58. Bölüm

Doğum günü sürprizi

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Merhabalar, nasılsınız? Sizi bölüme uğurluyorum ama önce lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın.

Yorum sayısı 50 olmadığı sürece bölüm gelmeyecektir.

 

“Kelimelerin sustuğu yerde, kalp konuşur.”

☆☆☆

Üç Ay Sonra (Ateş Uras Cantürk)

Kıvılcım’ın gidişinin üzerinden bir ay geçmişti. Ben ise tekrardan askeriyede pilotluk yapıyordum. Şimdiye kadar sayısız operasyona katılmıştık. Ama o yoktu artık. Barlas, bizim timin lideri olmuştu. Zaten timdeki herkes teğmendi, bir tek Kıvılcım ve Barlas üsteğmendi.

 

Kıvılcım eskiden liderimizdi. Beste nişancıydı. Melih ve Öykü –gerçi Öykü’yü çok fazla istihbaratta kullanmamıştık– istihbarat uzmanıydı. Barlas, arktik ve saldırı uzmanıydı. Duygu ve Şirin tıbbi destek uzmanıydı. Patlayıcı ve teknik uzman Murat ve Bulut’tu. Sürücü ve lojistik uzmanı ise bendim.

 

Bir operasyon daha bitmişti. Yorgun adımlarla eve döndüm. Aslında bu son bir ayda aklımı meşgul etmek için elimden geleni yapmıştım. Ama ne yaparsam yapayım Kıvılcım hep bir yerlerdeydi. Onunla hiç iletişim kurmamıştım. Haberlerini Umut’tan alıyordum.

 

Umut’un dediğine göre yeni evlerinde gayet mutlulardı. Toprak okula gidiyordu. Kıvılcım’ın yeni timi bizimkini aratıyordu. Orada pek olay olmuyordu, genellikle boş boş oturuyorlardı. İyi olmasına seviniyordum elbette ama içimde bir burukluk vardı. Umut bunları hep gülerek anlatıyordu:

 

“Abi biz de gider miyiz bir gün Denizli’ye?”

 

Bir an sustum. Gider miydik? Gitsem ne yapacaktım ki? Ona hâlâ kırgındım.

 

“Bilmem ki Umut.”

 

“Abi doğum günü sürprizi yaparız ona… Ne dersin?”

 

“Doğum günü sürprizi mi?” diye tekrarladım.

 

“Evet, doğum günü iki hafta sonra. 21 Mart’ta.”

 

“Sen tek git istersen Umut ya. Ben gelmeyeyim.”

 

“Abi olur mu öyle ya? Sen de gel. Hem bizim için de bir değişiklik olur. Barlas abi de gelir belki, Melih abi de, Beste abla da.”

 

“Olabilir evet. Tamam, ben bunu bir onlara da sorayım o halde. İyi geceler. Annem uyudu mu?”

 

“Evet, uyuyor. Ben de şimdi uyuyacağım.”

 

“Tamam haydi.”

 

İlaç kullandığım için bu gece uyuyabilecektim. Yatağıma uzandım. Tam gözlerimi kapatmıştım ki, telefonum titredi. Açmak istemedim. Ama titreme devam edince istemsizce doğrulup telefonu elime aldım.

 

Telefonun ışığı gözlerimi kamaştırdı. Ekranda "Asker hanım arıyor" yazıyordu. Gözlerim kocaman açıldı. Kalbim hızlandı. Bir an tereddüt ettim ama sonra elim otomatik açma tuşuna gitti.

 

Kıvılcım beni arıyordu.

 

Heyecanla ama biraz da tedirginlikle açtım.

 

“Alo, Ateş Uras orada mısın?” dedi tanıdık, özlediğim o ses.

 

“Bu… buaradayım asker hanım, buradayım,” dedim, kekelemiş, resmen dili dolaşmış biri gibi.

 

Sesi net geliyordu kulağıma, sanki hiç uzaklaşmamış gibiydi.

 

“Nasılsın görüşmeyeli?”

 

“İyiyim. Sen nasılsın? Alışabildin mi oraya?”

 

“Alışmaya çalışıyorum diyelim. Yani uzun zamandır başka bir yere gitmediğim için biraz zorlandım ama şimdi iyiyim. Siz ne yapıyorsunuz?”

 

“Bıraktığın gibi,” dedim kısa bir nefesle.

 

“Anladım,” dedi, sesi biraz dalgındı. “Annen nasıl?” diye sordu sonra.

 

“Her zamanki gibi ama şimdi biraz daha iyi.”

 

“Güzel, sevindim.”

 

“Toprak nasıl?” dedim, konuyu uzatmak, biraz daha sesini duymak için.

 

“Okula gidip geliyor ama şimdi uyuyor. Ben de merak ettim. Yani uzun zamandır konuşmuyoruz ya… küsmüyüz diye soracaktım.”

 

Bir an sessiz kaldım. Küs değildim ama kırgındım. Bunu o da biliyordu.

 

“Küs değilim ben seninle. Sadece rahatsızlık etmek istemedim.”

 

“Küs değilsek… iyi o zaman. İyi geceler,” dedi. Sanki başka bir şey daha söylemek istiyordu ama sustu.

 

“İyi geceler, asker hanım.”

 

“Bir dakika… Sigarayı ve içkiyi bıraktın mı?” diye sordu, kapatmadan.

 

“Evet, bıraktım. Zaten sen gitmeden önce bırakmıştım. Daha ağzıma koymam.”

 

“En doğrusunu yapmışsın.”

 

“Haklıydın. Kendime zarar vermekten başka bir şeye yaramadı.”

 

“Öyle tabii.”

 

“İyi geceler.”

 

“İyi geceler.”

 

Telefon kapandı. Bir süre boşluğa baktım. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım ama aklımda hâlâ sesi yankılanıyordu. Ben onu arayacak cesareti bulamamıştım ama o beni aramıştı. Kesinlikle benden daha cesaretliydi.

                       ...

İki Hafta Sonra

Bugün Denizli'ye gidecektik. Her şey hazırdı. Sadece iki günlüğüne de olsa gidip dönecektik. İçimde garip bir heyecan vardı, uzun zamandır böyle mutlu hissetmemiştim.

 

Umut'la birlikte havaalanına doğru gidiyorduk. Annemi, Duygu'ya emanet etmiştim. Barlas'larla havaalanında buluşmaya karar vermiştik ama biz hepsinden önce gelip beklemeye başlamıştık.

 

"Abi, acaba Denizli nasıl bir yer?" diye sordu Umut merakla.

 

"Hiç bilmiyorum Umut," dedim, gülümseyerek.

 

"Hediyeleri aldık değil mi?"

 

Başımı salladım. "Evet."

 

"Ne aldın sen abi?"

 

"Ben mi? Sürpriz, söyleyemem."

 

"Çok merak ediyorum ama!"

 

Gülümseyerek cevapladım. "Olmaz. Zaten paketin içinde, açamazsın."

 

"Söylesen bari."

 

Tam o sırada Barlas ve Aslı’yı karşımızda görünce başımı çevirdim. Aslı, mavi kot pantolon ve açık mavi bir kazak giymişti. Yüzünde her zamanki gibi sakin bir ifade vardı. Barlas ise siyah-beyaz giymiş, sade ama şık görünüyordu.

 

"Oo erkenden gelmişsiniz," dedi Barlas.

 

"Evet öyle oldu. Beste’ler nerede?" diye sordum.

 

"Beste hediye almayı unuttuğu için Atilla onu son dakikada götürdü."

 

Kaşlarımı kaldırdım. "Yetişirler mi?"

 

Aslı omuz silkti. "İnşallah."

 

Az sonra onlar da geldi ve hep birlikte uçağa bindik. Yolculuk keyifliydi. Kafamızda sorular, kalbimizde heyecan vardı.

 

                        ...

KIVILCIM ATEŞ

Uzun zamandır Denizli'deydik. Ve ben burayı sevmeye başlamıştım. Evimiz merkeze yakındı ama deniz yoktu burada ve ben en çok buna üzülmüştüm. Burada çok fazla terör olmadığı için pek aksiyonlu işlere görmüyorduk. Timin başı olan Baki Bey, timdeki herkesle çok iyi ilgileniyordu ve beni bu time sevk etmişlerdi almışlardı. Bizim tim kadar r olmasa da eğleniyorduk.

Sonuçta üç ay olmuştu. Ama ben yine de bizim timi unutamıyordum. Her gün hepsi ille konuşma şansım olmuyordu tabii ama yine de üç günde bir arıyordum.

Toprak da okul ve arası mekik dokuyordu.

Arkadaşlarından ve öğretmenlerinden memnundu neyseki.

Bugün iş yoktu bu yüzden evde keyif yapıyordum.

Kahvemi yanıma almıştım ve su aralar çok sevdiğim dizim Preason Break'in üçüncü bölümünü izliyordum.

Gayet güzel bir diziydi.

Tabii benim gibi üsteğmenin hapisten kaçan bir adamı izlemesi de ayrı bir ironikti ama.

Neyse.

Ateş Uras meselesi kafamı karıştırıyordu aslında.

Çünkü bana seni seviyorum demişti. Ve ben ona cevap vermemiştim. O gün aradığımda da bana aynı şeyi söylerse cevap veremezdik yine ama sesini duymak istemiştim.

Bana kırgındı bundan emindim.

Kapı çaldığında dizimi durdurdum. Ve koşarak kapıyı açtım.

Toprak gelmişti.

"Hoş geldin ablacım."

"Hoş bulduk abla nasılsın?" Toprak yorgun görünüyordu üzerindeki okul üniformasından bir an önce kurtulmak için aceleyle ayakkabılarını çıkarttı.

"İyiyim canım sen?"

"Yorgunum abla ya! Bir ton ödev verdiler off!" Dedi isyankar bir şekilde. Montunu askılığa astıktan sonra sırtını sıvazladım.

"Tamam canım, dinlen yaparsın sonra. Hem ben çok güzel bir yemek de yaptım."

"Ne yemeği?"

"Lahmacun."

"Sen mi yaptın?" Dedi kaşlarını kaldırıp.

"Evet, ben. Yanına da ayran yaparım. Nasıl?"

"Güzel olur vallahi. Ben uyuyacağım."

"Tamam, sen uyu ben seni yemeğe çağırtırım."

"Tamam."

O odasına gitti ben de dizimin başıma geçtim.

Tekrar kapı ziline basılınca diziyi tekrar durdurdum. Oflayarak kapıyı açtım. Ama karşımda tanıdık yüzler görünce hayal mi yoksa gerçek mi algılayamadım.

Karşımda bizimkiler vardı! Mavi gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Hepsi bana gülümsüyordu ama ben donup kalmıştım.

Barlas, Melih, Beste, Aslı, Atilla , Ateş Uras ve Umut buradaydı.

 

"Biz geldik!" Hepsi birden bağırınca irkildim.

Şoku hâlâ atlatamadan, "hoş geldiniz!" Dedim neşeyle.

"Sürpriz yapalım dedik" dedi Melih.

"Gelin içeri! Çok mutlu oldum şuan," dedim.

Hepsi tek tek içeri girdi. Kapıyı kapatıp onlara döndüm.

"Kıvılcım abla benim sayemde geldiler hepsi," dedi Umut. Umut'u görmeyeli iyileşmeye başlamıştı. Tekerlekli sandalyeyi bile kullanımiyordu artık.

"İyi yapmışsın umut." Dedim gülümseyerek.

Hepsi çok şık görünüyordu.

Aslı mavi kot pantolon ve bluz giymiş, saçlarını tepeden topuz yapmış ve sade bir makyaj tercih etmişti. Barlas siyah pantolon ve beyaz gömlek giymişti. Ateş Uras da siyah pantolon ve siyah-beyaz gömleğiyle her zamankinden daha iyi görünüyordu.

Atilla’nın gelişi beni şaşırtmıştı. O da kahverengi ceket ve pantolon giymiş, içine siyah bir bluz tercih etmişti.

Beste beyaz bir gömlek ve siyah pantolon giymiş, saçlarını salıp kırmızı rujuyla dikkat çekmişti.

 

Sigara kokmuyordu.

Gülümsedim o da gülümsedi ve içeri geçtiler.

"Evin çok güzelmiş" dedi Aslı.

"Evet, bencede. Burada deniz yok değil mi?" Diye sordu Beste.

"Hayır yok. Yani denizin olmasını isterdim ama yok yani ne yapalım" dedim.

Koltuklara oturdular. Bende tekli koltuğa oturup onlara döndüm.

"Kaç gün kalacaksınız?"

"İki gün buradayız, asker hanım. Kalacak oda yoksa otel ayarlayalım" dedi Atilla.

"Olmadı yerde yatarız ya. Bence otele gerek yok," dedi, Beste.

"Sizin için sorun yoksa benim içinde yok," dedi, Atilla alayla gülerek.

Beste kaşlarını kaldırdı. "Yani tabii evin rahat olması için bazılarının da gitmesi gerekiyor," diye, laf attı Atilla'ya.

Atilla bacak bacak üstüne atarak rahat bir şekilde Beste'ye baktı.

"Birlikte gideceksek neden olmasın?"

İkisi arasındaki gerilim devam ederken konuyu uzatmamak icin araya girdim.

"Tamam, çok sevindim. Aç mısınız?"

"Valla ben açım ya," dedi, Umut.

Herkes gülerken ben mutfağa gidip lahmacunu ısıttım. Neyse ki çok fazla yapmıştım.

Sonra da gidip Toprak'ı uyandırdım. Toprak, üniformasını çıkartmış yatağın üzerine sırt üstü yatmıştı. Yüzüne kadar battaniyeyi çekmişti

"Toprak kalk. Bak, misafirlerimiz geldi!" Diye dürttüm onu. Ama hala uyuyordu.

"Toprak!" Diye seslendim, daha yüksek sesle.

Kafasını kaldırıp gözlerime baktı. Uykulu ve boğuk bir sesle konuştu.

"Kim geldi?" Diye sordu.

"Gel de gör!"

Toprak, battaniyeyi üzerinden çekti daha sonra lavaboya gitti. Lavabodan çıktıktan sonra

Uykulu uykulu salona gitti. Bizimkileri görünce çok şaşırdı. Uyku sersemi olduğu için ilk başta algılayamadı ama sonra gözlerini büyüttü.

"Oha siz... Hoş geldiniz!" Dedi.

O bizimkiler ile sarılırken ben de tekrar mutfağa geçtim. Birkaç dakika sonra Aslı ve Beste de yanıma gelip yardım ettiler. Onları çok özlemiştim.

"Ee ben yokken nasıl gidiyor hayat?" Diye sordum. Yoğurdu geniş bir tabağa aldım ve içine su ve tuz ekledim.

"Sıkıcı ya," dedi, Aslı tezgaha yaslanarak.

"Bencede" dedi Beste ona katılarak.

"Beni bu kadar sevdiğinizi bilmiyordum." Dedim gülümseyerek.

Kahkaha attılar.

"Asıl biz değil-" Aslı bir diyecekken Beste'nin uyarıcı bakışları Aslı'yı buldu ve Aslı sustu.

Ne karıştırıyor bunlar?

"Ne oldu ya?" Diye sordum merakla ikisine bakıp.

"Önemli bir şey değil."

"Emin misiniz?"

"Evet."

İkiside aynı anda konuştu ve birbirlerine döndüler. Sonra da gözlerini o farklı yerlere çevirdiler.

Bu konuyu şimdilik boş vermeye karar verdim.

Ateş Uras'in içeri girmesiyle hepimiz sustuk.

O da bir an ne olduğunu sorguladı daha sonra bana döndü.

"Su alabilir miyim?" Diye sordu.

Hâlâ onu görünce kalbimin göğsümden çıktığını fark ettim. Ben onu seviyor muydum? Ellerimin hafiften terlemeye başladığını fark ettim. Bozuntuya vermeden kafamı usulca salladım. Hâlâ bana bakıyordu.

"Tabii."

Ben şu verme için arkamı döndüm sonra önemin döndüğümde Beste ve Aslı'nın kaşla göz arasında gittiğini gördüm. Göz devirdim. Ne yaptıklarını anlamadığımı mı sanıyorlardı?

Ateş Uras tezgaha yaslanmış önüne bakıyordu.

Suyu götürüp ona verdim. Kısa bir an parmaklarımız birbirine değdi ama saniyelikti.

"Teşekkür ederim," dedi, gözlerini kaçırarak ve bardağı dudaklarına götürdü.

Daha sonra tekrar bana verdi.

"Bir de değil," dedim, bardağı alarak. Sanki bir şey söylemek istiyordu ama ağzını açamıyordu.

Fırındaki lahmacunları çıkardım.

Az kalsın yanıyordu yine...

Çıkarırken elime fırının sıcaklığı çarptı.

Ağzından bir inilti çıkınca, Ateş Uras telaşla yanıma geldi.

"Ne oldu? Elin mi yandı?"

"Yok iyiyim." Elimi refleksle ağzıma götürmüştüm. Fırının içine çarptığı için biraz sızlıyordu.

"Sen çekil ben yaparım." Beni kenara itip kendi fırındaki lahmacunları aldı ve tezgaha koydu.

"Teşekkür ederim," dedim.

"Rica ederim." Dedi ve ekledi. "Elin acıyor mu?"

"Hayır, acımıyor," dedim.

"Lahmacunlar çok güzle görünüyor. Sen mi yaptın?"

"Evet, ben yaptım."

Kaşlarını kaldırarak bana baktı.

" Sen menemen bile yapamıyordun. Bunu nasıl başardın?"

Dediğinde göz devirdim. Burada bile bana laf sokuyordu.

"Sen görmemişsindir." Arkamı dönüp lahmacunları tabaklara koymaya başladım.

"Ellerine sağlık, sağlık asker hanım," dediğinde şaşırdım. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Ama arkamı dönmedim.

"Teşekkür ederim. " Dediğimde bir sessizlik oldu gitti sandım ama hala arkamdaydı. Konu açmak için konuştum.

"Gelmenize çok şaşırdım."

"Belli oluyor yüzünden. Umut söyledi biz de onu kırmadık yani."

"Anladım. Neyse ben şu masayı kurayım."

"Yardım edeyim mi?"

"Hayır, ben hallederim."

"Peki."

O çıktıktan sonra kızlar içeri girdi.

"Siz niye gittiniz?" Diye sordum sinirle. Beni onunla yalnız bırakmamalılardı.

"Konuşacak şeyleriniz var-" diyecekken, beste Aslı'nın sözünü kesmişti.

"Yani... Valizlere baktıkta ondan."

"Aslı, sen bana bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?"

"Hayır."

"Neyse haydi acıktık," dedi, Beste konuyu dağıtmak için.

Kafamı salladım.

Beraber sofrayı hazırladık ve herkes oturdu.

Eskisi gibi hissediyordum.

Bir araydaydık timin hepsi burada değildi ama çoğu buradaydı.

Çok mutluydum.

Herkes masaya oturmuş sohbet koyulaşmaya başlamıştı.

Melih, ben yokken neler olduğunu abartarak anlatıyordu.

Barlas ise Melih'in yaptığı saçmalıkları anlatıyordu. Melih bir operasyon sırasında bombanın pimini çekip cebine attığından az daha öleceğini anlattı uzun uzun.

Atilla ise ben yokken tek başına sahilde oturduğunu anlattı.

Tek konuşmayan kişi Ateş Uras'tı. Ateş Uras çok şaşırtıcı bir şekilde hiç konuşmadı.

Onda bir değişiklik olduğunu anlamıştım.

Daha sonra masayı topladık ve koltuklarda oturmaya başladık.

"Burası güzel bir yere benziyor. Çok olay oluyor mu bari?" Diye sordu, Melih.

"Hayır, sakin oluyor burası. Oradaki gibi her dakika bir operasyon olmuyor yani"

"Güzelmiş. Ama keyifli olmaz ki ya. Yani biz her dakika operasyona alışığız," dedi, Melih.

Buna herkes güldü.

"Haklısın. Bende ilk geldiğimde yabancılık çekmiştim. Ama sonra alıştım."

"Burası mi daha iyi peki bizim orası mi? Tim açısından," dedi, Beste.

Buradaki timde de güzel insanlar vardı ama onlar benim ailem gibiydi. Çok alışmış ve sevmiştim her birini.

"Tim olarak tabii ki siz. Benim ailem gibi oldunuz." Dedim gülümseyerek. Bunu söyledikten sonra sessizlik oldu. Ben ayağa kalktım mutfağa gidip tatlı alacaktım.

Geri döndüğümde bir anda patlayan konfetilerin sesiyle irkildim.

“İyi ki doğdun, Kıvılcım!”

“İyi ki doğdun!”

Hepsi bir ağızdan tekrarlıyordu.

 

Bir an sersemledim. Bugün… benim doğum günüm müydü? Ne zaman? Nasıl?

 

Derken önüme, üzeri mumlarla süslenmiş bir pasta getirildi.

Gözlerim dolu dolu onlara baktım.

Gülümsedim. Gerçekten… içten ve kocaman bir gülümsemeydi bu.

“Yaa… Çok teşekkür ederim,” dedim kısık bir sesle.

İlk defa birileri benim için bir şey yapmıştı... Gözlerim doldu.

“Asıl şimdi!” dedi Aslı neşeyle. “Hadi dilek tut!”

 

Adımlarım hafifti, ama kalbim ağır. Sessizce pastaya doğru eğildim, içimden bir dilek tuttum ve mumları üfledim. İçimde o an bir şey kıpırdadı. Belki de uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklıktı bu.

 

“Nice mutlu yaşlara!” dedi Barlas gülümseyerek.

“Hep birlikte,” dedim fısıltıyla.

 

Barlas bana sarıldı, ben ona. Sonra teker teker Beste’ye, Umut’a, Aslı’ya, Toprak’a sarıldım.

Kendimi ait hissettiğim o an… o küçücük an, her şeyden değerliydi.

Atilla ortalıkta yoktu, sanırım dışarı çıkmıştı.

Ateş Uras ise köşede duruyordu. Ellerini cebine sokmuş, başını hafifçe yana eğmişti. Dudaklarının kıyısında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Gözleriyle beni izliyordu.

 

“Haydi hediyelerimizi de verelim!” dedi biri.

“Hediye mi?” dedim şaşkınlıkla.

“Tabii canım, hediye aldık o kadar!”

“Gerçi Atilla’nın hediyesini ben vereceğim ama neyse,” diye ekledi Beste, göz kırparak.

 

Herkes valizlerini karıştırmaya başladı. Renkli kutular, zarif paketler birer birer ortaya çıktı.

Şaşkınlıktan gözlerim büyümüştü. Gerçekten hiç beklemiyordum.

 

Beste’nin kutusunu açtım önce. İçinde çeşit çeşit makyaj malzemeleri vardı.

“Oha! Bu harika! Teşekkür ederim!” deyip ona sıkıca sarıldım.

“Senin gibi birtanem,” dedi gülerek.

 

Barlas’ın hediyesini açtım sonra. Kutunun içinden gümüş, zarif bir saat çıktı. Zirkon taşları ışıldıyordu.

“Çok güzel… Teşekkür ederim,” dedim, duygulanarak ona da sarıldım.

“Ne demek,” dedi yumuşak bir sesle.

 

Sırada Aslı’nın hediyesi vardı. Kutuyu açtığımda gözlerim ışıldadı.

Kırmızı bir elbise… O kadar göz alıcıydı ki. İpeksi, hafif parlak kumaşıyla üst kısmı zarifçe oturuyor, omuzlardan ince askılar süzülüyordu. Bel kısmı vücudu nazikçe kavrıyor, etekleri yürüdükçe dalgalanacak kadar dökümlü ve zarifti. Yırtmaçlı, dantel detaylı bir tasarım…

Nefesim kesildi.

 

“Aşırı güzel bir şey bu!” dedim hayranlıkla, gözlerim dolarak.

“Beğendin mi? Üç gündür bu elbiseyi arıyorum,” dedi Aslı.

“Bayıldım… Gerçekten bayıldım. Çok teşekkür ederim,” deyip sıkıca sarıldım ona. Onu çok seviyordum.

 

“Rica ederim,” diye fısıldadı.

 

Melih’in hediyesi de bir o kadar güzeldi. Şık bir güneş gözlüğü almıştı.

“Çok teşekkür ederim,” dedim ve ona da sarıldım.

“Ne demek kankacığım,” diye yanıtladı gülerek.

 

Sonra küçük Umut heyecanla elindeki paketi uzattı.

“Kıvılcım abla, benim hediyeme de bir baksana!”

Kutuyu açtım ve içinden bir kutu çikolata çıktı.

Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle ona sarıldım. “Çok teşekkür ederim Umutcuğum. Bu çok tatlı.”

 

Kalbim ısınmıştı. Ne kadar küçük olursa olsun, bu anları hep saklayacaktım içimde.

 

“Daha Atilla ve Ateş’in hediyesi var,” dedi Beste gülerek.

Atilla ortada yoktu ama o bile unutmamıştı.

Kutuyu açtığımda iki kitap çıktı: ‘Mafya Babaları da İyidir’ ve ‘Kaybolmak’.

Herkes kahkahaya boğuldu.

“Bu adam niye böyle?” dedi Melih gülerek.

Ben de istemsizce gülümsedim. Bu tuhaf ama tatlı bir jestti.

 

En son Ateş Uras’ın hediyesine geldi sıra.

O sessizce yanıma yürüdü. Elinde küçük, zarif bir kutu vardı.

“İşte burada,” dedi alçak sesle ve uzattı.

Gözlerinin içi parlıyordu.

Teşekkür ederek gülümsedim ve kutuyu açtım.

 

Bir kolye…

Kalp şeklindeki pembe taş, gümüş çerçevenin içinde ışıldıyordu. Kenarlarındaki kıvrımlı motifler, ince işçilik, zarif bir zincir…

Kolyeye dokundum. Parmaklarım titredi.

Kalbin etrafını saran ince şerit, taşın parlaklığı, göz alıcı bir zarafet…

Kalp olmasına mı şaşırmalıydım, yoksa onun bunu seçmesine mi… bilmiyordum. Ama o an, yüreğimin bir yerlerine dokunduğunu biliyordum.

 

Derin bir nefes aldım.

“Çok… çok güzel. Gerçekten… Teşekkür ederim,” dedim yumuşak bir sesle.

 

O sadece başını eğip gülümsedi.

Bana hiçbir şey söylemedi… ama gözleri her şeyi anlatıyordu.

Ama mutluydum… Hem de çok mutluydum.

İçimde bir yer, hiç alışık olmadığım bir sıcaklıkla doluydu.

Ve… etkilenmiştim. Hem de fazlasıyla.

 

Çünkü biliyordum.

Beni sevdiğini, bir şekilde… kelimelere dökemediği o duyguyu, bir yolunu bulup göstermeye çalışıyordu.

Küçücük bir kolye… ama arkasında söyleyemediklerini saklayan kocaman bir anlam.

 

O gün, bana beni sevdiğini söylediği o an…

O günden beri kendime hep aynı soruyu soruyordum:

Ben?

Ben onu seviyor muydum?

Sevmiyor muydum?

Bilmiyordum.

İçim karmakarışıktı. Kafam da, kalbim de susturulamayan sorularla doluydu.

 

Başımı kaldırıp etrafıma baktım.

Hepsi gülümsüyordu. Sanki benim içimdeki savaşın farkında değillermiş gibi.

Bir tek ben sıkışıp kalmıştım o anın içinde.

Ve gözlerim… istemsizce ona kaydı.

Ateş Uras…

O da gülümsüyordu. Bana, bize…

İçinde sakladığı binbir şeyi söylemeden, sadece bakarak.

 

Bir an… bir an sadece, düşündüm:

Ona da sarılmalı mıydım?

Ama…

Yapamadım.

Adım atamadım. Ellerimi kaldırıp ona uzanamadım.

Belki de… belki de bunu bekliyordu.

Ama yapamadım.

 

Yavaşça başımı eğdim, elimdeki kutuya çevirdim gözlerimi.

Saklanmak ister gibi veya Kaçmak ister gibi…

 

Ve tam o anda…

Hiç beklemediğim bir şey oldu.

Bana sarıldı.

Ansızın. Sessizce.

Ve kalbim… Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı.

Sıcaklığı, kollarının teması…

Her şey öyle ani, öyle gerçekti ki.

 

Gözlerimi kapatmak istedim bir an. Çünkü o an, her şey fazla geldi bana.

Bir kalbin… bir insanın… bu kadar yakın olması.

 

Kollarında ürkek, şaşkın ve… garip bir şekilde huzurluydum.

...

ATEŞ URAS CANTÜRK

Onlar gülerken ben kenardan izliyordum.

Elleri ceplerimde, yüzümde belli belirsiz bir gülümsemeyle…

Kıvılcım’ın şaşkın bakışlarını, ardından yüzünde beliren o masum, içten mutluluğu izlemek…

Her şeye değerdi.

 

“İyi ki doğdun, Kıvılcım!”

Sesler yankılanırken gözlerim ondan başkasını görmüyordu.

 

Bir an ne yapacağını bilemedi. Sanki dünyaya yabancıymış gibi… Sanki bu kadar sevilmeye, değer verilmeye alışkın değilmiş gibi.

Gözlerinin içi parladı. Yüzünde sıcacık bir tebessüm belirdi.

“Çok teşekkür ederim,” dediğinde, içimde tuhaf bir sızı hissettim.

 

Aslı'nın “Haydi dilek tut!” demesiyle pastanın önüne gitti.

Mumları üflediğinde, yüzünde beliren o derin bakış beni düşüncelere sürükledi.

Ne dilek tutmuştu acaba?

Bilmiyordum. Ama o an, onu o kadar kırılgan, o kadar güzel buldum ki…

 

“Hep birlikte,” dedi sessizce.

Birbirlerine sarıldılar. Sırasıyla herkesin kollarında kayboldu.

Bense yerimden kıpırdamadım.

Ellerim hâlâ ceplerimdeydi.

Sadece baktım.

Ve sanırım bu bana yetti.

 

Birlikte gülüyorlar, hediyelerini veriyorlardı. Her biri özenle bir şeyler seçmişti.

Gözlerinin içi parlıyordu her hediyede.

Bir gün gerçekten mutlu olabilseydi… keşke hep böyle gülseydi.

 

Elindeki kutuları heyecanla açtı.

Sarılıyordu, teşekkür ediyordu…

Her birine aynı sıcaklıkla…

Ve ben hâlâ olduğum yerde, sessizce izliyordum.

Nedense… kendimi dışarıda hissettim.

Her zaman olduğu gibi.

 

Sıra bana geldiğinde yanına yürüdüm.

Yavaşça elindeki kutuyu verdim.

“İşte burada,” dedim kısık sesle.

Göz göze geldik.

Teşekkür etti, bana gülümsedi.

Ve o anda… yemin ederim zaman durdu.

Gözlerinin içindeki minnettarlık, şaşkınlık ve… o adı konmamış sıcaklık…

Boğazım düğümlendi.

 

Kutuyu açtı.

Parmakları titreyerek kolyeyi çıkardı.

Bir kalp…

Belki de sembollerle aram hiçbir zaman iyi olmamıştı. Belki de o kalbi bilinçli seçmemiştim… ama şimdi bakınca, evet—doğruymuş.

Kalpmiş.

Hissettiklerimi en iyi anlatan şey buydu.

 

“Çok… çok güzel. Gerçekten… Teşekkür ederim,” dedi usulca.

Gözlerini kaçırmadı benden.

Ama kelimelerle söyleyemediklerini gözlerinde tuttuydu.

Ben de bir şey söylemedim.

Sadece gülümsedim.

Ve yanındaydım.

Bu bana yetti.

 

☆☆☆

Nasılll beğendiniz mii???

Ateş Uras'ın hediyesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Sevgiyle kalınnn💗

Bölüm : 09.07.2025 17:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...