

Uzun bir bölümden herkese merhabalar! Nasılsınız? Umarım her şey yolundadır. Bu bölüm Ateş ve Kıvılcım için önemli bir bölüm olacak. Okuyunca anlayacaksınız.
Sizi bölüme alıyorum şimdii.
"İhanetin bıraktığı iz, bin savaşın yorgunluğundan ağırdır."
...
Birkaç saat sonra bir gürültü duydum ve ayağa kalktım. Kapının kilidini açtım ve koşarak aşağı indim.
Kimse yoktu. Yine mi hayal?
"Aslı? Beste?"
"Kıvılcım, iyi misin ne oldu?" Aslı elinde fırın eldivenleri ile mutfaktan çıkmış telaşlı gözlerle bana bakıyordu.
"Bir şey mi yere düştü? Çok net bir ses duydum."
"Hayır, hiçbir şey olmadı sakin ol. Son zamanlarda çok şey yaşadın yarın bir psikoloğa gidelim ne dersin?"
"Bilmem... Ben bir şey duyduğuma eminim. Sen de duymadın mı? Bir şey vardı sanki. Yanlış duymuş olamam!" Kederli gözlerle bana baktı halime üzülüyordu belli.
"Hiçbir şey yok bir tencere vardı yanlışlıkla düştü ama o kadar ses çıkmadı."
"Neyse sen öyle diyorsan. Ben odamdayım."
"Peki, sen bilirsin. Ama şu tatlının tadına bir bak istersen."
"Hayır, canım istemiyor. Sonra yerim olur mu?"
Başını salladı usulca ben de odama çıktım. Yatağımın üzerine bağdaş kurup oturdum. Telefonumu elime aldığımda Yaman'dan gelen bir arama olduğunu gördüm.
Hemen geri aradım kısa sürede açtı.
"Alo Yaman?"
"Kıvılcım, aradım ama açmadın?"
"Uyuyordum."
"Anladım."
"Sen neden aradın?"
"Bugün hastanede seni o hâlde görünce merak ettim. İyi misin?"
"İyiyim, bir sorun yok."
"Bence yarın da iznini kullan. İyi değilsin ve bu hâlde ise gelmen hiç sağlıklı değil."
"Bilmiyorum...Yaman bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Yoruldum gerçekten çok yoruldum."
"Seni anlayabiliyorum ama her şey düzelecek ve çok güzel olacak inan bana. Şimdi gitmeliyim albay çağırıyor. Tekrar ararım."
"Tamam, görüşürüz."
Deyip kapattım. Ardından Barlas'ı aradım.
"Uyanmışsın!"
"Evet, uyandım. Ne yapıyorsun?"
"Yemek yiyorum. Sonra da askeriyeye geçeceğim. Çok yorgunum ve uykum var."
"Afiyet olsun. Bence biraz dinlen sonra askeriyeye gidersin."
"Fikrini bir düşüneceğim. Neyse asıl bana şunu söyle sen kime defol git diye bağırıyordun?"
Dediğinde ne diyeceğini bilemedim. Ateş Uras desem ne derdi yada ne düşünürdü kestiremiyordum.
"Hatırlamıyorum," dedim kısaca ama ikna olmamış gibiydi.
"Emin misin? İyi düşün."
"Hatırlamıyorum dedim ya!"
"Hatırlarsan şöyle o kişiyi bana."
"Tamam söylerim, sonra görüşürüz."
"Görüşürüz," deyip kapattı.
Elimde telefonla ne yapacağımı bilemezcesine öylece boşluğa bakıyordum.
Telefonun arama sesini duyunca adeta yerimde sıçradım.
Bu kadar mı paranoyak olmuştum? Bu hâle gelmek korkunçtu.
Ateş Uras'ın ismini ekranda görünce gerçekten şaşırdım.
Açmak ile açmamak arasında kaldım. Bu sırada aramayı kapattı. Tam rahatladım derken bir daha aradı.
Yine açmadım tekrar aradı ve tekrar...
Dayanamayıp açtım.
"Ne var?"
"Niye açmıyorsun?"
"Niye arıyorsun?"
"Niye aramayacağım?"
İşaret parmağımı iki kaşımın ortasına yaslayarak gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
"Ateş Uras ne istiyorsan söyle, hemen.'
"Aldığım duyumlara göre hastanede yine olaylar olmuş. Ben o sırada annenin yanındaydım gelemedim afedersin."
"Sorun yok. Gelsen de bir şey değişmezdi zaten."
"Neden bayıldın o zaman?"
"Seni ilgilendirmez. Bunu sormak için aramış olamazsın?"
"Tamda bunu sormak için aradım biliyor musun?"
"Pardon! Sen beni orada o kadar aşağıladıktan sonra bir de şimdi karşıma çıkıp bana ne olduğunu mu soruyorsun?"
"Evet, sanırım öyle."
"Pes diyorum bu kadar pişkinlik... Pes gerçekten!"
"İyi misin şimdi onu söyle?"
"Hayır. Hayır. Hayır," dedim üzerine basa basa.
"Tamam, ben seni sonra ararım asker hanım."
"Beni lütfen artık arama. Sevgilin yanlış anlar ve ben de kötü bir duruma düşmek istemem."
"Ne? O beni-"
"Her neyse iyi günler," deyip kapattım lafını keserek.
Ondan nefret ediyordum.
...
Sabahın ilk ışıkları ile yine kendimi sahilde buldum.
Güneş tam doğmamış insanlar daha uyanmıştı. Şehir bile uykusundan yeni uyanıyordu ben niye uyanıktım? Hiç uyumamıştım ki...
Ne zaman gözlerimi kapatsam, albay aklıma geliyordu ve ben gerçekten artık kimseye güvenemiyorum. En güvendiğim insan beni ne hâle getirdi.
Siyah şişme montunu giyip kapüşonumu kapatmıştım. Saçlarımı her zaman özen gösteren ben, bu sefer sadece taramıştım. Makyaj olarak yüzümde maskara dışındaki hiçbir şey yoktu. Çünkü hevesim yoktu. Güçlü görünmek için makyaj yapmaya, zengin olmaya, güzel olmaya, kırmızı ruj sürmeye gerek yok. Sağlam bir irade, güçlü bir karakter yeterli. Ben kendi kendimi büyüten, bu yaşa getiren ve yaşatan bir insanım. Ama bu sefer harbi yıkılmış olmak beni üzüyordu.
"Günaydın, merhaba!" Karşımda elleri cebinde bir kız gördüm. Benim gibiydi kızıl saçları, mavi gözleri ve ellerinde papatya çiçeği olan beş ya da altı yaşlarında yüzü gözü toprak içinde ama yine de dimdik ve gülümseyebilen bir kıza benziyordu. Kendimi görmüştüm sanki. Küçük Kıvılcım'a o kadar benziyordu ki... Eli yüzü kir içinde ama yüzü gülüyor, gülmek de denmez buna ama, çok tatlıydı. Üşüyordu, belli ki karnı da açtı. Karnını tutuyordu ve karnından belli belirsiz guruldama sesleri geliyordu.
"Merhaba, sana da günaydın!"
"Oturabilir miyim?" Diye sorduğunda usulca kafamı salladım. Yanımda yiyecek bir şey getirmemiştim. Bu yüzden kendime çok kızdım. Neden getirmedim şimdi bu çocuğu nasıl doyuracaktım?
Yanıma oturdu ve yüzüme bir süre baktı. Bir şey diyecekti ama söyleyemiyor gibiydi.
Sonra ağzını araladı.
"Abla, şu adamlar bana çok kötü bakıyorlar, korkuyorum!" Yüzümdeki gülümseyiş soldu. Çocuğun korku dolu bakışlarını görünce içimdeki tüm kan çekildi. Rüzgar esiyor muydu bilmiyorum daha doğrusu hissedemiyorum ama çok üşüdüm. Çok. Kafamı o kadar hızlı bir şekilde işaret ettiği yere çevirdim ki boynum tutuldu. Gerçekten iki tane adam birbirleriyle konuşarak bize doğru bakıyor ve sırıtıyordu. Bunu görünce tepemin tası attı. Yerimden kalktım. Çocuğa baktım. "Sen burada otur ben geliyorum," deyince kafasını salladı.
Hızla yanlarına giderken bile sırıtıyorlardı.
"Güzelliğe bak be, kendi ayakları ile geldi! Tabii cazibeme kapıldı," dedi, uzun boylu, kahverengi gözlü ve orta yaşlı bir adamdı yanındaki de öyle. Benden ve çocuktan yaşça büyük oldukları halde bu kadar iğrenç bir şekilde vücuduma bakmaları zaten tepemde olan sinirimi daha çok bozdu.
"Seninkine mi yoksa benim cazibeme mi?"
"Benim cazibem tabii ki."
"Ne cazibesinden bahsediyorsunuz be! Sapık, zihniyeti bozuk herifler!"
"Vay atarlı da!"
"Aynen!"
Bunların bu işten anlatamayacağını anladım.
"Bir kadın hakkında doğru konuşmanızı ve o gözlerinizi yerinden çıkartmamı istemiyorsanız bir daha o kıza ya da herhangi birine bu şekilde baktığınızı görürsem içeri girmek falan umurumda değil... Sizi öldürürüm. Beni duyuyor musunuz? Sizin yüzünüzden kadınlar yaşayamıyor bile! Küçük kız çocuğundan ne istiyorsunuz? Zihniyetini siktiklerim!"
"Şimdi de görüşebiliriz."
O kadar şey söyledim ama bu gerizekalılar anlamadı.
"Peki!" Önce önümdeki adamın yüzüne bir yumruk savurdum. Tam gözüne gelince acıyla inledi ve diğer arkadaşı atladı olaya bana bir yumruk savurdu kafamı yana doğru çekince yumruğu havada kaldı. Sonra geri çekilip o adamın boşluğuna bir tekme savurdum.
Tam yerine geldiği için o adam biraz inleyip sonda ikisi birden bana saldırmaya geldiğinde ne yapacağımı düşündüm. Adamlardan birinin yüzüme bir yumruk darbesi indirmesi ile tökezledim. Elim ile yüzümü kapatınca birinin daha bana vuracağını hissettim ama bir anda o hissiyat gitti elimi yüzümden çekip baktığımda bir kadının iki adamın da hakkından gelmeye çalıştığını gördüm. Gülümseyip hemen yanlarına gidip kadına yardım ettim. İyi bir dövüşçüye benziyordu. Adamlar neye uğradığını şaşırdı. En sonunda kaçarak uzaklaştılar. Ellerimi dizlerime koyarak nefesimi düzelttim. O da öyle yaptı. Kadın benimle yaşıt değil hatta biraz daha yaşlıydı. Siyah saçlı ve siyah gözlü biriydi. Boy olarak da benden kısaydı.
"Teşekkür ederim," dediğimde gülümsedi. "Önemli değil, bu benim hobim. Hem kadın kadının yurdudur!" Dedi gülümseyerek. Evet, yurdudur.
"Evet, haklısınız. Adınız neydi?"
"Semra ben. Senin adın ne?"
"Kıvılcım ben de." Nasırlı elini bana uzattı. Elini sıktım.
"Memnun oldum Kıvılcım. İyi bir dövüşçüsün."
"Öyle mi dersiniz?"
"Kesinlikle."
"Sizde öyle."
"Sağol. Benim gitmem gerekiyor. Umarım tekrar karşılarız."
"Umarım, iyi günler!"
Yanımdan ayrılıp kendi arabasına bindi. Arkasından bakakaldım. Etrafta onca erkek vardı hiçbiri yardımıma gelmemişti. Yine bir kadın gelmişti imdadıma...
Aklıma küçük kız gelince ona doğru baktım ama orada yoktu.
Nasıl ya az önce oradaydı?
Etrafı aramaya başladım.
Az önce bizim kavgamızı izleyen ama yardım etmeyen, simit satan adama sordum.
"Öyle biri yoktu. Ben de şaşırdım Kendi kendine niye konuşuyordun ki sen? Deli misin?" Kaşlarımı çattım.
Şaka yapıyor olabilir mi? Yine mi gerçeklik algımı mı kaybettim?
Şaka mı bu?
"Emin misiniz? Orada kırmızı saçlı bir kız yok muydu?"
"Hayır, yoktu. Oradaki adamlar sana bakıyordu sonra sen bir anda biri ile konuştun. Kendi kendinle daha doğrusu."
"Anladım. Neyse... Teşekkür ederim. İyi günler!"
İkinci bir şok. Yani o kız aslında ben miydim? Kendimi mi görmüştüm? Bana çok benziyordu hatta ikizim olsa bu kadar benzerdi. Küçüklüğümdü benim o... Küçük Kıvılcım büyük Kıvılcım'ı yine korumuştu. Hem de büyük Kıvılcım'ın bile anlayamadığı şekilde.
İnanamaz bir hâlde az önce oturduğum banka gittim.
Nasıl olurdu bu? Ben gerçekten çok garip hissediyorum.
Yanıma bir ağırlık çökünce kafamı o yöne çevirdim.
Ateş Uras'ı görünce şaşırmadım. Bugün olanlar yeterince garipti zaten. Ellerini cebine sokmuş mavi gözlerini denize dikmişti.
Bende konuşmadan öylece denizi seyrettim.
Dalgaların sesleri, martıların sesleri ile birleşip gemilerin korna sesi ile bir uyum içindeydi. Bu sesi mi seviyordum yoksa denizin görüntüsünü mü bilemiyorum.
"Nasılsın?" Diye sorunca cevap vermedim. Onu görmek istemiyordum.
"Asker hanım?" diye sordu bu kez.
"İyiyim." Ne soracağını artık anlıyordum.
"Neden böylesin?"
"Nasıl yani?" Hâlâ ona bakmıyordum.
"Çökmüş gibi... Ve bir dakika ya gözün morarmış!" Sonra ayağa kalkıp karşımda dikildi daha dikkatli baktı. Elini yüzüme götürdü ve moraran yere dokundu.
Tepkisizdim. Yeterince canım yanıyordu zaten.
"Acımıyor mu? Bu nasıl oldu? Kim vurdu?"
"Ne yapacaksın Ateş Uras? Gidip onları öldürecek misin?" Dedim gözünün içine bakarak.
"Evet," ciddi bir şekilde söylüyordu.
"Ne olduğunu anlat hadi! Nasıl oldu bu?" Diye ekledi.
Cevap vermedim.
"Cevap ver!" Diye bağırdı sinirle.
Ayağa kalktım sakince. Ben ona göre hep sakin olan taraftım.
O ise hep duygularını dışa vuran, bazen asabi bazen vurdumduymaz ama kesinlikle sakin değil.
"Sana ne ya! Sana ne. Seni ilgilendirmez dedim ya. Kendi başımın çaresine bakarım. Ahkâm kesmene gerek yok!"
İkimizde bir süre konuşmadık öylece durduk. Ellerim ceplerimdeydi ve kapüşonum kafamdaydı.
Depresyon modu aktif.
Söylediklerim ile bir şey diyemedi ama biraz kırılmıştı. Sesini inceltti,
"Ben... Yardım etmek istedim. Bir de aslında şey için gelmiştim," dedi.
"Ne için?"
"Babamın mezarına, annemi götürmem gerekiyor. Yardım eder misin?"
Benden neden yardım istiyordu? Ben mi götüreyim annesini?
"Bilmiyorum Ateş Uras uygun olmaz bu. Hem ben olmadan da halledersin. Ve ben senden uzaklaşmaya çalıştıkça sen yine başımda bitiyorsun Özge-"
"Ben cevabını evet olarak kabul ediyorum. Hadi gidelim."
"Ama-" demeden bir kolunu belime diğerine de bacağımın altına geçirip beni havaya kaldırması bir oldu.
Gözlerini şimdi daha net ve daha canlı görüyordum. Benim mavilerimin aksine onun mavileri daha canlıydı. Anın şoku ile sertçe yutkundum ve gözlerimi kırpıştırdım. Ellerim bile donmuştu.
"Ama önce senin şu moraran gözüne bir bakalım ne dersin?"
"Beni indir derim."
"Hayır, bu benim sorumla ilgili bile değil. "
"Hadi ama!"
"Gidiyoruz."
O beni taşırken ben de öylece bir ona bir de sokaktan geçen teyzelere bakıyordum. Ayıplayıcı bakışlar eşliğinde bana bakıyorlardı. Yok olma isteği geliyordu içimden.
Tövbe yarabbim! Sanki ben dedim gel beni kaçır!
"Bana kötü kötü bakıyorlar indir beni!"
"Hayır. Bakarlarsa önce kendi kızlarına baksınlar." Sustum.
Arabaya ulaşmamız uzun sürse sonunda ulaşmıştık.
Beni ön koltuğa oturtup kendi de yana geçti.
Hastaneye doğru yola çıktık.
Kafam çok fazla karışıktı. Sabahki olan olay kafamı karıştırmış ve en acilinden tedavi görmem gerektiğine kanaat getirmiştim.
Hastaneye geldiğimizde önce ben indim.
Sonra o da peşimden inerek yanımda yürüdü. Beraber içeriye girdiğimizde o annesinin çıkış işlemleri için yukarı çıkarken ben de kantine gidip bekledim.
Kantini gerçekten çok büyük ve genişti.
Yanımda bir sandalye çekildi, Özge'ydi bu.
Saçlarını tepeden toplamış ve siyah tonlarında makyaj yapmıştı. Elinde kahve vardı.
"Merhaba!" Dedi gülümseyerek sıcak bir sesle.
Bende ona karşılık gülümsedim.
"Merhaba, nasılsın?"
"İyiyim, sen?"
"Aynı."
"Ben şeyi soracaktım."
"Neyi?"
"Ateş Uras'ı yani biz onunla ayrılalı uzun bir zaman oldu. O zamandan sonra pek konuşmadık. Arada konuşuyoruz ama-"
Bir dakika ne ayrıldık dedi uzun bir zaman da dedi. Nasıl ya?
Hani sevgililerdi?
"Bir dakika siz şuan sevgili değil misiniz?"
Garip bir ifade ile bana baktı.
"Hayır, değiliz. Ayrıldık biz. Bilmiyor muydun? Uzun zaman oldu hatta."
"Bana sevgiliyiz dedi ama-"
"Yalandı," Ateş Uras'ın sesini duyduğumda irkildim.
Arkamı dönüp baktım. Elleri ceplerindeydi.
"Anlamadım?"
"Yalan söylemek zorunda kaldım."
"Neden yalan söyledin?" Sesim sertti.
"Sen yanlış anlaşılıyoruz dedin bende öyle söyledim işte. Mantıklı bir açıklaması yok. Çünkü sinirlenmiştim."
"Belli oluyor. Ama her sinirlendiğinde yalan mı söyleyeceksin? Yalana asla tahammülüm yok!"
"Özür dilerim... Ama anlık gelişti. Ben senin gibi değilim. Bu arada Özge senden de."
"Yani neyse işte önemli değildi zaten. Be- ben gidiyorum hoşça kalın," diyerek yanımızdan ayrıldı Özge. Ama o da garipsemişti.
"Sana gerçekten inanmıyorum." Kınayıcı bir şekilde söylemiştim.
İlerleyecekken elimi tuttu.
"Nereye gidiyorsun? Hadi annem arabada bekliyor gidelim." Elimi tutunca şaşırmadım değil. Elimi geri çektim. Ve önümden yürüdüm bir anda gelip yine elimi tuttu. "Kaçmaman için. Malum sağın solun belli olmuyor. Doktora görünmen lazım önce."
Anlamıştım bu işin içinde bir şey olduğunu.
Tam o anda Özge'yi yanında bir adamla gülüşürken gördü. Özge ona heyecanla bir şeyler anlatıyordu ve adam da onu dinleyip yanağından öptü -sevgisini belli etti- aynı anı, markette, Ateş Uras ve Özge'nin sevgili olduğu zamanlarda görmüştüm. Tek ve en önemli fark Özge bir şey anlatırken, Ateş Uras onu dinlemiyordu, ve hiçbir aramasına da dönmediğini Özge söylemişti. Ateş Uras, Özge'yi sevmiyordu ama Özge onu seviyordu.
Özge, şuan sevildiği bir yerde onun adına sevindim. Ateş Uras için aynı şeyi söyleyemedim. Yerinde mıh gibi duruyor, hiçbir tepki vermiyordu.
"Ne kadar mutlular değil mi?" Diye sorduğumda bana bakmadan, "evet" dedi keyifsizce.
"Bir şeyi fark ettim Ateş Uras."
"Neyi?" Hâlâ onlara bakıyordu.
"Bir keresinde ikinizi markette gördüm. O sana aynı bu heyecanla bir şeyler anlatıyordu. Sen ise ona bakmıyor, tepki bile vermiyordun. İletişimsizlik mi desem bilemedim ama bence sen onu sevmiyordun ama o seni seviyordu. Şimdi hak ettiği sevgide."
Uzun bir süre konuşmadı bu sırada Özge bizi fark etti elimi çekmeye çalıştım çünkü Özge'nin yüzü düşmüştü.
Utandım kendimden utandım. Bu saçmalığa beni de dahil ediyordu!
Ama Ateş Uras inatla elimi daha sıkı tuttu.
Ona inat mı yapıyordu?
"Ne yapıyorsun?" Diye sordum ama cevap vermedi.
Özge de adam ile birlikte gitti yanımızdan hızla geçerek.
"Gidelim artık! Elimi bırak!"
Bana doğru dönünce yüzü gülmeye başladı. Ama sinirden gülüyordu.
Ne oldu bir anda ona?
"Tabii haklısın, ama elini bırakmam."
"Siz neden ayrıldınız?" Pat diye sorunca şaşırıp yüzüme baktı.
Konuşmadı ama bir anda konuşmaktan hep çekindiği cümleyi kurdu. Kafasını yere eğdi.
"Beni aldattı."
Aldattı mı? Bu yüzden mi ona böyle davranıyordu? Bu yüzden mi...
"Ne? Gerçekten mi?" Sesim şokla çıkmıştı.
Kafasını ağır ağır salladı ve ilerledik.
Bir banka oturduk. Elimi bıraktı ve saçlarını karıştırdı.
"Evet, göründüğü gibi biri değil. Belki sen bana kızıyorsundur ama en başından belli beni aldattığını biliyordum."
"Neden ayrılmadın o zaman?"
"Çünkü onu seviyordum."
Bu cümlede beni şaşkına çevirmişti. Çünkü seviyor gibi değildi.
İnanmayan bir ifade ile yüzüme baktı. "İnanmıyorsun değil mi?" diye sordu. Kafamı salladım.
"Pek seviyor gibi değildin çünkü?"
"Çünkü benden ayrılmasını istiyordum ama o inatla yapmıyordu. Hatasını anlayıp bana beni aldattığını söyleseydi bu şekilde olmayacaktı."
"Haklısın. Net olmak önemli. Peki o adamla mı aldattı yani nasıl anladın bunu?"
"O adamla değil başka biri. Bu hastaneden biri değil askeriyeden biri ile."
"Anlamadım bizim askeriye mi?"
"Evet."
"Kim peki?"
"Yaman," dediğinde şokla baktım yüzüne. Nasıl ya? Yaman bunu yapmaz.
"Onunda haberi yoktu belki de... yani benden," dedi.
"Çok şaşırdım. Ondan beklemezdim."
"Öyle, başından beri sevmememin tek sebebi bu."
Konuyu dağıtmak için, "annen arabada mı?" Diye sordum.
"Hayır, doktorlar taburcu için biraz bekleyin dedi. Yani birazdan."
"Tamam."
"Bir şey ister misin?"
"Hayır, sağol."
"Hayat ne garip ya. Birkaç ay önce seninle burada bunları konuşmayı düşünmezdim. Açıkçası Özge'den sonra bir kızla yan yana gelmeye bile tahammül edemiyordum. Senin albaya hissettiğin gibi güven problemim olmuştu. Hâlâ var ama en azından artık size güvenebiliyorum."
Bir şey diyemeden doktor geldi.
"Tamam taburcu işlerini yapabilirsiniz. Geçmiş olsun," deyip gitti.
"Sen annemin yanına çık ben halledip geliyorum," dedi Ateş Uras bana dönerek.
"Annen nerede ki?"
"Bir üst kat ikinci oda."
"Tamam."
Ben yukarı çıktım ve ikinci odaya girdim.
Ateş Uras'ın annesi gözlerini tavana dikmiş bakıyordu.
Saçları siyah, gözleri ise yeşildi. Çok güzel bir kadındı ama o kadar zayıf düşmüştü ki...
"Merhaba, ben Kıvılcım."
Gözlerini tavandan çevirip bana baktı irkilmişti.
"Korkuttum mu?"
Başını 'hayır' anlamında salladı.
"Merhaba, ben yani Ateş Uras beni buraya getirdi."
Yanına gidip oturdum gülümseyerek bana bakıyordu.
O konuşmuyordu bu yüzden ben kendi kendime bir şeyler anlatmaya başladım.
"Ne güzel bir gün değil mi? Benim bir kardeşim var biliyor musunuz? Ama benden küçük yaşta aldılar. Beni tanımıyor yine de ona kendimi hatırlatacağım. Yani umarım. Şu aralar çok şey yaşadım. Ama benim önemli bir şey söylemek istiyorum. Vicdanen çok rahatsız olduğum bir konu var."
Gözlerim doldu.
"Ben... Yani o gün çatışma yaşadık ve Kamil Cantürk bir anda karşımıza çıktı." Gözlerine baktım ve devam ettim.
"Ateş Uras'a vuracaktı. Bundan eminim çünkü elinde bir bıçak vardı. Ten rengi ile aynı olduğu için fark etmedi Ateş daha doğrusu ummadı bence. Bende bir anlık hamle ile onu vurdum."
Devam edemedim tekrar kafamı kaldırdım ve baktım.
Düz bir şekilde bakıyordu. Hiçbir şey hissetmedi. Gözlerinde bir duygu parıltısı bile yoktu.
"Sana söyledim, o buna sevindi."
Ateş Uras'ın ne zaman geldiğini bile biliyorum. Onun gözleri dolmuştu.
Annesi hâlâ aynı şekilde bakıyordu. Dediklerimi anlamıyor olabilir mi?
"Seni duyuyor ama konuşamıyor. Hem ben ona bunları anlattım."
Sonra annesinin yanına gidip, "gidelim mi Gözde hanım?" dedi ve hafifçe eğilip alnından öptü. Gülümsedim bu görüntüye. Annem yyıllar sonra ilk defa başka birinin annesine bakarken aklıma düştü. Şimdi yaşasaydı... Nasıl olurdu? Beni sever miydi? Sarılır mıydı bana ya da ne bileyim öper miydi yanağımı örer miydi saçımı okşar mıydı başımı? Annem... Ah, annem!
Annesinin adı Gözde miymiş?
Gözde Hanım gözlerini kırpınca Ateş Uras bana döndü. Ben dalmıştım. Sesi ile kendime geldim. "Kıvılcım şuradaki tekerlekli sandalyeyi getirir misin?" Önümdeki tekerlekli sandalyeyi işaret ediyordu gözleri ile.
"Tabii."
O annesini kaldırdı bende sandalyeyi getirdim. Annesini sandalyeye oturttu. Annesi o kadar zayıftı ki kemikleri görünüyordu.
Çok acı çekmiş olduğu belli.
"Tamam, hadi gidiyoruz."
Ben arkadan onlar önden ilerledik.
Arabaya bindik ve mezarlığa yola çıktık.
Umut'un babasının öldüğünden haberi var mıydı acaba? Gerçi psikolojisi açısından söylememek daha iyiydi.
Mezarlığa geldiğimizde yine o kasvetli hava ile karşılaşmıştık. Ben ve Ateş Uras arabadan indik.
Açıkçası o adamın mezarına uğramaları bile saçmaydı ama bana bir şey demek düşmezdi.
"Ateş... Ben gelmeyeyim sizi burada beklerim."
"Hayır, sen de gel!" Dedi ısrarla.
"Neden?"
"Birinin yanımda durması gerekiyor. Yanımda güçlü birinin durması gerekiyor çünkü kendimi kaybediyorum. Bunu niye yaptığımızı düşünüyor olabilirsin.
Annem kağıda mezarını görmek istiyorum yazdı bende kuramadım. Buraya gelmek asla isteklerinin arasında olamazdı."
"Tamam, gelirim."
Annesini arabadan indirip tekerlekli sandalyeye oturttu tekrar ve birbirlerine baktılar. Derin bir nefesten sonra içeri girdik.
...
KESTİKK!!
!!!OY VE YORUM BIRAKIN!!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |