20. Bölüm
𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃 / ATEŞ VE BARUT / Geç kalmak

Geç kalmak

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Merhaba herkese nasılsın bakalım bugün?

Vee sizden bir şey rica edeceğim okuduktan sonra oy ve yorum yapmayı unutmayın

Bir şey daha-

Bu bölümü üç emoji ile anlatın.👉👉👉

Hepinizi seviyorum okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur.💙

(Görsellerde Ateş Uras, Kıvılcım ve Toprak var!!)

Görüşürüz🫂

 

" Güvende hissettiğin yerde, hayal kırıklığına uğramak ağır bir travmadır..."

...

İnsanlar, bazı mekanlara, buluşmalara, toplantılara hatta okula geç kalabilir ama biz annemize ve kardeşimize geç kalmıştık ve hepsinin affı olsa bile bunun bir affı olamazdı.

Zaman geri alınmaz, acıların geri alınamadığı ve yok sayılamadığı gibi.

Kötü insanın babam olduğu gerçeği de beni kahrediyor.

....

"İyi geceler," dedik ve lambayı kapatıp çıktık. Ben göz yaşlarını siliyordum. Barlas yüzüme baktı dolu bakışlarla.

" Tamam, en azından o şuan bizimle bir de öyle düşün. Merak etme yakında sizin kardeş olduğunuzu kabul edecek."

"Evet ama onu o şekilde görünce çok geç kaldığımı anladım. Ne yapacağımı bilmiyorum gerçekten," dedim, cebimdeki telefonum çaldı. Albay arıyordu.

"Efendim Albayım?" diyerek açtım aramayı.

"Kıvılcım, sana verdiğim bir görev vardı hatırladın mı?"

"Evet, Albayım, bende tam oraya gidiyordum." Görevle ilgili ayrıntıları söyledi ve telefonu kapattık.

"Barlas, ben gideyim artık."

"Nereye?" diye sordu tek kaşı havada.

"Albay şu Toprak ile birlikte kurtardıkları insanların başına beni ve Ateş Uras'ı dikti de gitmem lazımmış." Onu görmek veya katlanmak bile zorken aynı göreve düşürmesi tesadüf değildi bence.

"İyi de birbirinizi öldürmezsiniz inşaallah. Helva yiyecek kadar aç değilim," deyip gülmeye başladığında ona ters ters baktım. Erkekler ve komik olmayan şakaları...

"Vallahi söz veremem. Ateş Uras'ın da daha haberi yok başka biri ile olacağını zannediyor." Kahkaha attım. "Beni görünce ne yapacak acaba?"

"Bende merak ediyorum açıkçası," dedi o da benim gibi gülerek. Yanından ayrıldım ve görev yerime gittim. İçeri girdiğimde Ateş Uras'ı sandalyede dosyaları incelerken buldum.

"Sen de mi buradaydın?" Bilmemezlikten gelmeye başladım. Kafasını hiç kaldırmadan cevap verdi.

"Evet, sen niye geldin? "

"Keyfimden. Arada bir stres atmaya gelirim. Ambiyansına hayranım, ne güzel değil mi? Loş bir ortam, her yerde odalar falan," dedim alayla. Gözlerini devirdi.

"İkimize de aynı görevi vermişler anlaşılan."

"Yine de benimle muhatap olmak zorunda değilsin."

"Sende. " Konuşacak bir şey kalmadığından birbirimize bakmadan farklı masalarda dosyaları inceliyorduk. Sonra ziyaretçilerimizden her birini ziyaret etmeye karar verdik.

Tabii ki de birbirimiz ile ilgilenmeden odaları gezdik. Bir kadının odasına girmiştik ama girdiğimiz an Ateş Uras'ın ağzından "anne..." diye bir fısıltı duydum. Kadın yatağında yatıyor bize bakıyordu. Çok güzel bir kadındı yüzünde pek bir hasar yoktu ama elleri pek iyi görünmüyordu kırılmıştı sanırım.

Kadın yüzümüze bakıyordu ama öylesine hissizdi ki..

"Ateş Uras onu tanıyor musun?"

"O... Benim annem," sesi titrekti. Donup kalmıştı. Gerçekten donmuştu. Annesi mi? Annesi yaşıyor muydu?

"Emin misin?"

"Tabii ki eminim!" Ardından kadının yanına gidip ona sarıldı. Kadın hiçbir şey yapmıyordu. Ne bir tepki veriyordu ne de yüzünde bir duygu vardı.

"Anne! Ben Ateş'in... Ben senin oğlunum. Ölmemişsin, çok şükür yaşıyorsun, bu nasıl olur?"

Annesi onu hissetmiş gibi saçlarını koklayıp öptü. Ağlıyordu annesi de kendisi de.

Ama annesi hala tek kelime etmemişti. Ateş Uras konuşmaya devam ediyordu. Kadın ona ıslak gözlerle bakıyordu.

"Anne, beni tanımadın mı?"

Cevap yok.

Yeniden sordu bu kez kadının ellerini tutup yaşlı gözlerle annesine bakarak. Çocuk gibiydi. Annesi niye cevap vermiyordu? Versin artık!

"Babam seni tutsak mı almıştı?"

Cevap yok.

"Çok zarar verdiler mi sana?"

Cevap yine yok.

"Anne ne olur bir şey söyle o adamı kimse alamasın elimden!"

Söylemesi bile canımı yaksa da cevap yine yoktu. Ateş pes etmiyor sabırla soru soruyordu, cevap alamayınca da derin bir iç çekip yeniden soruyordu.

"Anne?"

Kadın ısrarla konuşmadıkça Ateş daha çok konuşuyordu. Sanki kadın konuşacakmış ama bir şey engel oluyormuş gibiydi.

"Hemşire çağırayım niye konuşamadığını anlayalım," dedim. Kafasını salladı. hemen gidip bir hemşire çağırdım durumu anlattım. O da gelip baktı. Kendisi de sorunu pek anlayamadığından doktorumuza söyledi.

...

Ateş Uras Cantürk

İnsan, hiç öldü sandığı annesinin diri, yaşayan ama yaşayamamış hali ile göz göze gelir miydi? İnsan hiç yaşamış olmaktan nefret eder miydi?

Ben bu yaşımda annemi buldum. Öldüğü için yıllarca ağladığım, kendimi öldürmek istediğim anlarda onun için yaşadığım annemi, canımı buldum. Annem yaşıyordu. Bir kez daha nefes aldım. Ölmemişti. Bir kez daha ağladım. Bana bakıyordu. Bir kez daha dua ettim yaradana.

Doktor birkaç tetkik yaptıklarını söyledi.

"Anneniz için yapabileceğimiz pek bir şey yok maalesef," dedi. Anlamadım?

"Nasıl yani ne var annemde?" Diye sordum.

"Konuşma yetisini kaybetmiş. Yani buraya geldiğinde çoktan kaybetmişti," dediğinde ayaklarımın üzerinde duramadım. Gözlerimin önünde annem vardı ve artık sesini duyamazdım. Yıllarca onun sesini duymak isteyen kulaklarım artık onu duyamazdı. Olanları sindirmeye idrak etmeye çalışıyordum ama çok zordu.

Öyle bir düşüştü ki bu, sanki yokuş aşağı son sürat giden bir arabada frenlerin tutmaması ve bir yere çarpmayı beklemek belki ölümü hissetmek ama bir şey yapamamak kadar çaresizce bir o kadar acı bir düşüştü bu.

Babam nasıl bu kadar ileri gitti? Nasıl bir babaydı benim babam? Niye diğer babalar gibi değildi?

Hoş o artık babam değildi benim bu işleri bıraktı zannederdim. Ama o bırakmamış üstüne annemi bu duruma sokmuştu. Onu öldürecektim! onu bulup bu dünyadan silecektim! Onun belasını sikecektim. Hayatının içine sıçacaktım. Yapacaktım. Yapmalıydım.

Bunları düşünemeyecek durumdaydım. Annemin bir daha sesini duyamayacaktım ben. Zaten sesini unutmamak için büyük bir çaba sarf ederken şimdi tamamen kaybetmiştim. Öldü zannettim ama ölmedi bu bile bir şükür kaynağı ama onu bu hâlde görünce hele de bunu babam denilecek adam yapınca sanki uçurumdan atmışlar gibi hissettim. Peki bunu Umut'a nasıl söyleyeceğim? Kendim kaldıramıyorken Umut o hasta hâli ile nasıl kaldıracaktı? Hiçbirine verecek cevabım yok.

Sinirden ellerim titremeye gözlerimden yaşlar boşanmaya başladı dizlerimin üzerine çöktüm. Bugün olan her şey çok ağırdı. Hem de çok ağır.

 

"Yani annem beni anlıyor, hatta bana cevap vermek istiyor ama konuşamıyor öyle mi?"

Bu yüzden beni görünce hiç konuşmadı.

"Maalesef ki öyle," dedi doktor başını eğerek. Yutkundum.

"Tedavisi var mı peki?" dedim bir süre sonra. Sindirmek çok zordu. Allah'ım çok zor...

"Dediğim gibi anneniz için bir tedavi yöntemi yok. Bu herhangi bir hasta değil beyini öyle çok darbe almış ki bunu nasıl yaptılar bilmiyorum ama hiçbir şekilde konuşamaz. Buna afazi denir. Şu şekilde açıklamaya çalışayım size; Afazi, beyin kanaması ya da inme (felç) gibi serebrovasküler rahatsızlıklar sonucu beynin konuşma bölümünde gelen hasara verilen isimdir. Beynin konuşma merkezinde oluşan bu hasar, bireylerde konuşma bozukluğu, algıda ve verilen cevaplarda tutarsızlık ve iletişim problemleri gibi sorunlar meydana getirir. Afazi hastalığında bulguların erken tespiti ve tedaviye erken başlamak hayati önem taşır. Afazi, beynin sol lobunda yer alan konuşma alanının bir ya da birden fazla kısmının hasar görmesi ile meydana gelir. Beyne giden damarlarda tıkanma veya havale gibi nedenlerle yetersiz oksijen ve glikoz alımı yaşayan beyin loblarında hasar meydana gelir," dedi uzun ve yarısını anlamayacağım bir konuşma yaparak. Çok hızlı konuşuyordu.

O kadar uzun konuştu ki pek bir şey anlamak zordu.

"Peki bu şey kalıcı mı?" Diye sordu Kıvılcım.

"Evet maalesef ki kalıcı çünkü bu hastalıkta erken tedavi hayati önem taşır ancak Gözde Hanım' da bu çok fazla geç gerçekleştirildiği için bu mümkün değil artık," dedi doktor. Bütün umutlarım tekte tükenmişti. Yani annem bana cevap veremezdi, eskisi gibi konuşamazdı bu çok zordu hem de çok...

Ben çok geç kalmıştım anneme, Kıvılcım da kardeşine aslında kaderlerimiz hemen hemen aynı derken bunu kastediyordu belki de...

Yıllar sonra ben annemi, o kardeşini bulmuştu ama ne benim annem ne de onun kardeşi hasarsız bir şekilde atlatmıştı onları. Ne Kıvılcım ne de ben onları kurtarmaya yetebilmiştik.

Çok geç kalmıştık, hem de çok...

Ne yapacağımı bilemedim hiç çıkar yol bulamadım.

İlk defa ne yapacağımı bilemedim ki ben hep bir adım sonrasını düşünürüm.

"Tamam teşekkür ederiz doktor bey," dedi Kıvılcım. Ardından doktor gitti. Ben, Kıvılcım bir de annem kaldı odada. Ben annemin yanındaki sandalyede oturuyordum, Kıvılcım ise ayakta öylece bizi izliyordu. Annem zaten gözlerini silmekten başka da bir şey yapamıyordu. Bunu nasıl anneme yaptı o adam. Annemi çok severdi, ona kıyamazdı hani...

Anladım ki baban bile güvenmeyeceksin bu hayatta. Bu gerçeği herkese söyleyip babamı kendi ellerimle öldürmekten daha beter yapmalıyım. Bunca insanı öldürüp mutlu olmasına izin veremezdim. O yılan mafyasına yardımcı olurken kendi sonunu da adım adım yazıyordu.

Masum insanlardan dökülen onca kan, ter gözyaşı ile yıkandıktan sonra masum bir şekilde yaşayamazlardı.

"Kıvılcım biraz konuşabilir miyiz?" Ne kadar Kıvılcım'a kızgınsam da bunu ancak ikimizden biri yapabiliriz çünkü ikimizde bu konuda çok yara almıştık.

"Tabii olur," dedi ve odadan çıktık.

"Benim sana söylemem gereken bir gerçek var. Yani ne kadar kabul etmek istemesem de ona konduramasam da gerçekler acıdır..." diyerek söze başladım.

"Anlamadım?"

"Babam, o adamların yanında çalışıyor ve annemi de bu hâle o getirdi. Yani küçükken bizi o kaçırdı, kardeşimi yere o düşürdü, annemi... Neyse yani bir sürü kötü şey yaptı hem bizim hem de diğer insanlar için belki de senin ailenin hayatımızın içine etti desem yeridir."

" Bunları zaten söyledin Ateş Uras. Baban hâlâ o adamların yanında mı çalışıyor?"

"Sanırım evet. Yani ben kötü işlere artık bulaşmadığını zannetsem de aslında öyle değilmiş."

"Yerini biliyor musun?

"Şöyle, babam ile o günden belli bir diyaloğumuz yok. Arada beni arıyor, pişmanım diye, beni yanına çağırıp tekrar o işlerde çalışmamı istiyor."

"Yani sen o işlerde çalışıyordun?"

"Evet ama öyle kötü şeyleri yaptırmadılar. Getir götür yada oraya getirilen bebeklere bakıcılık yapıyordum. Sen asla inanmıyorsun bana ama ben yalan söylemiyordum bu sefer."

Sustu ve kafasını salladı.

"Her neyse bunu bir albay ile de konuşsan iyi olur."

"Tamam, konuşurum."

Gülümsedi. Serçe parmağını kanca şekline getirip gözlerime baktı. İnsanlar iddiaya girmek için yapardı bunu ama biz... Küslüğümüze devam etmek için.

"Küslüğe devam o zaman."

"Evet devam." Serçe parmağını tuttum serçe parmağım ile.

"Ha bir dakika şunu söyleyeyim sonra devam edelim."

"Tamam, söyle, beş dakika sonra eskiye geri dönüyoruz."

"Bana için bir şeylere sıkılırsa, küs olsak da, anlat çünkü insan bazen konuşmak ister ve sen de burada pek konuşacak insan bulamıyorsun tabii. Bana birine anlatırım diye güvenmiyorsan baştan söyleyeyim ki sır benim için çok önemlidir, kimseye anlatmam. Annen konusuna da çok üzüldüm. Elimden ne geliyorsa yapacağım. Bu kadar."

"Teşekkür ederim gerçekten. Ve... zaman doldu. Hem bana inanmayan bir insana artık güvenecek değilim. Az önce anlattığım şeyi de görevin icabı söyledim bilmiş ol!" dedim ve yanından ayrıldım.

Aslında durum öyle değildi. Söylediği konuşmayı dikkate alacaktım.

Burada tek güvendiğim insan oydu.

Ne kadar bana güvenmese de...

 

KIVILCIM ATEŞ

Ateş Uras yanımdan ayrıldıktan sonra görev yerime geçtim.

Yaklaşık yarım saat sonra o da görev yerine geldi ama birbirimizin yüzüne bile bakmıyorduk ki sessizliğimizi Ali bozdu.

Ali tüm askeriyenin şarlatanıdır. Esprileri ile insanları güldürür ama benim sinirimi bozuyordu.

"Selam millet nabersiniz?"

İkimizinde ters bakışlarını görünce şaşırdı. Derken Ateş Uras konuştu.

"Kendi adıma konuşuyorum, iyiyim sen nasılsın?" Bu sefer ben göz devirip konuştum.

"Ben de kendi adıma konuşursam kötüyüm." Ali'nin bakışları bana çevrildi hızla.

"Ne oldu kız niye kötüsün?"

"Boş ver Ali bir sürü sorun ile uğraşıyorum görüyorsun."

"Görüyorum ki sadece sen uğraşmıyorsun," dedi Ateş'i gösterip ve ekledi. "Neyse ben size yemeğinizi getirecektim de aç mısınız?"

"Aç değilim ben," dedim.

"Vallahi ben açım!" dedi Ateş Uras.

"İyi tamam. Emin misin Kıvılcım bak bu son uyarım, hem bugün sarma ve ayran aşı çorbası var."

"Ay o zaman istiyorum," dedim. En sevdiğim yemeklerdi.

"Tamam yarım saatte burada olur," dedi gülümseyerek.

"Niye yarım saat?"

"Urascım, saatten haberin yok galiba, yarım saat sonra akşam yemeği çıkar ya hani."

Ateş kolundaki saati kontrol etti. Saat 17.30 olmuştu. 18.00'da yemekler çıkardı. Genel olarak yemekhanede yesek de bugün nöbet olduğumuz için sefertasları gelecekti.

"Neyse muhabbetinize doyum olmuyor ben gidiyorum. Hadi bay," dedi ve gitti. Barlas'ı aradım.

"Alo Barlas, Toprak'ın yemeğini sen götürür müsün? Benim nöbetim var da."

"Tabii ki sen emret."

"Teşekkür ederim."

"Nasıl gidiyor yaşıyor mu?"

"Kim?"

"Kim olacak o iğrenç mahlukat!"

"Maalesef yaşıyor."

"İyi en azından katil olmamışsın."

"Yok katil olmama daha var," derken Ateş Uras'a bakıyordum o da yüzüme garip bir şekilde bakıyordu.

"Neyse ben kapatıyorum. Albay arıyor beni haydi görüşürüz," dedi ve kapattı. Ateş Uras'a baktığımda o da bana bakıyordu.

Sonra ben önüme döndüm işlerime devam ettim.

Yarım saat sonra yemeklerimiz gelmişti.

"Afiyet olsun yahşiler."

"Sağol kardo," dedi Ateş Uras sefertasını iştahla açarken.

Bunların ikisinin kafası aynı çalışıyordu vallahi!

"Teşekkür ederim Ali," dediğimde gülümsedi.

"Ne demek komutanım."

"Haydi kolay gelsin!" El sallayarak gitti. Alemdi bu çocuk ya!

Kendi kendime güldüğümü daha yeni fark ediyordum.

Ateş Uras da garip bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu.

"Kıvılcım Hanım biraz daha sessiz lütfen!" Dedi uyarıcı bakışlarla.

"Gayet sessizim zaten."

"Ha benim kulaklarıma da farelerin sesi geliyordu zaten."

"Senin kulakların fareleri duyuyorsa şükür et bence. Hem biz küs değil miyiz, sen niye benimle konuşuyorsun?"

"Gördüğün gibi ben sadece seni uyardım çünkü burada keyif çatmıyoruz."

"Of iyi be! Önüne dön ne çok konuştun." Diyerek çıkıştım. Bana ters ters bakarak işine geri döndü. Bu sefer içeri Buket girdi.

"Bir şey mi oldu Buket?" Diye sordum.

"Ateş Uras için bir kişi geldi de haber vermeye geldim" dedi. Ateş Uras kafasını dosyadan kaldırıp,

Buket'e baktı. Buket gidip gelen kişiyi çağırdı.

Bu hastanede gördüğüm o kadındı yani sanırım Ateş Uras'ın sevgilisiydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.02.2025 21:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...