70. Bölüm

Herkes gider mi?

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Merhaba, sevgili okuyucularımm

Sizi çok beklettiğim için özür dilerimm

Elimde olan bir şey değildi.

Neyse 

Keyifli okumalar ✨

 

 

"Belki de bu yaralı bir ruhun öldüğü andır."

 

                       ...

 

İnsanın bazı keskin kararları ve o kararların altında kalışları vardır. Ben şimdiye kadar birçok karar verdim. Ama uyamadıklarım oldu. Tıpkı şimdi olduğu gibi aylar önce kesinlikle dönmem dediğim şehre dönüyordum. Ve bu Ateş'in yoğun ısrarları yüzünden olmuştu.

 

Ateş Uras nasıl halletti bilmiyorum ama halletti ve uçağa binmek için havalimanına gelmiş bekliyorduk. Üçümüz yan yana... Toprak telefonu ile ilgilenirken sol tarafımda ayakta dikilerek ekrana bakan Ateş'e döndüm.

 

"Nasıl hallettiğini söyler misin?" Sürekli aynı soruyu sormama rağmen bir cevap yoktu. Sadece yüzüme bakıp gülümsedi ve elindeki su şişesini uzattı. Bir cevap vermedi. Bazen çok belirsiz bir adam oluyordu.

 

Toprak ise halinden memnundu beni buraya getirmek için zorlayan o değilmiş gibiydi.

 

Uçağa bindik.

 

Yaklaşık bir saat on dakika sürmüştü yolculuk. Herkes kendi halindeydi. Ama Ateş biraz stresliydi. Nedenini sordum ama iyi olduğunu söyledi. Pek inanmadım. İstanbul... Her zaman ki gibi büyüleyiciydi. Bıraktığım gibiydi. Sanki daha dün gitmişim gibi hissettim. . Kokusunu, havasını... Eski birliğime, timime geri dönmek istiyordum aslında.

 

Bu şehre geri dönmek... Benim için zordu. Burada o kadar acı çekmiştim ki artık unutamıyordum. Ben kimseye söylemesem de hep kabus görüyordum. Uyuma konusunda Ateş Uras gibiydim aslında. Ateş elimi sıkıca tutuyordu. Yanında olmak bana huzurlu hissettirse de içimde kötü bir his vardı.

 

Hava limanında bizi Barlas ve Melih bekliyordu.

Barlas koşarak yanımıza geldi ve bana sarıldı.

 

"Çok özledim sizi... İyi ki geldiniz," dedi sıcacık bir sesle.

 

"Bende," diyebildim fısıltıyla.

 

Onları özledim ama bu şehri değil. Zorunda olmasam adımımı bile atmazdım.

 

Melih de gelip bana ve Toprak'a sarıldı. Sonra arabaya bindik ve evime doğru yola çıktık.

 

Bugün hava yine kasvetliydi. İçimde bir huzursuzluk vardı. Ama nedendi bilmiyorum. Buraya gelmek iyi bir fikir miydi?

 

Ya da yine eskisi gibi bütün belalar üzerime binecek miydi?

 

Yılan mafyasının üzerime bineceğine emindim. Yokluğumda bile o kadar kötü şeyler yapmışlardı ki... Varlığımda neler yaparlardı bilemiyorum.

 

Aklımdaki sorulara o kadar dalmıştım ki, Barlas'ın bana seslenişini kulaklarım zar zor duymuştu.

 

"Kıvılcım, duymuyor musun?" Kendime gelişim zor oldu ama bakışlarımı ona çevirdim. Tek kaşı havada aynadan bana bakıyordu.

 

"Duymadım ya bir şey düşünüyordum da.... Neyse, Ne dedin?"

 

"Neden aniden döndünüz? Ateş de bir şey anlatmadı."

 

Ateş Uras, annesinin yanına gitmek için yanımızdan ayrılmıştı. Bizim eve gitmemizi akşama uğrayacağını söyledi.

 

Arabada bir tek ben, Barlas, Melih ve Toprak vardı. Ve Ateş'in anı gelişimizi neden anlatmadığını veya buraya nasıl bu kadar hızlı geldiğimizi bende bilmiyordum.

 

" Bizim binada bana takıntı yapmış olduğunu tahmin ettiğim bir adam vardı. Bu adam iyi niyetli değildi ve cebinde silahı bile vardı," derin bir nefes alıp başımı cama çevirdim. Sesimin tınısı biraz düştü. "Bu yüzden de Ateş, onunla gelmemizi istedi. Çünkü orada olmamız güvenli değildi. Yani gelmek zorunda kaldım."

 

 

 

"Abi bir bitmediler ya! Ne iğrenç adamlar var ya. Gebertseydin keşke!" Dedi, Melih, ani bir çıkışla sohbete dahil olup. Kafamı iki yana salladım.

 

"Yapamadım..." Dedim üzüntüyle. "Neyse. Ne kadar kaldı?"

 

"Geldik," dedi Melih. " Siz gidin benim işlerim var," diye ekledi.

 

 

 

Barlas ve ben valizleri arabanın bagajından aldık.Tabii benim elime valizleri vermeden kendisi aldı ve önden Toprak ile beraber çıktı. Ben önce binaya baktım. O kadar süre geçmesine rağmen sanki ben nasıl bıraktıysam öyleydi. Yıllarca bu evde tek başıma yaşadım ve şimdi tek değildim. Yalnız da değildim. Ama bir şeyler hala aynı gibiydi. Acılar ve acıların kalbimde bıraktığı derin hisler... Kalıcı ve can yakıcıydı.

 

Gözlerimi yavaş yavaş etraftan çekerek merdivenlere yürüdüm. Kapıyı çaldığımda kendi evimde değilmiş gibi hissettim. Ben gidince evi Beste ve Aslı'ya bırakmıştım. Birlikte kalmaları için.

 

 

 

Aslı ve Beste hala orada olduğu için ev temizliği derdinde değildim.

 

 

 

Kapıyı Aslı açtı. Yüzündeki şaşkın ve merak dolu bakışları anında hissettim Hissettikleri yüzüne hemen yansıyan bir insandı. Sarı saçlarını ev topuzu şeklinde yapmıştı. Mavi gözleri ışıltıyla parlıyordu. Üzerinde pembe pijamaları vardı. Gerçekten Barbie gibiydi.

 

"Kıvılcım... Sen... Geldin mi hayal mi görüyorum?" Kekeleyerek kurdu cümlesini. Gülümsedim.

 

"Geldim."

 

Hiç vakit kaybetmeden boynuma sardı kollarını az kalsın dengemi kaybetsemde umrumda değildi. Bende onları özledim. Ama evi değil.

 

Aslı ile sarılma ve şok faslı bittiğinde nihayet evime adım attım. Gözlerim evin içinde uzunca oyalandı. Salonum gözüme ilk defa daha tatlı geldi. Aslı evin içine bir sürü çiçek ve süs ile doldurmuştu. Benim eski sade, soğuk evim gitmiş yerine daha sıcak ve samimi bir ortam oluşmuştu. Ev tertemiz ve düzenliydi. Siyah- gri koltuklarım artık mavi koltuklara dönüşmüştü. Duvarda yaz havasını hissettiren tablolar vardı. Sapsarı tarlalar, plaj, deniz, güneş... Evet ev artık ev gibiydi. Ama hala bir şeyler eksikti sanki.

 

 

 

Anılarım canlanıyordu. Keşke iyi anlarım olsaydı.

 

Beste evde değildi sanırım. Sadece Aslı vardı.

 

"Evinde küçük tatlı değişikler yaptım ama kızmazsın inşallah." Aslı'ya çevirdim bakışlarımı. Duvara yaslanmış beni izliyordu. Yeni uyanmış olduğu belliydi.

 

"Bence böyle daha iyi oldu. Hem eski hali insanın içini karartıyordu." Barlas valizleri benim ve Toprak'ın odasına yerleştirmiş Aslı'nın yanında elleri ceplerinde Aslı'yı destekliyordu.

 

Evin eski hali benim içimi anlatıyordu bana göre. Renkler daha sade ve anlaşılırdı. Şimdi her tarafta farklı bir dokunuş vardı. Eski Kıvılcım evinin düzeninin değiştirilmesinden nefret ederdi. Ama şimdi... Evin düzeni umrumda değildi. Aslı böyle yaparak mutlu olduysa olsundu. Hem bu hali çok daha iyiydi. Benim tarzım değildi ama iyiydi.

 

"Haklısınız," dedim gülümseyerek. Eve yeniden göz attım. "Böylesi daha iyi."

 

"Kıvılcım niye haber vermediniz? Bir şey olmadı değil mi?" diye sordu Aslı çatık kaşlarla. Barlas ile göz göze geldik. Aslı'ya söylemek istemedim. Dert ederdi şimdi.

 

"Burayı özledim."

 

"Gerçekten mi?" diye sordu. Keşke gerçekten öyle olsaydı.

 

"Evet," dedim ama ben bile inanmadım. O inandı ve başını salladı.

 

Barlas ikimizi baş başa bırakıp gitti. Giderken Aslı ile fazla uzun sarıldı. Bu önemsiz bir ayrıntıydı zaten. Toprak da odasında uyuyordu. Yorgundu.

 

Aslı kapıyı kapattıktan sonra yanıma geldi. Yüzünde güller açıyordu.

 

"Aç mısın? diye sordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Tek istediğim uyumaktı.

 

"Hayır," dedim. "Uyuyacağım. "

 

Odama geçtim. Yatağıma yatmadan önce uzun uzun düşündüm. Odama göz attım. Ve uykuya daldım.

 

 

 

...

 

İnsanın acıyla en yakın olduğu an ne zamandır bilir misiniz? Kalbinin bir parçasını başka bir kalpte sonsuza kadar kaybettiği zaman insan kendini kaybetmiş de sayılır. Ve acı insanın en yalnız olduğu an da saldırır. Bir binanın yıkılışı ya da avının peşine koşan aslan gibidir. Hatta daha can yakıcı daha kötü.

 

Uyandığımda gözlerim hâlâ uykunun sisindeydi. Parmaklarım titrek bir refleksle telefona uzandı. Gözlerimi ovuşturdum. Nedendir bilinmez başım zonkluyordu.

 

Ekranın sarı ışığı gözlerimi kamaştırdı.

 

On beş bildirim.

 

 

 

Bir an rüya sandım. Gözlerimin net görmesini beklemeden ekrana bastım.

 

Ateş Uras, Barlas, Melih…

 

Hepsi defalarca aramıştı. Bir şey olmuştu. Kesin. Kalbim bir yumruk gibi sıkıştı.

 

İlk olarak Ateş Uras’ı aradım. Sessize düştü.

 

 

 

Bir daha aradım. Yine aynı.

 

Neden açmıyordu? Kötü bir şey mi olmuştu?

 

Daha çok telaşlandım. O kadar ki ayağa kalkıp odada volta atarak tırnaklarımı yemeye başladım stresten. Açmıyordu.

 

Sonra Barlas’ı aradım. Sesi ilk zilde açıldı.

 

 

 

"Barlas, ne oluyor?!"

 

 

 

Sustum. Nefesimi tuttum. Duymak istemediğim her şey sanki o sessizlikte toplanmıştı.

 

Ve o sustuğum anda, sesindeki titrekliğe çarptım.

 

 

 

"Kıvılcım… Çok kötü bir şey oldu…"

 

Dünyam karardı.

 

Bir anda ayaklarım altımdan çekilmiş gibi.

 

O çok kötü şey neydi? Ateş Uras'a bir şey mi olmuştu?

 

 

 

"Ne oldu?! Ne?! Söylesene Barlas!" Bağırarak sormuştum bu soruları. Peş peşe. Ama çok merak ediyordum. Kalbime sanki iğne batırıyorlardı.

 

"Ateş’in annesi… Yoğun bakımda. Yılan mafyası… Onu kaçırıp… Vurmuşlar. Silahla."

 

Zaman dondu.

 

Ciğerime kesik bir rüzgar girdi sanki. Dizlerimin bağı çözüldü. Boğazımda bir çığlık düğümlendi ama çıkmadı. Bu yüzden mi açmıyordu telefonu? Annesi kötü durumda mıydı? Elime ceketimi altım bir yandan da hızlıca odadan çıktım. Elim ayağım birbirine dolandı.

 

 

 

 

 

"Hangi hastane? HEMEN GELİYORUM!"

 

 

 

 

 

Ayakkabımı giydim mi bilmiyorum. Kapıyı kapattım mı, üstüm başım ne hâlde? Umurumda değildi.

 

 

 

Taksiye bindiğimde tek söylediğim, "Daha hızlı!" oldu.

 

 

 

"En hızlı bu ablacım," dedi şoför. Ama o an bana göre tüm şehir yavaş akıyordu.

 

 

 

 

 

İçimde binlerce dua ettim. Ateş'i aramaya devam ettim. Ama açmıyordu. Telefonu çalmıyordu bile. Nasıl olduğunu çok merak ediyorum.

"Ne olur, Allah’ım, bir şey olmasın!"

 

Hastaneye vardığımda kalbim kaburgalarımı tekmeliyordu. Taksiciye parasını bile fazla vererek çıktım.

 

Koşarak içeri girdim. Ceketimi bile yarım yamalak üzerime geçirmiştim. Saçlarım birbirine dolanmıştı. Hatta birkaç hemşireye bile çarptım.

 

Yoğun bakımın önüne geldiğimde… Herkes oradaydı.

 

Yüzleri yere eğilmişti. Gözyaşı,umut, sabır birbirine girmiş duygulardı. Ve burada zaman bile yavaş ve can yakıcıydı. Gözlerim herkeste dolaşıp Ateş de durdu. Ellerini ceplerine sokmuş yoğun bakımın önünde bir sağa bir sola yürüyordu.

 

Barlas duvara yaslanmış. Melih suskun.

 

Beste, Duygu, Bulut, Murat… Sessiz bir ağıt gibi oturuyorlardı.

 

Beni görünce ayağa kalktılar. Hepsi şaşkındı. Meraklı bakışlar benden duyacak kelimeyi ararken bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdim.

 

"Oturtun kendinizi," dedim ellerimle oturmalarını işaret ederek. Şuan buraya neden geldiğimi açıklayacak halim yoktu. Daha önemli bir mevzu vardı.

 

Ama ben duramadım.

 

Ateş Uras’la göz göze geldik. Tüm acı, mavi gözlerinden taşıyordu.

 

Hiçbir kelime yoktu o bakışta. Sadece kırık bir çocuğun, annesini arayan bir çocuğun sessizliği vardı. Annesinin çıkıp onunla konuşmasını isteyen, sıkı sıkı sarılmak isteyen bir çocuk vardı. Ve ben o çocuğa çok üzüldüm. Omuzlarım düştü. Kalbim stresten daha gürültülü atıyordu. Kendime nefes alma fırsatı bile vermeden yanına yürüdüm.

 

Koşa koşa gidip kollarımı boynuna sardım. O da ellerini belime sıkıca sardı. Nefesini saçlarımda hissettim. Gözlerimi yumdum. Ağlamamalıydım. Şimdi değil.

 

Tüm dünya sustu o an. O küçük ama büyük çocuk ile ben kaldım. Bütün dünya önümüzde bize meydan okurken biz sadece nefes almak isteyen iki çocuk gibiydik.

 

Ben anneme sarılamazdım o da annesinin sesini duyamazdı.

 

Ben babamı çok severdim o nefret ederdi.

 

İşte insanın acıya en yakın hissettiği an buydu. Ailesini kaybetmek...

 

"Özür dilerim, geç kaldım…"

 

"Önemli değil. Geldin ya…" dedi fısıltıyla.

 

Elini tuttum. Yüzüne umut verici bir edayla baktım.

 

"Sık dişini. O iyi olacak. Söz."

"İnşallah," dedi. Ama sesi boşluktan geliyordu. Bir sandalyeye oturduk.

 

Saatler geçti. Kimse konuşmadı.

 

Sadece kalbimiz konuşuyordu. Sessiz, titrek, korkulu… Bakışlar, gözler, hisler hatta dualar vardı. Ama ses yoktu. Herkes doktorun vereceği cümle ile havalara uçacaktı ya da....

 

Ölüm ve yaşam arasına bir ruhun sıkışması bu kadar basitti işte. Kesinlik insanların doğasında yoktu.

 

Nihayet doktor çıktı.

Yüzü… Yüzü her şeyi anlatıyordu.

 

Ateş Uras yanımdan fırladı. O kadar meraklı ve telaşlıydı ki... Anlatmak imkansızdı.

 

"Annem… İyi mi?!"

Doktor gözlerini kaçırdı. Ben elimi göğsüme bastırıp gözlerimi yumdum. Bir iki üç... Konuş artık!

 

Derin bir nefes aldığını duydum. Gözlerimi açmaya cesaret bile edemedim.

 

"Anneniz… Çok direndi. Ama…" O ama ya kaç ömür bitirmişti kesin. Devamı çok yan yakıcı olacaktı. Ve bundan emindim. Doktor çenesini sıvazlayıp sıkıntılı bir iç geçirdi. Ateş hala bir umut cümlenin devamı için neredeyse doktorun ağzını okuyordu.

 

"Kaybettik. Başınız sağ olsun."

 

Ve.... Bir ömrün sonu. Bir çocukluğun, gençliğin bitişi. Yaralı bir kalbin parçalanışı.

 

Ve bir adamın yıkılışına şahit oldum ben. Bu çok acı ama tanıdıktı. Sadece zaman ve yaş aynı değildi. Duygular aynıydı. İnsan ailesini kaç yaşında olursa olsun kaybettiğinde aynı şeyi hissederdi.

 

Ateş Uras’ın gözleri bomboştu. Anlamaya çalışıyordu.

 

Cümleyi tekrar tekrar çeviriyordu kafasında. Ama sonuç değişmiyordu.

 

Annesi… Gitmişti.

Ağlamadı. Güçlü durmadı.

 

Sadece çöktü. Yavaşça… Dizlerinin üstüne. O yere çöktüğünde gözlerimden yaşlar boşaldı. Şoka girmiş gibiydik.

 

Annesini ikinci kez ama bu sefer gerçekten kaybetmişti. Bu çok fazlaydı... Nasıl dayanacaktı bilemiyorum...

 

Barlas, Melih ve ben tuttuk onu.

 

Ama ruhu düşmüştü zaten.

Artık tutacak bir şey kalmamıştı.

 

 

"Kaybettik diyor… Daha bulamamışken… Sesini duyamamışken… Nasıl kaybederim ki annemi? Nasıl?!"

 

Çığlık atmadı. Ama ruhu bağırdı. Gözyaşı bile dökemedi.

 

Çünkü acı artık gözlerinde değildi. İçine akmıştı. Yürekleri acıyan insanlar ağlayamazdı. Canları yanardı. Ateş düştüğü yeri yakardı.

 

Ateş o an ne ağladı, ne bağırdı ne de annesini istedi. Ama biliyordu: annesi bağırsa da gelemezdi.

 

Yere düştüğünde elleri kucağına düşmüştü gözleri boşlukta çocukluğunu arıyordu. Gerçi bir çocukluğu bile olmamış bir insanın arayacak neyi vardı ki? Annesini küçük yaşta kaybetmişti zaten o. Şimdi sadece ölümün ruh kısmı da beden kısmı da bitmişti.

 

Peki geriye ne kalmıştı?

 

Koca bir hiçlik. Yaşanmamış bir ömür ve sayısız acı.

 

İki çocuk.

Biri küçük yasta büyümüş, diğeri umudunu yitirmiş ama adı Umut olan bir çocuk... Onlar kaldı. Tabii buna kalmak denirse...

 

Kucağında, soğuk ve hissiz olan büyük ellerini sıkıca tuttum. Avucunun içinde ısıtmak istedim. Küçük çocuğu kendi kalbimde koca bir ev yapmak istedim.

 

İçinde hem benim küçüklüğüm hem de onun çocukluğu oyunlar oynayıp mutlu olsun, ağlamasın istedim.

 

Ama çok uç bir hayaldi. Ateş'in bedeni titrek, kesik kesik nefes alıyordu. Belki de almıyordu bilmiyorum.

 

"Sakin ol Ateş… Sakin ol!"

Sözlerim nehirdeki taş gibiydi.

Batıyordu. Ama başka bir şey de yapamıyordum.

 

Ateş hiç beklemediğim anda çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Ne kimsenin sesi onu susturdu ne de eylemi...

 

Elimi bırakmadı ama ayağa kalkıp neredeyse beni de peşinden sürükleyerek feryat etmeye başladı.

 

“Annem...” dedi. Boşluğa konuşuyordu.

 

Ellerimden kurtuldu. Başına vurdu ellerini. Kafasına vurarak bir rüyadan uyanmak istiyordu.

 

Ama bu bir rüya değil gerçeğin hayatın öteki yüzünün ta kendisiydi. En çıplak haliydi.

 

"Ben daha onu doğru dürüst tanıyamadan, sesini bir kez bile içimde taşıyamadan gitti. Hayatımın en suskun kişisi, bana en çok şeyi anlatması gereken kadındı. Şimdi sonsuza kadar sustu. Sahi... Ben şimdi kime ‘anne’ diyeceğim içimden bile?"

 

Sessizlik. Ölümden daha ağır ve can yakıcı bir sessizlik. Kapıyı açmaları için birkaç kez vurdu, çırpındı, bağırdı, küfretti... Ama içinin yangını dinmedi.

Hiçbir şey yapamadan onu o şekilde izlemek çok acıydı.

 

"Yıllarca hayalini kurduğum o buluşma, bir sıcak el, bir kelime..." İç çekti. Kapıya yaslanarak yavaşça yere çöktü. Başını birkaç kez duvara vurduğunda Barlas kafasını vurmaması için tuttu. Ama o devam etti. "Belki sadece ismimi söylemesi… Bir gülümsemesi… Hiçbiri olmadı. Bu şehir hep geç kaldı, ben hep geç kaldım. En çok da anneme."

 

Doktor sakinleştirici yaptı.

Ateş yavaşça gözlerini kapattı.

Ama bu, sessizliğin zaferi değildi.

Bu, insanın kırıldığı andı.

 

O gece…

Ateş sadece annesini değil, kendini de kaybetti.

Ve hiçbirimiz o boşluğun içine düşerken onu tutamadık.

 

Sadece yanında durabildik.

Sadece bekleyebildik.

Bir çocukluğun yıkılışına tanıklık ettik.

 

...

 

Cenaze günü.

 

Herkes suskun, sessiz, çaresiz.

Hayatta bir çok şey vardır ama gerçekler... Ölüm gerçekti, Acı gerçektir... Ve gerçekler ne olursa olsun hep acıdır.

 

Yağmur yağıyordu yine. Ateş Uras kendini odaya kapatmıştı. Annesi Gözde Hanım bugün defnedilecekti.

 

Umut'un durumu da Ateş'ten farksızdı. İkisi de hiç iyi değildi.

 

Ben simsiyah giyinerek bizimkilerin yanına gittim. Hepsi Ateş'in odasının önünde toplanmıştı. Bağırma sesleri geliyordu.

 

Ateş Uras'ı odadan çıkartmak için çabalıyorlardı.

 

Sessizce kapının önüne gittim.

 

"Ateş, gelebilir miyim? Lütfen!" Dedim.

 

Belki çıkardı.

 

"Kıvılcım, kimseyi sokmuyor Barlas sabahtan belli deniyor, ama tık yok," dedi Melih omuzlarını düşürüp of çekerek.

 

Bende tam ümidimi keserek kapıdan uzaklaşacakken bir anda kapı içten açıldı. Herkes şaşkınca birbirine baktı. Ben bile şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım.

 

Ateş beni odasına kabul etti.

 

Derin bir nefes alıp içeri girdim. Oda karanlıktı. Ama yatağın ucuna oturarak başını ellerinin arasına alan Ateş'i seçmişti gözlerim.

 

Kapıyı kapattım ve yanına gidip oturdum.

 

Kafasını bana çevirmedi. Ama derin bir iç çekti.

 

"Ateş..." Cümleyi nasıl devam ettireceğimi bilemedim. Kucağımda birleştirildiğim ellerimle oynadım.

 

"Annen bugün defnedilecek. Yani ayağa kalkıp gelmelisin," dedim sakin bir tonda.

 

Bir süre sesiz kaldı. Başını elimle omzuma yasladım. Bilirdim yaslanacak omuz arıyordu. Bende küçükken yaslanacak omuz arıyordum.

 

Sonra yavaşça saçlarını okşamaya başladım. Sanki her saçına elim gittiğinde benim de içimden bir duvar, bir parça eksiliyordu. Kalbim her seferinde daha çok hızlanıyordu. Saçları yumuşacıktı.

 

 

"Sence dayanabilecek miyim bu acıya? Kalbim... Çok acıyor." Sesi çok yorgun ve güçsüz çıkmıştı.

 

"İleride bu acıyı biraz unutacaksın. Ama aslında taze olarak yüreğinin tam ortasında olacak. Acılar zamanla geçmez Ateş. Sakın inanma buna. Ben... Yıllarca bu acıyı çekmiş biri olarak söylüyorum bunu. Hala kalbim acıyorken, senin de acıması çok normal. Ama bize yaşattıklarını onlara yaşatmak için, Umut için ayağa kalkmalısın!" Dedim güç verici bir sesle. Gerçekleri yumuşatarak söylemek istemedim.

 

"Geçmeyecek yani... Off, nasıl yaşadın bununla yıllarca?"

 

Ben daha küçüklükten beri bu acının tam ortasında ruhumu vermiştim. Benim ruhum da bedenim de acıya alışıktı artık. Ağlamaktan gülmeye hiç vaktim olmamıştı.

 

"Bilmiyorum... Dayandım işte."

 

"Zor be, çok zor..." Dedi ağlamaklı sesle. Burnunu çekti.

 

 

"Kıvılcım, artık gitmeliyiz, hadi!' Barlas kapının ardından bağırıyordu.

 

Ateş Uras doğruldu bir süre bana baktı sonra ben ayağa kalktım ve ona elimi uzattım.

 

"Yanındayım, ne olursa olsun. Gitmeliyiz. Son görevini yapmalısın, hadi!" Dedim cesaret verir gibi.

 

Elimi tuttu sıkıca, sonra ayağa kalktı ve odadan dışarı çıktık.

Herkesin gözü Ateş Uras'ın üzerindeydi. Umut koşarak abisine sarıldı.

 

"Abi..." Dedi ağlayarak. Başka söyleyecek söz bulamadı.

 

Herkesin gözleri doldu. Şuan o kadar acıydı durumumuz.

 

Ateş Uras dimdik duruyor Umut'a bakmıyordu bile. Umut ise ağlayarak abisine sarılıyordu.

 

Şimdi öksüz kalmışlardı.

 

Ağlayacak omuz olarak artık sadece birbirleri vardı.

 

Herkesin gözleri yaşlıydı. Ateş Uras ve benim hariç.

 

Ben artık ağlamayı bırakmıştım. Küçükken akıttığım her gözyaşı şimdi kuruyup çöle dönüşmüştü. En kötü yanı ise içime atmaktı. Ağlayamadıığım için kalbim acıyordu.

 

Melih, Umut'u tuttu ve göz yaşlarını sildi daha sonra herkes yavaşça aşağı indi.

 

Arabalara bindik. Ateş Uras camdan dışarıyı seyrediyordu bende elini tutarak ona destek oluyordum. Çünkü elimden ancak bu kadarı geliyordu.

 

Barlas arabayı sürüyordu, Bulut da yanında ki koltukta oturuyordu.

 

Sessizlik şuan hakimdi.

Mezarlığa geldiğimizde Ateş Uras inemeyecek gibi oldu ama sonra toparladı ve arabadan indi.

 

Gözleri hâlâ annesini arayan o küçük çocuk gibiydi.

 

Benden canlı dediğim gözleri ise şimdi benimkinden daha cansızdı.

 

Belki de bu yaralı bir ruhun öldüğü andır.

 

 

                        ...

 

Ayy biraz(şüpheli) duygusal bir bölüm oldu ama...

 

Açıkçası bu bölüm için çok uğraştım çünkü ilk defa ilham bulamadım.

 

Bir de şu aralar bana çok fazla gelen olaylar yaşadığım için mental olarak iyi değilim.

Neyse.

Ateş'in annesinin ölmesini bekliyor muydunuz?

Bölümü nasıl buldunuz duyguyu geçirebildim mi?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum sevgiyle kalın💗

 

Bölüm : 05.10.2025 10:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...