
Merhaba, nasılsınız? Umarım bölümü severek okursunuz. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Bu arada gözden kaçırdığım hatalarım varsa bana söylerseniz sevinirim.
Kitap okurken yazım hatalarına pek katlanabilen biri değilim. Gözümden kaçtıysa beni uyarırsanız sevinirim. Tekrardan iyi günler dilerim.
(düzenlendi)
...
"Arkadaşlar!" Diyerek konuşmalarını böldüm.
"Arkadaşlar, yemeğinizi yediğinize göre artık işlerimizin başına dönebiliriz. Son zamanlarda biraz yorulduk ama iyi bir yol kat ettik. Listedeki çocukların hepsini yerleştirdik mi?"
"Hayır, komutanım. Sadece beş kişi kaldı. Onları da ikna etmeye çalışıyoruz ama fazla inatçılar," dedi Melih.
Melih Kaya, onları güvenli eve yerleştirmekle sorumlu olan kişiydi ve aynı zamanda buradaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi benim kafa dengimdi.
"Tamam, bugün ikimiz gidip ikna etmeye çalışalım olur mu?"
"Olu-" diyeceği sırada,
"Ben de gelmek istiyorum." Diye atladı Ateş Uras.
"Sen mi?" Tek kaşımı havaya kaldırarak baktım ona.
"Evet, ben diyorum ki ikna kabiliyetim fazla yüksek olduğu için benim de gelmem şart."
"İyi peki. Ben, Ateş Uras ve Melih ile birlikte gideceğiz. Bir saat sonra yola çıkalım olur mu?" Dediğimde ikisi de aynı anda,
"Olur," dediler.
"Tamam ben odamdayım. Size afiyet olsun."
Dedim ve tabağımı mutfağa bırakarak odama gittim. İki dakika sonra kapım tıklatıldı.
"Gel!" Diye bağırdım. Tam da tahmin ettiğim gibi Ateş Uras gelmişti. Onunla pek görüşmek istemesem de sürekli karşılaşmaktan da bıkmıştım.
"Müsaadeniz var mı asker hanım?" Yok desem ne yapardı acaba?
"Tabii gelebilirsiniz."
"Ben şey için geldim... Yardımcı olabileceğim bir konu var mı diye soracaktım. Yani bana soracağınız sorularınız olmalı ve benim de başka bir işim yok."
"Size bir şey sormak istesem sizi çağırırım değil mi?" Dedim sert ve ciddi bir şekilde bilgisayardaki dosyasını incelerken.
Evet, biraz sert oldu ama son zamanlarda sorularıma doğru düzgün cevap vermediği için o adamların ve Toplu Köyünün gizemini bulamıyorum bu sebeple de Yılan mafyası ile ilgili bir şey öğrenemiyordum. Kardeşim her geçen gün benden uzaklaşıyor. Bu yüzden ona gerçekten çok kızgınım.
"Evet, ama ben siz sormadan söyleyeyim dedim ben burada çaylağım bana işi öğretirsiniz falan zannettim."
"Melih'e söylersen o sana burayı dolaştırır benim daha önemli işlerim var ve sizinle uğraşamam."
Biraz fazla bozuldu. "Bugün biraz fazla sinirlisiniz sanki, ben yine bir şey mi yaptım acaba?"
"Yok, benim sizinle ne gibi sorunum olabilir, sadece size sorularımı sonra sorarım. Zaten bana doğru düzgün cevap bile vermiyorsunuz," dediğimde cevap verecekken Barlas geldi.
Ateş Uras'ı görünce biraz sinirle baktı daha sonra da bana döndü. Elindeki dosyaları bana verirken gözlerini Ateş Uras'tan ayıramıyordu.
"Bu dosyalar sizin ikna etmeye görevlendirdiğiniz kişilerin dosyaları," dedi.
"Tamam, teşekkür ederim, Barlas."
"Sen ne yapıyorsun burada peki?" Ateş Uras'a sormuştu bu soruyu. Ateş odaya bir göz atarak derin bir nefes aldı.
"Hiç, buranın havası daha güzel de ben de geleyim bir nefes alayım dedim," diye cevap verdi alayla. Ateş Uras bir yandan da Barlas'ın getirdiği dosyalara bakıyordu.
"Dikkat et de çarpmasın."
"Ne çarpmasın?"
"Hava dedin ya!"
"Yok, çarpmaz, zaten gidiyorum ben."
"Şu dosyalardan birkaç tane de ben alabilir miyim?" Dedi Ateş Uras bana bakarak.
Kafamı salladım.
"Al tabii sen de biraz bilgi edin."
"Sağolun ve hoşça kalın."
"Güle güle! " dedik Barlas'la o gittiğinde bana döndü. Bıkkınca bana baktı. Sinirle kumral saçlarını karıştırdı. "Bunu niye getirdi albay anlamıyorum uyuz bir tip zaten!" dediğinde güldüm.
"Dizinde uyurken öyle demiyordun ama," dedim göz kırparak. O da sinirli bir şekilde baktı. Unuttuğumu düşünüyorsa yanılıyordu. Asla unutmazdım. Keşke çekseydim.
"Kendimde değildim yoksa değil onun dizinde uyumak yanında bile oturmazdım."
"Kesin öyledir, neyse son zamanlarda sürekli bir işin çıkıyor. Sahi sen nereye gidiyorsun ikide bir?" diye sordum.
Sandalyesine rahatça yaslanarak yüzüme baktı. "Önemli değil ya boşver," dedi ellerini savurarak.
"Emin misin? Bak merak ediyorum garipsin son zamanlarda."
Ağzının içinde homurtular duydum. "Fazla uzatıyorsun bir yere gittiğim yok. Önemli olsa anlatırım niye sürekli sorup duruyorsun!" Dedi hiddetle. Ne oluyordu buna ya ?
"Niye bağırıyorsun sen ya alt tarafı küçük bir soru!" Diye çıkıştım. " Asıl sen uzatma da cevap ver, hani birbirimizden bir şey saklamayacaktık biz? Gerçekten artık seni tanımakta güçlük çekiyorum. Sana ihtiyacım olduğu bir zamanda sen yoksun sürekli bir yerlerdesin. Arıyorum kısa cevaplar, sözümü kesmeler vesaire yoruldum artık anlıyor musun bir derdin varsa söyle artık!" İçimde tuttuklarımı dışarı savurdum. Yeteri kadar bir şeyler anlatmasını beklemiştim. Bir şeyler çeviriyordu ve bunu gizli yapıyordu.
" Ben Muğla'ya gitme kararı aldım," dediğinde bir süre dediğini kafamda çevirdim. Muğla ya neden gidiyor? Orada ne işi var?
"Neden?" dedim, sesim de bedenim de ansızın titredi.
"Burada yapamıyorum tahinimi oraya aldıracağım ama tek başıma değil sen de gel. Oraya gidelim buradan kurtulursak akıl sağlığımızı koruruz. Görmüyor musun? Seni öldürecekler kardeşin nerede ve nasıl onu bile bilmiyorsun.
Kimseye belli etmeden de günden güne eriyorsun dik durmaya çalıştıkça kamburun çıkıyor, farketmiyor musun? Ben sana bir şey olursa yaşayamam. Benimle geliyor musun?"
Söyledikleri çok ağırdı. Beni buradan götürmeye çalışıyordu ama ben buradan gidemezdim ki kardeşimi bulmam lazım zaten sonra ben kendi isteğimle çok uzağa gidecektim.
Bu teklifi kabul edemezdim. Ama o gidecekti ben ne yapacaktım ki burada?
Gidemezsin Kıvılcım, şimdi değil.
"Ben gelemem... Barlas, gelemem. kardeşim burada, ailemin mezarı burada... Yılan mafyasını bitirmeden, kardeşimi bulmadan nasıl gelirim? Ben yapamam... Ama sen gidersen de gitme diyemem senin hayatın senin kararın, iyi yolculuklar!"
Bunları söylediğimde bana hiçbir şey söylemeden baktı.
O da biliyordu ben gidemezdim. Kafama koymuştum bir kere gidemezdim.
Hiç beklemediğim bir anda yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Fısıltıyla, "bak... Her şey hazır, her şey. Oraya gideceğiz, kendimize yeni bir hayat kuracağız. Hem... Belki diğerleri de gelir sen gelirsen."
Hâlâ beni ikna etmeye çalışıyordu.
"Ben gelemem Barlas, anla artık!"
Dedim sert bir tavırla ve kendimi dışarı attım. Hemen lavaboya gittim ağlayan suratıma baktım çok dağılmıştım çok uzun zamandır ağlamamıştım.
Belki de haklıydı dik durmaya çalıştıkça kamburum çıkmıştı. Sinir krizi geçirmeye yaklaşacak kadar göz yaşlarım yüzümden aşağıya doğru akıyordu.
Gözlerim kıpkırmızı olmuştu, burnumdan akan sıvı beni deli ediyordu. Ve titriyordum.
Kollarımı yavaşça kendime sardım. Sanki kendime sakin ol, ben yanındayım diyordum.
Belki de a önceki konuşma için ağlamak saçmaydı. Ama ben sadece kırılma anı beklediğimi daha yeni fark etmiştim.
Bazen ağlamak için an beklerdi insan.
Derin bir nefes aldım, kendime geldim. Omuzlarım dikleştirdim. Aynadaki yansımaya baktım. Mavi gözlerinde umut taşıyan o küçük kız çocuğu artık yoktu.
Kızıl saçlarında güneş kadar ışık taşıyan, küçük Kıvılcım yoktu.
Ve ben bunu yeni fark edecek kadar geç kalmıştım.
Ağlamaktan harap olmuştum yüzümü yıkadım. Sonra da kendimi toparlayarak dışarı çıktım ben böyleyim işte... Ağlardım ve sonra da hiçbir şey olmamış, sanki ölüp ölüp dirilmemişim gibi gülümserdim.
Tıpkı o gün ağladıktan hemen sonra annemleri kendi ellerimle gömmem gibi. O kar da küçücük ellerimle çukur açmak kadar zor bir şey yaşamadım.
O zamanlar polisler gelene kadar annemlerin başında bekledim çünkü çukuru kazamadım. Çok uğraştım ama olmadı annemlerin üzerine battaniye örttüm üşümesinler diye ben donuyordum. Ama korkumdan kendimi düşünemedim. Polislerin gelmediğini görünce kendim annemleri bırakıp aşağı indim. Ben küçükken acı kotamı doldurdum ama gülmek hiç nasip olmadı...
Belki de haklıydı gitmem lazımdı. Ama ya kardeşim, o ne olacaktı? Belki de hâlâ beni bekliyordu bekli de tüm umutları bitti belki de....
Melih arıyordu. Ah, tabi ya ikna edeceğimiz çocuklar! Aslında gitmeyi düşünmüyordum bu olaylardan sonra ama sonra bencilliği bir kenara bırakıp hayat kurtarmaya karar verdim.
Odama gidip kendime temiz bir kıyafet aldım ve ağladığım için şişen gözlerimi de kapatıcıyla kapatmaya çalıştım. Ancak yaralar gibi kapanması zordu. Sade bir makyaj ve üniformalarımı da giydikten sonra saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapıp dışarı çıktım arabada beni bekleyen,
Ateş Uras ve Melih'in yanına gittim. Önde Ateş Uras ve Melih, arkada da ben vardım. Melih'le hep 'kanka' ilişkisindeydik.
Bazen boş bulunup bana kanka derdi ona asla kızmazdım tabii. Çünkü onun gibi birine ihtiyacım vardı samimiyete, neşeye ihtiyacım vardı.
Yol sesiz geçti hatta Ateş Uras bile konuşmuyordu. Ki o normalde de pek konuşan biri değildi ama fazla alaycı ve sivri dilliydi. Arabayı o sürüyordu zaten. Çok kısa bir süre sonra balıkçıların olduğu yere geldik.
"Burada kim var?" Dosyada böyle bir yer yoktu.
"Aslı Güngör," dedi Ateş Uras.
"Balıkçı mı?"
"Hayır, balıkçı değil. Burada bir teknesi var orada bazen kalıyor. Müge'nin araştırmasına göre bugün buradaymış. Yani yer değiştirmeyi seviyor sanırım."
"Anladım," dedim kafamı belli belirsiz sallayıp. Ve arabadan indik.
Biraz ilerlediğimizde oradaydı. Benim boylarımda, sarı saçlı, mavi gözlü bir kız ve gerçekten çok güzeldi. Aynı acıları yaşamamız garip. Bizi görünce biraz garipsedi ya da korktu pek anlayamadım.
"Merhaba, Aslı Güngör değil mi?" dedim sesimi yumuşak çıkartmaya çalışarak.
"Merhaba, evet benim de siz beni nereden tanıyorsunuz?" Diye sordu çekimser bir tavırla.
"Ben üsteğmen Kıvılcım Ateş," diyerek elimi uzattım.
"Bunlar da ekip arkadaşlarım Ateş Uras ve Melih." Elimle Ateş Uras ve Melih'i işaret ettim.
Onlarda ellerini uzattılar ve beraber el sıkıştılar nazikçe.
"Biz sizi daha güvenli bir yerde getirmek için geldik," diyerek konuya girdi Ateş Uras. Kadın Ateş Uras'a bizden daha çok bakıyordu zaten. Uras onun aksine daha çok tekneye bakıyordu.
"Güvenli bir yere ihtiyacım yok demiştim sizin ekibinize de. Herhalde anlamadılar."
Kadın sinirimi bozmuştu onun iyiliği için diyoruz bir şey anlamıyor normalde çabalamazdım da...
"Hanımefendi, arkadaşlarım sizin iyiliğiniz için uğraşıyor. Yılan mafyasından haberdarsınız değil mi?" Sakince konuşmaya çalıştım onunla.
"Evet."
Kafamı salladım.
"Kolunuzda ki izi gösterir misiniz?" Diye sordum. Kolunu işaret ederek.
"Kolumda iz olduğunu nereden biliyorsun?"
"Gösterirseniz açıklayacağım."
Kolunu sıyırdı ve yılan dövmesi gibi olan izi gösterdi. Ben de kolumu sıyırdım ve aynı izi ona gösterdim. Şaşırarak bana baktı.
" Bakın yıllar sonra geri döndüler. Mahvettikleri hayatımızı biraz düzene soktuk ama yaralarımız var. Hepimizin var. Ve onlar yarım bıraktıkları işi tamamlamaya geldiler. Beni anlıyor musunuz?" Kafasını salladı.
"Sizin de kardeşinizi aldılar mı elinizden?" Diye sorduğumda hüzünlü bakışlarla bana baktı.
Evet, o da yaralıydı. Ve evet o da çok güçlüydü.
Bir anda yere oturdu dolu bakışlarla. Ben de yavasça aynı onun gibi yere çömelerek oturdum ve diğerlerine arabada beklemelerini söyledim.
Anlatacakları kolay şeyler değildi eminim ki. Üstü başı biraz kirli, dağılmış saçları ve deniz gibi dolu olan gözleriyle çok tatlı görünüyordu. Hafifçe burnunu çekti ve derin bir nefes aldı.
"Ben, annem ve ablamla küçük evimizde kek yapıyorduk." Sanki her kelime ona daha çok acı veriyordu. İç çekti.
"Ben ilk defa yapacağım için çok heyecanlıydım. Ablam kalp hastasıydı. Daha yeni yeni iyileşiyordu. Sonra bir anda kapı çaldı. Babam koltukta uyuyordu o uyanmasın diye koşarak kapıyı açtım. Anneannem ve dedem gelecekti o gün. Bundan emindim. Ama kapıyı açtığım kişiler onlar değildi. Silahları vardı, dövmeleri vardı, kan izleri vardı.
Bana 'geri çekil çocuk!' Diye bağırdılar. Sesleri çok korkutucuydu. Adeta beni itercesine salona girdiler. Babam...." Bir iç daha çekip ceketinin on cebinden sigarayı aldı. Ve sonra çakmağı çıkartarak sigarasını yaktı. Bana da, "içer misin?" Diye sordu elimle sigarayı geri ittim. Nazikçe geri çevirdim.
“Hayır, kullanmıyorum."
Kafasını sallayıp gökyüzüne baktı. Sigaranın gri dumanı havaya karışıyordu. Ortama yayılan pis kokudan nefret etsem de onu dinlemek istiyordum.
Bir süre sonra devam etti.
"Babamı gözlerimin önünde öldürdüler. Hiçbir şey yapamadım. Yapamadım..." Ağlayacak gibi oldu yutkundu ve tekrar devam etti.
"Sonra mutfağa girdiler ve kek yapan annemi öldürdüler... Ablamı ise alıp götürdüler. Beni de o enkazın içinde bıraktılar çok yalvardım ama dinlemediler beni... Onu götürdüler. Bir adam da koluma ateşten bir iz yaptı ama o sırada olayları kavrayamadım.
" Küçüktüm..." Biraz durdu ve içli sesle tekrar konuştu.
"Daha altı yaşındaydım kimsem kalmamıştı benim. Babam, annem yoktu artık ablam da yoktu. Anneannem dedem zaten o olaydan birkaç gün sonra şehri terk ettiler. Ve ben bir başıma kaldım... Bazen o anları düşünüyorum neden beni de öldürmediler de böyle bıraktılar diye düşündüm.
Yıllarca kapıda yattım. Bir baltaya sap olamadım. Evimizi de sattılar. Akrabalarım... Onlar tam bir şerefsizler! Bana sırtılarını çevirmekten başka hiçbir halt yapmadılar."
Bana baktı ve kalbini gösterdi.
"Benim şu kalbim çok kırık, çok yaralı. Artık ne olursa olsun kafasındayım. Ağrıyor artık ben bile dayanamıyorum!"
O ağladı ben ağladım ikimizde yıkılmıştık bugün. Kaderimiz aynıydı acılar aynıydı.
Ve en kötüsü de buydu: kaderimiz aynıydı.
"Peki ablan, onu bulabildin mi?" Diye sordum.
Tekrar ağlamaya başladı ama bu sefer daha şiddetli hıçkırıklarının arasında konuşarak.
" O... O bir kaç gün önce ölmüş.... Onu öldürdüler!.. Kaç yıldır onu arıyordum ama yoktu. B- ben artık yaşamak istemiyorum. Bırak bana ne olursa olsun. Umrumda değil. Ablamı koruyamadım... Onu koruyamadım..."
Diye adeta yırtınırcasına haykırdı. Ona sıkıca sarıldım ben onun ablasıymışım gibi onunla ağladım.
Omzuma yaslandı ve denizi seyretti.
İlk başta gıcık olmuştum ama şimdi anlıyorum ki, insanları tanımadan yargılama. Ben bugün onunla birlikte geçmişime ağladım. Ve iyi geldi. İçimizde tutuğumuz her şey çığ gibi büyüyor ve tepemize çıkıyordu.
Aradan ne kadar geçti bilmiyorum belki bir, belki iki saat. Bu sırada Ateş Uras ve Melih de diğer çocukları almaya gitti. Biz de teknede battaniyelerimizle oturup ağladık. Geçmişimizi silemezdik ama o adamlardan intikam almak için yemin etmiştik.
Evet, ben onu ikna etmiştim.
Saatin kaç olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Telefonumun çalması ile kafamı telefonuma çevirdim. Barlas arıyordu. Açmadım. İlk defa onun telefonunu açmadım. Bugün beni çok üzmüştü. Bugün çok üzüldüm ben...
İçimde hâlâ bir çocuk ağlıyordu.
Ama onu susturacak kimse kalmadı.
Bu yüzden konuşma sırası artık bende.
***
Oy ve yorum yapmayı unutmayınız.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |