62. Bölüm

Kırgınlığın Yankısı

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

 

Ben geldimmm o ve yorumlarınızı bekliyorummm

Keyifli okumalar✨

 

"Her savaşta galip gelirsin… ama kalbini kıran bir bakışa asla.”

                         ...

Bazen insanlar, hiç beklemediği kişilerden beklemediği şeyler görür ya... Yıkıldım desem yeridir.

O kadar yıl koşulsuz şartsız güvendiğim insanların bu şekilde daha ilk fırsatta şüpheye düştüğünü görünce açıkçası üzüldüm. Hem de çok fazla üzüldüm.

 

Beklemiyordum.

 

Ama anladım ki herkesten her şeyi bekleyeceksin. Ve herkesin aslında herkes gibi olması için bir sözün yettiğini de anladım. Onlara kırgındım.

 

Odama çıkarken beynimdeki düşünceler susmadı. Susturmak için de çabalamadım.

Üzerimdeki Ateş Uras'ın ceketi vardı. Çıkarmadım. Zaten üşüyordum.

Çok ıslanmıştım.

 

Gözlerimdeki yaşları kimse görmeden sile sile odama girdim. Kapıyı kilitledim. Üzerimdeki ceketi yatağın üzerine bıraktım.

Daha fazla dayanamayıp bende yatağın üzerine yığıldım.

Bazı şeyler artık bünyeme çok ağır geliyordu.

Küçüklükten beri yaşadığım şeyler normal değildi. Adil değildi. İyi değildi.

 

Kötü anılarım iyi anılarımdan fazlaydı. Hayat ne kadar acımasızdı böyle... Mutlu olacağım dediğimde kahkaha atıyordu.

 

Dayanamıyorum dedikçe üzerime geliyordu.

Acıyor dedikçe yarama tuz döküyordu.

Güven... Ne güzel kelimeydi.

Ve güven benim hayatımda neden hiç yoktu?

Neden herkese uğruyor beni es geçiyordu?

Ben insan değil miyim? Niye kimse bana inanmıyor?

Niye kimse beni görmüyor?

Niye hep ben acı çekiyorum?

 

Kolumdaki ize baktım. Gözlerim daha çok doldu. Sağ kolumda ateş izin vardı. Altı yaşımdan bana kalan tek şey. Ailemin ölümünü hatırladığım tek iz.

Ve her seferinde bana asıl amacımı anlatan tek hatıra.

 

Evet, benim amacım intikam değildi. Bunu yeni anladım. İntikam ile kimse iyileşmezdi.

Kimse geri gelmezdi. Ailem ölmüştü. Benim gibi binlerce kişinin ailesi ölmüştü.

 

Peki neden? Niye o evleri yakıp yıktılar? Amaçları neydi?

 

Masum insanların canlarından ne istiyorlardı? Para mı, kan mı, intikam mı?

Bu ülkeye niye hep zarar veriyorlardı?

 

Bilmiyorum. Ama bulacağım. Madem kimse benim tarafımda değil o zaman bende kimsenin tarafında değilim.

 

Ceketi üzerime yorgan gibi alarak gözlerimi kapattım. Bugün yeterince üzüldüm. Bu kadar yeterdi.

 

Yeter Kıvılcım. Hep sen mi üzüleceksin? Sakın ağlama. Sakın.

 

Sabahın ilk ışıkları yüzüme vurduğunda gözlerimi hafife araladım. Mavi gözlerim sap sarı güneş ışığı ile buluştuğunda küçük bir gülümseme yerleşti pembe dudaklarıma.

 

Sahi ne çabuk güneş doğdu ve ne çabuk uyandım. Uzun ve yeterli hatta bana fazla bile gelecek bir uykudan uyanmıştım.

 

Rüyamda annemi ve babamı gördüm. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Ama beni görmediler. Görünmez oldum sanki.

 

Toprak da yoktu. Sadece ben ve onlar.

Bu tür rüyalarda buluşuyorduk hep. Ama hiç benimle konuşmuyorlardı.

 

Olsun, yine de görüyordum onları. Bu bana yeterdi.

 

Belki ileride buluşurduk onlarla. Her şeyi hallettiğimde herkes mutlu olduğunda, Toprak büyüdüğünde.

 

Sonuçta eninde sonunda buluşacaktık. Değil mi?

 

Üzerimde dünden kalan siyah elbisem hâlâ duruyordu. Makyajımı bile silmemiştim.

Önce sıcak bir duş aldım hemen. Yaklaşık yarım saat sonra üzerimi giyindim. Kırmızı saçlarımı kuruturken telefonum titredi.

Bâki Komutan arıyor.

Gözlerimi büyütüp havluyu bir kenara koydum. Dün hâlâ izlerini belli ediyordu. Dün bana attığı iftira gözümün önündeydi.

Derin bir nefes aldım ve aramayı yanıtladım.

"Efendim Bâki Bey?" Sesim buz gibiydi.

"Kıvılcım, hemen kışlaya gel."

"Peki komutanım." Komutanım olduğu için bir şey diyemiyor olmak canımı sıkıyordu.

Yönetilmeyi değil yönetmeyi severdim.

Telefonu kapattım. Dünü unutmadım. Unutmayacaktım.

 

Üzerimde, ütüsü kusursuz yapılmış, koyu yeşil kamuflaj üniforması vardı. Omuzlarımda gümüş renginde, parlak ışıkta hafifçe yansıyan iki kalın çizgi rütbemi belli ediyordu. Göğsümde isimlik ve kan grubunu gösteren küçük bir arma, sol kolumda ise birliğimin sembolü işlenmişti. Kemerime takılı tabancam, adımlarıma sertlik ve otorite katarken; parlak siyah postalları zeminde tok sesler çıkarıyordu. Şapkamı hafif eğik taktım, bakışlarım sert ve kararlıydı. Duruşumdaki disiplin, kıyafetimin düzeniyle birleşince daha da çarpıcı hale geliyordu; sanki tek başına bile birliğin bütün düzenini ayakta tutabilecekmiş gibi.

 

Kırmızı saçlarımı ensemde topuz yaptım.

Telefonum ikinci kez çaldı.

Bu sefer arayan kişi dün çok kırıldığım, bana inanmayan, ve benim de ona karşı duygularımı kendime açıklayamadığım Ateş Uras'tı.

 

İlk başta açıp açmamak konusunda tereddüt ettim.

Ve meşgule attım.

İkinci ve üçüncü çalışında da aynı şeyi yaptım.

Dördüncüde odamın kapısı sert bir şekilde çalındı.

Muhtemelen oydu.

Kapıyı açmadım. Ses de çıkarmadım gitsin diye.

Ama ısrarla çaldı.

Çaldı ve yine çaldı.

Sonuncu çalışınca bağırdı.

"Kıvılcım! Aç şu kapıyı! İçeride olduğuna eminim."

Cevap vermedim.

Açmadım da.

"Hadi aç. Lütfen. Aç kapıyı hadi. Özür dilerim. Aç kapıyı konuşalım. "

 

Burnumun direği sızladı aynaya baktım. Dün ağladığım için kızarık ve şişmiş olan gözlerime baktım.

 

Bu yüzden onu affetmedim.

"Hayır. Derhal git."

"Üçe kadar açmazsan kırarım kapıyı!"

"Yapamazsın."

"Şüphen mi var?"

"Yaparsan bir daha yüzüme dâhi bakmazsın."

Derin bir nefes alıp yeniden kapıya vurdu. Ben dediğimi yapardım. Bana bu şekilde kabaca davranamazdı.

 

Haddini bilmeliydi.

"Bak, ben... Dün için özür dilerim. Lütfen. Affet beni. Asker hanım. Ben sadece afalladım bir anda. Öyle bir şeyi asla düşünmezdim. "

Kahkaha attım histerik bir şekilde. Sonra kapıyı açtım. Pişman gözlerle beni izleyen Ateş Uras'a baktım.

Üzerinde siyah bir eşofman altı ve gri bir tişört vardı.

Mavi gözlerim onunkilere nazaran buz gibiydi. Onun gözleri ise deniz gibi dalgalıydı.

 

"Affetmeyeceğim. Seni de diğerlerini de. Yeterince kalbimi kırdınız. Daha ne istiyorsunuz? Benden ne istiyorsunuz?"

 

Elini uzattı ellerime dokunmak için. Belki ellerinin arasına almak için.

Ama ben ani bir refleks ile ellerimi arkamda birleştirdim.

Bu da kesin bir şekilde dokunma demekti.

Arkamı dönüp ceketini aldım ve ona uzattım.

"Al. Bu da senin. "

Almadı. Boş gözlerle cekete sonra da bana baktı.

"Sende kalsın."

"Ben ne yapayım bunu? Erkek ceketi bu."

Derin bir nefes verdi. Almak istemiyordu. Ya da benim ona vermeme kızmıştı.

 

Benim bakışlarım netti. Duyguyu göremezdiniz. Çok iyi gizlerdim. En iyi özelliğim buydu.

Gizlemek, saklamak.

İçimin yandığı yerlerde buz gibi durmak.

 

Sonra hayatımda aslında birçok şeyin olduğunu ama benim bunların hiçbirine verecek bir tepkimin kalmadığını öğrendim.

İnsan çok şey yaşayınca yaşadığı acıları unutamıyor. Onlara kafa yorduğu içinde diğer dertlerine pek fırsatı kalmıyor.

 

Kalp öyle bir organ ki... Yaşadığı onca şeye rağmen hala atıyor. Varlığını belli edercesine.

Sonra hayatımda aslında birçok şeyin olduğunu ama benim bunların hiçbirine verecek bir tepkimin kalmadığını öğrendim.

İnsan çok şey yaşayınca yaşadığı acıları unutamıyor. Onlara kafa yorduğu içinde diğer dertlerine pek fırsatı kalmıyor.

 

Kalp öyle bir organ ki... Yaşadığı onca şeye rağmen hala atıyor. Varlığını belli edercesine.

 

Ve belki de yokluğunun ne denli felaket olacağını anlatmak ister gibi.

 

Elimdeki ceketi aldı. Ama alırken elimle eli biraz temas etti. İstemsiz bir sıcaklık yayıldı vücuduma.

 

"Sen göreve gidiyorsun sanırım?" Diye sordu bu sefer. Üzerimdeki üniformayı inceleyerek.

"Evet."

"İyi," dedi. "Hâlâ affetmedin mi?"

Göz devirdim.

"İki dakika önce nasılsam şimdi de aynıyım."

Telefonum sesi ikimizi de böldü. Yüzüne bakmayı kesip telefonuma döndüm.

Bâki Bey yine arıyordu.

"Efendim?"

"Neredesin? "

"Geliyorum, komutanım. "

"Hemen!"

"Emredersiniz."

Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Ateş Uras yanaklarını şişirip şişirip sıkıntıdan patlatıyordu.

Gözlerinde merka vardı. Ama soru sormaya çekiniyordu.

"Sor sorunu!"

"Sormayacağım. Zaten cevabı belli. "

"Anlamadım?"

"Bu adamın seni kullanmaya çalıştığı belli. Piç herifin teki. Bizimle geri dönmek istemediğine emin misin?"

Geri dönmek mi? Hayır. Şimdilik burada kalmam gerekiyordu.

"Eminim. Burada kalacağım. "

Gözlerindeki son umut kırıntısı da söndü.

kafasını salladı. Ceketi sımsıkı tutuyordu.

"Peki, sen bilirsin. "

Yanımdan geçip gitti. İçimde derin bir hüzün oluştu. Neyi bekliyordum? Reddettiğim yere gitmeyi mi? Yine aynı acıları çekmeyi mi?

Acı çekmeye doymadın mı Kıvıl? Diye sordum kendime.

Cevap yoktu. İnsan acı çektiği yeri özler miydi? İçinde sevdiği insanlar varsa neden olmasın. Ama ya o sevdiği insanlar sana ihanet ettilerse? Daha ilk hamlede sana güvenmemeyi seçtilerse?

 

Hadi cevap ver Kıvıl! Yok.

Cevap da yok seste.

 

Evden çıkarken arkamda arkadaşlarımı ve kardeşimi bırakmıştım. Zaten lojmanda kaldığım için askeriye daha yakındı. Hızlıca gittim.

 

...

Baki Bey sabah içtiması yapmış ve herkese görev dağılımını vermişti. Ben işlerimi hallettikten sonra çay içiyordum.

Bir yandan da dün yaşananları düşünüyordum.

Baki Bey'in yüzüne hâlâ nasıl bakıyordum bilmiyorum. Ama midem bulanıyordu artık bu halimden.

 

Pencereden dışarıya bakarken eğitim alanını, brifing yerini inceledim.

Gökyüzüne kaydı gözlerim. Güneş bulutların arkasına gizlenmişti. Rüzgar esiyordu. Ağaçların dalları hafifçe kıpırdıyordu.

 

Yanımdan bir sandalye çekildi. Bâki Bey'di.

Göz devirmek istedim ama yüzüne bile bakmadım. Sadece komutanım olduğu için kısa diyaloglar kuruyordum.

 

Onun dışında yüzüne bakmak bile sinirimi bozuyordu.

 

"Sana da günaydın," dedi çay kaşığı ile çayını karıştırırken.

Cevap bile vermedim. Dün resmen üzerime iftira atmıştı. Ve bizimkiler de salak gibi bunu yemişti.

Şaka gibi gerçekten.

"Kıvılcım?" diye sordu.

"Efendim?" Ona bakmadım.

"Dün için böyle davranıyorsun. Değil mi?"

Nasıl davranacaktım. Gülüp oynayacak mıydım?

"Ne bekliyordunuz Baki Bey?"

"Gerçek yüzlerini gördün. Bence o adamdan uzak dur."

Çayını dudaklarına götürdü.

Benim ise telefonum titredi.

Açmadan önce Baki Bey'e cevabını verdim.

"Sizin de gerçek yüzünüzü gördüm. Ve size karşı herhangi bir duygum da yok. Bunu da unutmayın."

Yanından geçip giderken telefonum yine titredi. Bakmadan açıp kulağıma yasladım.

"Alo?"

"Kıvılcım."

Barlas'ın sesiydi bu. Ona da kırgındım.

"Efendim?"

"Neredesin?

"Kışladayım. Bir sorun mu var?"

"Hayır. Bir şeyi haber verecektim. Biz iki gün daha buradayız. Haber vereyim dedim."

İki gün daha mı? Bugün hemen gitmelerini istiyordum. Yüzlerine bakmaya bile tahammülüm yoktu kimsenin.

"Neden?" Diye sorduğumda iki saniye kadar ondan ses gelmedi. Sonra cızırtılı bir şekilde konuştu.

"Sevinmedin mi?"

"Hayır."

"Kıvılcım, dün olanlar-"

"Dünde kaldı. Artık umurunda değil. Kimin ne olduğunu anladım."

Umurumdaydı. Yalan söylüyordum.

"Kendi adıma özür dilerim."

Adımlarımı yavaşlattım. Elimdeki çayı düşürmeden bir yudum daha içtim.

"Sonra konuşalım mı? Hadi görüşürüz."

Telefonu kapattım. Cebime koydum.

 

İlerlemeye devam ettim. Ama artık beynimde birden çok düşünce vardı.

Affetmek kolay mıydı?

Bilmiyordum. Ben hiçbir şey bilmiyorum.

Artık kendimi bile tanımıyorum sanki.

 

Telefonumun yeniden titredi. Cebimden çıkardım.

Ekrana baktım bu sefer.

Ateş Uras'tı.

Göz devirdim. Bu adam beni niye rahat bırakmıyordu?

 

Elimdeki çayı kışladaki mutfağın tezgahına bıraktım. Telefon durmaksızın çalıyordu.

 

Açmak istemiyordum.

Ama açtım.

Kararlılık seviyem bu kadardı işte.

"Efendim?" Dedim bezgince. Beni aramayıp sormasınlar. Dünü unutmaya çalıştıkça hatırlıyordum.

"Şu telefonu niye ilk aramada açmıyorsun?"

"Sanane?"

"Bâki Beyefendinin telefonunu iki saniyede açan kişi mi söylüyor bunu?"

Göz devirip sesini kıstım.

"Ne istiyorsun Uras?"

"Seni."

Yutkundum. Ne saçmalıyor bu yine? Aklımı başımdan alacaktı.

Su bardağı ile su doldurup bir yudum aldım.

Ama su az kalsın boğazımda kalacaktı. Neyseki bardak düşmedi.

"Saçma saçma konuşma. Ve sadede gel!"

"Kıvılcım," dedi daha yumuşak sesle. "Ne zaman geleceksin?"

"Paşa gönlüm ne zaman isterse."

"Paşa gönlünü seveyim Kıvılcım. Konuşmamız gerekiyor."

"Konuş, dinliyorum," dedim derin bir nefes verip. Mutfağın camına yaklaştım. Manzarayı izlerken bir kulağım da telefondaydı. Bir süre ses gelmedi.

Kapattı sandım. Ama arama devam ediyordu.

 

"Orada mısın?" Diye sordum.

"Eve gelince konuşalım. Kolay gelsin," dedi ve kapattı.

 

Bu adamın dengesiz tavırları beni yoruyordu artık. Bir de söyleyecekse söylesin. Bir de onun nazını mi çekeceğim? Saçmalık.

 

...

Eve döndüğümde geç olmuştu. Yarın nöbet alacağım için bugün erken çıkmak istedim.

Bilmiyorum belki de içimdeki bir yer bana Ateş Uras'ın ne diyeceğini merak ettiğini fısıldıyordu.

 

Onları affetmek istemiyordum pek. Ama Baki Bey'den de nefret ediyordum.

Yine de gün boyunca hepsinden ayrı ayrı mesaj aldım. Hiçbirine cevap vermedim.

Ama hepsini okudum.

 

Melih her dakikada komik video atıyordu, Aslı mesaj atıyordu, Barlas iki saatte bir arıyordu ama yarısını açmadım kısa cevapla verdim.

Ateş Uras ise o konuşmadan sonra ne aradı ne de mesaj attı.

Bu beni biraz şaşırtsa da umrumda olmaması için gayret gösterdim.

 

Bilmiyorum bu şekilde çabalamaları biraz da olsa direncimi yıksa da pes etmeyecektim.

Yani umarım.

 

Eve gitmeden önce markete uğrayıp alışveriş yaptım daha sonra da ekmek aldım.

Toprak çoktan okuldan gelmişti. Biraz önce onunla konuşmuştuk.

 

Lojmanın önünde durdum. Poşetleri bagajdan aldım arkamı döndüğümde Ateş Uras ile karşılaşmayı beklemiyordum.

Elleri ceplerinde, siyah bir hırka ve kot pantolon giymişti.

Sırıtıyordu.

 

Onu görmeyi beklemediğim için şaşkınca baktım yüzüne. Az daha poşetleri yere düşürüyordum.

 

Neyseki sıkıca tutmuştum.

Kaşlarımı havaya kaldırdım.

"Ödüm koptu!" Diye bağırdım.

Bir adım attı ve yüzüme baktı.

"Pardon. Ben yürüyordum da seni görünce yanına gelmek istedim."

"Ya sabır!" Başımı havaya kaldırdım. Sonra ona baktım. Elimdekileri aldı hemen.

"Gerek yok taşırım," diye direttim ama pek dinlemedi beni.

"Konuşabilir miyiz?"

"Konuş dedim ya Ateş? Dinlemiyor musun beni?" Diye çıkıştım sinirle.

Arabanın önündeydik. Onun elinde poşetler vardı ben ise yüzüne avel avel bakıyordum.

Derin bir nefes aldı. Bana göre daha sabırlıydı.

"Dün hakkında konuşmak istiyorum."

"Dün dünde kaldı dedim. Onu da mı duymadın?"

"Sağır değilim duydum herhalde!" Diye çıkıştı ama sonra sesini düşürdü.

"Affet artık yaptık bir hata. Zaten o adamı görürsem-"

"Ne yapacaksın?" Diye sordum bir adım yaklaşarak. "Dün yapmadığın ne yapacaksın?" Dedim sakince. Ama sakinliğim çok kısa sürmeyecekti eminim.

 

"Öldüresiye döveceğim. Onun dilini keseceğim. Dün yapmadığım ne varsa yapacağım."

Saçmalıyordu. Gerçekten.

"Kıvılcım, babamın nasıl bir adam olduğunu biliyorsun değil mi? Ben de onların içinde büyüdüm. Ve o adam da onlardan farksız değil. Bu kadar saçma bir iddiayı ortaya atıp sonra da arkasını yaslanacak bir adam. "

Gözlerinde öfkeyi net bir şekilde seçiyordum.

Tamam, bu sefer ona katılıyordum. Bende o adamı sevmiyorum. Ama burada kaldığım süre boyunca onunla yüz yüze bakacağım her gün. Komutanımdı o benim.

 

Bunu o anlamıyordu işte. Dün de bu şekilde söyleseydi o adamın ağzını kapatacaktı.

 

Ama yapmadı. Şimdi yapsa ne olacak?

Ne değişecek?

Hiçbir şey.

Olan oldu.

"Dün neden bir sey söylemedin o zaman? Ona inandıız. Ona zafer kazandırdınız."

 

"Ona inanmadım! İnanmadım anla artık."

Kahkaha attım. Hepsi gitmişti dün. Ben orada tek başıma islandım. O adam Zafer kazandı.

"O adam ikimizin yan yana durmasını istemiyor. O adam piç herifin teki anla artık!"

Diye bağırdı elindeki poşetleri sallaya sallaya.

Cevap vermedim. Haklıydı çünkü.

Yüzüme buz gibi bakıp devam etti.

"İnan bana… Kıvılcım, dünya başıma yıkılsa, dönüp bir kere bakarsam yüzüme tükürsünler, umurumda bile olmaz. Ama sen bana kırılınca… sanki tüm evren çöker gibi hissediyorum. Senin kırgınlığın içimde fırtına koparıyor. Öyle bir etkin var bende..."

 

Bu cümle beni yerimde sallandırdı. Kalbim sanki yerinden çıkacak kadar hızlı attı.

Bunu söylerken öylesine yumuşak ve çaresiz bir cümle kurmuştu ki... Ben insanlar üzerinde etki bıraktığımı daha önce yani bu cümleyi kulaklarım işitenen kadar hiç fark etmemiştim.

 

Dilim lâl oldu sanki. Ne diyeceğimi nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim.

 

Ateş Uras'in gözleri hafif nemli, yüzünde garip bir sıcaklık vardı. Ben ise resmen dönmüş gibiydim. Havaalanında seni seviyorum demesi bile bu kadar büyük bir etki yaratmamıştı bende.

 

Ben seviliyormuşum. Etki bırakıyormuşum...

Bunu 25 yaşında öğrendim. 25 yaşında kadar sevildiğimi, değer gördüğümü bilmiyordum.

 

25 yaşında bu denli yaşadığımı hissetmedim.

Ama şimdi tam olarak şuan bunu iliklerime kadar hissettim. Belki çok etkili bir cümle değildi. Belki yalandı. Ama bu cümle doğru olduğuna inandığım bir cümleydi.

 

                         ...

Evettt nasıldı bölüm beğendiniz miiii???

Biraz kısa oldu sanki ama bir sonraki bölümü çok uzatmaya çalışacağım.

Bu bölümde pek olay yoktu. Kıvılcımin iç çatışmasını okuduk.

Ve Ateşin son söylediği cümlenin bizim Kıvıl'ı ne hale getirdiğini öğrendik.

Aslında Kıvılcım küçükken sevgi görmediği için ve hep kendi başına olduğu için bu duygulara yabancı ve bu yüzden de Ateş ve çevresine sert davranıyor.

Çünkü sevgi dilini pek bilmiyor. Ama öğreniyor ha ne dersiniz?

Sizce gidişat nasıl? Yani kurgu güzel mi ilerliyor?

Cevap ve düşüncelerinizi merka ediyorum.

Sevgiyle kalın💞

Bölüm : 19.08.2025 20:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...