüzden Melih onu buraya getirecekti.

Kamil Cantürk'ün mezar taşını yada mezarını yaptırmayacağım. Bu şekilde durmayı hak ediyor.

Annemin de hataları vardı. O adamın yaptıklarını görecek kadar zeki bir insandı. Annem eskiden psikiyatrdı babamın bu durumunu fark etmemesi olanaksızdı. Babam onu her yerden kısıtladı ama o bir şekilde psikiyatr oldu bunu başardı. Bunu başaracak kadar cesur ama gidecek kadar korkaktı.

Tabii ki babamın hatalarının yanında onun hataları bir hiçti.

Benim hatam ise onun öldüğüne kendimi inandırmam bu işin peşinden gitmememdi.

Mezarlığın taş kapısından içeri adım attığımızda, havada ağır bir sessizlik asılıydı. Rüzgâr, kuru yaprakları sürükleyerek mezar taşlarının arasından geçiyor, sanki geçmişin sırlarını fısıldıyordu. İçimde bir öfke, bir kırgınlık ve bir hesaplaşma isteği vardı. Karşımda duran taş, yalnızca bir mezar değildi; yılların biriktirdiği acının, kayıpların ve suskunlukların sembolüydü.

“Keşke yüreğin değil, ellerin nasır tutsaydı Kamil Cantürk,” dedim, sesim titreyerek. “O zaman hiçbirimiz tükenmez, hiçbirimiz üzülmezdik. Sen kendi ellerinle bizi mahvettin. Bedelini bu dünyada değil, öte dünyada ödeyeceksin. Cehenneme git şerefsiz! Biz buraya seni görmeye gelmedik.”

Sözlerim mezarlığın sessizliğinde yankılandı. Kıvılcım’a baktım; gözlerinde hem korku hem de bana duyduğu güven vardı. Gülümsedim, sonra anneme döndüm. Onun gözlerinde tek damla yaş yoktu. Bu, bana garip bir huzur verdi.

“Annem de burada. Ama ağlamıyor, ağlamayacak da. Çünkü sen gözyaşlarına değmezsin. Sen berbat, adi, pislik ve şereften yoksun bir adamsın. Annem seninle konuşamıyor, bunun tek suçlusu sensin! Onu mahvettin, hayatını mahvettin, bizim hayatımızı da kararttın!”

Öfkemin ateşi damarlarımı yakıyordu. Ellerim titriyor, nefesim kesiliyordu. Sanki o mezarın içinden çıkıp karşıma dikilmişti.

“Nasıl yaptın bunu? Senin yüzünden ne hâle geldik biz! Kardeşim… O seni tanımıyor bile. Babasını tanımıyor!”

Arkamdan Kıvılcım’ın sesi yükseldi: “Ateş Uras, biraz sakin ol!” Ama ben duymadım.

“Beni öldürecektin. Şu kız olmasa beni öldürecektin! Nasıl bir babasın sen? Senden tiksiniyorum. Hatta bazen, iyi ki öldün diyorum.”

Tam o anda istemediğim bir ses kulaklarıma çarptı: “Abi…” Umut gelmişti. Ve söylediklerimin hepsini duymuştu. Belki de Kıvılcım bu yüzden beni uyarmıştı. Ama neyse… Öğrenecekti zaten.

Arkamı döndüğümde Umut’u gördüm. Melih’in yanında, tekerlekli sandalyede öylece duruyordu. Gözleri sorguluyordu, dudakları titriyordu.

“Ne oluyor burada abi? Bu kadın kim? Neden buradasınız?”

Yanına gidip omuzlarına ellerimi koydum. Sesim titriyordu, o ise suskundu.

“Umut, bugün öğrenmen gereken bir gerçek var.”

Kirpikleri titredi. “Ne… Ne gerçeği?”

“Şurada gördüğün kadın bizim annemiz. Annemiz ölmemiş, bizden saklamışlar. Ve şu mezarda yatan da Kamil Cantürk… Yani eskiden babamız olan lanet adam!”

Umut sustu. Böylesine ağır bir gerçeği kabul etmek kolay değildi. Gerçekler her zaman acıtır; hayaller ise tatlıdır.

“Anne!” diyerek onu annemin yanına götürdüm. Annem kollarını açtı ve sıkıca Umut’a sarıldı. İkisi de tekerlekli sandalyedeydi; annem ayakta duramayacak kadar yorgundu, Umut ise ayaklarını kaybetmenin eşiğinde olmasına rağmen sandalyeyi nadiren kullanırdı.

Ben bu sahneyi gülümseyerek izledim. Mezarlığın sessizliği, annemin ve kardeşimin sarılışında eriyip kayboldu. Öfkemin yerini, ilk kez bir umut ışığı aldı.

"Anne! Annem! Seni çok özledim. Hep seni merak ediyordum. Bir fotoğraf bile yoktu."

Haklıydı bir fotoğraf bile yoktu o zamandan kalan.

Babamın ölmesi umurunda bile değildi. Annem ile sarılması bittikten sonra babamın mezarına baktı.

Onun için bir şey ifade etmiyormuş gibiydi ve haklıydı.

"Kıvılcım abla, bak annem... Ölmemiş!"

Dediğinde Kıvılcım'a baktım gülümseyerek kafasını salladı.

"Evet, hadi artık arabada devam edersiniz. Gidelim artık izlenme olasılığımız çok yüksek," dedi Melih.

Haklıydı, bu saatten sonra her şey ciddiye binmişti ve can güvenliğimiz tehlikedeydi.

"Tamam, hadi gidelim," dedim.

Hızlıca toparlanıp arabalara bindik.

Ben, annem ve Umut bizim eve giderken Melih de Kıvılcım'ı eve bıraktı.

Benim evime geldiğimizde annem memnun bir ifade ile bana bakıyordu. Sanırım uzun yıllardır ilk defa kendimi iyi hissediyorum.

"Siz oturun ben bir çay koyayım," dedim ve mutfağa geçtim. Çay suyunu koyduktan sonra tekrar içeriye geçtim.

"Anne, sen biraz dinlen. Çok yoruldun."

Kafasını salladı o içeri geçerken bende Umut ile baş başa kaldım.

"Nasıl hissediyorsun?" Diye sorduğumda kafasını kaldırıp bana baktı.

"Çok garip. Annemi bulduğumuz için mutluyum ama babamı hiç görmediğim içinde huzursuz. Onu bulup öldürmek isterdim yada iyi bir işkence."

"İlk zamanlarda bana da öyle oldu ama dert etme alışıyorsun."

"Off abi of!" diye yükseldi birden. "Annem hiç konuşamayacak mı?"

"Hayır..." dedim kısık sesle. "Doktor ameliyat edilemeyecek kadar kötü durumda olduğunu söyledi."

"Kahretsin! Pislik adam. Hayatımızın içine etti." Oturduğu koltukta başını ellerinin arasına aldı. Omuzları sarsılarak ağlıyordu. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum bende derin bir nefes aldım.

"Çay içer misin?" Diye sordum.

"Ne çayı abi ya! Ben çay gibi olmuşum zaten."

"Hayatta bazı şeyler istesek de değişmez ama çok kırıldığım, üzüldüğüm zamanlarda çay içmek beni iyi hissettirir."

" Garip bir fantazi."

"Öyle."

Telefonum titreşince telefonuma döndüm. İsime hiç bakmadan direkt kulağıma götürmüştüm.

"Alo?"

"Ateş Uras hemen gelmelisin. Operasyon var!" Barlas aramıştı.

"Nasıl geleyim kankacım bizimkiler burada tek."

" Melih silahları kontrol et!" Sanırım gerçekten operasyon vardı. nihayet sesi bana döndü. " İyi tamam o zaman. İzin günün ne zaman bitiyor senin ya?"

"İki gün sonra. Kendimi değil de bizimkileri toparlayıp geleceğim. Şuan durumlar çok karmaşık Barlas, çok."

"Tamam anlıyorum kardeşim. Kıvılcım'a göz kulak ol on saatliğine."

Demek ki görev gizli bir görev. Şimdi ben Kıvlcım'a göz kulak olmasına olurdum ama tek sorun onun benim her hareketime bir kulp bulmasıydı.

"Kıvılcım kendi kendine benden daha iyi bakıyor merak etme."

"Evet, ama şu aralar pek iyi değil. Bir sürü şey yaşadık. Yine de ben arayamayacağıma göre sen iki saatte bir ara. Aslı ve Beste yok evde. Başına bir iş gelmesinden korkuyorum."

"Tamam... Merak etme ararım."

"Sağ ol. Hadi Allah'a emanet olun!"

"Sizde kankacığım."

Kapatıp çayı demledim daha sonra asker hanımı aradım.

"Asker hanım?"

"Evet, Uras ne oldu?" Sesi uykulu ve yorgun geliyordu.

"İyi misin?"

"Evet, evet çok iyiyim. Ne oldu?"

"Çay demledim içer misin?"

"Hayır, çayı pek sevmiyorum."

"Nasıl ya sen severdin?"

"Artık sevmiyorum!"

"Anladım. Tek başına korkmuyorsun değil mi?"

"Sence? Kaç yıldır tek başına ve yalnız olan bir insan korkabilir mi?"

"Hayır, ama sormak istedim. Bir şey olursa ara."

"Ararım. Annen ve Umut iyi mi?"

"İyi olacaklar. Hayat bu... Olmayıp ne yapacaklar?"

"Haklısın."

"Neyse çay içeceğim. Hâlâ gelmek istemediğine emin misin?"

"Evet."

"İyi peki. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefon ile kulağımın temasını kesip çay bardağımdan bir yudum daha aldım. Arkama yaslandım.

"Abi hemen gelmelisin!"

Umut'un telaşlı sesini duyunca koşarak salona gittim.

Televizyonda bir şey görmüş olmalı ki dehşetle bakıyordu.

"Abi... Yılan mafyası!"

"Umut açık konuş ne oldu?"

"Yılan mafyası şehire inmiş. Haberlerde gördüm. Çok yakınımızda olabilirler."

"Nasıl yani? Zaten şehirdelerdi."

"Hayır abi bu sefer durum çok kötü. İlk hedefleri sizsiniz abi, askerler ve onların yakınları yani biz."

"Kahretsin!" Aklıma bir anda Kıvılcım geldi yalnızdı.

Yalnızdı!

Tek başına!

Dehşetle gözlerimi büyüttüm. Önce mutfağa yönelip telefonumu aldım. Titreyen ellerimle Kıvılcım'ı aradım. Dişlerimi sıktığımın farkında bile değildim.

Tekrar aradığımda açmasıyla rahatladım.

"Kıvılcım," sesim titriyordu. İyi miydi? "İyi misin?" diye sordum. Cevap biraz sonra kısık ve uykulu sesle geldiğinde rahatlayarak gözlerimi yumdum.

"İyiyim?"

"Haberleri gördün mü?"

"Ateş Uras beni bir sal artık! Uyumak istiyorum. Ne haberi hem?"

Hiçbir şeyden haberi yoktu değil mi? Oh bu iyiydi. Şimdi tek sorun onu oradan almaktı.

"Yılan mafyası..."

"Ee?"

"Şehire inmişler. İlk hedefleri askerler!"

"Demek sonunda geldiler ha? Yarın ilk iş saldırılara başlayacağım. Şimdi uyumalıyım, başım çatlıyor."

"Kıvılcım, seni almaya geleyim mi?"

"Beni almana gerek yok Ateş. İyiyim ben bö-"

Bir anda sesi kesildi arkadan bir ses duydum.

"Ne oluyor orada?" diye sordum telaşla. Kalbim göğsümü yırtacak kadar hızlı atıyordu. Bedenim titriyordu. Cevap yoktu. " Kıvılcım!"

"Bilmiyorum dışarıdan bir ses duydum gibi. Kedilerdir herhalde."

"Kapatma! Hemen geliyorum. Sakın telefonu kapatma!"

Ceketimi aldım. Annemleri tek başlarına bırakamazdım. Bu yüzden karşı komşumuz eski subay olan Necmi abiyi kapıya diktim. Neyse ki kabul etti.

Umut'u da her ihtimale karşı tembihleyip evden çıktım.

Hızlı bir şekilde arabaya atladım.

Kıvılcım hâlâ telefondaydı ve bu sefer ben değil o fazla rahattı. Bu beni korkutuyordu.

"Kıvılcım ses ver!"

"Kes artık şunu, Ateş Uras beni korkutuyorsun. Bir şey olduğu yok. İyiyim ben. Gelmenede gerek yok!"

"Saçmalama!"

Arabayı o kadar hızlı sürüyordum ki evinin önüne gelmem on beş dakika sürmüştü.

Koşarak kapıyı çaldım.

Bir dakika geçti hala açmadı.

"Kıvılcım, benim. Aç kapıyı!"

"Kıvılcım!"

Kapıyı kırma yolunu denedim.

Kırdığım da bütün odaları tek tek gezdim en sonunda lavabonun ışığı yanıyordu

"Kıvılcım?"

"Buradayım."

Sesi o kadar cılız çıkmıştı ki.

Hızla kapıyı açtım. Kilitliydi ama zor da olsa açmıştım.

Gözlerim onu ararken o yerde oturmuş silahına sarılmış öylece duruyordu.

"Kıvılcım! İyi misin?"

Koşarak yanına gittim. Her an ağlamaya hazırdı.

"Ben onlar geldi zannettim. Çok korktum çünkü bana mesaj attılar. Beni öldüreceklermiş. Tabii bu beni korkutmadı. Toprak ile tehdit ettiler... Kapıyı çaldılar zannettim. Buraya saklandım. Mermim yoktu, Ateş... Bana saldırırlarsa kendimi koruyamazdım."

"Birileri var mı yok mu?"

"Bilmiyorum."

"Bekle. Ben etrafa bakacağım."

"Beni de bekle."

"Hayır, sen gelme!"

"Korkuyorum."

"Hani korkmazdın? Şu mermileri al ve beni burada bekle, tamam mı?"

"Ama..."

"Aması yok. Benden daha güçlüsün. Kendine gel artık! Sen onlara haddini bildirecek tek kişisin!"

Bir süre garip bir ifade ile bana baktı sonra kafasını salladı.

Hızlıca kendimi dışarı atıp etrafa baktım.

Kıvılcım savaş konusunda kesinlikle ekipteki en iyi kişiydi. Atışlarının yüzde yüzü isabetti ve stratejik olarak da bir numaraydı.

Kimse yoktu. Etrafta şüpheli kimse yoktu ama evde kalması iyi bir fikir değildi.

Tekrar içeri girdiğimde ayağa kalkmış yüzünü yıkıyordu.

Şaka gibiydi.

"Kıvılcım, niye böylesin?"

"Bir sorunum yok dediğim gibi ben kendimi koruyabilirim. Sadece az önce hazırlıksız yakalandım. Senin de dediğin gibi kendime gelmeliyim."

"Hadi gidiyoruz!"

"Kıvılcım!" Diyen başka bir ses duyunca ikimizde kafamızı kapıya çevirdik.

Yaman gelmişti.

Koşarak Kıvılcım'ın yanına gelip ona sarıldı.

"İyi misin? Çok korktum. Haberleri görünce aklıma ilk sen geldin."

Kıvılcım şaşkınlığını atınca konuştu.

"İyiyim tabii ki. Bir sorun yok."

"Kapı neden açıktı?"

"Ben unutmuşum" dedim.

Yaman kafasını bana çevirdi. Yeni fark etmişti beni.

"Sen de mi buradaydın?"

"Evet canım beğenemedin mi?"

"Beğenmedim."

"Şimdi sizin boş atışmalarınızı dinleyemem. İşi olmayan çıksın haydi. Gidin evimden!"

"Beni kovuyor musun?"

"Beni kovuyor musun?" İkimizde aynı anda konuşmuştuk.

"Evet, kovuyorum."

"Saçmalama hadi bizim eve gidiyoruz. Annemleri de tek başına bıraktım zaten."

"Hayır gelmeyeceğim. Ben burada kalacağım."

"Bizim eve gel o zaman hadi!"

"Hayır dedim!"

"Elinden tuttuğum gibi dışarı çekiştirdim onu. İkisi de şaşırarak bana baktı.

Elini bırakmam için onca girişimde bulundu ama hepsi boşa çıktı.

"Lan bıraksana kızı! Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Aniden arkamı döndüğümde Kıvılcım'ın yüzünü gördüm.

Korkarak bakmıyordu ama iyi de görünmüyordu.

"Yaman, işime karışma!"

"Karışıyorum tamam mı? Seninle gelmek istemiyor anla artık!"

Bir hışımla yanına gidip gözlerimi ona diktim.

"Allah Allah sen nereden biliyorsun gelmek istemediğini?"

"Gözlerinden belli oluyor!"

Kıvılcım'a baktığımda ikimizin arasında kaldığı için ne yapacağını şaşırdı.

"Öyle mi gerçekten?" Diye sorduğumda Kıvılcım bana bakıp gülümsedi.

"Hayır, kavganızı kesin artık. Aranızda kalıyorum. Yaman, en son seninle gittiğimde başıma bir sürü şey geldi, biliyorsun. Seninle gelmek istemiyorum."

Yaman'ın yüzü düştüğünde zafer kazanmış gibi baktım ona.

Sonra Kıvılcım bana döndü, "gidelim mi?" Dedi.

"Tabii" dedim keyifle.

Beraber çıktık. Yaman da çıkıp suratımıza bile bakmadan gitti. Kapıyı kilitledik ve arabama bindik.

Açıkçası Yaman'a öyle neden davrandığını anlamadım.

"Ona neden öyle davrandın?"

"Çünkü ona güvenmiyorum. Yani bu konularda güvenmiyordum. Bir de Özge konusunu daha bugün söyledin bana o yüzden ondan uzak durmak daha iyi."

"Bana güveniyorsun o zaman?" Tek kaşımı havaya kaldırmıştım.

"Evet. Onca şey yaşadık bana nedense güvenilir geliyorsun."

Bunu söylemesi ile istemsizce dudağımın kenarı kıvrıldı.

Mutlu olmuştum.

"Beste ve Aslı nereye gitti?"

"Beste görevde, Aslı da arkadaşına gitti."

"Haa anladım. Barlas demişti operasyon varmış."

"Evet, haberim var."

Kıvılcım'ın telefonu çalınca sustum.

"Efendim Atilla Bey?"

"Evet, o da görevde."

"Peki, haber veririm. Görüşürüz" kapattı.

"Ne olmuş?" Diye sordum.

"Beste'ye ulaşamamış o yüzden aradı."

"Vay be! İtiraf ettireceğim ona seviyor o kızı!"

Güldü bende güldüm.

"Haklısın. Bence de öyle."

"Asıl hikayelerini hep merak ettim" dedim.

"Bana bir şey anlatmadı zamanı gelince söyleyecekmiş."

"Zamanı gelsin artık."

"Gerçekten. Ben acaba evde mi kalsaydım?"

"Hayır, orası çok tehlikeli ve sen tek başınasın. Tamam, eskiden çok fazla kaldın ama artık daha tehlikeliler. Bu yüzden bugünlük bizde kal. Annem falan da orada. En azından aklım sende kalmaz."

"Tamam, haklısın."

"Hep sormak isteyip soramadım. Sen nereliydin?"

"Gaziantep... Yani babam oralıymış biz hep konargöçerdik yani bir evimiz vardı ama biz yazları yayla gibi bir yerde çadırda kalıyorduk. Zaten orada ne olduysa oldu. Bir daha oraya adımımı atamadım" yüzü biraz düştü sonra konuşmaya devam etti.

"Sen nereliydin?" Diye sordu.

"Ben İzmir de doğup büyüdüm. Sonra babamlar beni İstanbul'a getirdi. İstanbul'u seviyorum ama orada çocukluğumu bıraktım ve o çocuk beni hâlâ bekliyor. Gitmeye gözüm yok. Korkudan mı yoksa anılarımın olmasından mı bilemiyorum. Aşamadığım şeyler var. Senin de az önce dediğim gibi bende bir türlü ayak basamadım oraya."

"Hikayelerimiz çok tanıdık. Garip bir şekilde."

"Bizim gibi olan herkesin kaderi aynı."

Kimi insanlar yaşarken ölür, biz onunla doğarken kaybettik.

"Bencede."

" Evet, geldik asker hanım. İnebiliriz."

"Tamam."

Eve girmek için asansöre bindik. Kısa bir süreden sonra kapının önüne geldik.

Kapıyı çaldım ve Umut açtı.

"Kıvılcım abla?"

"Selam Umut, nasılsın?"

"İyiyim iyiyim hoş geldiniz. Gelin içeri!"

Ayakkabılarınızı çıkarıp içeri geçtik. Ev sıcaktı dışarısı bayağı bir soğuktu.

"İçeri geçin siz geliyorum ben" dedim ve annemin yanına çıktım.

Annem uyuyordu bu yüzden onu rahatsız etmeden lavaboya girdim.

İşlerimi hallettikten sonra Kıvılcım ve Umut'un yanına gittim. Koltuğa oturmuş sohbet ediyorlardı.

"Çay isteyen var mı?"

"Hayır, istemiyorum" dedi Kıvılcım

"Bende" diyerek onu destekledi Umut.

"Çayı nasıl sevmezsiniz siz ya çıldıracağım."

"Kahve alabilirim" dedi Kıvılcım.

"Bende" dedi Umut.

Küçümseyici bir bakış atıp içeri geçtim ve çay yaptım. Kahve yapmayacaktım çünkü kahve sevmiyordum ne kokusunu ne de kendisini.

Çünkü küçükken babam zorla kahveyi bana çiğ çiğ yutturmuştu hem de susuz. Babam gerçekten çok acımasızdı.

Çayı kısa sürede hazırlayıp getirdim bu sırada onlar da televizyona bakıyordu.

"Abi kahve demiştik ama!"

"Bu eve kahve sokmam ben!"

"Neden?" Diye sordu Kıvılcım

"Bir sebebi yok kokusu rahatsız ediyor."

"Kokusu mu?

"Evet kokusu."

"Anladım. Peki madem bizde çay içeriz değil mi Umut?"

"off iyi peki!" Dedi Umut.

"Bunu ciddi söylemiyorsunuz gibi ama."

"Yok ciddiyiz. Haydi çay içelim. Annen nerede?"

"Uyuyor o. Sessiz o yüzden."

"Tamam, sessiz sedasız çay içebiliriz."

Bu kız ayrı bir kafa ama böyle zamanlarda bana ayak uydurması hoşuma gidiyordu. Belki de neden kahve içmediğimi az çok anlamıştır. Zeki biriydi çünkü.

Masaya geçip oturduk. Gerçekten sessiz sedasız çay içmiştik. Sonra kalktık masayı topladık ve yatma zamanı geldi.

"Ben salonda uyurum" dedi Kıvılcım.

"Hayır, yukarıda misafir odası var. Orada yat!"

"Misafir odası varsa sorun yok."

"Ben odayı ayarlayacağım siz oturun geliyorum şimdi" dedim.

Gidip bir adet yastık yorgan alıp misafir odasına bıraktım ve odadan çıktım.

Aşağı inip, "odayı hazırladım" dedim.

"Tamam teşekkür ederim. İyi geceler ikinize de."

"İyi geceler asker hanım."

"İyi geceler!"

O yukarı çıktı ve bende Umut'a kalkmasını işaret ettim. Televizyon izliyordu. Ayağı yavaş yavaş iyiye gidiyordu. En azından ayağa kalkıp yürüyebiliyor, kendi işini görebiliyordu. Tekerlekli sandalyeyi çok nadir kullanıyordu. Tabii ayağı için doktor iyi şeyler söylemiyordu ama Umut yine de canı acısa da yürüyordu.

"Hadi git uyu artık. Sabah okula gideceksin!"

"Ne okulu?"

"Seni tekrar futbola başlatacağız. Hem üniversiteye kaldığı yerden devam edeceksin. Bu senin için iyi olur."

Bir anda ayağa kalkıp dikleşti.

"Ne? Sen bana haber vermeden okula mı yazdırdın beni? Abi görmüyor musun? Annem iyi değil, sen değilsin Yılan mafyası ortalarda geziyor. Babam zaten öldü. Sence şuan zamanı mi abi? Benim hayatım hakkında karar veremezsin sen!"

"Umut tam olarak zamanı. Hem seni istersen dövüş kulübüne de verebiliriz."

"Abi beni rahat bırak. İstemiyorum!"

"Ama-"

Yukarı çıkıp odasına gitti.

İleri mi gidiyordum acaba? Hayır, hayattan umudunu kesmesini istemiyordum.

Boşverip mutfağa gittim. Bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştirip, çamaşırları çamaşır makinesine attım.

Günlük rutin işlerimi bitirip kitabımı okumaya başladım.

Uyumamak kadar kötü bir şey olamazdı. Herkes dinlenirken ben ayaktaydım.

Babam o kahveyi sırf uyumam için içirmişti.

O günden beri iyi değildim.

Pardon daha öncesi de var...

Işıkları kapatmıştım. Kitaptaki konu sıkmaya başlayınca balkona çıktım. Bazı evlerin lambaları yanıyordu. Ay ışığı sokağı aydınlatıyordu. Ama havada keskin bir soğuk vardı. Sanki o soğukluk benim içimde de vardı. Kalbimin en ücra köşesinde o küçük çocuğun soğukluğu vardı.

Bu yüzden içeri girdim. Telefonumda sosyal medyada gezindim, dizimi izledim, namaz kıldım, Kur'an okudum. Kısaca bir sürü şey yaptım ama hala saatler dördü gösteriyordu.

Oflayarak Barlas'ı aradım. Belki operasyon bitmiştir diye bir iki dakikada açtı. Demek ki bitmişti.

"Alo Uras ne oldu? Uyumadın mı sen?"

"Uyku tutmadı. Operasyon bitti mi?"

"Evet... Evet başarılı bir operasyon oldu. Ama bir şehit var!"

"Ne! Kim?"

"Gökay. Tam kurtulucakken bir terörist tarafından başından vuruldu. Hâlâ şokun içerisindeyiz."

Allah rahmet eylesin. Başımız sağolsun."

"Amin kardeşim amin. Vatan sağolsun. Sizde durumlar nasıl Kıvılcım ile konuştun mu?"

"Onu bizim eve getirdim. Haberleri duydun mu? Yılan mafyası şehire inmiş. Bende tek başına diye bizim eve getirdim. Annemi de bizim eve getirdim."

"İyi yapmışsın. Toprak'ı da Melih askeriyeye götürmüş. Kıvılcım'a söylersin."

"Söylerim tabii. Neyse uyu iyi geceler!"

"Sana da."

Oflayarak pencerenin önüne gittim. Şehit haberi canımı sıkmıştı çünkü Gökay iyi bir insandı ve bir ailesi vardı. Kızları vardı ve şimdi yetim kaldılar. Gözlerim doldu kendimi gerçekten çok kötü hissettim. Bu adamlara kolay ölüm vermeyeceğim. O kadar masumları öldürdüler ki...

Güneş yavaş yavaş kendini gösteriyordu ki ayak sesleri duydum. Elim silahıma doğru giderken arkama döndüğümde Kıvılcım'ı gördüm.

Ayakları çıplak, üzerinde ince bir hırka ile yanıma geliyordu. Derin bir nefes verip silahımı bıraktım.

"Korkuttum mu?" Diye sordu alçak sesle.

"Hayır."

"Bir şehit varmış."

"Sen nereden biliyorsun?"

"Bilirim ben."

"Neden uyumadın yatağın rahat değil miydi?"

"Hayır, hiç uyumadım. Plan yaptım bu gece ve bir karar verdim."

"Ne kararı?"

"Hepsini öldürmeden bana uyku yok. Önce albaydan başlayacağım. Onu öldürmeyeceğim tıpkı bize yaptığı gibi süründüreceğim onu. Yalvaracak bana! Ama acımayacağım. Gökay'a nasıl kıydılarsa ben de onlara kıyacağım."

"O da var tabii ki. Ama uyumalısın yani kendine gelmen için."

"Yok, uyuyamıyorum sorun orada galiba."

" Seninde benim gibi problemin mi var?"

"Hayır, kabus görmek istemiyorum."

"Anladım. Uyuyamadığım için kabus göremiyorum pek."

"Senin derdin daha kötü Ateş Uras. Bak hepimiz uyuduk sen burada kalıp tek başına oturmak zorunda kaldın. Çok kötü bir his."

Ne diyeceğimi bilemedim. Artık alışmış olmama rağmen bu durum kanayan yaramdı. Sebebi tamamen psikolojikti.

Ya da babamdan bana kalan tek acı buydu.

Ama Kıvılcım haklıydı onları öldürürken asla acımayacağım.

Belki de bu günler çok yakındır.

 

...

 

Bölüm sonu.

Nasıldı bölüm?

Mutlaka oy ve yorum bekliyorum. Sonraki bölümün gelmesi için.

Hadi sevgiyle kalın🫂

Bölüm : 20.04.2025 16:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...