59. Bölüm

Bir Bakış Bin Soru

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

OY VE YORUMU UNUTMAYIN.

Keyifli okumalarrr

 

 

"Söylenmeyen sözler, kalpte en ağır yükü bırakır.”

☆☆☆

Birbirimizden ayrıldıktan sonra, hediyelerimi toparlayıp sessizce odama götürdüm. Yüzüm ateş gibi yanıyordu; sanki herkes hislerimi görüyormuş gibi utanıyordum. Önce banyoya gidip soğuk suyla yüzümü yıkadım, derin bir nefes aldım. Aynada kendime kısa bir bakış attım; yanaklarım hâlâ kızarıktı.

 

Salona döndüğümde herkes telefonlarına gömülmüş, kendi dünyasına çekilmişti. Neyse ki…

 

“Uykusu gelen var mı? Uzun yoldan geldiniz, biraz dinlenseniz iyi olur.” dedim, sesimi olabildiğince normal tutmaya çalışarak.

 

“Ben uyuyacağım ya, çok uykum geldi.” diye esnedi Melih.

“Ben de.” dedi Barlas.

“Bana fark etmez.” diye omuz silkti Ateş Uras, dudaklarının kenarında hafif bir gülümsemeyle.

 

“Tamam o zaman… Toprak’ın odasında bir yer yatağı sereriz, Umut orada yatar. Barlas, Melih ve Ateş de misafir odasında kalır. Ben, Aslı ve Beste benim odada uyuruz.”

 

“Atilla?” diye sordu Beste, kaşlarını kaldırarak.

 

Onu unutmuştum. İçimden söylenerek, “O da salonda yatar.” dedim.

 

“Tabii gelirse…” Ateş Uras’ın alaycı sesi araya girdi.

 

“Niye gelmeyecek ki?” dedi Beste.

“Mafya sonuçta!” diye güldü Melih.

 

“Arayıp soralım, geliyor mu gelmiyor mu?” dedi Barlas.

“Ben aramam valla.” diye elini kaldırdı Beste.

“Tamam, ben ararım.” dedim.

 

“Ben aradım bile.” Ateş’in sesiyle irkildim.

Telefonu elimden bıraktım, gözlerim ona kaydı. Ne ara aramıştı?

Kısa sürede bağlantı kuruldu, hoparlöre verdi. Arkadan müzik sesleri geliyordu.

 

“Efendim Uras Bey?” Atilla’nın sesi gürültülerin arasından geldi.

“Mafya Bey, gelecek misiniz?” Ateş’in sesi alaycıydı.

“Niye?”

“Nasıl niye? Uyuyacağız. Geliyorsan gel, salak şey!”

“İstenmediğim yerde duramam ben!” diye çıkıştı. Hepimiz Beste’ye döndük, o da kafasını hızla sağa çevirdi.

“Bırak, gelmiyorsa keyfi bilir!” dedi Beste, sesi buz gibiydi.

“Tamam, geliyorum o halde!” Atilla’nın cevabı hepimizi şaşırttı.

 

Melih’le birbirimize bakıp kahkaha attık. Aşk kokusu alıyorum hocam…

“Tamam, hızlı olun!” dedi Ateş ve telefonu kapattı.

 

“Duydunuz gençler, haydi uyuyun!” diye salona döndü.

“Sen de uyusana oğlum!” dedi Melih.

“Uyuyacağım zaten, yoruldum. Ama şu gerizekâlı belki evin yolunu bulamaz, o yüzden bekliyorum.”

 

Yer yataklarını ayarladık. Melih, Barlas, Aslı, Toprak ve Umut yatmaya gitti. Geriye ben, Beste ve Ateş kaldık.

 

Ben mutfağa geçtim, Beste de peşimden geldi.

“Sence arkadan niye müzik sesi geliyordu?” dedi fısıltıyla.

Bulaşıkları yıkıyordum, o yanımda dikiliyordu.

“Bilmem, gelince ona sorarsın. Ama bana kalırsa cluba gitmiş olabilir.”

“Cluba mı? Yok ya!”

“Mafya sonuçta, her şey olabilir.” dedim omuz silkerek.

 

Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmuştum bir kere. Beste’nin gözleri büyüdü.

“Haklısın… Neyse, ben uyuyacağım. İyi geceler meleğim.” dedi, yanağıma sulu bir öpücük kondurup gitti.

 

Bulaşıkları yerleştirirken kulaklığımı taktım. Müzik, düşüncelerimi susturuyordu. Derken bir anda şarkı kesildi. Kaşlarımı çattım; kulaklığım kafamda değildi. Arkama döndüğümde Ateş Uras’ın kulaklığı kulağına taktığını gördüm.

 

Gözlerimi devirdim. “Kulaklığımı alacağına kendi kulaklığını mı taksan?”

Sandalyeye oturmuş, ayak ayak üstüne atmıştı. Rahat bir gülümseme dudaklarında.

“Benimki yanımda değil.”

“Benimkini alma şansı mı sunuyor sana?”

“Evet, öyle. Hem müzik zevkin iyiymiş, benimkine benziyor.”

“İyidir. Neyse, uyumaya ne dersin?”

“Hayır derim.”

“Neden?”

“Sen uyu, ben uyurum.”

“Ben uyuyunca mı uyuyacaksın?”

“Evet.”

“Sebep?”

Gözlerime bakarak, konuyu değiştirircesine sordu: “Kolye hoşuna gitti mi?”

“Konuyu değiştirme. Sebep?”

“Uykum yok.”

“Git başka yerde otur o zaman.”

“Korkarsın tek başına.”

“Ben mi?”

“Evet, sen.”

 

Ayağa kalkıp yanıma geldi. Aramızda sadece bir adım vardı.

“Asker hanım… Siz yokken oralar hiç çekilmiyor, biliyor musunuz?”

“Öyle mi?” dedim, kalbim hızlanırken.

“Öyle. Geri dönecek misiniz?”

Başımı hafifçe salladım. “Dönesim yok. Burası daha huzurlu… Hem siz de arada geliyorsunuz. Yeni tim liderimiz de gayet iyi. Yani, iyiyim burada. Yılan mafyasını halledeceğim ama… kendimi toparlamalıyım.”

“Anladım. Sen bilirsin tabii.” dedi, sesi normalden daha derin geliyordu.

Kulaklığı usulca kulağıma taktı, parmakları saçlarımı hafifçe değdi. Kalbim hızlandı. ‘İyi geceler, asker hanım’ dedi ve uzaklaştı. O uzaklaşırken ben, içimde büyüyen sessiz bir fırtınayla kaldım.

 

“İyi geceler.” dedi, gözlerimi bırakmadan, sonra yavaşça uzaklaştı.

 

Onun arkasından bakarken içimde fırtınalar koptu. Aramızdaki mesafeyi asla aşamayacaktık. Ben ona ‘seni seviyorum’ diyemezdim. Çünkü hislerimden emin değildim… ve korkuyordum.

Bir adım daha atsa nefesini hissedecektim. Ama o çizgiyi geçemezdik. Çünkü ben hislerimin esiri olamazdım.

 

                       ...

Erken saatlerde uyandım. Bugün işe gitmeyecektim; timin lideri Baki Bey’den izin almıştım. Bizimkilerle gezmeyi planlıyorduk. Sessizce mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladım. Taze ekmek kokusu eve yayılırken Beste de uyumamış, yanıma gelmişti.

“Kıvılcım, bu ev senin diğer evinden daha güzel. Ama diğerini ne yapacaksın?”

“Orası zaten benim evim, öylece duracak. Belki bir gün yine giderim.”

O evi seviyordum.

 

“Toprak’ı uyandırayım, geliyorum. Okula gidecekti o.”

“Tamamdır.”

 

Hızlıca odasına gidip Toprak’ı kaldırdım. Ayakta uyuyordu.

“Abla, bugün gitmesem?”

“Olmaz, haydi kalk!”

“Ama—”

“Günaydın Kıvılcım Abla!” Umut’un sesiyle döndüm. Siyah bir bluz ve kargo pantolon giymişti.

“Günaydın. Bak Toprak, Umut uyandı, sıra sende!”

“Hayır!”

“Kalk!”

“Umut abiciği—”

Ateş Uras içeri girdi.

“Günaydın abi!” dedi Umut.

“Günaydın Umut, günaydın asker hanım.”

“Günaydın.” dedim, sonra Toprak’a döndüm. Hâlâ kalkmamıştı.

“Toprak kalk artık!”

“Kalkmıyor mu?” diye sordu Ateş.

“Sabahları zor uyanıyor.”

“O zaman bana bırakın. İki dakikaya geliyor!”

Kaşlarımı kaldırdım. “Nasıl yani?”

“Siz çıkın, biz geliyoruz.”

“Tamam.”

 

Odadan çıkıp mutfağa gittim. Herkes uyanmıştı.

“Günaydın herkese!”

“Günaydın!”

 

Kapının çalmasıyla açmaya gittim. Karşımda Baki Bey vardı. Sarı saçları, ela gözleri ve 190’ı aşan boyuyla dikkat çekiyordu.

“Günaydın Baki Bey!”

“Günaydın Kıvılcım. Nasılsın?”

“İyiyim, siz?”

“Ben de iyiyim. Şey için geldim…”

“Ne için?”

“Akşama güzel bir etkinlik olacak. Askerlerimiz ve aileleriyle bir davet… İsterseniz benim partnerim olur musunuz?”

Şaşırdım. “Bilemedim… Arkadaşlarım da yeni geldi. Onlarla konuşayım, size dönerim, olur mu?”

“Tabii, nasıl isterseniz. Görüşürüz.”

 

Kapıyı kapatırken arkamdan bir ses geldi:

“Kimdi o?” Ateş Uras, elleri ceplerinde bana bakıyordu.

“Timimizin lideri.”

“Ne istiyormuş?”

“Anlatacağım.”

 

Salona girip herkese dönerek, “Size güzel bir haberim var!” dedim.

Ateş Uras da geldi, koltuğa yaslandı.

“Akşam bir davet var. Hem bizim de kafamız dağılır.”

“Evet, ama partner bulun kendinize!”

“Partner mi?” dedi Aslı, kaşlarını kaldırarak.

“Evet, partner.”

“Tamam, ben Beste’yle olurum.” dedi Atilla gülerek.

Beste gözlerini kısarak baktı.

“Pardon? Ben istemiyorum!”

“Başka birini de bulamayacağına göre!”

“Bulurum!”

“Dene!”

“Bulacağım!” diye ayağa kalktı Beste, odadan çıktı. Atilla da arkasından gitti.

 

“Toprak, haydi okula!” dedim.

“Off, tamam.” diye homurdanarak gitti.

“Umut, sen nasılsın? Görüşmeyeli neler yaptın?”

Masada Barlas, ben, Umut, Aslı ve Ateş kalmıştık. Barlas ve Ateş telefonlarına gömülmüştü.

“İyiyim, aynı. Burayı gezmek istiyorum abla, gezdirir misin?”

“Tabii ki. Hazırlan, çıkalım.”

“Olur.”

“Aslı, sen geliyor musun?”

“Hayır, buradaki bir arkadaşıma bakmam lazım.”

“Ben de uyuyacağım.” dedi Barlas.

“Peki siz bilirsiniz. Ateş?”

Kafasını kaldırdı, gözlerini bana dikti.

“Gelirim.” dedi, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı.

“Tamam, hazırlanıp çıkalım o zaman.”

 

Ben odama gidip siyah bir kot pantolon, mavi bir kazak giydim. Üzerime beyaz bir ceket aldım. Makyajımı her zamanki gibi hafif yaptım, çantamı alıp çıktım. Ateş ve Umut kapıda beni bekliyordu.

“Çok beklettim mi?”

“Hayır, yeni geldik.” dedi Ateş.

“Tamam, çıkalım mı?”

“Çıkalım.”

 

...

Denizli’de gezmediğimiz yer kalmamıştı. Travertenlerin beyazı hâlâ gözümde parlıyordu. Şimdi, küçük bir çay bahçesinde oturmuş, günün yorgunluğunu atıyorduk. Serin bir esinti saçlarımı hafifçe savururken, Umut bardağına şeker atıp gülerek konuştu:

“Deniz yok ama olsun, bence burası da çok güzel.”

 

“Evet,” dedim gülümseyerek. “Başta bana da yabancı gelmişti ama… şimdi alıştım.”

 

Tam o sırada yanımda sessizce oturan Ateş, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessümle, ama sesinde imalı bir tonla lafa girdi:

“Gitmeseydin hiç yabancılık çekmezdin.”

 

Sabahın başından beri geziyorduk, ama onun yüzü bir türlü gülmemişti. İçimde bir şey kıpırdadı. Merak mı, öfke mi, yoksa kırgınlık mıydı bu?

 

Umut, cebini yokladı. “Abi, ben şuradan bir su alıp geliyorum da para lazım.”

 

Ateş elini cebine atıp uzattı. “Tamam, al şunu.”

 

“Bir tek su al Umut, bak!” diye arkasından seslendi, gülerek. Umut el sallayıp uzaklaştı.

 

“Toprak da aynı,” dedim kahkahayla. “Bir şey alacağım diye gidip üç şeyle geliyor. Gençler sonuçta…”

 

Ateş başını bana çevirip kaşını kaldırdı. “Sen 90 yaşında mısın Kıvılcım?”

 

“Değilim ama genç de değilim artık.”

 

“Kaç yaşındasın ki? 25! Hâlâ çok gençsin. Fiziksel olarak kesin, ama psikolojik olarak… evet, yaşlanmışsın,” dedi ve hafifçe güldü.

 

“Off… tamam!” dedim omuz silkerek. Ama yüzündeki o gölgeyi yine görmezden gelemedim. “Sabahın başından beri yüzün gülmüyor. Bir şey mi var?”

 

Bakışlarını önümdeki çay bardağına dikti, sesi alçaldı. “Gülmek için bir sebebim yok çünkü.”

 

Şaşırdım. “Nasıl yani?”

 

Gözlerini kaldırdı, kısa bir an bana baktı. O an içimde bir düğüm oluştu. Sonra önüne döndü, dudakları neredeyse fısıldadı:

 

“Hâlâ cevabını vermedin.”

 

“Ne cevabı?” dedim, kalbim hızlanmıştı.

 

“Sen… buraya dönmeyecek misin?”

 

Sessizlik. Sadece rüzgârın uğultusu ve çay kaşığının bardağa değen sesi vardı. Boğazım düğümlendi. Doğru… ona hâlâ net bir şey söylememiştim. Dudaklarım titreyerek cevap verdim:

 

“Ben… belki gelebilirim bir gün.”

 

Ateş acı bir gülümseme takındı. “Gelmezsin. Kendimi kandırmayacağım artık. Haklısın, burası huzurlu. Ben de cehenneme geri dönmezdim. Çok şey yaşadık.”

 

“Gelmesem de…” dedim sessizce, “siz oradayken ben nasıl burada kalacağım? Bir gün… mutlaka geleceğim.”

 

Başını salladı, gözlerinde umutla karışık kırgınlık vardı. “İnşallah,” dedi kısaca. “Hadi kalkalım, çok yoruldum.”

 

...

Arabaya dönerken telefonum çaldı. Baki Bey. Adını görünce istemsizce yutkundum.

 

“Siz ilerleyin, ben geliyorum!” dedim Ateş’e. Kafalarını salladılar.

 

Telefonu açtım. “Efendim, Baki Bey?”

 

“Kıvılcım, akşamki etkinliğe geliyorsunuz değil mi?”

 

“Geliyoruz, tabii ki.”

 

“Partnerini seçtin mi?” Sorusu beni kilitledi. Henüz seçmemiştim.

 

“Hayır… daha seçmedim.”

 

“Benimle gelir misin?” dedi, sesi ciddi ama nazikti.

 

Durdum. Kalbim hızlandı. Ne diyeceğimi bilemedim. “Bilmem ki… ben size birazdan döneyim mi?”

 

“Tabii, bekliyorum.”

 

Telefonu kapatıp arabaya yürüdüm. Ateş direksiyonda, Umut arka koltukta bekliyordu. Hiçbir şey söylemeden eve döndük.

 

...

Kapıyı açtığımda Atilla karşıladı. “Oo ev sahibi geldi! Hoş geldin.”

 

“Merhaba!” dedim aceleyle ayakkabılarımı çıkarırken. “Aslı ve Beste nerede?”

 

“Senin odanda, kıyafet deniyorlar.”

 

“Harika.” Hızla odama girdim, kapıyı kilitledim.

 

Kızlar aynanın önünde elbiseleri deniyordu. Ben heyecanla konuştum:

“Kızlar! Acil bir şey diyeceğim.”

 

Ne oldu bakışlarıyla üzerime dikildi.

 

“Baki Bey… beni davet etti. Etkinliğe partner olarak.”

 

Beste’nin gözleri parladı. “Aaa! Ne güzel işte!”

 

“Sen istemiyorsan gitmeyiz,” dedi Aslı. “Ama istiyorsan bence kırma.”

 

İkisi de aynı fikirdeydi. İçimde bir kıpırtı oldu. “Haklısınız… peki elbise?”

 

Dolabımı karıştırırken Aslı haykırdı:

“Şuna bak!”

Açık lavanta saten, ince askılı bir gece elbisesi gösteriyordu. Işıkta hafif parlayan kumaşı büyüleyiciydi.

 

“Bunu giyeceğim!” dedim.

“Oha mükemmel,” dedi Beste.

 

Kendi elbiselerimizi seçtik, makyajlarımızı yaptık. Ben siyah, zarif ve yırtmaçlı bir elbise giydim. Bordo rujla, gözlerimde koyu tonlarla gizemli bir hava yakaladım. Saçlarım hafif dalgalıydı. Aynada kendime baktım, “Hazırım,” diye fısıldadım.

 

Tam o sırada kapı açıldı. Barlas girdi. Siyah takım elbisesiyle yakışıklı görünüyordu.

“Bu güzellik de ne böyle? Ateş görse bayılır!”

 

Gözlerim istemsizce parladı. Ateş... acaba ne giymişti?

 

Barlas çıktıktan sonra salona geçtim. Atilla kahverengi ceket giymişti, Melih siyah takım elbiseyle çok şıktı. Tam onları kontrol ederken, arkamdan derin bir ses geldi:

 

“Ben nasıl olmuşum?”

 

Döndüm. Ateş Uras kapıda duruyordu. Lacivert bir takım elbise giymiş, kravatıyla uğraşıyordu. O an, içimde bir şey eridi. Gözlerimiz kesişti. Zaman bir an durdu. Sonra hemen gözlerimi kaçırdım.

 

“Fena değil,” diyebildim kısık sesle. Atilla araya girdi:

“O kravatı takma bence, takımla uyumsuz.”

 

“Peki,” dedi Ateş ve çıkarırken gözleri hâlâ benim üzerimdeydi.

 

Ben telefonumu almak için odaya döndüm. Tam Baki Bey’i ararken Ateş içeri girdi. Gözleri kararlıydı.

“Bir şey söyleyeceğim,” dedi alçak sesle.

 

Elimle telefonu işaret ettim. “İki dakika…”

“Sesin gitti Kıvılcım, orada mısın?” diye telefondan Baki Bey’in sesi geldi.

“Ben birazdan döneceğim size,” deyip telefonu kapattım.

 

Ateş’in yüzüne döndüm. Kaşları çatık, bakışları buğulu gibiydi.

“Ne oldu?” dedim yorgun bir tebessümle.

 

Bir an sustu. Dudaklarını ısırdı, sonra soğuk bir sesle, “Vazgeçtim,” dedi. “Gelmek istemiyorum.”

 

Şaşkınlıkla baktım. “Nasıl yani?”

 

“Yani siz gidin. Ben gelmiyorum.”

 

“Sebep?”

“Partnerim yok, hevesim yok.”

 

“Melih’in de yok, sorun değil ki—”

 

“İstemiyorum,” diye kesti. Kapıya yürüdü, tam çıkarken bir an durdu. Omuzları gerildi. Başını bana çevirdi.

“Sen kiminle gidiyorsun?” Sesinde kırık bir şey vardı.

 

“Baki Bey’le…” dedim sessizce.

 

Bir an gözleri karardı. Sonra gülümsedi, ama o gülümseme… sanki bıçak gibiydi.

“Harika. İyi eğlenceler, Kıvılcım.”

 

“Ateş—” dedim, sesim titredi. “Bence sen de gel…”

 

Başını iki yana salladı, kapıdan çıkarken sadece,

“Ben gelmeyeyim. Görüşürüz,” dedi.

Ve gitti. Ardrdındaıraktığı sessizlik, odamın duvarlarını bile soğuttu.

                          ...

Fazla zaman kaybetmeden evden çıktık. Ateş Uras, Toprak ve Umut hariç hepimiz tamdık.

Ancak yol boyunca Aslı ve Beste'nin bana olan garip bakışlarını sorgulamıştım.

Hepimiz bir arabaya binemediğimiz için ben, Aslı, Beste taksiye binmiştik diğerleri ise arabaya binmişti.

"Bana neden bu şekilde bakıyorsunuz?" Diye sordum dayanamayarak. Beste, gözlerime baktı ve göz devirdi. Sinirliydi.

"Çünkü hâlâ anlamadığın çok şey var. Gözünün içine bakıyor resmen!" Diye çıkıştı.

Anlamamıştım yine.

"Gerçekten Kıvılcım, ben bile fark ettim sen nasıl fark etmedim?"

"Neyi?" Diye sorduğumda Beste bir küfür savurdu Aslı ise göz devirdi.

Ne oluyordu yahu?

"Adam gibi anlatırsanız anlayacağım. "

Beste bana doğru döndü.

"Ateş Uras..."

"Evet?"

"Seviyor seni. Biliyorsun zaten. Neden onunla partner olmadın?"

Beni sevdiğini biliyordum ama sonuçta Baki Bey'e söz vermiştim. Zaten gelmek istememişti.

"Çünkü Baki Bey'e söz verdim. Yapamazdım!"

"Sen şunu söyle önce: onu seviyor musun?" Diye sordu Beste. Ela gozlerini bana dikti. Bakışları merak doluydu. Ben ise sustum. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Nefesim daraldı.

Gözlerimi kaçırdım.

"Bilmiyorum, emin değilim."

"İçinde bir şey oluyor mu onu görünce?" Diye sordu Aslı. Gözlerimi ona çevirdim.

"Oluyor gibi. Biraz mutlu ve huzurlu hissediyordum ama buraya gelince öyle hissetmiyorum."

Duraksadım. Bir nefes verdim. "Çünkü... Artık çok garipleşti. Eskiden daha iyiydi aramız ama... Şimdi değil. "

"Çünkü sana bir adım atmasına rağmen sende tık yok. Kıvılcım, belki eskiden yaşadıkların, seni, insanları sevmek konusunda şüpheye düşürüyor olabilir. Ancak bazen şans vermelisin."

Durdu gözlerimin içine baktı şefkatle. Ben ise sessizdim. Devam etti.

"Seni gerçekten seven kişilere şans vermelisin. Bence o seni gerçekten seviyor. Ama sen onu yüzüstü bırakıp o adamla davete gideceksin. Bu yüzden de gelmedi."

Benim yüzümden mi gelmedi?

Gözlerimi kaçırdım. Kaçmak ister gibi.

Ardından Aslı atladı söze. Gerçekleri yüzüme vurmaya yemin etmişlerdi sanki.

"Her konuda zeki olan sen bu konu da neden böyle davranıyorsun ve işi bilmemezliğe vuruyorsun?"

Aramızdaki keskin gerginlik bıçak gibi tenimizdeyken taksicinin sözü ile irkildim ve konuyu kapattık.

"Geldik hanımlar!" Taksicinin geldiğimizi söylemesi ile ilk önce ben attım dışarıya kendimi.

Elimi göğsüme bastırdım. Nefes aldım içimi havayla doldurup patlatmak ister gibi. Kalbim deli gibi atarken canım acıyordu.

Ve kafam karışmıştı. Haklılardı ben ona karşı çok kör davranmıştım.

Gözlerimi etrafımdaki kalabalığa çevirdim. Barlas'ları fark ettim. Siyah arabanın önünde duruyorlardı. Elleri ceplerinde yedi ve aralarında muhabbet koyulaşıyordu. Eksik kişi Ateş Uras'tı. Ama o da bu saatten sonra gelmezdi.

Beste'nin kolumdan tutması ile irkildim. Birlikte ritmik adımlarla yanlarına gittik. Gözleri bize çevrildi.

Barlas üzerimdeki gerginliği fark etmişti göz ucu ile bana bakıyordu. Ben ise soru dolu bakışların bos verip önden içeri girdim.

 

☆☆☆

 

AYYY NASILDI BÖLÜM???

BİR DE ATEŞ URAS SİZCE GELECEK Mİ?

SEVGİYLE KALINNN🫂

oy ve yorum çok olmadığı sürece atmayacağm bölümüü

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 16.07.2025 21:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...