43. Bölüm
𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃 / ATEŞ VE BARUT / Kaçış

Kaçış

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Benim kararlılık seviyemi sorgulamayın ehehehe.

Aslında tatile girdiğimiz için atmak istedim belki daha sonra atamam diye.

Buna bol bol oy ve yorum isterim hee😉

✨Bu arada bayramınız şimdiden mübarek olsunn✨

 

Sevgiyle kalın🦋

 

Fevkalade zaferlerim olmayabilir, fakat içinden sağ çıkmayı başardığım yenilgilerimle sizi şaşırtabilirim.

-Anton Çehov

                                                                                                                  ...

 

 

Hızlı bir şekilde arabaya atladık. Tabii benim hızlı dediğime bakmayın kesinlikle kaplumbağa ile yarışırdı.

"Kızım bu inatçılık fazla bak. Sana diyorum ki ben seni götüreyim ya da bir araba kapayım hemen. Anlamıyor musun?"

Bezmişti resmen benden.

"Anlamıyorum!" diye çıkıştım yürümeye devam ederken. " Ben kendim yürüyebilirim. Hem iki dakikalık yol yani şurası!"

İki adımında canım yandı ama belli etmedim.

"Aynen aynen yürüyebilirsin! Tövbe yarabbim ya!"

"Sinir problemlerin mi var acaba?"

"Benim mi varmış?"

"Yok yok kesin var. Bir psikoloğa görün istersen!"

"Sen de gelirsen neden olmasın!"

Fazla yüksek sesle konuşuyorduk. Etraftaki insanlar bize garip garip bakıyordu.

İkimizde sustuğumuza arabanın yanına gelmiştik. Ateş Uras hızlıca benim kapımı açtı ben bindikten sonra o da bindi. "Hava da baya bi soğuk ya. Klimayı açacağım."

Klima çalışmaya başlayınca kısa bir sürede biraz ısındım. Aslında istirahat etmem gerekiyordu. Ama içim hiç rahat değildi. "Isındın mı?" Diye sordu Ateş Uras yüz ifademe bakarak. Kafamı salladım.

"Evet, ısındım."

"Peki, ikimizde kahvaltı yapmadık yapalım istersen." Şuan açlıktan daha önemli dertleri vardı.

"Canım hiçbir şey istemiyor. İstersen sen yiyebilirsin."

"Ben kahvaltısız güne başlayamam. Beraber kahvaltı edeceğiz." Ben yemeyeceğimi söylemedim mi az önce beni dinlemedi mi?

"Ben yemeyeceğim."

"Seni duyamıyorum." Göz devirdim tabii o bunu görmedi.

Telefon titreşince ekrana baktım. Barlas arıyordu.

Ben konuşmadan o konuştu.

"Günaydın güzellik. Nasılsın bugün?"

"Günaydın. İyiyim sen nasılsın?"

"İyiyim. Biz de birazdan geleceğiz Aslı ile hastaneye. Haber vermek istedim."

Bakışlarım Ateş Uras'a döndü. O da hissetmiş gibi bana baktı. Tekrar önüme döndüm. "Kıvılcım?" Diyen Barlas'ın sesi ile irkildim.

"Barlas ben hastanede değilim."

"Anlamadım? Neredesin?"

"Bana bir telefon geldi Yılan mafyasından. Apar topar çıktım hastaneden. Onları bulmadan bana rahat yok."

"Saçmalama tek başına mısın? Hemen gelirim, konum at!"

"Hayır, gerek yok yanımda Ateş Uras var. Biz askeriyeye geçiyoruz sen de hemen oraya gel."

"Tamam, ama senin istirahat etmem gerekiyordu."

"Sorun yok. Yeterince istirahat ettim zaten. Hadi askeriye de görüşürüz."

"Tamam görüşürüz."

Kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Haklıydı istirahat etmem gerekiyordu. Ama yılan mafyası sevdiklerime zarar verebilirdi. Özellikle de Toprak'a.

"İyi misin?"

"İyiyim askeriyeye ne kadar kaldı?"

"Kahvaltı etmeden olmaz asker hanım."

"Ama-" diyecekken telefonum yine ve yine çaldı. Ateş Uras da benimle beraber kafasını telefon ekranında yazan isme çevirdi. Sadri Alaca...

Ben açmak için ekrana dokunurken Ateş'in ağzından belli belirsiz homurtular duydum.

"Alo?"

"Kıvılcım Hanım neredesiniz?" Sesi telaşlı geliyordu.

"Arabadayım."

"Hemen silahlarınızı kuşanın ve güvenli bir yere geçin. Yılan mafyasından olan iki araba tam arkanızda!" Dediğinde ilk başta ne dediğini kavramakta sıkıtı çektim daha sonra telefonu kulağıma yaslayarak arkadaki camdan arabalara baktım. Cidden üç ve belki biraz daha fazla araç vardı.

"Ateş, silahlar..." diye sayıkladım belli belirsiz. Ateş yüzüme bakıp, "Efendim?" diye sordu.

"Silahlar nerede?" Diye sordum daha yüksek sesle.

"Bende fark ettim asker hanım sakin ol. Koltuğun altında gizli bir bölme var orada."

Dediği yere baktığımda iki tane silah gördüm.

Hâlâ telefonda olan Sadri Alaca'ya döndüm.

"Tamam halledeceğim." "

"Merak etme bizimkiler yoldalar siz yine de dikkatli olun!"

"Tamam!" Deyip kapattım. Aşırı stresten midem bulanmaya, vücudum titremeye başlamıştı bile.

Ateş Uras, benim bu panik halime göre gayet sakin bir şekilde arabayı sürüyordu.

Bana döndü. Elleri hala direksiyondaydı.

"Şimdi ben onlardan uzak bir yere süreceğim. Ve sende arabalarının tekerlerine sık silahın ile. Ama çok dikkatli ol sayıca fazlalar ve mermimiz sınırlı."

Kafamı salladım. Barlas'ı aradım.

"Barlas hemen bize bir ekip gönder üç tane araba bizi takip ediyor. Muhtemelen yılan mafyası. Hızlı ol!"

"Tamam, geliyoruz," deyip kapattı.

Pencereden kafamı çıkartıp iki el ateş ettim. Birazcık durulur gibi oldular ama hayır hâlâ devam ediyorlardı.

Sonra kafamı bir daha çıkarttım. Sağ tarafımdan bir rüzgar geçer gibi olunca kafamı içeri soktum. Saliselik fark ile kurtulmuştum. Gözlerimi yumup deri derin nefes alıp verdim.

"İyi misin?"

Çok iyiydim(!)

"Evet, iyiyim ama az daha vuruluyordum. Nasıl atlatacağız bunları?"

"Birazdan ormanlık bir alana gireceğiz. Orada biraz şaşırtacağım onları. Arabayı bir yere park edeceğim. Sonra ikimizde dağa doğru koşacağız. Burayı bilmem bizim için bir avantaj. Yukarıda bir ev var orası babamın eski evi her türlü silah bulunur. Eğer 3 dakika içinde oraya ulaşırsak her türlü önlerine geçeriz. Ama senin koşman biraz sıkıntı olacak gibi," dedi ayağıma daha sonra karnıma bakarak.

Haklıydı. İnkar etsem de daha yürüyemezken koşmak saçma olurdu.

"Evet, o zaman ne olacak?"

"Ben seni taşırım," dedi yüzüme bakmadan. Arkamızda hâlâ adamlar ateş ediyordu.

"Beni taşıyabileceğini sanmıyorum."

"O kadar da ağır değilsin gibi."

"Hayır, o açıdan değil. Sen beni taşırken ateş edemeyiz. Ya bizi arkadan vururlarsa?"

"Ateş edebiliriz. Senin elinde silah olacak ve kafan biraz da olsa arkaya dönük olacak. Hem zaten onlardan erken gidersek bunlara gerek kalmaz."

Arabayı daha da hızlı sürdü. Adamlar arkamızdaydılar ama nedense iki tane olan arabalar bire düşmüş gibiydi. Bir yandan da Barlas'ı aradım.

"Neredesiniz Barlas?"

"Yerinizi tespit ettik en az on beş dakikaya oradayız. Beste ve Sadri Alaca bizim önümüzdeydiler. Arasana ulaşamıyorum ben!" dedi. Aramayı kapattım ve Beste'yi aradım.

İkinci çalışımda açtı.

"Beste neredesiniz?" Ses gelmedi.

"Beste?"

Yanımda Ateş'in sesini duydum.

"Kıvılcım, kapat telefonu iki deyince koşmaya başlıyoruz izimizi kaybettirdik!"

Telefona kısa süre baktım ve aceleyle kapattım. Arabayı gizli bir yere park etti. Sonra önce o indi etrafa baktı ve benim kapımı açtı. Biraz yürümeye çalıştım ama yapamadım. Etrafa göz atıp bana baktı.

"Tamam yoklar. Hadi hemen atla sırtıma!"

Yandan bir bakış attım ona. Nasıl atlayacağımı zannediyordu?

Atlayamayacağımı anlayınca derin bir nefes verdi. İki adımda yanıma geldi.

"Peki tamam. Şimdi ben eğileceğim, sen sırtıma atlarsın artık oradan?"

"Tamam, hadi zaman kaybettik."

Eğildi ve sırtına çıktım. Kollarımı boynuna sardım gevşekçe ve o da bacaklarımı sıkı sıkı tuttu. Biraz dengesini sağlamakta güçlük çekti ama başardı. Hızlıca dağa doğru koşmaya başladı. Benim keyfim yerindeydi ama o pek iyi değildi.

Arkamı kollamaya çalışırken. Bir anda arkadan bir ses geldi. Sanırım geliyorlardı.

Önüme baktığımda evi görebiliyordum.

"Evi gördüm! Çok yakınız ama geliyorlar galiba!"

" Merak etme asker hanım. Buradan ben çıkamasam da sen sağ çıkacaksın!" Dediğinde içim bir garip oldu. Niye böyle söyledi ki?

"İkimizde sağ çıkacağız," dedim kesin bir sesle.

Kısa bir süre sonra eve geldik. Ama kapıyı nasıl açacaktık?

"Kapıyı nasıl açacağız? Beni yere indir artık!"

Beni yere indirdi ve birkaç saniye de anahtarı buldu.

Kapıyı hızlıca açtı ve içeri girdik.

"Silahlar nerede?" Diye sordum.

"Gel benimle!"

Bir odaya girdik. Sonra halıyı kaldırdı ve alttaki gizli bölmeyi açtı başıyla aşağı inmemi işaret etti. Önce o sonra da ben aşağı indik.

İçeride her türden markadan silah vardı. Her rafta bir silah, bomba, bıçak türü malzemeler vardı. Gözlerim kocaman açıldı. Babasının neden bu kadar silahı vardı?

"Bu silahların hepsi ruhsatlı olamaz herhalde?"

"Değiller zaten. Kaçak yollarla buraya getirilmiş. Şuan ki konumuz bu değil. Adamlar burayı biliyorlar bu yüzden iki tane silah ve şarjör al yukarıda bekliyorum."

"Tamam," dedim o yukarı çıkarken kendime en uygun silahı bulup aldım. İki tane de şarjör aldım. Uzun menzilli bir silah alıp susturucu da taktım.

Sonra hemen yukarı çıktım.

Beste beni arayınca yerimde zıpladım anın heyecanı ile.

"Beste?" Dedim neredeyse bağırarak.

"Kıvılcım kaç saattir seni arıyorum. Konumunuz durdu şuan neredesiniz?"

"Dağa doğru yukarı çıkın bir ev olacak oradayız, lütfen biraz hızlı olun!"

"Tamam merak etme."

Telefonu kapattığımda Albay aradı.

"Albayım?"

"Kıvılcım, konumunu detaylı söyle hemen!"

"Albayım size bir konum attım. Ama o konumda bir yere kadar sonrasında-" derken bir bağırış sesi duymam ile telefonu kapatıp yukarı çıktım.

Kahretsin gelmişlerdi!

Kapıyı zorluyorlardı ve Ateş Uras da püskürtmeye çalışıyordu.

Hemen yanına gittim.

"Çok fazla kişi var. Buradan kaçmalıyız!"

"Çıkış var mı?"

"Var. Hadi hızlı!"

Kapıyı tutması için buzdolabını koydu. Sonra beraber az önce silah aldığımız yere gittik. Bir çıkış kapısı vardı.

Acil durumlar içindi sanırım.

Çıkıştan çıktık ancak arkamızdan gelenler vardı. Ben nasıl oldu bilmiyorum ama rahat bir şekilde koşuyordum.

Yani tabii canım açıyordu ama şuan bunu düşünecek durumda değildim.

Ateş Uras önde, ben arkadaydım. Ormanlık bir alana girdik bayağı bir engebeliydi.

Koşarken sürekli ayağıma taşlar takılıyordu. Hafif esen rüzgar terlemiş yüzüme ve sırtıma çarpıyordu. Hem çok susamıştım hem de çok boğazım acıyordu. Nefes nefese ilerlemeye devam ederken Ateş Uras birden durdu ve bende durdum.

"Ne oldu neden durdun?" Diye sordum ellerimi dizlerime bastırarak nefes almaya çalışırken. Önümde birkaç adam gördüm. Bir tane yaşlı göbekli bir adam vardı en önde hatta aynı Ateş Uras gibi siyah saçlı ve mavi gözlüydü.

Bunlar kimlerdi?

Ateş kıpırdamadan yerinde mıhlanmış gibi duruyordu.

"Kim bunlar?" Diye sordum merakla. Gözleri bir noktada donmuş gibiydi. Kafasını çevirip bana baktı.

"Babam..." dedi tükürürcesine. Yutkundum.

Babası mı? Yok artık!

"Oğlum, beni görmeyi beklemediğine eminim."

İkisi arasında soğuk bir bakışma geçti. Hatta Ateş'in yüz ifadesine bakarak içinde kopan fırtınayı gördüm. Küçük bir çocuğun yıllar sonra nefret ettiği babasını görmesi... Ve bu kişinin az önce bizi öldürmeye çalışan öz babası olması çok acımasızdı.

"Sen yaptın dimi? Pes diyorum doğrusu!" Diyerek olaya atladım.

Adam gözlerini bana dikti. Tek kaşı havada beni inledi. Dudağının kenarında memnun bir ifade belirdi. Ellerini ceplerine soktu.

"Sen de Kıvılcım Ateş'sin değil mi?"

"Adımı duymuşsun güzel. Bir Türk askerine zarar verebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun Kamil Cantürk. Değil mi yanlış söylemedim?"

Alaycı bir üslupla söyleyince Kamil Cantürk'ün de dudakları yana kıvrıldı yine.

Ateş Uras'ın önüne geçtim. Kafamı dikleştirdim. Silahımı çıkartıp tam alnına dayadım. Hiçbir şey yapamadı çünkü bir anda böyle bir şey beklemiyordu.

"Şimdi seni şuracıkta vurmadan teslim ol!"

"Kendini çok mu cesur zannediyorsun? Hem de topallayan bir bacak ve birkaç gün önce sırtına yediğin darbelere rağmen?"

"Bu bile cesaretimin bir göstergesi."

"Sizi buradan sağ çıkarmam. Siz bizim için önemli bir tehditsiniz. İkinizi bu dünyadan silmediğim müddetçe bana rahat yok."

"Sen bize karşı kazanamazsın Kamil Cantürk!" Dedi sonunda ağzını açan Ateş Uras.

"Öyle mi? Sayıca üstünüz sizden bu bile bir artı. Kıytırık bir askerle beceriksiz bir pilottan mı korkayım?"

"Sayıca üstün olmanız sizi yenemeyeceğimiz anlamına gelmiyor," dedim. Bize az önce kıytırık ve beceriksiz demişti değil mi?

"Önce senden başlayacağım, Kıvılcım Ateş."

"Kafama sıkmadan öldürürüm sizi beraber ölürüz. Birimiz hain birimiz kendi davası için yanıp tutuşan biri. Ben şehit olurum sen ise cehennemin dibinde kendine yer beğenirsin. Bana hava hoş."

"Edebiyat yapma!"

"Kes lan sesini piç herif! Bir de gelmiş karşımıza konuşuyor. Sen kimsin lan!" Diye arkamdan Ateş Uras'ın sesini duyunca ona döndüm. Mavi gözlerindeki fırtınaları görebiliyorum. Babasını içinde milyonlarca kez öldürmüş biri vardı karşımda. Belki fiziken değil ama ruhen öldü babası onun için. Bu çok acı ama gerçekti. Kim bu adamın çocuğu olmak ister ki...

"Bana ne yaparsan yap ama ona dokunursanız..." Önüme geçti ve devam etti.

"Sizi yeryüzünden kazırım! Bunu beceriksiz bir pilot yapar kıytırık bir asker için." Babasının yüzüne karşı söyledikleri babasının yüzünü düşürmüştü. Ben ise şaşkınca yüzüne bakıyordum. Kalbim göğsümü delecek kadar çok baskı uyguluyordu bedenime. Gözlerimi Ateş Uras'tan çekerek babasına çevirdim.

Babasının elinde bir silah vardı ve silahı ağır ağır hareket ettiriyordu.

Ona vuracaktı!

Babası ile bakışırken ben de fırsattan istifade ederek kimse gelmeden elimi usulca silaha yaklaştırdım zaten elimdeydi tetiğe basmam yeterdi. Derin bir nefes aldım ve odaklandım. Tam şuanda yapmam gerekiyordu. Sakin ol.

Fark ettirmeden bir an da babasını tam karnından vurmuştum. Mermi silahından savrulup babasının iğrenç bedenine isabet ettiğinde neredeyse sevincimden çığlık atacaktım. Sanki tam o anda zaman dondu. Ben bir çocuğun, bir annenin ve bir bebeğin intikamını almıştım. Ve hiç pişman değildim. Silahı yavaşça indirdim. Ateş Uras arkasını dönüp bana baktı. Sonra tekrar önüne döndü ve babasının kanlı karnını gördü.

 

"Gitmeliyiz!" Dedim ama o hâlâ ona bakıyordu. Ağzından kanlar fışkırıyordu yere düşmüştü. Ölür mü bilmiyorum ama yaşayacağını sanmıyorum.

"Ateş!" Dedim ellerini tutarak. Bana baktı. Şoka girmişti boş ve anlamsızca yüzüme bakıyordu.

"Gidelim!" Dedim tekrar. Kafasını salladı.

Son kez babasına baktı ve tekrar koştuk. Bu sefer ben ondan daha hızlı koşuyordum.

Saklanabileceğimiz bir yere gelmek üzere iken bir silah patlama sesi duydum. Ama koşmaya devam ettim peşimden de Ateş'i sürüklüyordum.

Mağara gibi bir yere girdik. Burada bulmaları zordu.

Ateş Uras'a dönüp baktığımda ellerinde kan gördüm.

Karnını tutuyordu. Onu vurmuşlar mıydı? Ne!

"A-Ateş seni vurdular mı?" Dediğimde yüzüme gülümseyerek baktı.

"İyiyim merak etme!" Dedi ama karnını tutuyordu.

Hemen tişörtünü çıkarttım. Karnını kurşun sıyırsa da kan çok fazlaydı. Bedenindeki izlere takıldı gözüm ve karnına sonra yeniden gözlerine baktım. Ne olursa olsun göz bebekleri gülüyordu.

"Ne yapacağım ben! Ne yapacağım? Ateş ne olur dayan!"

"Kıvılcım, iyi ki onu vurdun. Ben yapamazdım, buna cesaretim yoktu... İyi ki yaptın."

"Ateş şimdi bunları düşünme."

Telefonumu çıkarıp Barlas'ı aradım titrek parmaklar ile.

"Barlas, Ateş vuruldu!"

"Kıvılcım, iki saattir sizi arıyoruz yoksunuz ne oluyor?" Sonra dediğimi yeni fark etmiş olacak ki. " Ne! Ateş'in durumu ağır mı?"

"Karnını sıyırıp geçmiş ama kanlar durmuyor. Barlas ne olur hızlı ol ne olur!" Gözlerim dolmaya başladı.

Ateş Uras ise her şeyi kabullenmiş gibiydi. Bizi burada bulurlarsa onu buradan çıkartamazdım.

"Geliyorum kardeşim dayanın!"

Kapattı.

Ateş Uras'ın gözleri kapanıyordu. Yanına diz çöktüm bedenini sarstım.

"Ateş ne olur aç gözlerini! Kapatma!"

"Umut'a ve anneme iyi bak olur mu? Her şey için özür dilerim. Her şey için! Hakkını helal et!"

"Saçmalama! Kes böyle konuşmayı. Buradan çıkacağız!"

"Sana dedim değil mi ben çıkamasan da sen çıkacaksın buradan!"

"Böyle deme korkuyorum!"

Gerçekten çok korkuyordum!

Derken arkadan adım sesleri duymam ile kafamı o yöne çevirdim ellerim tetikteydi.

Barlas'ı görmem ile çölde su bulmuş gibi sevindim.

"Barlas hadi hemen götürelim onu!"

Barlas'ın arkasından da Melih, Sadri Alaca, Yaman, Bulut, Albay ve Beste geldi.

Beste hemen benim yanıma koştu. Diğerleri de Ateş Uras'ı alıp götürdü. Hemen bir ambulansa yerleştirdikten sonra ben de Beste ve Sadri Alaca ile hastaneye gitmiştim.

Sırtımdaki dikişler patlamıştı.

Hastaneye yatışım yapıldı ve bayılttılar.

...

Bölüm sonuu

Nasıldı bölüm?

Kıvılcım'ın Kamil vurmasına ne diyorsunuz?

Peki ya sizce Kamil Cantürk öldü mü?

Diğer bölüme kadar sevgiyle kalınn🦋

Bölüm : 28.03.2025 21:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...