57. Bölüm

Bir Yolculuğun Sessiz Hazırlığı.

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Yeni bölümümüz sizlerle bol bol yorum bekliyorum sizdenn.

Ve oy daaa.

 

“Bazen birinin gidişi, sadece bir boşluk değil; bir dönemin sonudur.”

...

Mahrum kaldığım aile sevgisini asla tadamasam da kardeş sevgisinden hiç eksik kalmamıştım. Ama şimdi, gerçekten bir kardeşim olunca... kanımdan, canımdan bir kardeşim vardı.

 

Çok mutluydum.

 

Toprak’la artık çok fazla vakit geçiriyorduk. O bana, ben ona alışmıştım ve artık beni gerçekten ablası olarak kabul ediyordu. Bu beni öylesine mutlu ediyordu ki... içimde tarifi zor bir huzur vardı.

 

Ama iznimin bitmesine sadece üç gün kalmıştı.

Toprak tabii ki benimle kalmıyordu ama sık sık yanıma geliyordu. Bugün de gelecekti.

Mutfakta keyifli keyifli Toprak için kek yapıyordum. Benimle konuşmak istediğini söylemişti, birlikte piknik gibi bir şey yapacaktık. Onun için havuçlu, tarçınlı bir kek hazırlamaya karar verdim.

 

Aslı dersteydi, Beste ise görevdeydi. Ev tamamen bana aitti. Kulaklıkla son ses müzik dinliyordum; mutfağın camından süzülen güneş ışığı içeri doluyor, kekin hamuruna sinen baharat kokuları mutfağı sarmıştı.

 

Derken... kapı bir anda gürültülü bir şekilde çaldı.

Refleksle kulaklığı çıkardım, kalbim küt küt atıyordu. Koşarak silahımı elime aldım, yavaşça kapının deliğine yaklaştım.

 

Gelen kişi... yaklaşık bir haftadır görmediğim Ateş Uras’tı.

 

Barlas, Ateş’in gittikçe kötüleştiğini söylüyordu. Özellikle de Umut ve annesi Gözde Hanım için endişeleniyordum. Ama bu hâlde olmasını beklemiyordum.

 

Kapıyı açtığımda karşımda duran adam... benim tanıdığım Ateş Uras’tan çok farklıydı.

 

Üstü başı dağılmıştı, saçları darmadağındı. Yüzü solgundu. Göz kapakları düşmüş, ayakta zor duruyordu. Üzerinden yoğun bir sigara kokusu geliyordu; alkolle karışmış ağır bir koku... burnumu yaktı.

 

Normalde her zaman parfüm kokan, kıyafetini bile ütüsüz giymeyen bir insanın bu duruma düşmesi çok acıydı. İçim ezildi. Ona bir şey yapamıyordum. O olaydan gerçekten çok kötü etkilenmişti. Babasının onu öldürmeye çalışmasını atlatamıyordu.

 

"Ateş Uras, bu ne hâl?"

 

"Uykum var... Burada uyusam sorun olur mu?"

Sesi çok kesik kesik çıkmıştı, gözlerini zorla açık tutuyordu.

 

"Evet, olur. Bu hâlinle seni içeri alamam. Hem ben sana sigara içmemeni, alkol almamanı söyledim. Bak, artık kendine gelmek zorundasın!"

 

"Ben gayet iyiyim. Sadece biraz uykum var."

Ayakta zor duruyordu, vücudu sağa sola yalpalanıyordu.

 

"Git buradan Ateş Uras! Artık kendine gel!"

 

"Kendimdeyim Kıvılcım zaten. Sadece biraz içtim, o kadarcık."

Dengede duramıyor, gözleri boşluğa bakıyordu.

 

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Barlas’ı aramak istesem de görevde oldukları geldi aklıma. İçeri giremezdi. Aslı astım hastasıydı; bu koku ona zarar verirdi. Hem onun bu hâliyle bizim evde kalması doğru değildi.

"Girebilir miyim?" diye sordu tekrar.

"Hayır, git!" dedim sert bir sesle.

 

"Ama—"

Sözünü kestim:

 

"Sigara ve alkol almadığın zaman seve seve kabul ederim seni, Ateş."

 

Bir anda sesini yükseltti.

"Asıl değişen kişi ben değilim Kıvılcım, sensin! Artık herkese karşı acımasızsın! Herkese nefret eder gibi bakıyorsun! Bakışlarınla bana iğrenç olduğumu hissettiriyorsun!"

 

Sözleri karşısında donup kalmıştım. Ona iğrenerek mi bakıyordum?

Evet...

 

"Çünkü şu an öylesin."

Dedim... ama keşke demeseydim.

 

Bana öylece baktı. Donuk, kırılmış, ifadesiz gözlerle. Sonra arkasını dönüp sessizce uzaklaştı.

 

Onu bu sefer çok kırmıştım.

 

O sırada burnuma keskin bir yanık kokusu geldi. Hemen mutfağa koştum. Fırını açtığımda yüzüme sıcaklık çarptı, irkildim. Kekim yanmıştı.

"Kahretsin!"

 

O an... her şey yanmış gibiydi.

...

Toprak ile buluşmuştuk. O sadece çay getirmişti, ben de kek ve kurabiye. Kekler ilk başta yanmıştı ama yeniden yapmıştım, bu sefer olmuşlardı.

 

Çayından bir yudum alırken, "Hava çok güzel değil mi?" diye sordu.

"Evet, öyle. Güneş parlıyor. Sanırım yaz geliyor," dedim gülümseyerek.

"Denize gideriz değil mi? Hiç gitmedim."

"Askeriyede üsteğmen olunca çoğu şeyi yapamıyoruz. Ben de denize çok fazla girmedim ama izlemek günlük aktivitemdir."

"Denizin sesi insanı rahatlatıyormuş, doğru mu?"

"Evet. Bana iyi geliyor… diğerlerini bilemem."

 

Bir an durdu. Sanki bir şey söylemek üzereydi ama sustu. Sonra dudaklarını aralayıp konuştu:

"Ben buradan gitmek istiyorum, abla… Burası bize yeterince zarar verdi. Artık gidelim ve yeni bir hayata başlayalım. Orada devam edersin sen de işine. Yılan mafyası bize çok zarar verdi. Artık canımın yanmasını istemiyorum."

 

İçimde bir şey düğümlendi. Gitmek fikri daha önce aklımın ucundan bile geçmemişti. Bu şehirle kavgalıydım belki ama hâlâ bağlıydım.

 

Gitmek istiyor muydum?

Gidince buradakilere ne olacaktı?

 

Ama bir yanım da ona hak veriyordu. Bu şehir bizi gerçekten mahvetmişti.

"Haklısın. Ama nereye gideceğiz?"

"Denizli’ye."

"Neden orası?"

"Bence orası buraya yeterince uzak."

"Tamam… Sen biletleri al. Ben de gerekli evrakları halledeceğim."

 

Buradan gidecektik.

Belki de bu şehir bana ne verdiyse, onun acısını da yine bu gidişle alacaktım.

Belki de, gerçekten iyileşmenin yolu gitmekti.

...

Toprak’ın bana söylediği gibi gidecektik. Bugün bu kararı Barlas'lara da açıklayacaktım. İçimde tarif edemediğim bir ağırlık vardı. Belki de pes etmememin verdiği yük… Hayatım boyunca hiç geri adım atmamıştım. Ama bu kez, Toprak için yapacaktım. Onun hayatını mahvetmeye hakkım yoktu.

 

Askeriyeye doğru yürürken adımlarım yavaş, yüreğim ise gürültülüydü. İçeri girdiğimde yemekhanede kahvaltı zamanıydı. Herkesin yüzünde bir tebessüm, havada neşeli bir sohbet havası vardı.

 

Barlas beni görür görmez ayağa kalktı. Yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle yanıma geldi.

 

"Günaydın, nasılsın?"

"İyiyim, sen?"

"Ben de iyiyim ama... senin izin süren daha bitmemişti. Neden geldin?"

 

Derin bir nefes aldım. İçimde söylemek üzere olduğum cümlelerin sancısı vardı.

 

" Size söylemem gereken bir şey var."

"Neymiş o?"

"Oturalım, anlatacağım."

 

Barlas eliyle yemekhanenin köşesini işaret etti. Beste, Bulut, Duygu, Şirin, Öykü, Melih ve Murat oradaydı. Bulut bir şeyler anlatıyor, diğerleri kahkahalarla gülüyordu. Ateş Uras izindeydi, orada değildi. Ona haber vermem gerekip gerekmediğini bile bilmiyordum.

 

Beni fark ettiklerinde bir anda ortam sessizleşti. Ciddileştiler. Ne kadar izinli olsam da timin başı bendim. Ve herkes bunu bilirdi.

 

Baş köşeye oturdum. Hepsi saygıyla baş selamı verdi.

 

"Sağ olun," dedim.

 

Melih elini kaldırdı:

"Komutanım bir şey sorabilir miyim?"

" Tabii, sor Melih."

" İzniniz hâlâ devam ediyordu. Bir şey mi oldu?"

 

Gözlerimi birer birer yüzlerine çevirdim. Merakla bekliyorlardı. Ben de cümleleri nasıl kuracağımı düşünüyordum.

 

"Ben... Gideceğim. Temelli. Denizli’ye."

 

O an hepsinin yüzü soldu. Az önceki sıcaklık, yerini buz gibi bir sessizliğe bıraktı.

 

"Ne?! Neden? " dedi Beste, gözlerini kocaman açarak.

" Kıvılcım bizi bırakıp gidemezsin! Daha intikam alacağız! " dedi Barlas öfkeyle.

"Liderimiz gitmemeli. Biz ne yapacağız?" dedi Melih, boğazı düğümlenerek.

"Gitme Kıvılcım…" dedi Duygu. Gözleri dolmuştu.

 

"Gitmeliyim. Toprak’la ortak bir karar verdik. Burada kalırsam daha çok zarar alacağım. Bünyem kaldırmıyor artık."

 

Bir süre kimse konuşmadı. Sonra Beste gözlerime bakarak konuştu:

 

" Bu senin kararınsa, saygı duymalıyız. Ama bence bu depresif bir anda verilmiş bir karar. Lütfen tekrar düşün."

 

" Düşünecek bir şey kalmadı Beste. Sağlık kurulu sevkim yapıldı zaten. Psikolojik rapor süreci başlatıldı. Yılan Mafyası'yla savaşacak gücü topladığımda geri döneceğim."

 

Murat başını eğdi:

"Sen bilirsin… Yolun açık olsun o zaman."

 

" Hoşça kal üsteğmenim, " dedi Şirin kısık bir sesle.

 

"İnşallah en kısa zamanda geri dönersin," dedi Bulut.

 

Ayağa kalktım. Onlar da aynı anda ayağa kalktı. Başımı eğdim.

 

" Teşekkür ederim hepinize. Destekleriniz için minnettarım."

 

" Evrakları teslim etmeye üst kata çıkıyorum, " dedim.

 

" Bu akşam son kez sana gelelim mi?" dedi Duygu.

 

" Elbette. Bekliyorum..."

 

Tam arkamı dönmüştüm ki, Barlas peşimden geldi.

"Ne demek gidiyorum Kıvılcım? Sen gitmeyi hiç istemiyordun. Ben Bursa’ya gittiğimde, neden benimle gelmedin o zaman?"

 

Gözlerine baktım.

" Cesaretim yoktu. Ama şimdi var. Yoruldum, Barlas. Gerçekten çok yoruldum…"

 

Hiçbir şey demedi. Sadece boynuma sarıldı.

"Yolun açık olsun."

"Sağ ol."

 

Sessizce yanından ayrıldım. Evraklarımı teslim etmek üzere merdivenleri tırmanırken içimden sadece bir cümle geçiyordu:

 

"Gitmek bazen pes etmek değil, yeniden güç toplamaktır."

...

 

Eve gidip Aslı ile konuştuğumda, o da bizimle gelmek istedi. Ama okulu olduğu için önce Toprak ile ikimiz gidecektik, sonra da yanımıza Aslı’yı alacaktık. Evimiz benim tayinim içindi fakat her şeyi beş günde halletmiştim.

 

Bu kadar kolay mıydı gitmek? Bunca yıldır neden başaramadım o zaman? Neydi beni buraya bağlayan?

 

Sabah, içimde bir hüzünle yataktan kalktım. Belki de son kez burada uyanıyordum. Hava güzeldi, gökyüzü masmaviydi; insanın içini açıyordu.

 

Dün hazırladığım bavulum hazırdı. Akşam timim buraya gelmişti. Beraber gülmüş, eğlenmiştik. Güzel bir akşamdı ama son defaydı. Üzgündüm. Bana yaşatılan her şeye rağmen ayaktaydım belki ama içten içe yıkılmış bir binaydım. Bu yüzden toparlanıp yeniden başlamak istiyordum. Buna pes etmek deniyorsa, evet pes etmiştim. Kabullenmek deniyorsa, onu da kabul etmiştim. Zorundaydım. Başka çarem kalmamıştı.

 

O gün orada yanacakken, sabaha çıkacağımızı hiç düşünmemiştim. Belki de ölecektik. Ama hayat, yeniden başlamamız için bir fırsat daha vermişti. Bu şansı kullanmak istiyordum.

 

Kalbim kırık, kafam bulanık, ayaklarım gitmek istemiyordu belki ama beynim koşarcasına kaçmak istiyordu. Bu kez beynimi dinleyecektim.

 

Dün, askeriyeden çıktıktan sonra Umut’un yanına da uğramıştım. Gitmeme üzülmüştü. Ama ona iki günde bir arayacağımı söylediğimde biraz olsun rahatlamıştı. Ateş Uras ile hiç konuşmamıştık. Gittiğimden haberi var mıydı, bilmiyordum. Belki de vardı ama gelmek istememişti. Son zamanlarda onunla sık sık kavga ettiğimiz için bana kırgın olabilirdi.

 

Onunla konuşmak isterdim. Çünkü birlikte iyi, kötü birçok şey yaşamıştık. Son olayı saymıyorum bile — az kalsın beraber ölecektik.

 

Üzerimi giyindim ve beni bekleyen time ve Aslı’ya döndüm. Önce Aslı’ya sarıldım. Çok üzülmüştü, ağlıyordu. Sonra Beste’ye, ardından Barlas’a... O da gözleri yaşlı bir şekilde beni bekliyordu. Koşarak ona sarıldım. Ardından sırasıyla Melih, Duygu, Bulut, Murat, Şirin ve Öykü’ye sarıldım.

 

Atilla Arman bile buradaydı. Onunla tanışmamız garipti. Mafyalardan nefret ederdim. Onu pek sevdiğim söylenemezdi ama ona bulaşmak da eğlenceliydi.

 

"Kıvılcım Hanım, gidiyorsunuz demek. Sabahları kiminle tartışacağım, kiminle deniz kenarında karşılaşacağım?" dedi gülümseyerek.

 

"Siz birini bulursunuz merak etmeyin," deyip gözlerimle Beste’yi işaret ettim ve göz kırptım.

 

Kulağıma eğilip, "Sizin gibi inat ama... bakalım," dedi gülerek.

 

Onunla da vedalaştıktan sonra arabalara bindik ve Toprak’ı da alarak havaalanına doğru yola çıktık. Erken geldiğimiz için biraz bekledik.

 

Herkes gözleri dolu dolu bana bakıyordu.

 

"Yapmayın şöyle, yine geleceğim sonuçta."

 

"Ama ne zaman, Allah bilir," dedi Duygu.

 

"Olsun, sonuçta bir telefon kadar yakınında olacağım."

 

"Telefon kadar mı? O bile uzak kızım. Arada gel bari, özletme kendini," dedi Melih.

 

"Merak etme, geleceğim. Hem Melih, sen benim kankamsın. Seni her gün arayabilirim, haberin olsun."

 

Gerçekten onunla çok iyi anlaşmıştım. Barlas bana abi olduysa, o da hep en iyi arkadaşım olmuştu.

 

"Ben de," dedi gülümseyerek.

 

"Toprak, sen de unutma bizi he!" dedi Melih, Toprak’a dönerek.

 

Toprak gülümsedi. "Sizi hiç unutur muyum? Ailem gibi oldunuz."

 

Ekipteki herkes gülümsedi.

"Hadi artık, gitme zamanı," dedi Barlas.

 

Hepsinin gözleri doluydu. Beni bıraksalar ağlayacaktım zaten.

Başımı salladım ve ayağa kalktık.

Tam gidecekken, "Asker hanım!" diye bağıran birini duydum.

 

Kafamı çevirdiğimde, Ateş Uras’ı gördüm. Koşarak geliyordu. Sanırım kimse ona haber vermemişti.

Tam önümde durdu.

 

"Haydi biz önden bekleme yerine geçelim. Kıvılcım gelir," dedi Barlas ve diğerlerini alarak uzaklaştı.

 

Ateş, öylece durmuş bana bakıyordu. Önceki gibi dağılmış bir hâlde değildi; aksine bu kez daha sakin, ama gergindi. Her zamanki gibi sade ama şık giyinmişti. Beyaz gömleği ve siyah bol pantolonu vardı. Kan ter içinde kalmıştı. Parfümünün deniz ve nane gibi ferah kokusu burnuma geliyordu. Gözlerindeki endişe ve telaş, bedenindeki titreme çok netti.

 

"Gidiyor musun?" diye sordu. Sesi cılızdı, neredeyse yalvarıyordu.

 

"Evet." Sesim ona göre daha soğuk, daha netti.

 

"Bana haber vermediler, o yüzden gelemedim. Bilseydim daha önce gelirdim. Neden gidiyorsun? Temelli değil, değil mi?"

 

"Temelli." Gözlerinde bir ışık söndü o an. Beni önemsiyor muydu?

 

"Neden?"

 

"Burada kalmak bana iyi gelmiyor. Hoşça kal. Seni tanımak güzeldi."

 

İyi kötü, onca şey yaşadık. Daha çok kavga ve gürültü olsa da... güzeldi.

 

Tam gidecekken, "Asker hanım, bir dakika. Bunu söylemeden gitmeyin," dedi. Döndüm. Beklemediğim bir şekilde ellerimi tuttu. Şaşkındım ama ellerimi çekmedim. Derin bir nefes aldı, kendini toparlamaya çalıştı.

 

"Ben... uzun zamandır söyleyemedim. Şu an bir anlamı olur mu bilmiyorum ama... Neyse, ben—"

 

"Sayın yolcularımız, uçağın kalkmasına son beş dakika!"

 

"Gitmem lazım, Ateş," dedim aceleyle.

 

"Ben seni seviyorum!"

 

Ayaklarım gitmek istemedi. Kulaklarıma dolan bu cümleyi hiç beklemiyordum. Donup kaldım. Beni seviyor muydu? Nasıl yani? Bu itirafı beklemiyordum. Biz imkansızdık. Ne ben ona katlanırdım, ne de o bana.

 

Gözlerime dolu dolu bakınca ne diyeceğimi bilemedim. Bir anda bana sarıldı. Şaşkınlığım iki katına çıktı.

 

"Gitme! Lütfen gitme! Beni yalnız bırakma! Yalvarırım!"

 

Cümleleri yalvarır gibiydi. Belki bıraksam ayaklarıma kapanacaktı. Ateş Uras gibi biri için gitmem önemli miydi?

 

Gözlerimden akmaya hazır yaşları tuttum. Hayır. Bir karar vermiştim. Dönemezdim.

 

"Gitmeliyim, Ateş Uras. Üzgünüm," dedim. Ellerini yavaşça çekip, arkamı dönerek yürümeye başladım.

 

Titrek sesi arkamdan geldi:

"Pes mi ediyorsun? Bu kadar kolay mı?"

 

"Evet, pes ediyorum. Yeterince direndim."

 

"Kıvılcım, nereye gittiğini söyle bari?"

 

Arkamı döndüm. Duygusuz bir tavırla konuştum:

"Denizli’ye gidiyorum, Uras. Kendine, Umut’a ve annene iyi bak. Hoşça kal."

 

"Peki ya sen? Sen beni seviyor musun?"

 

Cevap veremedim. Tam o anda bir anons daha duyuldu:

"Son iki dakika!"

 

Bu sefer gerçekten arkamı döndüm ve uçağa binmek için yürümeye başladım. Arkamda gözü yaşlı bir adam bırakmıştım. Ama Toprak’a bir söz vermiştim. Dönemezdim.

 

Barlas ve Aslı ile vedalaşıp uçağa bindim.

Yeni yolculuğum başlamıştı.

...

ATEŞ URAS CANTÜRK

Kıvılcım'ın gitmesiyle dizlerimin üzerine çöktüm. İçimde bir şey parçalandı sanki. Boğazıma düğümlenen o sessizlikte, kalbim hiç olmadığı kadar gürültülüydü. Ben mutlu olmak istedikçe hayat, bana her defasında daha büyük bir darbe vuruyordu. Gitmişti. Ne bir cevap vermişti, ne de bir umut bırakmıştı.

 

Onun gideceğini bile zar zor annemden öğrenmiştim. Umut’la konuşmalarını duymuş... Anlattıkları, ufacık bir kağıt parçasına sığdırdığı o uyarı... “Koş. Gitmeden yakala.” demişti.

O sıralar kendi karanlığımla boğuşuyordum. Depresyonun içinde savruluyordum. Sigara ve alkolü bırakmıştım, hem de tedavisiz. İnsanlardan kaçmış, kendimi bir köşeye çekmiştim.

 

O karanlıktan kendi başıma çıkmıştım sanıyordum. Belki de o karanlık sandığım şey, Kıvılcım’sız geçen bir hayatın provasıydı. Şimdi… ne kalmıştı geriye?

 

 

Ama ben… çok geç kalmıştım.

 

Bana sevdiğimi söyleten kişi annem oldu. Ne garip değil mi? Sevdiğimi bile başkasından öğrenen bir adamım ben. Kendime bile geç kalmışım…

 

Koşarak havaalanına gelmiştim. Tüm nefesimi, umudumu o adımların içine sıkıştırmıştım. Ama yetmedi. Kimse bana bir şey söylememişti. Kimse onun vedasını paylaşmamıştı. Bu yüzden herkese kırgındım.

 

Barlas bile... Beni tanıyan biri onun gidişini bana söylemez miydi? Yoksa… gitmesini mi istiyorlardı? Belki de bu kararı sadece ben yadırgamıştım. Çünkü bu kadar sevebileceğimi bir tek ben bilmiyordum.

Uçağın sesi uzaklaştığında, içimde bir şey sustu.

 

Gitmişti.

Onun gittiği bir dünyada ben kim olacaktım? Kimsenin beni sevdiğini söylemediği bir hayatı yaşamak… cehennem değil de neydi?

 

Onu sevdiğimi fark ettiğim an… çoktan gitmişti.

 

Barlas ve Melih yanıma geldiler. Gözlerinde hem şaşkınlık, hem de suçluluk vardı.

"Ateş, sen iyi misin?" diye sordu Melih.

 

Başımı yavaşça kaldırdım. Boğazımdaki düğümü bastırmaya çalışarak, "Sence iyi miyim?" dedim kısık bir sesle.

 

"Değilsin ama... onun kendi kararı. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Haydi gidelim."

 

Sertçe nefes verdim. Göğsümde biriken öfkeyi bastıramadım.

 

"Yapacağınız bir şey vardı. Bana haber verebilirdiniz. Ama yapmadınız. Engelleyebilirdiniz, ama seyrettiniz. Atilla’nın bile haberi vardı, benim yoktu!"

 

Barlas gerilmişti. "Sakin ol! Uzun zamandır bizimle konuşmuyorsun Ateş. Ne yapacağımızı bilemedik. Hem... nereden bilebilirdim Kıvılcım’ı bu kadar sevdiğini?"

 

O sırada Aslı’nın sesi duyuldu.

"Kıvılcım’ı mı seviyorsun?"

 

Bir an duraksadım. Aslı hâlâ beni mi seviyordu? Gözlerindeki kırgınlık bu sorunun cevabını fısıldıyordu.

 

Cevap vermedim. Çünkü o sorunun cevabı, kalbimde zaten çoktan yankılanmıştı. Kıvılcım… onun yanında kalbim kıpır kıpırdı. Onunla kavga bile güzeldi. Gülüşüyle bile iyileşiyordum. Ben… onu seviyordum.

 

"Evet," dedim sonunda. Kırılgan bir kabuğu çatlatırcasına. O kelime dudaklarımdan çıkarken içimde bir şey parçalandı. Kabullenmek, insanın en zor savaşıymış. Sevmek yetmiyor bazen, çünkü bazen… çok geç kalmış oluyorsun.

 

Hepsi bana şaşkınlıkla baktı.

 

"Tahmin etmiştim," dedi Atilla gülümseyerek. "Ben de," dedi Beste. "Ve ben de," dedi Barlas. "Beni de ekleyin," dedi Bulut. "Ve beni de," dedi Melih.

 

Hepsine göz devirdim. Bu kadar belli oluyor muydu yani?

"O kadar barizdi ki, Ateş," dedi Beste, tebessüm ederek.

Derin bir nefes aldım. Aklımda tek bir soru vardı:

"Peki… o beni seviyor muydu?"

 

Barlas sessizce başını eğdi.

"Bilmiyoruz. Bana anlatmadı. Ama bence... evet."

 

"Seviyordu yani?"

 

"Galiba. Ama sen neden ona sormadın ki?"

 

Gözüm uzaklardaki piste takıldı.

"Sordum. Ama... cevap veremeden uçağa yetişti."

 

"Ona, onu sevdiğini söyledin mi?" diye sordu Melih.

 

Yutkundum. "Evet… Ama işe yaramadı. Gitti. Gözümün önünde, hiçbir şey olmamış gibi gitti."

 

Sessizlik çöktü. Herkesin bakışları yere düştü.

"Geri gelir. Mutlaka geri gelir," dedi Melih, sesi umut doluydu.

 

Kafamı iki yana salladım. "Sanmıyorum. Bu defa… gerçekten bitti."

 

Ve ayağa kalktım.

Havaalanının çıkışına doğru yürürken, ayaklarımda sanki bin kilo ağırlık vardı. Gökyüzü mavi, hava güzeldi ama içim… çökmüştü.

 

Artık… ne yapacaktım?

 

Ona "gitme" demek için geç kalmıştım. Şimdi… kendi karanlığımda yeniden yürümeyi öğrenmek zorundaydım.

 

...

Vayy be açıkçası Ateş Uras'ın ilk bölümlerdeki hallerini yazan kişi olarak, bu kadar seveceğini ben bile düşünememiştim.

Ki Ateş Uras kadar özgür ruhlu insanlar için birine bağlanmak zordur.

Ama şimdi de ondan kopması çok zor. Bakalım ne yapacağız?

Peki ya sizce Kıvılcım gitmek konusunda haklı mı?

Sizce Kıvılcım geri dönecek mi?

Yoksa bu aşk burada bitti mi?

Cevaplarınızı bekliyorum. Sevgiyle kalın💗

Bölüm : 27.06.2025 11:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...