
Geldimmm yorum ve oylarını bekliyorum.
Sevgiyle kalınnn💗
...
Hâlâ olduğumuz yerde duruyorduk. Ben sanki oraya mıhlamıştım. Adım atamıyordum. Ateş ise beni izliyordu.
Bir şey söylemem gerekiyordu.
"Hava soğudu," diyebildim sadece.
Evet üşümüştüm. En azından doğruyu söyledim.
Gülecek gibi oldu ama toparladı.
"Haklısın. Hadi eve geçelim."
Kafamı salladım ve ben önden, o arkadan eve girdik. Evin kapısını açtığım saniyede evin içindeki garip sıcaklık ile doldu içim.
Sanki günlerdir bu sıcak günleri bekliyordum.
Ayakkabılarımızı çıkardık. Derin bir nefes aldım.
"Nereye koyayım bu poşetleri?"
Mutfağı işaret ettim elimle.
"Mutfağa."
"Tamam."
Mutfağa poşetleri koymak için yöneldi.
Ben de salona göz attım. Uyuyor muydu herkes?
Lambalar neden yanmıyordu?
Işıkları yaktım. Salonda kimse yoktu. Neredeler?
Mutfaktan çıkan Ateş Uras ile göz göze geldik. İkimizde nerede olduklarını merak ediyorduk.
"Neredeler?" Diye sordum.
"Bilmiyorum. Arayayım."
Telefonunu çıkarıp sanırım Barlas'ı aradı.
Barlas telefona yanıt verdi.
Bende tuttuğum nefesi verdim.
"Neredesiniz oğlum siz?" Diye sordu Ateş Uras. Bir yandan da bana bakıyordu göz ucuyla. Barlas ona cevap verdi ve sonra Ateş Uras yeniden konuştu.
"Tamam, çabuk gelin. Geldik bizde. Hadi!"
Sabırla telefonu kapatmasını bekledim.
Kapattığında göz göze geldik yine.
"Neredelermiş?" Diye sordum.
Ceketini sandalynin kenarına bırakıp bana döndü.
"Gezmek için çıkmışlar. Gelirler birazdan," dedi.
Toprak da onlarla mıydı acaba?
Lavaboya doğru ilerledi. Bende mutfağa geçtim. Telefonumla Toprak'ı aradım.
"Toprak neredesin ablacım?" Diye sordum.
"Barlas abilerleyim abla, niye ki?"
"Merak ettim ablacım."
"Yarım saate oradayız."
"Tamam, ablacım."
Telefonu kapattım sonra derin bir nefes aldım.
Yarım saat Ateş Uras ile yalnız kalacaktım.
Çok güzel, gerçekten (!)
Çay suyunu koydum. Daha sonra marketten aldıklarını yerleştirdim. Bu sürede çayı da hazırlayıp, çorba ve pilav yaptım.
Ben açtım. Muhtemelen o da açtı.
Salona geçtim. Ateş Uras koltukta oturuyordu. Telefonuna bakıyordu.
Öylesine dalmıştı ki geldiğimi önünde durduğumda fark etti.
Mavi gözlerini bana çevirdi. Telefonu kenara koydu. Dudaklarının kenarı kıvrılır gibi oldu.
"Aç mısın?" Diye sordum.
Bu sorumu beklemediği için şaşırdı. Ama kafasını salladı.
"Açım. Ama yemek yoksa-"
"Var," dedim sözünü keserek.
Yanından geçip mutfağa girdim tekrar.
Peşimden geldi. Çekmecelerden iki tabak aldım. O da kaşık ve ekmek aldı.
Bir de dolaptan yoğurt çıkarıp masaya yerleştirdim.
Karşılık sandalyelere oturduk. Yemeğime odanlandım.
"Çok güzel olmuş. Ellerine sağlık asker hanım."
Başımı ona çevirip gülümsedim.
"Afiyet olsun," dedim.
"Nasıl geçti günün?" Diye sordu çorbasını içerken.
"Güzel," dedim kafamı kaldırıp. "Senin?"
Arkasına yaslandı. Bir ekmek koparıp çorbasına doğradı.
"İdare eder."
Bir şey söylemedim. Niye böyle olduğumuzu bilmiyorum. Her şey dün yüzünden oldu. Belki de dünü konuşmamız gerekiyordu.
"Kıvılcım," dedi, Ateş gözlerini bana çevirerek.
Bir de söyleyecekti. Ama ne söyleyecekti?
Yemeği bırakarak ona baktım.
"Efendim?"
"Niye böyle yapıyorsun?" Dedi yumuşak bir ses tonu ile.
Elimdeki kaşık durdu. Ağzımı peçete ile sildim.
"Ne yapıyorum?" Diye sordum bilmememezliğe vurarak.
"Sen ne yaptığını gayet iyi biliyorsun. Bak, açık konuşmak istiyorum. Dün yaşanılanlar dünde kalmadı. Bugün de devam ediyor. Ama ben dün ne yaptıysam seni kaybedeceğimden korktuğum için yaptım." Derin bir nefes aldı. Kaşığını kenara bırakıp gözlerimin içine baktı.
"Ben bir kere aldatıldım, Kıvılcım. İkincisini kaldıramam."
Bu sözü yutkunmamaneden oldu. Zaten cümleyi kurarken o da zorlandı. Yeniden aynı travmayı yaşamak istemiyordu. Onu anlıyordum.
Sustum. Gözlerimi tabağıma çevirdim.
Bizim aramızda bir şey yoktu. Benim onu aldatacağım diye bir düşünceye kapılması saçmaydı.
Ama iç sesim bunun tersini söylüyordu.
Kıvılcım, sende biliyorsun, onu seviyorsun. Ve bunu kendinden bile saklıyorsun.
"Hayır saklamıyorum!"
İç sesime söyleceğim şeyi dıştan söyleyince komik duruma düşmüştüm. Ateş, kaşlarını çatarak bana baktı. Bir anda bağırarak alakasız bir şey söylememi beklemiyordu.
"Neyi saklamıyorsun?"
Ateş Uras'a çevirdim yüzümü. Eminim ki kıpkırmızı olmuştum. Gözlerim yanmaya başladı. Ağzım kuruyunca bir yudum su içtim.
"Bir şey değil. Yani kendi kendime konuşuyorum. Seninle alakalı değil. Kesinlikle." Buna ben bile inanmadım.
Gözlerimi ondan çektim.
Yine sessizliğe büründük.
Ateş Uras, pilavını da yedikten sonra ayağa kalktı. Tabaklarını aldı ve mutfağa götürdü. Sanırım odaya çekilecekti. Çünkü ben çok belirsizdim.
İnsanları çok yoruyordum değil mi? Kendimi de çok yoruyordum.
Hiç sevgi görmemiş bir insanın başkalarını mutlu etmesi çok zordu. Hatta imkansızdı.
Ben de defalarca kez ihanete uğramıştım.
Belki de bu yüzden insanlardan uzak kalıyordum.
"İyi geceler," dedi Ateş Uras ve odasına çekilecekken durdu.
Arkasını dönüp yüzüme baktı.
"Sen," dedi derin bir nefes verip.
"Kalbine intikam duygusu ve kardeşinden başka kimseyi koyamazsın."
Gerçeği bıçak gibi yüzümü kesti sandım. Sanki bıçağın keskin tarafı yüzümden kanlar akıtmış gibi hissettim. Bu cümleleri kurarken donuk ve duygusuzdu. Alay yoktu.
İlk defa alay etmeden bir cümle kurmasına çok şaşırdım.
"Çünkü böyle yetiştirildin. Çünkü duygusuz olmak istedin. Ve çünkü senin için duygu aptallık ve sen zeki bir kadın olarak bu tupaya düşmezsin..." Derin bir nefes daha verdi. Gözlerimden yaşlar düşmek için gitmesini bekliyordu. Ağzımdaki pirinç taneleri bile orada zor duruyordu.
"Ve haklısın. Duygular senin gibi biri için uygun değil. Sen ateşte yanarken bile kimseye su uzatın diye bağırmak istemezsin."
Cümleleri beni niye bu kadar titretti? Haklı olduğu için mi yoksa hava soğuk olduğu için mi?
"Bunun konuyla hiç alakası yok," diyebildim sadece. Yüz ifademi bozmadan. Yine gizlenerek. Çok alakası vardı. Ama saçma bir cümle kurduğumun farkında bile değildim. Gitmesini bekliyordum.
Bizim konumuz dündü. Ateş Uras ise beni aşağılayıcı bir ifade ile linçliyordu sanki.
Ve evet, ben yansam da dönsem de tek başıma hallederdim. Kimseye ihtiyacım yoktu.
Kimseden sevgi dilenmezdim.
Duygularımı kullanmayı tercih etmezdim. Çünkü öyle bir fırsat verilmedi. Duygularımı kullanırsam düşerdim.
Ve ben düşersem beni öldürürlerdi.
Kafasını salladı ve gülümsedi.
"Haklısın, konuyla hiç alakası yok."
Arkasını dönüp gitti.
Giderken sırtına baktım. Omuzlarnı düşürmüştü. Hafif aksayarak yürüyordu.
İlk defa saçma bir şey yaptığım için kendimden nefret ettim.
Niye yaptın Kıvılcım? Niye... Niye insanlardan senden uzak dursun diye bu kadar çabalıyorsun?
Bunu niye yapıyorsun?
Gözlerimden düşen tek damla yaşı sildim.
O tek damla yaş benim içimdeki bütün acıları gün yüzüne çıkarır gibi defalarca kez almaya başladı. Üçüncüden sonrasını silemedim. Sadece ağzımı kapattım. Masayı toplarken bile göz yaşlarım akıyordu.
Niye bu kadar akıyorlardı?
Canım acıyordu artık. Yeter, lütfen akmasınlar.
Ben de insanım. Ben de kırılıyorum. Benim de canım yanıyordu.
Bunu niye kimse görmüyordu? Ben sadece kendimi düşünmüyordum!
Bunu niye kimse anlamıyordu?
Benim yüzümden... İnsanları anlamak için çaba göstermelerine bile izin vermedim.
Şimdi ağlamamam veya üzülmem saçmaydı.
Odama gittim. Kapıyı kilitledim. Yatağıma girip uyumaya çalıştım. Göz yaşlarım dinmişti. Ama şimdi de içim yanıyordu.
Birkaç dakika sonra kapı çalındı. Bizimkiler geldi sanırım. Bu halde kapıyı nasıl açacağım?
Yüzümü sildim. Sahte bir gülümseme belirdi yüzümde.
Odamdan çıktım. Kapıyı açmaya gittiğimde Ateş Uras'ın açtığını gördüm. Derin bir nefes aldım.
Ben açmayacağından emindim.
Neyse.
Gülümseyerek yanlarına gittim. Yorgunlardı ama mutlulardı.
Atilla ve Beste gitmişti dün. Bu yüzden de Barlas, Aslı, Melih, Toprak ve Umut birlikte gezmeye çıkmış olmalıydı.
Barlas beni görünce kaşlarını çattı. Anlamadı değil mi? Anlamasın lütfen.
"Hoş geldiniz!" Dedim hepsine tek tek bakarken.
"Hoşbulduk," dedi Aslı yorgun bir sesle.
Ayakkabılarını çıkarıp salona geçtiklerinde Barlas yanıma geldi.
"İyi misin?" Diye sordu koluma dokunarak. Gözlerine baktım.
Endişeliydi.
"İyiyim," dedim kuru bir sözle.
İnandı mı inanmadı mı bilmiyorum. Ama üstünde çok durmadı. Belki yorgunluğuma verdi bu hâlimi bilmiyorum. Tek istediğim uyumaktı.
Ateş Uras kapıda dikilip ikimize birden baktı.
"Merak etme Barlas kötü olsa da söylemez," dedi ve bana bakıp yanımızdan gitti.
Barlas ise bir ona bir bana baktı. Anlamadı çünkü.
"Saçmalıyor," dedim sadece.
Tek kaşını kaldırdı. İnanmadı tabii ki.
"Umarım saçmalıyordur. Biz yemek yedik. Zaten geç oldu uyuyalım artık. "
"Tamam, " dedim sadece.
Herkese yatması için bir yer verdikten sonra ben de kendi odama geçtim. Aslı ile birlikte uyuyacaktık.
Aslı uyumadan önce bakım yapıyordu yüzüne. Göz ucuyla da bana bakıyordu.
Ben saçlarımı tepeden topladım. Siyah beyaz pijamalarım üzerimdeydi.
Tıpkı için gibi her yer siyah beyazdı. Sanki daha renk gelmemişti benim dünyama.
Belki de hiç gelmeyecekti.
"Kıvıl, iyi misin sen?"
Aslı, kremini yüzüne uygularken bir yandan da bana bakıyordu.
Kafamı salladım. Yatağıma uzandım. Yorganı üzerime çektim.
"İyiyim, kötü mü görünüyorum?"
Yüzüme daha dikkatli baktı.
"Yüzün düşük gibi," dedi gözleriyle yüzümü işaret ederek.
"İyiyim, sorun yok. Yorgunum sadece," dedim.
"Emin misin?"
"Evet, iyi geceler," dedim ve gözlerimi kapattım.
...
İnsan bazen hatalarını kontrol edemez. Hayatım boyunca da bu oldu. Ben kendime yetebildim. Ama sevdiğim insanlara yetemedim.
Askerlik gibi bir meslek ile uğraşmak zordur. Duygularını kontrol etmek zorundasın. Yanlış bir harekette her şey biter.
Belki de bu yüzden duygularımı hep kontrol etmek istedim.
Kontrol ederek kendime zara verdiğimi anladığımda bir daha bu özelliğimden vazgeçemeyeceğimi de kavradım.
Yağmurlu bir sabaha uyanmak bana terapi gibi gelmişti. Hafif hafif çatıya vuran damla sesleri, pencereyi açtığımda gelen toprak kokusu ve üşüdüğüm için battaniye daha sıkı sarılmak, belki kitap okumak, kahve içmek...
İşte bu sabah tam olarak böyle uyandım.
Erkenden kalkıp pencereyi araladım. Daha sonra yağmuru izledim.
Şehrin sular içinde kalışını izledim.
Uzun zamandır denize gitmediğim için için burkuldu.
Senelerce denizi seyrederek nefes alıyordum sanki.
Kitabımı açtım yavaş yavaş okumaya başladım.
Aslı hâlâ uyuyordu bu yüzden rahattım. Zaten saat daha gece dörttü. Hava hâlâ karanlıktı.
Uyumak istedim ama yapamadım. Beynimdeki düşünceler peşimi bırakmadı.
Bende kurtulmak için kitap okudum. Ama okuduğum satırlardan hiçbir şey anlamadım.
Kitabı rafa yeniden yerleştirdim.
Odamdan yavaş adımlarla çıktım. Herkes uyuyordu. Nefes sesi bile yoktu.
Mutfağa girdim. Kendime kahve yaptım.
Sade ve şekersiz bir kahveydi. Uykum kaçsın istiyordum.
Mutfak tezgahına yaslanıp kahvenin pişmesini beklerken bir yandan da saate bakıyordum.
Saat:04.30
Kapı gıcırtısını duyunca birinin odasından çıktığını anladım. Kafamı sesin geldiği yere cevridim.
Mutfağa yaklaşan adım sesleri vardı.
Bu saatte benden başka kimin mutfak ile işi olurdu?
Mutfağın kapısı açıldı ve Ateş Uras'ın uykulu bir şekilde içeri girdiğini gördüm.
Üzerinde siyah bir eşofman altı ve beyaz bir tişört vardı. Gözlerinde uykulu olduğunu belli edercesine hafif bir yorgunluk vardı.
Tuttuğum nefesi geri verdim.
Bu saatte burada ne işi vardı?
Su alacaktı muhtemelen. Gözleri beni görmeyi beklemediği için büyüdü.
Bende gözlerimi ondan çekip kahvemi bardağa doldurdum.
"Bu saatte kahve mi içilir?" Diye sordu arkamdan.
"İçilir," dedim arkamı dönerek. Kafasını toparlayamayan içerdi.
Ayakta sağa sola düşecek gibi duruyordu. Uykusuz olduğu her halinden belliydi. Belki de o da uyumamıştır, diye düşündüm.
"Sende ister misin?" Diye sordum bardağı göstererek.
Yüzünü buruşturdu. Kahveyi sevmiyordu. Sanırım babası ona kahve konusunda travma bırakmıştı.
"Yok, istemem. Su alacaktım ben," dedi yanımdaki dolaptan su bardağını aldı. Ve dolaptaki şişeden doldurup bir yudum aldı. Gözleri hâlâ uykusuz olduğunu belgeliyordu.
"İyi misin?" Diye sordum.
"Süperim. Sen?"
Onca lafı ettikten sonra iyi olmamı bekliyor olmazdı.
"Kalbine intikam duygusu ve kardeşinden başka kimseyi koyamazsın."
"Ve haklısın. Duygular senin gibi biri için uygun değil. Sen ateşte yanarken bile kimseye 'su uzatın' diye bağırmak istemezsin."
Sözleri beynimde dolaşıp duruyordu. Adeta beynimi ele geçirmişti.
Canımı yakacak kadar keskin ve alaysız cümlelerdi.
"İyi değilim," dedim dürüstçe.
Beklemiyor olacak ki kaşlarını kaldırdı.
Gözleri derinleşti sanki.
Biraz olsun bakışlarında yumuşama hissettim.
"Neden?" Dedi suyu ağzında gezdirirken.
"Çünkü bende bir insanım. Kötü hissetmeye hakkım var. Değil mi?" Diye sordum alayla.
Aslında bana söylediklerine de gönderme yapmıştım.
Gece boyunca duygusuz olup olmadığını düşündüm.
Ama hayır benim duygularım vardı. Evet, bir zamanlar duygularımı kullanıyordum.
Sonra... Ailemi kaybettim. Toprak gözümün önünde öldürülmek istendi, ateşlerde yanacaktim... Bunların hepsi beni duygusuz olmaya sürükledi.
Ama ben aslında hepsinde duygusaldım. Sadece kimseye göstermiyordum.
Bilmiyorum, insanlar bazen benim de insan olduğumu sorumluluklarımın bedenimi aştığını fark etmiyor...
Ya da görmüyor.
"Var," dedi. "Kötü hissetmeye de ağlamaya da hakkın var."
Kahvemden bir yudum aldım. Kokusu bile beni mutlu etmeye yetiyordu.
"Senin dediklerini düşündüm. Yani duygusuzsun dediğini falan... Ama sana katılmıyorum. Ben duygusuz değilim."
Bakışlarını üzerimde hissettim. Ama ona bakmadım. Göz teması da kurmadım.
"Ve... Kalbime intikam duygusu ve kardeşimden farklı birini de koyabilirim. Hatta koydum bile. "
Sesim net çıktı.
"Sahi mi? Peki, kimi koydum Barlas'ı falan mı?"
Alaylı bir cümle çıkmıştı dudaklarındam. Kafamı ona çevirdim. Hafif gülümsedim.
O suyundan bende kahvemden bir yudum aldım.
Devam etmek zordu.
Ama yapacağım. Bu sefer başaracağım.
"Yok, Barlas'ın yeri bende ayrı," dedim.
Kafasını salladı.
Off, Kıvılcım yine söyleyemedin.
Kahvemi bitirdiğim için bardağı temizleyip yerine koydum.
"Bir soru daha ama bu benim için önemli," dedi bu sefer Ateş Uras.
"Uyuyacağım." Bir adım önümde durdu. Yolumu kesti.
"Sorumu sormadan ben uyuyamam bugün. Hem yarın gideceğiz bugün sormak zorundayım."
Ben şaşkınlıkla ona bakıyordum.
Yarın gideceklerdi.
Bu benim içimde buruk bir şey oluşturdu.
"Tamam sor," dedim.
Gülümsedi.
"Ben zaten daha önce söyledim. Ama tekrar söyleyeceğim. Ben... seni seviyorum, Kıvılcım."
Gözümün içine öyle bir baktı ki, zaman durdu sanki.
"İlk günden beri... o inadınla, o gözlerinle, o kafanı eğmeden duruşunla. Kalbimin en darmadağın hâlinde bile seni düşündüm. Ne kadar inkâr edersem edeyim, ne kadar uzak durmaya çalışırsam çalışayım... olmadı. Sen içimde bir yer açtın. Kapısı hep sana açık olan bir yer..." Gözlerimin içine daha içten baktı. Kalbimin hızına yetişmiyotdum. Ellerim titredi. Yüzüm ısındı.
O devam etti. Her cümlesi kalbime dokundu.
"Ve eğer sen de bir gün, bir kere bile aynı şeyi hissettiysen... bunu bilmek istiyorum. Ama hissetmediysen de... yine de gitmeyeceğim. Çünkü ben seni, senin beni sevmeme ihtimalinle bile sevdim."
O sözleri duyduğum anda bir şeyler boğazımda düğümlendi. Kalbim delice atıyordu ama bu kez öfkeyle değil… bastırmaya çalıştığım, sakladığım, hatta kendime bile itiraf etmediğim duygularla.
Bir adım geri attım, ama kaçmak için değil, derin bir nefes alabilmek için.
"Sen beni sevdin mi bilmiyorum, Ateş. Gerçekten mi sevdin, yoksa yalnızlığının içine beni mi koydun. Ama ben… Ben kalbime intikam duygusu ve kardeşimden farklı birini koydum dedim ya, bu kişi sensin..."
Gözlerim dolmuştu artık, saklamıyordum.
Derin bir nefes alıp devam ettim.
"Sen o karanlığın içinde gülümseyebilen, parçalanmış ama hâlâ yürüyebilen bir adamsın. Ve ben her gece seni düşünürken uyuyamadım.
Kendimi kandırmaya çalıştım, 'yalnızca iş arkadaşı' dedim, 'bu geçer' dedim… Geçmedi.
Sen bana güvenmedin, bu canımı yaktı. Ama bak buradayım. Gitmedim. Çünkü… ben seni seviyorum, Ateş Uras. Saçma sapan gururların, kırgınlıkların, tüm geçmişinle birlikte seni seviyorum."
Gözlerimin içinden gözlerinin içine baktım.
"Şimdi söyle... hâlâ sevmeye cesaretin var mı beni? Bu kadar yaralı ve bir o kadar da kırgın bir kadını sevmeye cesaretin var mı?"
İlk kez mantığımı bir kenara bırakmıştım ve ilk kez istediğim ve zorunda olmadığım bir şey söylüyordum.
Benim sesim odada yankılandıktan sonra bir anlık sessizlik çöktü. Ateş’in gözleri doluydu, ama bu kez o güçlü durmaya çalışan adam yoktu karşımda. Karşımda sadece benim için incinen, pişman olan, seven bir adam vardı.
Bir adım attı. Sonra bir adım daha.
Bana yaklaştı, ama izin ister gibi duraksadı. Gözleri gözlerime değdi, sonra bakışları dudağımda, yanaklarımda, kalbimin üstünde dolandı.
"Ben hâlâ seni sevmeye cesaret ediyorum," dedi, sesi neredeyse fısıltıydı.
"Ve bu sefer, hiçbir şeyden kaçmayacağım."
O an... hiçbir şey söylemeden bir adım attım.
Aramızdaki mesafe kalmadı. Kollarını yavaşça açtı ve ben tereddüt etmeden içine yürüdüm. Sarıldı bana.
Sanki dünyadaki bütün sesler sustu. Sanki içimdeki fırtına dindi.
Omzuna başımı koydum.
O başını saçlarıma yasladı.
Konuşmadık.
Zaten kelimelere gerek yoktu.
Sadece o sarılış vardı... geçmişin acılarını, kırgınlıkları, pişmanlıkları unutturan bir sarılış.
Ve ilk kez... gerçekten güvendeydim.
...
Ayyy sonundaaaa
Evet, bu kadar bölümdür itirafı bekleyen herkesin içine su serptim sanırım ahakhaka
Kıvılcım gibi duygularını zor gösteren bir insanın açıkçası beni bu kadar uğraştıracağını biliyordum.
Aslında sürekli yeni olaylar çıktığı için de bu şekilde oldu diyebilirim.
Neysee beğendiniz mi ne düşünüyorsunuz?
Sevgiyle kalın💕
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |