

Merhaba, nasılsınız?
Bu bölüm epey uzun oldu. Ama önemli bir olay olduğu için uzun uzun yazmak zorundaydım. Okurken keyif alacağınıza eminim. Bu bölümden sonra dengeler değişiyor. Keyifli okumalar!
Düzenlendi.
"Ben artık büyüdüm. Onlardan korkan o küçük kız çocuğu değilim."
...
Yarım saat içinde mekana ulaşmıştık mekan mafya filmlerinde ki adamların evleri gibiydi boşuna mafya değillermiş onu anladım. Herkes görev yerlerine geçmişti. Bu plan kusursuz olmalıydı çünkü uzun zamandır buna hazırlanıyorduk. Bizim ekipten Bulut, Öykü, Yaman, Murat ve Şirin, ben ve Ateş Uras ile güvenli bölgede bekliyorduk. Üzerimizde kamuflaj kıyafetlerimiz ellerimizde uzun menzilli silahlarmız vardı. Gözlerimiz etrafı tarıyordu ihtimalleri ve planı düşünüyordum uzun uzun. Adamlar henüz buraya gelmemişti ama herkes yerlerine geçmişti. Plan şuan için güzel ilerliyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra tahmin ettiğimiz adamlar gelmişti. Bu adamlar önemli değillerdi önceden gelerek mekanın güvenliğini sağlamaya çalışırlardı. Ancak burada biz varken neyin güvenliğini sağlayacaklardı?
Hemen bizim askerlere işaret verdim. Kısa sürede o adamların işini bitirdiler ve oradan uzaklaştırdılar. Etkisiz hale geldiklerinde asıl adamları bekledik.
İkinci ekip de geldiğinde bunların içinde Yılan mafyasının önemli kişileri de vardı tabii. Hemen sonra iki araba daha geldi. İşte şimdi başlıyordum. Gelin de görün ateş olup yakmayı...
Biz de sahaya inmek için ekipmanlarımız da alarak mekana giriş yaptık. Hepsini aynı yerde tutuluyordu içeride elli dışarıda da elli kişi olmak üzere yüz adamımız vardı onların ise dış ve iç olmak üzere sadece elli askeri vardı.
Bütün iletişimlerini kestik önceden tabii ki. Her yerde bomba vardı yani ters bir şey olursa burası patlayacaktı. Önden birkaç askerimiz gitti sonra bizden, Yaman, Murat ve Beste gitti. Ateş Uras ise en arkadan gelecekti ben, öykü ve şirin gidecektik. İlerledikçe daha çok heyecanlanıyordum.
Kardeşime hiç bu kadar yaklaşmıştım acaba içlerinden biri o olabilir miydi? İnşaallah onu buradan alıp gideceğim bugün tabii yaşıyorsa...
Sonunda onların oldukları bölüme gitmeden önce küçük bir çatışmaya girmiştik. Sonra hızımızı kesmeden ilerlemeye devam ettik. Sonunda geldiğimizde herkes atağa geçmişti silahlar patlıyordu. Ancak sayı üstünlüğü olarak biz öndeydik çok fazla kişiyi kaybetmişlerdi ve dışarıyla da iletişim kuramadıkları için adam gelmiyordu yani kapana kısılmışlardı. Bugün zafer bizim olacaktı. Bakalım kim kimi söndürüyormuş...
Ben arada başımı kaldırıp bizimkilerin iyi olup olmadıklarına bakıyor bir yandan da adamları indiriyordum. Ancak benim o zaman gördüğüm adamlar çok yaşlanmıştı o yüzden onlar silah kullanmak yerine korumaları onları koruyordu.
İyi savaşıyorlardı yalan yok. Ancak şimdiden en fazla 25 kişi kalmıştır diye düşünüyorum. Kulaklığımdan bir ses geldi. "Komutanım, Melih vuruldu... Ne yapalım?"
Melih mi vuruldu? Anın heyecanı ile kalbim güm güm attı. Melih'e bir şey olmamalıydı.
"Arka taraftan götürün hemen, çok derin mi yarası?"
"Evet, komutanım," dedi, Ali Osman. "Tamam, Ali Osman, dediğimi yapın hemen çıkarın onu buradan." Sesim gayet nötrdü. Bu gibi durumlarda soğukkanlı olmak gerekiyordu.
Bunları söylerken bile üç adam öldürmüştüm.
Derken korumalarının hepsinin işini bitirdik. Geri kalan adamların etrafını sardık. Ve ta o zamanlar deli gibi korktuğum adam gözleriyle beni öldürüyordu.
Kaçacak yerleri yoktu.
Artık korkan o çocuk değilim, koluma zorla ateşleriyle iz bıraktıkları o kız değilim, ailesinin hepsi öldürüp kimsesiz bırakılan o çocuk değilim ve kardeşini ellerinde bırakacak olan o çocuk hiç değilim.
Ben büyüdüm, küçük yaşta hem de....
Etrafını sardığımız adamları bağladık. Şimdi hesap vaktiydi yılan mafyasının işi bugün bitmeliydi.
Ancak herkesi yokladım ama Ateş Uras'ı göremedim.
O neredeydi ki?
"Ateş'i gören var mı?" Diye sordum albay ve timi de burada olmalıydı ama yoktular. Nerede bunlar ya?
"Arkada olması gerekiyordu," dedi Hazal.
"Evet ama yok Albay ve timi de yok!" dedim.
Konuştuklarımızı duymuyorlardı askerlerim onları bayağı bayağı benzettiler. Bayıldılar sonunda.
Telsizle hemen onlara ulaşmaya çalıştım
"Albayım nerede kaldınız adamlar elimizde?"
Neyse ki albayın sesini duydum. Cızırtılı bir sesten sonra sesi net gelmeye başladı.
"Geliyoruz, Kıvılcım. Önce güvenlik. Oraya sizden başka kimse girmemesi için uğraşıyoruz."
"Tamamdır, albayım."
Dedim ve Ateş Uras'ın telsizine ulaşmaya çalıştım birkaç kez denememe rağmen ses yoktu.
"Adem, hemen Ateş Uras'ı bul bana!"
"Emredersiniz, komutanım. "
O ona bakmaya giderken ben de şu adamlar ile yarım kalan işimi halledeyim diye düşündüm. Tam olarak önlerinde yüzlerine teker teker baktım. Kader tersine dönmüştü. Yanımda hazır ol da duran teğmene döndü gözüm. Dudaklarım kıvrıldı.
"Üzerlerine kaynar suyumuzu dökün!" Ağır ağır kafasını salladı. Öncesinde bunu düşündüğüm için kaynar su getirtmiştim.
Dökmeleriyle adamların acı dolu feryatları ortalığa yayıldı. Kaynar su, damarlarında pıhtı oluşturacak derecede sıcak ve yakıcıydı. İnleme ve bağırış çağırış sesleri yüzünden kulaklarımı kapatmak istedim. Ama yapmadım.
"Evet, şimdi beni hatırlıyorsunuzdur diye düşünüyorum."
Bana kötü kötü bakmaya başladılar. Ben ise onlara ruhsuz gözlerle inceliyordum. Hâlâ korkutuculardı ama eskisi kadar değildi yani ben artık korkmuyordum. Dudaklarımı alayla büzdüm, sesim korkusuz ve netti. Gözlerimdeki cesaret ve adalet ışığı ise oldukça iyiydi.
"Beni duyabiliyorsunuz, değil mi?"
Cevap yoktu. Peki, kendileri bilir.
"Ateşi getirin!" Diye bağırdığımda bu sefer gülüyordum. Onlar ise endişeli gözlerle beni izliyorlardı. Devranın dönmesi beyler ya da ilahi adalet mi demeliyim? Bilemedim.
Salih hemen getirdi ve benden emri beklemeye başladı.
"Kolunuzu uzatın!"
Uzatmadılar.
"Uzatın lan!" Diye tekrar bağırdım. Sesim soğuk duvarlara çaptı. Yankı yaptı ve kesinlikle kendi sesim bana bile yabancı geldi. Bu sefer daha acımasız. Sanki o küçük kız çoğu benim yerime bağırıyor, intikamını alıyordu. Bu sefer uzattılar.
"Evet, Salih başlayabilirsin." Dedim Salih'e dönerek.
Salih hemen bize yaptıklarının aynısı gibi onlara da derin izler bıraktı ama onların aksine o ateşleri daha uzun süre tuttu.
Bunu ben istemiştim.
Acı dolu iniltileri umrumda değildi. Ben yıllarca bu sahneleri kurguladım. Bu benim için daha hiçbir şeydi.
Salih işini bitirdiğinde yine bayılmışlardı.
"Ama böyle olmaz daha çok oyun oynayacağız sizinle." sözümü bitirdiğimde Adem geldi telaşla. Ona soru dolu bakışlarımı yöneltince başını öne eğdi. "Her yere baktım ama bulamadım," dedi.
İstediğim cevap bu değildi.
Birkaç adama işaret verdim onlar da aramaya başladılar. Kim bilir ne işler karıştırıyordu?
Az önce kaynar su döktüğümüz adamlara döndüm. Hâlâ baygınlardı.
"Hâlâ ayılmadılar mı? Tekrar dökün!"
Yüzlerine uygulanan aşırı sıcaklık nedeniyle uyandılar. Ama inleyerek küfür etmeye başladıklarında sinirim daha da arttı.
"Evet arkadaşlar, ay pardon köpekler. Şimdi ne mi yapacağız?" Dedim zevkle ama cümlem yarıda kesilmişti çünkü bir ses daha duyuldu. Dışarıdan bir sesti bu.
"Bırak onları!" Bu ses... Ateş Uras'ın sesiydi. Gülümseyen dudaklarımla beraber kafamı arkama yavaşça çevirdim. Kaşlarım çatıldı ve yüzümdeki gülümsemem dondu.
Yanlarında kardeşime benzeyen bir genç vardı. Gözlerim şaşkınlıkla onu inceledi. Siyah saçlı, yeşil gözlü ve benimle yaşıt ya da benden küçük gibi biri vardı ama bayağı hırpalanmıştı. Durumu da pek iyi değil gibiydi.
Kaşlarımı çatıp anı sorguladım. Ne oluyordu? Bu kimdi?
Yoksa o muydu? Ateş Uras, kardeşimi bulmuş olabilir miydi?
"Sen ne dediğini farkında mısın Ateş Uras?" Dedim sinirle bağırarak.
Ateş Uras gayet sakin ve net bir ses tonu ile konuştu.
"Evet," dedi ama ardından kurduğu cümle beni darmadağın etmeye yetecek kadar acımasız bir cümleydi. "Onları bırakmazsan Toprak ölür." Hiç su olmadan insan baştan aşağı sırılsıklam olmuş gibi veya hiç evi olmadan duvarların başına yıkılması gibi bir durum ile karşılaşılır mıydı? Ben de bu yaşımda öğrenmiştim. Başımdan aşağı asıl kaynar su şimdi dökülmüştü. Hiç olamayan evim başıma yıkılmıştı. Bedenim sarsılırken, kalbim şimdiye kadar atmamış gibi atıyordu. Nefes almakta zorluk çekmeye başladım. Burası niye bu kadar havasızdı? Ya da asıl havasızlık içimde miydi?
Toprak benim kardeşimin adıydı. O onun öleceğini mi söylüyordu?
"Ne diyorsun Ateş Uras sen?" Sesim titrek çıkmıştı. Olanlara inanmakta zorlanıyor, neyin içine düştüğümü ve bunun neye evrileceğini düşünüyordum.
"Toprak sana anlatır ama önce onları bırak," dedi, elimizdeki kaynar sudan inleyen adamları işaret ederek.
Derken yukarıdan bir ses duyuldu. "Adamlarımız hiç umrumuzda değil senden bir seçim yapmanı istiyoruz. Ya kardeşin ya da emanetlerin hangileri? Karar ver. Çocuk dersen emanetleri alırız, Emanetler dersen kardeşini alırız.
Seçim ve karar sadece senin. Ha buradaki adamlar da senin olsun. Zaten daha işime yaramazlar," dedi. Bu ses hiç tanıdık değildi. Ve benim bir seçim yapmamı istiyordu. Emanetler dedikleri işaretlenen çocuklardı. Ve karşımda kardeşim de vardı. Ama ben şimdi kimi seçecektim ki?
İkilemde kalmıştım. Hayatımın en zor kararıydı.
Şimdi duygulara yer yoktu. Herkesin gözlerine baktım ama en çok Toprak'ın. Ne çok değişmişti...
Bayağı bir yakışıklı olmuştu. Yeşil gözleri yağmur almadığı için kurumaya başlayan ağaçlara benziyordu. Siyah saçları biraz dökülmüştü. Ama çok dövmüşler onu, canını yakmışlar bana bakmıyordu. Çünkü zaten şuan kendinde de değildi acaba beni hatırlıyor muydu?
Benim ise kafam olanları tartıyor biçiyor ama hep aynı sonuç çıkıyordu.
İkisinden birini seçmek benim vicdanen sönük olurdu. Bir hayat için yüzlerce hayatı ya da yüzlerce hayat için bir hayatı harcayamazdım.
Bunu yapmazdım.
Gözlerim Ateş Uras'a döndü. Bize ihanet etmişti. Mavi gözleri alayla değil sanki ufacık bir pişmanlıkla boğuşuyordu. Sanki bir yani acı çekiyordu bunu yapmaktan. Siyah saçlarına ellerini hafifçe daldırdı. Stres olmuştu.
Peki ya Ateş Uras'ın bu ihanetini affedebilecek miydim? Hayır, bir ihanetin asla affı olmazdı benim için.
Ancak ne karar vereceğimi bilmiyordum. O insanları ikna etmek için çok uğraşmıştık ve her türlü güvenliklerini sağlayacaktık ama kardeşim ona ne olacaktı?
"Haydi asker hanım, saat işliyor. Tik...Tak...Tik...Tak. Seni bekliyoruz," dedi boğuk sesli adam.
Albay neredeydi bana o yardım ederdi belki. Şuan herkesin ortasında bir kardeşime bir de askerlerime bakıyordum. Onlar da bana kararsız gözlerle bakıyordu. Kardeşim ise ne alemde olduğu belli değildi. Herkes benden bir cevap bekliyordu.
Ama ben ne yapacağımı bilmiyordum. Tam o sırada Albay'ın telsizden sesini duydum. "Kıvılcım, lütfen biraz oyalan iki dakikaya oradayız. Bir hata yapma!" dedi ve ses gitti.
Arkamdan yine o adamın sesi kulağıma doldu. "Evet çok zor bir soru ancak her soru iki dakikadır. Sana verdiğini mühlet doldu. Hadi kararını söyle, yoksa ikisi de elinden gider."
İçimden defalarca kez küfür ettim bu adama. Nasıl olurda beni bu kararı vermem için zorlardı?
Benim güvenlik duvarımı nasıl geçtiler ki?
"Bir cevap vereceğim ama önce bir şeyi öğrenmek istiyorum."
Zaman kazanmalıydım.
"Peki, sor sorunu!" Dedi adam.
" Güvenlik duvarını nasıl geçtiniz?" dediğimde Ateş Uras'ın başını öne eğdiğini gördüm. O mu yardım etti? Bunu nasıl yapar?
"Ateş Uras sağolsun çok yardımcı oldu. E tabii bugünün kahramanı da o zaten. Neyse, cevabını aldığına göre kararını söyle." Şoka girdim.
Nasıl yani Ateş Uras bunca zamandır bize yalan mı söylüyordu? Köstebek miydi?
Ben cevap verecekken sonunda albay ve timi geldi. Mekana girdikleri an her şeyimi yok sayarak, Toprak'a doğru koştum. Ancak birinin beni tutmasıyla sendeledim. Ateş Uras bana yapma der gibi bakıyordu.
Sinirle ve sertçe kolumu ondan kurtardım. Hemen Toprak'ın yanına gitmeye çalıştım ama tam ona ulaşacağım sırada biri anda bir silah sesi duydum. Çok yakına... Toprak'a yönelik. Karnı kana bürünmüştü, gözleri kızarmıştı. Biraz etrafa baktı saniyesinde yere düştü. Önce bedeni sonra kafası.
Onu vurdular...Onu vurdular!
"Toprak! Toprak! Toprak!" Çığlığa benzeyen sesim feryada, oradan da ses tellerimi yırtacak bir acıya dönüştü. Gözlerim karardı.
Hayır olamazdı... olamazdı değil mi? Bu sefer olamazdı.
"O... Onu öldürdünüz... Şimdi hiçbirinizi yaşatmayacağım at-" dediğimde sözümü kesti.
"Dur! Dur bakalım, asker hanım, onları vurduğun an emanetler de ölür. Bir kayıp daha yaşamak istemiyorsan onları serbest bırak ben de emanetleri serbest bırakayım," dedi.
"Lan kardeşimi öldürdünüz siz! Daha ne istiyorsun? Şerefsiz it! Ben kararımı söylememiştim geri zekalılar! " dedim sinirle.
Albay gibi herkes sus pustu. Kardeşimi ise götürdüler onu bile bana bırakmadılar. "Kardeşimin ölüsünü verin bari!" Dedim acı içindeki sesimle.
Kimse dinlemedi beni sanki bir tek ben vardım şuan hiç kimse yoktu... Ne kimse feryadımı duyuyor, ne de anlıyordu. Ben bugün ciddi anlamda ölmüştüm.
"Bırak Kıvılcım gitsinler daha fazla kişi ölmesin," dedi Albay gözlerime bile bakmadan.
"Kardeşim öldü Albayım hiçbir şey yapamadım!" Benim feryadım ve benim sesimden başka kimse konuşmuyordu. Zaten burada kimse kalmamıştı bir tek bizimkiler vardı.
Yere çötüm. ellerimi saçlarım geçirerek ağlamaya başladım. Ölmüştü... Gözlerimin önünde. Kaybettim... Allah'ım beni de öldür! Ben onu koruyamadım, beni de öldür!
Onu götürdüler... ben yere yığıldım. Albay dahil yere çömelmiş sırtımı sıvazlıyordu. Bizim elimizde olan adamları hariç hepsi gitti. Ses kesildi. Sonra Albay işaretlenen kişilerin sağ salim olduklarını öğrendi. Ateş Uras ise çoktan gitmişti.
Ben mi? Galiba nefes alıyordum. Ve bilincim kapandı. Gözlerimi kapattım...
İki hafta sonra
Üç gündür hastanedeydim. Çünkü o gün bedenime zarar vermiş silahım ile kendimi vurmaya kalkışmıştım. Yaşayan ölüydüm ne kimseyle konuşuyordum ne de insanların yüzüne bakıyordum. Hepsi bana ihanet etmiş gibiydi sanki bana yardım edebilirlermiş ama etmemişler gibiydi. Artık yaşamak için bir amacım bile yoktu.
Ne ailemi ne de kardeşimi kurtaramadım. Bir kere olsun onunla konuşamadım... Çok fazla keşkem vardı benim çok fazla... Bu süre içerisinde hastanede dolaşmaktan başka bir şey yapmıyordum.
Bugün çıkacaktım hastaneden aslında ben de pek bir şey yoktu ama kendimi kaybedip bıçakla ve silahla kendimi yaraladım neyse ki yaralarım sadece sıyrıktı. Beni her gün Albay ziyarete geliyordu. Sonra ekiptekiler.
Barlas'ın haberi var mıydı, bilmiyorum ama olmaması daha iyi. Şaşırtıcı bir şekilde Umut da geliyordu beni görmeye. O beni neşelendirmeye çalışıyordu ama ben onun yüzüne bile bakmıyordum. Bir tek Aslı'ya içimdekileri anlatıyordum.
Onlar için tehlike hâlâ geçmemişti ama beni benden aldıktan sonra benimle işleri bitmişti. Oradakilerin yerini söylediği için Ateş Uras'a ne oldu bilmiyorum ama buradan çıktığım an onun ölüm günü olacaktı. Kardeşimin katili oydu benim için. O alçaklara benim kardeşimi nasıl verdiyse bende onun kardeşini verecektim ya da onu fark etmez artık bana.
O daha çok acı çekmeli!
Aslı'yı yanıma aldırmıştım artık o yanımda olacaktı.
Tabii şuan burada yoktu. Yemek yemeye göndermiştim onu. Kaç gündür benim yüzümden yemek yemiyordu. Ben ise uzun zamandır ağzıma yiyecek sürmüyordum. Yaşamak istemiyordum. Ailemdeki herkes ölmüşken yaşamak bana verilen bir cezaydı. Nedense cezayı çeken hep ben oluyordum. Bu durumdan bıkmıştım.
Çok yorulmuştu ruhum ve çok kayıp vermiştim hiçbirine bir şey yapamadım...
Tam uyuyacakken hislerim bana dışarıda birinin beni izlediğini söyledi. Zar zor ayağa kalktım ve silahımı aldım.
Dışarı çıktığımda kimse yoktu. Maalesef kaç gündür sanki biri varmış gibiydi ama belki de halüsinasyon görüyorumdur psikolojik anlamda hiç iyi değildim.
Bazen kendimden geçip çığlık çığlığa ağlıyordum.
Sonunda Aslı gelmişti.
"Kıvılcım, dışarı çıkalım mı? Biraz hava alırsın."
" Tamam, bende sıkıldım zaten burada." Ayağa kalkmama yardımcı oldu ve dışarı çıktık. Hastanenin etrafını turluyorduk hep yaptığınız gibi ama sanki bugün biraz aceleciydi ya da bana öyle geliyordu.
"Bir şey mi oldu, biraz hızlandın sanki?"
"Aslında seni biriyle görüştürmek istiyorum. Lütfen soru sorma ve bana güven, yanında olacağım," dedi, güven verici bir tonda.
"Kiminle görüştüreceksin beni?" Diye sordum şüpheyle.
"Soru yok dedim sana ama!"
Sahte bir gülümsemeyle, "peki, tamam," dedim.
Biraz daha yürüdük ve çardakta oturduk. Galiba birini bekliyorduk. Yaklaşık iki dakika sonra, "hah geldi işte! " dedi. Kafamı baktığı yere doğru çevirdim.
Karşımda en istemediğim kişiyi görünce ayağa kalktığımda benim kolumdan tuttu.
"Bak, lütfen ben de buradayım onu biraz dinle. Lütfen yalvarırım sana," dedi içli gözlerle. Anlamıyordu o benim için bir katilden, bir yalancı ve bir ihanetçiden farksızdı.
Onu etrafımda görmek istemiyordum çünkü elimden bir kaza gelebilirdi.
"Bana onunla görüşme mi ayarladın anlamıyor musun? O bir katil benim için. Onlara yardım etti o! Kardeşim onun yüzünden öldü!" Diye bağırdım.
Ateş Uras çoktan gelmiş karşımıza oturmuştu.
"Şunda ki umursamazlık kimse de yok ya! Defol git buradan elimden bir kaza gelmeden!" Dedim elimle çıkmasını işaret ederek. Ama yerinde milim oynamadan gözlerime bakıyordu. Gözlerindeki soğukkanlılık ve sakinlik beni bitiriyordu. Benim ise gözlerimde sahici bir ateş var, bir yangın vardı yüreğimde ve bu yüzüme hatta gözlerime bile yansıdı.
Aslı araya girdi. Yüzümü avuçlarının arasına alarak gözlerini gözlerime mıhladı. Sakinleşmemi söyleyecekse çok bekler.
"Bak bir tanem, lütfen onu biraz dinle tamam mı? Lütfen cevap falan da verme sadece dinle!" Dedi gözlerimin içine bakarak.
Yerime oturdum. "Beş dakika içinde gitmezse vururum onu."
"Tamam öyle olsun," dedi sonra da ayağa kalktı.
"Nereye?" Diye sordum.
"Şurada sizi izleyeceğim. Merak etme buradayım," dedi ve biraz uzağımızda ki banka oturdu.
Onu bırakıp önüme döndüm ve çenemi dikleştirdim. Silahımı elime aldım ve tişörtümün içine soktum. Biraz beni izledikten sonra konuşmaya başladı.
"Özür dilesem de kabul etmeyeceksin o yüzden direkt konuya gireyim en iyisi."
Bir de kabul mü edeceğim? Bu insanlar neden benim acımı ciddiye almıyordu?
Yaptığını basit bir şey gibi anlatması tepemdeki son sabır tohumunu da bitirdi.
Sinirle ayağa kalktım.
"Defol git! Seni dinlemekten vazgeçtim. Sesini duyunca kardeşim aklıma geliyor, nefes alamamıyorum. Ya... Senin de aileni öldürdüler bunu nasıl yaptın? Hadi bizi unut ailene nasıl ihanet ettin? Ya senin hiç mi vicdanın yok?" Dedim göz yaşları içinde. Çenem titriyordu.
Tekrar konuştum. "Sağol sayende herkes kurtuldu ama ben ve kardeşim öldü... Lütfen defol git!" Diye bağırdım.
"Benim ailemi öldürdüklerini nereden biliyorsun?" Dedi net ve tok bir sesle.
Elini gösterdim.
"Elindeki iz her şeyi açıklıyor. Şimdi defol git Ateş Uras!" dedim. Yüzüme bakmadan bir şeyler söyledi. "Kardeşin konusunda-" dediğinde ellerim hiç beklemeden havalandı ve yüzüne en sert şekilde indi.
Daha sonra krize girdim ağlamaya başladım elimdeki silahı çıkardım. Ama elimden aldı Ateş Uras ve sonra hiç beklemediğim bir şekilde bana sarıldı.
Tabii ben daha çok krize girdim ve sırtına vurmaya başladım ellerimle. Ben ağlıyordum o sakin ol diyordu.
Bana sakin ol diyordu!
"Ben bu acıya nasıl dayanacağım biri bana söylesin!
Canım yanıyor, kalbim acıyor, kimse duymuyor beni... Artık gerçekten kimsesizim!"
William Shakespeare'in şu sözünü söyleyebilirim bir tek:
"Oysa benim ruhumda savaş var. Durmadan ölüyor içimdeki insanlar"
Benim ise sadece içimde değil dışımda da insanlar ölüyordu. Ve ben engel olamıyordum buna...
Nasıl buldunuz bölümü? Açıkçası uzun ama güzel bir bölüm oldu. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum😊
Ateş Uras'ın ihaneti hakkında ne düşünüyorsunuz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |