

*Bu bölüm 'burada neler oluyor?' bölümünün devamıdır*
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın sağlıcakla kalın! Seviliyorsunuz😻
(Düzenlendi.)✅
☆☆☆
Yine susacağını düşündüm ve ayağa kalktım yemek yemeliydi kaç gündür benim zorumla kuş kadar da olsa yiyordu ama ona yetmezdi ki o kadar yemek. Albay fazla inatçı ve dediğim dediktir. Bir şeye karar verdiğinde kimse onu o yoldan vazgeçiremezdi. Aslında bu özelliğini pek sevmezdim.
"Aç değilim, lütfen beni yalnız bırak kızım. İyi olduğumda her şeyi anlatacağım sana merak etme de daha fazla beni," kesik kesik konuşuyordu. Gözlerime bakarak nemli gözlerini sildi. " Bana kolay kolay bir şey olmaz ama bu sefer iyi değilim. Olaylar üst üste geldi. Biliyorum, bana ihtiyacın var ama beni de anla lütfen. Birkaç gün yalnız bırakın beni," dedi ve sonra arkasını dönerek yatmaya devam etti. Sırtı ile bakışıyordum. İyi olmadığını zaten biliyordum. Ama benimle dertleşmek de istemiyor muydu?
"Tamam ama en azından bir şeyler yeseniz," dedim. Onun iyi olması için çabalıyordum.
Önüne dönmeden kısık sesle konuştu. "Canım bir şey istemiyor sağol düşündüğün için," dedi.
Bir şey demeden kapıyı kapattım. Aslında o da haklı olabilir bir sürü şey yaşadık sonuçta bunların hepsi normal. Bunların intikamını alacağım ama ilk önce biraz uyumalıyım çünkü uzun zamandır pek uyuyamadım derken telefonum çaldı.
Barlas arıyordu sanırım beni almaya gelmişti. Zaten anlayamadığım bir şekilde günlerdir benimle çok az konuşuyordu. Yani ihtiyacım olduğunda falan yanımda bana destek veriyor ama sorularıma kısa cevaplar veriyor, eskisi gibi gülen yüzü ve esprileri yoktu. Neden böyle davranıyor hiç bilmiyorum...
Çok bekletmeden aramasına cevap verdim. Modum iki dakika içinde daha çok düşmüştü.
"Efendim Barlas?"
"Kıvılcım, biraz konuşabilir miyiz?"
"Tabii olur ama Ateş Uras ve Umut'u ziyarete gitmem lazım sorgulama yarım kalmıştı ya... İstersen hastanede buluşalım veya ben onları sorguladıktan sonra konuşalım."
"Tamam peki."
"Kapatmadan bir şey sorabilir miyim?" Diye sordum. Sesi bir garip geliyordu.
"Sor tabii ki."
"Sen iyi misin sesin bir garip geliyor?"
"İyiyim tabii ki bir sorun yok."
"Sen öyle diyor-"
"Sonra görüşürüz," diyerek resmen suratıma kapattı ve lafımı kesti. Bu çocuğa cidden ne oluyordu iyice merak etmeye başladım.
Hemen arabama atladım ve hastaneye gitmeden önce kahve aldım. Sıcak bir kahve de iyi gelmişti sonra müzik açtım.
Hafif caz müziği arka fonda çalarken ben de arabayı sürüyordum.
Ateş Uras ve Umut dosyasını da aldım. Arkadaşlarım benim için onları araştırmıştı ancak pek işe yarar bir şey çıkmamıştı. Bu yüzden tekrar sorguya çekmem lazımdı onları. Zaten hâlâ merak ettiğim şey neden yaşlı ve yaklaşık on yıldır bebek de yok yani. Bunu sorarken yarım kaldığını hatırladım şu aralar pek ekibin psikolojisi iyi değildi ayakta bir tek ben kalmıştım.
Önce şu suikastı yapanları daha sonra da Yılan mafyasını bitirmem lazım. Aslında yılan mafyası işi iyiye gidiyor ama eskisine göre daha yavaşız çünkü herkes yeni taburcu oldu ve dinleniyor.
Tek başıma sabaha kadar çalışıyorum sonra gidip bizimkileri ziyaret ediyorum. Günlük rutinim pek iç açıcı değil farkındayım ama yapacak da bir şey yok hayat şartları böyle. Bunları düşünürken çoktan gelmiştim. Derin bir nefes verdikten sonra içeri girdim. Hastanenin o insanı sıkan havası burnuma dolduğu an gerisin geri gidesim gelse de bunu yapamazdım.
Odalarının olduğu kata çıktığımda iki askere baş selamı verdim onlar da bana verdi. Gülümseyerek kapıyı açtım.
İçeri girdiğimde Umut uyuyor, Ateş Uras da kitap oluyordu. Ateş Uras da pek bir şey yoktu ama kardeşi Umut maalesef ki ayağında bir sürü hasar almıştı ve bir süre yürüyemeyecekti. Yani iyileşmesi biraz daha uzun sürecek. Ona gerçekten üzülüyorum. Çünkü sporcu olmak istiyormuş ama bence bu onun için bir engel değil. İsteyen her türlü başarır zaten.
Ateş Uras'a baktım. Kapının açılma sesiyle birkaç dakikadır istemeden de olsa bakışıyorduk ben bunları düşünürken. Umarım yanlış anlamamıştır.
Tek kaşı havada beni süzüyordu.
Üzerinde siyah bir ceket ve onun zıttı olarak beyaz bir tişört, altında da yine siyah bir kargo pantolon vardı. Boş gözlerle birbirimize bakarken sesiyle kendime geldim.
"Kıvılcım Hanım, bir sorun mu var?"
Ona niye dik dik baktığımı sorguluyordu. Üzerimi silkeleyip gözlerimi açıp kapattım. Yanlışlıkla dilimi ısırmıştım ve acıyordu.
"Bir sorun yok afedersiniz. Her neyse ben geçen gün yapamadığımız sorgu için buradayım. Bir de nasıl olduğunuzu merak ettim tabii," dedim, alaycı ve net bir üslupla.
Çünkü Ateş Uras pek konuşmak istemiyordu bu konu hakkında.
" Anladım ama Umut uyuyor. Birazdan uyanır zaten yemek yiyecek diyorum ki daha sonra yapsak bu sorgu işini," dedi. Anlamadığım şey, neden sürekli bu sorguyu ertelemeye çalışıyor?
"Size ve Umut'a soracağım sorular farklı. Hazır o uyurken sizinle konuşmam iyi olur aslında," dedim ve ekledim.
"Neden her sorguda aynı şekilde sürekli sonra sonra diyorsunuz anlamadım?"
Böyle de açık sözlüyümdür. Sorgulayan gözlerle ona baktığımda alaycı ve umursamaz bir tavrı vardı.
"Çünkü siz hiç olmayan zamanlarda geliyorsunuz ve ben şuan sorguya hazır değilim," dedi.
Bu adam benim sınırlarımı zorluyordu o kadar işimin içinde buraya gelmişim ne diyor ya. Tabii ki cevabımı verdim.
"Pardon da o kadar işim varken buraya geldim. Senin hazır olman umrumda değil sorularıma cevap vereceksin. Anlaşabiliyor muyuz?" Of'layarak kafasını salladı.
"Tamam, öyle yapalım asker hanım siz ne diyorsanız o!" dedi bıkkınca. Sonunda yola gel böyle ya!
"Peki... İlk sorum şu ki: Toplu köyü ile ilgili kafamı karıştıran bazı hususlar var aslında mesela şu-" derken sözümü kesti.
"Neden bebekler ve yaşlılar yok diye soracaksın aslında net bir cevap veremem ancak olay şu ki biz küçükken bazı teröristler o zamanki büyükleri şu anki yaşlıları öldürdü. Yani kısaca bir tek benim yaş grubum kaldı ben o sıralarda 15-16 yaşındaydım. Kardeşim Umut un yaş grubunu hep öldürdüler ancak Umut ve ben o sırada orada değildik," dedi ve derin bir nefes aldı. Devam etti.
" Yani anlayacağınız asker hanım, köye terörist saldırğında şansımıza köyde değildik bu iki olayda şansımız yaver gitti diyebiliriz ancak artık o köyde kimse kalmadı zaten herkes öldü biz kaldık," dedi neredeyse tek nefeste. Benden o kadar bezmiş olmalı ki hemen gitmem için her şeyi yapacak gibiydi.
Aslında garip çünkü her iki olay da da başka yerde olmaları çok garip.
" İki olay da cidden şanslıydınız ama bu anlattığınız pek tatmin etmedi beni. Öncelikle bir insan her zaman dört ayak üstüne düşmez. İkincisi neden sadece siz? Çok garip geliyor bana ve çok nötrsünüz tanıdığınız kimse yok muydu?" Diye sordum.
"Kafanız karıştı haklısınız ama gerçek bu ve tanıdığım vardı ama annem ve babam daha önce ölmüşlerdi," dedi.
"Peki şimdilik başka soru yok yarın yeniden gelirim sizin için. Ha, bir de bir su alabilir miyim?" Diye sordum. Ağzım kurumuştu.
" Tabii ki hemen!" sürahideki suyu bardağa doldurdu ve bana verdi. Tam o sırada bir şey fark ettim. Bir iz ve benimkinin aynısı. Bingo!
O da benim yani bizim gibi işaretlenen çocuktu ama garip olan şu ki listede adı yoktu. "Teşekkür ederim," dedim ve suyu içtim.
"Ne demek. Daha fazla sorgu işi yoksa kardeşimin yemeği gelecek birazdan siz de bir şey ister misiniz?" diye sordu. Beni başında atmaya çalışıyordu ama ben onun sırrını çözdüm bu olayı iyice araştıracağım.
Neden doğruları anlatmıyor ki bir şeyler saklıyor ama ne hepsini öğreneceğim ancak şimdi salağa yatacağım. Ve Umut'u da sorguya çekmeye karar verdim. Şimdi sen düşün Ateş Uras Beyciğim.
"Aslında düşündüm de ben Umut'u da sorguya çekeceğim. Hazır gelmişken onu da sorguya çekmek bence çok mantıklı tabii sizceyi bilemeyeceğim çünkü sizi pek çözemedim."
Bayık bakışlarla bana bakıyordu. "Peki tamam siz bilirsiniz ama-"
"Aması yok. Kararlarımı size göre veremem ve lütfen bir daha işime karışmayın," dedim meydan okur gibi. Aynı şekilde bana bakıyordu sanırım biraz sinirlendi.
Umut tek kalmasa abisini polislere tutuklattırmak isterdim ama Umut'a yazık olur. Ancak kafamı attırırsa söz veremem. Bu sırada Umut da uyanmıştı. Kafasını kaldırıp beni görünce gülümsedi.
" Hoş geldin Kıvılcım Abla." Bana abla demeye başladı ben de bir şey demiyordum açıkçası böyle demesi beni benimsediğini gösterir sanırım onun ağzından laf alabilirim ama şu abisini çıkartmak lazım.
"Hoş bulduk canım. Yemeğini yedikten sonra sana birkaç sorum olacaktı uygun değil mi?" Dediğimde kafasını salladı hemen.
" Uygun," dedi. Gülümsedim bende ve onun yemeğini bitirmesini bekledim bu sırada Ateş de telefonu ile uğraşıp arada da beni süzüyordu. Aynı zamanda kardeşinin yemeğini yemesi için yardım ediyordu.
Sonunda yemeğini bitirdiğimde aramızdaki sessizlik bulutu da dağılmış oldu. "Evet, yemeğini yediğine göre sana sorularımı sorabilirim değil mi?" Diye sordum. Sevecen bir tavırla yine kafasını salladı. "Evet, tabii ki sorabilirsin," dedi.
"İlk sorumu sormadan önce sorguya çektiğim kişiyle yalnız konuşmak isterim." Ateş Uras'ın da duyması için biraz fazla yüksek sesle konuştum. Yüzüme ters ters baktı ve sonra uğraştırmadan çıktı.
"Evet, yalnız kaldığımıza göre ilk sorum şu olay sırasında neredeydiniz ve saat tam olarak kaçtı hatırlıyor musun?" Diye sordum.
"Saati hatırlamasam da bence yaklaşık öğleden sonra dört buçuk beş gibiydi. Biz abimle marketten çıkmış geri dönüyorduk. Olay tam o sırada gerçekleşti zaten sonra ben önden gittim. Abim arkadaydı ben vuruldum abim arkadan yetişti o adamı dövdü. Biraz zaman geçti başka adamlar da geldi. Abimi götürdüler bu sırada ben bayağı bir kan kaybettim. Aradan yarım saat geçti abim geldi birkaç dakika sonra da sen geldin. Sonrasını zaten sen de biliyorsun."
Şaşırmıştım açıkçası çünkü abisi kendisini götürdüklerini söylemedi bir şeyler sakladığı belliydi.
"Bak, bana gerçeği söyle bu çok önemli abini neden götürdüler söyledi mi?"
"Çok sordum ama söylemedi."
Yalan söylüyor olabilir miydi? Bu ikisine pek güven olmuyor.
"Yalan söylemiyorsun değil mi? Bak sana güvenmek istiyorum bana ne biliyorsan anlat. Abinden falan korkma," dedim cesaret verici bir şekilde. Gözlerimin içine baktı.
"Yemin ederim başka bir şey bilmiyorum. Abim bana pek bir şey anlatmaz. Bunu söylemesini çok istedim ama söylemedi. Yardımcı olamadığım için üzgünüm." Başını eğerek söyledi son kısmı.
" Tamam, üzülmene gerek yok. Ben bu işi çözeceğim merak etme," dedim. Ayağa kalktım. Tepeden ona baktım.
"Ben artık gideyim sonra devam ederiz. Yarın tekrar geleceğim zaten. Bu sırada bir şeyler öğrenirsen şu numarayı ara." Numaramı yazıp verdim. Sonrada el sallayıp çıktım. Kapıda Ateş'i gördüm. "Gidiyor musunuz?" Diye sordu alaycı bir üslupla.
"Evet, bana hiç yardımcı olmadığınızın farkındasınızdır umarım. Bunu neden yapıyorsunuz bilmiyorum ama bulacağım."
" Ben gerçekleri söylemekten başka bir şey yapmıyorum asker hanım tabii siz kimseye inanmamakta ısrarcısınız."
Bu adam kendini ne sanıyordu?
"Evet sizin gibi yalancılarla güvenmemeyi öğreneli çok oldu. Size son bir şans daha veriyorum. Ya ne biliyorsanız yarın anlatırsınız ya da ben başka yollar bulurum! Bu da sizin için iyi olmaz. Şimdi gitmem lazım hoşçakalın," dedim ve cevabını beklemeden kendimi dışarı attım. Ateş Uras da işaretlenmişti ancak onu götürdükten sonra neden bir daha geri gönderdiler?
Neler oluyordu burada?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |