

Merhaba, aslında oy sayısını geçemedik ama meraklı bir şekilde okuyan okuyucularım için bu bölümü atmaya karar verdim.
Ancak lütfen bu bölüme gerekli oy ve yorumu yapın.
Sinir koymuyorum ama istediğim kadar oy ev yorum gelmezse de atamayacağım.
Sevgiyle kalın✨
Düzenlendi.
"Güvenli hissettiğin yerde hayal kırıklığına uğramak ağır bir travmadır."
...
Gözlerimi araladığımda karşımda telefonu ile ilgilenen bir Beste gördüm.
Benim uyandığını görünce hemen yanıma geldi.
"İyi misin?" Diye sordu
"İyiyim. Ateş Uras nasıl iyi mi? Yaşıyor de ne olur!" Yalvaran gözlerle ona baktım.
"Atilla'nın söylediğine göre karın boşluğuna gelmiş kurşun yani durumu iyi. Ama müşaade altında yani onu göremiyoruz."
İçimden bir oh çektim.
"Peki ya babası?"
"Kim Kamil Cantürk mü?"
"Evet."
"Onu bilmiyorum ama sanmıyorum senden sonra bir kişi daha kalbinden vurmuş. Biz geldiğimizde kimse yoktu etrafta. Geri çekilmişlerdi."
Kafamı salladım.
"Şimdi bunları düşünme. Dikişlerin patlamış ama tekrar dikildi. Şimdi gerçekten dinlenmelisin bu sefer senin başından ayrılmayı düşünmüyorum. Bu arada gerçekten iyi iş çıkardın!"
Ardından içeri Barlas girdi. Direkt gelip bana sarıldı gözleri yaşlıydı.
"Sana bir şey olur diye kendimi parçaladım. Kıvılcım kaç gündür neler yaşadık biz ya! Sana bir şey olur diye aklım çıktı yerinden. Bir haftada iki oldu bu ve bir kere daha olursa yaşayamam!"
Ağlamaya başladım.
"Onları bulmadan bana rahat yok Barlas."
"Sana yaşantılarının daha da ağırını yaşayacaklar kardeşim merak etme!"
"Bana yaşattıklarından daha ağır ne olabilir? Ateş'in babasını öldürdüm. Ateş Uras'ın gözlerinin önünde!"
"Evet, ama sen görevini yaptın. Aksi takdirde ona zarar verebilirdi ya da sana."
"O iyi mi?"
"İyi merak etme. O da ayrı korkuttu beni. Tamam bazen gıcık oluyor ama onsuz da sıkıcı olur bu hayat. Hem senin için kendini tehlikeye atmış. Bu da dostumun dostu dostumdur demek."
Güldüm, o da güldü ve Beste de güldü.
İçeri Sadri Alaca girince toparlandık. İçeri girdiğinde Önce Beste'ye baktı. Sonra da bana döndü.
"Kıvılcım Hanım, iyi misiniz?"
Buruk bir gülümseme ile "iyiyim" dedim. Ama enkazdım. Ateş Uras'ın o hâli gözümün önünden gitmiyordu ve her defasında daha fazla bir ızdırap çekiyordum.
Ben vurmasaydım, o adam vuracaktı onu. Oğlunu vuracaktı resmen. Bu kadarı çok fazlaydı.
"Kamil Cantürk öldü," dedi.
"Bir pislik daha dünyadan silindi demek bu," dedi Beste.
"Cidden dünya bir şey kaybetmedi kazandı," dedi onu onaylayarak Barlas.
"Daha önce orada olabilirdik. Ancak bizi de tuzağa düşürdüler ve çatışma yaşadık. Neyse ki size bir şey olmadı," dedi Atilla.
"Teşekkür ederim yine de."
"Ne demek."
"Beste ve sana da tuzak kurulmuş doğru mu?" Diye sordum. Beste'ye bakarak cevap verdi.
"Evet, doğru. Ama benim sayemde kurtulduk," dedi alaycı bir şekilde.
"Aynen en son o adam senin kafana silah dayıyordu. Mafya olmak bu kadar işte!" dedi Beste de aynı alaycı tavırla. Atilla yerinde dikleşti omuzlarının kasıldığını ve bir şeye çok öfkelendiğini anladım. Beste'ye baktı.
"O adam sana dokunmasaydı öyle bir şey yapamayacaktım!" Dedi. Adamlar Beste'ye mi dokunacaktı? Beste kendini korumuş olmalıydı. Ama bit noktadan sonra adi adamlar ona dokunmuş olabilirdi. Kanım çekilir gibi oldu. Barlas'a baktım. Sorun yok dercesine dudaklarını oynattı.
İyiydi. En azından ona dokunmalarına fırsat kalmadan Atilla yetişmişti.
Beste ve Atilla birbirine dik dik bakıyordu.
"Neyse gençler siz birbirinizi parçalanmadan geldiniz ya buna da şükür," dedi Barlas gülerek.
Hafifçe tebessüm ettim bende. Bir anda kapı açıldı ve içeri Aslı gözleri yaşlı bir şekilde geldi.
Hemen gözleri beni buldu ve koşarak gelip bana sarıldı. Sarı saçları dağınıktı, üzerini bile düzgün giymeden gelmişti. Sanırım çok endişelenmişti.
"Kıvılcım, çok korktum!"
"Sakin ol iyiyim!"
"Niye bana haber vermediniz?" Dedi üzerimi incelerken. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Burnunu çekti.
"Zaten zor kurtulduk hem senin yapabileceğin bir şey yoktu," dedi Barlas.
"Ateş Uras nasıl?"
"İyi ama hâlâ yoğun bakımda."
"İkinizde iyisiniz Allah'a şükür."
"İyiyiz bir sorun yok."
"Yine aynı kişiler değil mi?" Dediğinde başımı salladım usulca. Maalesef ki aynı kişilerdi.
İçeriye hemşire girdi ve hepsini dışarı attı.
Rahat bir nefes aldım.
...
Aradan üç saat geçti. Albay bu sefer ziyaret etti ama çok kısaydı. Ve bana bir dolu nasihat verdi yine.
Bana baba sıcaklığında yaklaşmasını seviyordum.
Şimdi de Ateş Uras'ın yanına gidiyordum. Barlas'ı zorla da olsa ikna etmiştim.
Ateş Uras yoğun bakımdan çıkmıştı. Umut veya annesi de yanına gidemeyeceğinden ben girmek istedim. Yalnızlık gerçekten zor bir durum. Onu en iyi ben anlıyordum. Sanırım.
Doktor üzerime bir sürü şey giydirdikten sonra içeri girmeden önce sadece beş dakika uyarısını da yaptı.
Onaylayıp içeri girdim nihayet.
Gözleri kapalı öylece duruyordu.
"Ateş Uras," dedim kısık sesle. Sesim biraz titrekti. İyi değildim. Hiç değildim. "Ben geldim..."
Ses yok.
"Nasıl hissediyorsun kendini?" Diye sordum belki duyar diye. Ellerimi önümde birleştirdim. Çenesine kadar örtü çekilmişti. Serumlar vardı kollarında. Nabzı iyiydi. Siyah saçları nemliydi, yüz ifadesi düzdü.
"Senin için çok endileşelendim..."
Beni duymayacağını biliyordum ama hissedeceğinden emindim. Hâlâ gözleri kapalıydı.
Gözlerimi ellerime sabitledim. Uyanmayacaktı sanırım.
Bir hareketlilik hissettim. Soğuk ellerim başka bir soğuk elle temas etti. Bu garip bir histi çünkü beni duymadığına neredeyse emindim. Ateş Uras ona çok yakında tuttuğum sağ elimi gevşek de olsa tuttu. Ve gözlerini yavaş yavaş açtı.
Mavi gözleri mavi gözlerime indiğinde tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım.
"Kıvılcım," dedi sesi çok duyulmuyordu. "Sen iyi misin?" Diye sordu.
Gözlerim dolmuştu burnumu çektim. Kafamı salladım. Ellerini sıkıca tuttum. Bakışları ellerimize indi sonra yeniden gözlerime baktı. Görmekte biraz zorlanıyor gibiydi.
"Evet..." Dedim. " Evet, ben iyiyim. Sen nasıl hissediyorsun kendini?" Bakışlarımı benden çekip derin bir nefes alarak tavana baktı.
"Bilmiyorum. Bir şey hissetmiyorum." Sormak istediği soruyu anlamıştım. Ama o sormadan söylemek istemiyordum. Kısa bir sessizlik oldu. "O öldü mü?" Diye sordu. Sessizlik bozuldu. Konuşamadım. Mimiksizdim.
Bana kızgın mıydı? Belki babasını bu şekilde öldürmek istemiyordu? Bu düşünceden bir türlü kurtulamıyordum.
Babasının öldüğünü anladı. Yüzünü bana çevirdi. İçimden geçeni tahmin etti sanırım.
"Sana kızgın değilim. Az bile yaptın, intikamımı aldın. Kendini suçlu hissetme, lütfen. Senin bir suçun yok."
Bunu samimi söylemediğini hissettim. Bilmiyorum, belki o samimiydi. Ama benim içimdeki kız çocuğu babasını bir başkasınım öldürüldüğüne sevinmezdi. Ki bu zaten gerçekti. Ben altı yaşında babamın ve annemin gözlerimin önünde vahşice öldürüldüğünü görmüş bir kızdım. Ve o kız affetmiyorsa, Ateş de -her ne kadar babasını sevmese de- affetmez gibi geliyordu.
Ve bu düşünce benim gibi taş kalpli sayılacak insanı bile ürkütüyordu.
"Babanı o şekilde görmemeliydin, Ateş Uras. Çok özür dilerim ama o seni öldürebilirdi. Kendimi sana karşı suçlu hissedi-" Lafımı kesti.
"Hissetme, Kıvılcım sakın hissetme!" Dedi sert bir sesle.
Gözlerine baktım. Evet, bu sefer samimiydi. Gözlerimizin temasını keserek duvar saatine baktım. Az bir vaktim kalmıştı.
"Benim gitmem gerekiyor, Ateş Uras süre doldu ama yine gelirim."
Ayağa kalktım. Ateş'in gözleri üzerimde gezindi. Kaşları çatıldı.
"Bu hâlde buraya nasıl geldin sen?"
"Barlas sayesinde zor olmadı."
Tam arkamı dönmüş gidiyorken cümlesi beni durdurdu. "Kıvılcım, bir şey soracağım."
"Sor tabii," dedim, arkamı dönerek. Ne soracaktı?
Yutkundu. Yüzündeki garip bir tebessüm kondurdu.
"Gidenler ruhumuzdan da bir şeyler götürüyor mu?"
Ona cevap vermek için ağzımı aralayacakken dıştan Barlas'ın sesini duydum.
"Kıvılcım çık artık!" Çünkü zamanım dolmuştu.
Gözlerine bakmaya devam ediyordum.
"Tamam geliyorum," dedim bağırarak. Ardından Ateş Uras'a döndüm. Kafamı salladım. Götürmeseydi ben bu kadar eksik kalır mıydım?
"Götürüyor Ateş Uras. Benden götürdü..." Dedim ve hiç beklemeden çıktım.
Dışarıda Barlas beni bekliyordu. Ben geldiğimde hemen tekerlekli arabama bindirip odama götürdü.
Benim gözlerim hâlâ yaşlıydı.
Odama gittiğimde direkt uyudum.
...
ATEŞ URAS CANTÜRK
İnsanın hayatında çok değişik evreler oluyordu. Doğum ve ölüm... Benim için hâlâ korkutucuydu. Mesela doğum hiç olmayan bir insan bir anda doğuyor, nefes alıyor ve yaşıyordu. Hayatın gerçekleri ile tanışmamış tertemizdi.
Bazen keşke doğduğum zamandaki gibi tertemiz olsaydım, hayatımda çok güzel ilerleseydi diyordum. Ama... Benim hayatım doğum- yetişkinlik - ölüm üçgeninde ilerliyordu.
Babam denilen adamın ölümüne üzülmedim. Ama bana yaşattılarından sonra bu kadar kolay ölmesini de istemiyordum. O acı çeksin istiyordum. Çok acı çeksin... Kendini öldürmek zorunda kalacak kadar.
İleri gideyim beni ve kardeşimi kendi isteğiyle sevecek ve ayaklarımıza kapanacak kadar.
Kıvılcım gittikten sonra Barlas içeri girdi. Yanıma gelip bana sarıldı. Kendimi garip hissettim. Fazlasıyla.
"İyisin değil mi kardeşim?"
Barlas bana kardeşim mi dedi? Vay be!
"Sen bana kardeşim mi dedin?"
Gülerek kafasını salladı.
"Evet, sen benim kardeşimi kurtardın. Sana bir can borcum var. Artık sen de benim kardeşimsin."
Dediğinde gülümsedim. Kıvılcım ile gerçekten özenilecek kadar güzel ilişkileri vardı... Keşke benim de bana sahip çıkacak bir abim olsaydı.
"Kıvılcımı bu kadar güzel sahiplenmen çok hoş. Bu konuda çok şanslı."
Kafasını salladı.
"Biz onunla küçüklükten beri kardeşiz. Kan bağımız yok ama can bağımız var. Can bağı asla kopmaz."
"Öyle tabii."
"Nasıl hissediyorsun? Kıvılcım anlatmıştır."
Babamdan bahsediyordu.
"Bir şey hissetmiyorum. Kıvılcım'a da ben söyledim ama bir de sen söyle ona olan herhangi bir kırgınlığım yok bunu bilsin yeter. Hak ettiğini buldu."
"Söylerim."
"Bir de Umut'a olanların hiçbirini anlatmayın ben onunla konuşacağım."
"Tamam, anlatmayacağım."
"Teşekkür ederim."
"Ben artık gidiyorum süre doldu. Tekrar geleceğim."
Kafamı salladım. Ayaklandı ve son kez yüzüme bakıp gitti.
Yine yalnız başıma kaldım. Zaman geçip bitmiyordu ben uyuyabilen bir insan değildim. Babamın bana mirası da buydu: uykusuzluk...
...
KIVILCIM ATEŞ
İki hafta sonra.
Ateş Uras da ben de hastaneden çıkmıştık. Albaydan izin almıştım. Hem beynimi hem de fiziksel olarak toparlanmam gerekiyordu.
Hiç iyi değildim. Her an bir şey olacakmış gibi geliyordu ve artık kendi başıma bir yere de gidemiyordum. Ben geçen haftayı atlatamıyorum.
Yine bir psikolojik tedavisi alacaktım.
Koltuğumda genişçe oturuyor, dizimi izliyordum.
Ama odaklanamıyordum. Ateş Uras bir haftadır beni aramıyordu. Bende onu aramıyordum. Aramıza yine duvarlar girmişti. Belki o duvarları hiç kıramamıştık bilemiyorum.
Aslı son zamanlarda sınavlara çalıştığı için ev sessizdi. Beste de bizimle kalmaya karar verince ev daha da kalabalık olmuştu ama göreve gittiği için de pek esamesi yoktu. Arada eve uğruyordu.
Kapı çalınca koşarak kapıyı açtım.
Umut'u bana gülümseyerek bakarken görünce çok mutlu oldum. Güleç yüzlü bir çocuktu. Bacağı da iyileşiyordu değnekle yürüyordu bazen değneksiz de yürüyordu.
"Umut, hoş geldin gelsene içeri!"
"Hoş buldum Kıvılcım abla."
İçeri geçmesine yardım ettim ve koltuğa oturdu.
"Ne içersin çay, kahve, bitki çayı falan?"
Kafasını iki yana salladı.
"Bir şey istemiyorum seni görmeye geldim."
"Tamam peki."
Yanına oturdum yavaşça. Bilgisayarı kapattım. Yüzüne baktım.
"Nasılsın, abla?"
"İyiyim, sen nasılsın, abin nasıl?"
Yüzünde bariz bir burkulma oldu. Bakışları halıya indi.
"Ben iyiyim de onu bilmiyorum. Kendini odaya kapattı ve çıkmıyor da ben ne yapacağımı bilemedim. Bu yüzden sana geldim."
Ben mi? Benim elimden bir şey gelmezdi ki.
"Ben ne yapabilirim ki Umut. Abin zor zamanlar geçiriyor. Ona biraz zaman ver."
"Neden böyle ki bir şey mi oldu?" Onun hiçbir şeyden haberi yoktu değil mi? Babasının ölümünden de.
O böyle deyince anlatmak istedim ama yapamadım. Yutkundum. Yüzüme gelen kızıl saç tutamlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım hızla.
"O sana anlatacaktır."
Kapının çalınması ile ayağa kalktım ve kapıyı açtım. Karşımda elinde poşetleri bana göstererek gülümseyen Yaman'ı gördüm.
"Yaman?" Dedim anlamsız bir bakış atıp. "Hoş geldin."
"Hoş buldum. Sana bir şeyler aldım." Poşetleri bana uzattı. Bir şey istememiştim ki.
"Ya, çok teşekkür ederim, çok incesin ama gerek yoktu."
"İçimden geldi," dedi sadece. " Nasılsın?"
Bu soruyu da şu aralar herkes soruyordu. Bu güzel bir histi. Önemseniyordum.
"İyiyim, sağol düşündüğün için."
"İyi ol. Sen olmayınca bizim ekip hiç çekilmiyor inan bana."
"Öyle mi?" Dedim şaşkınca.
"Öyle," dedi kafasını sallayıp ayakkabılara takıldı gözü. Çenesiyle işaret etti. " İçeride biri mi var?"
"Umut var. Ateş'in kardeşi."
"O çocuk çok tatlı bir çocuk. Abisine göre daha iyi. Abisi demişken, Ateş Uras son zamanlarda içine kapanmış diyorlar doğru mu?"
Bunu söylerken sırıtıyordu. Ateş'i gerçekten sevmiyordu ama bu şekilde konuşması doğru değildi. Bence aynısını Ateş yapmazdı.
"Pek bir bilgim yok."
"Konuşmuyor musunuz? Seni mi sorumlu tutuyor yoksa?" Ne alakaydı? Aksine bana özellikle senin suçun yok diyordu.
"Hayır."
Biraz yaklaştı sır verir gibi. Bense kendimi geri çektim.
"Kıvılcım, bana söyleyebilirsin. Korkmana gerek yok ondan."
Sinirlerim bozuldu. Birinden korksam Ateş Uras'tan mı korkardım? Bu ne saçma bir çıkarımdı? Yardım istesem de ondan istemezdim. Cevap verecekken üçüncü bir ses araya karıştı. Konuştuğumuz kişi yani Ateş Uras'ın sesiydi.
"Neyden korkacakmış?"
Bakışlarımı merdivene hafifçe yaşlanan Ateş Uras'a kaydı. Burada mıydı? Hiç fark etmemiştim.
Onu görünce ikimizde şaşırdık. En çokta ben. Her zamanki gibi spor giyinmiş, siyah saçlarını özensiz bir şekilde dağıtmıştı. Gözleri uykusuz olduğunu çok iyi özetliyordu. Kirli sakalları vardı yüzünde. Ve sinirli bakışlar ile bakıyordu Yaman'a. Tamam tutuklu kalmış gibi ona bakıyordu. Tek kaşı havadaydı.
Ne zamandır buradaydı bu?
"Söylesene neyden korkacak?" Diye üsteledi.
"Bilemem ben. Kızı nasıl korkuttuysan ağzını bıçak açmıyor!" Dedi beni işaret edip. Kaşlarım istemsizce havalandı.
"Korkutmuşum demek," dedi Ateş Uras dudaklarını alayla büzerek. Bana döndü. "Soralım bakalım korkutmuş muyum?"
İkimiz birbimize bakarken Yaman bana bakıyordu.
Ateş Uras çok rahattı Yaman ise benim cevabım ile ya batacak ya çıkacaktı.
Yaman'a çevirdim başımı. Ateş Uras'ı suçlayacak bir şeyim yoktu. Suçlu varsa o da bendim.
"Yaman, Ateş beni korudu o gün. Hem ondan neden korkacağım ki?" Diye sordum.
Yaman bana bir bakış atıp tekrar ona döndü. Cıkladı. Öfkelendiğini anladım.
"Ben bir şey demeyeceğim sana artık. Sonra görüşürüz," deyip gitti. Ateş Uras ona ters bir bakış atıp önümde dikildi.
"Kıvılcım, merhaba," dedi neşeli olmayan bir sesle.
Asker hanıma ne oldu?
"Selam," dedim yüz ifademi düzeltip. Umut'u mu almaya gelmişti acaba?
"Umut içeride çağırayım mı?"
"Hayır, kafamı dağıtmak için geldim. Evde kalmaktan içim fena oldu."
"Tabii gel içeri," dedim gülümseyerek. Ayakkabılarını çıkarıp ceketini asarak Umut'un yanına gitti.
Ben de çayı demleyip yanlarına gittim.
"Abi sen niye geldin biz ne güzel oturuyorduk?" Umut ile Ateş'in konuşmasına kulak misafiri olmuştum.
Ateş Uras yalandan gülümsedi.
"Gideyim istiyorsanız!" Dedi yalandan.
"Yok abi şaka şaka otur sen."
Sonra Umut ayağa kalktı.
"Benim bu binada bir arkadaşım var. Onu görmem gerekiyor gelirim birazdan."
"Kim?"
"Yağız."
" Tamam, sen git."
Ben kapıya kadar geçirdim. Sonra tekrar salona döndüm. Ateş Uras televizyona bakıyordu. Kayıp birini arıyordu televizyondaki sarı saçlı, küçük gözlü kadın. Bakışlarımı ona çevirdim.
"Nasılsın?"
"İyi olacağım. Sen?" diye sordu saçlarını karıştırıp.
"Bende iyi olacağım."
"Uzun zamandır görüşmüyoruz. Neden yanıma hiç gelmedin?" Diye sordu.
Bunun bir nedeni yoktu. Ben de iyi değildim ve o da gelmemişti.
"Seni biraz yalnız bırakmak istedim. Kafanı dinle diye."
"Evet ama ben yalnız kalmak istemiyorum. Kafam başka düşüncelere gidiyor. Tek başıma olduğum zaman yani."
"Bilmiyorum, Ateş Uras, gelemedim. Cesaret edemedim. Sen hâlâ bana kırgınsın belli oluyor."
"Değilim Kıvılcım değilim!" Dedi biraz sinirle. Yine asker hanım demedi. Gözlerimin içine baktı uzun uzun.
"Ben sana kırgın falan değilim. Ama yanıma uğramadığın her gün için kızgınım yalan yok. Herkes geldi sen gelmedin." Ayağa kalktı.
"Özür dilerim," dedim bende ayağa kalkarak.
Bir şey demedi.
"Neyse ben artık gideyim. Sonra görüşürüz." Kapıya doğru ilerliyorken onu durdurmak istedim.
"Ateş Uras!" Diyerek durdurdum. Sonra yanına gittim. Önünde durdum. Bakışlarımı yüzüme çevirdi. Önce aralanan dudaklarıma sonra mavi gözlerime çevirdi gözlerini. Derin bir nefes aldım.
"Affet beni!" Dedim, gözlerim dolu dolu.
Kendimden bile beklemediğim şekilde bir anda kollarımı boynuna doladım. O ise ona sarılmam ile kalakaldı. Birkaç dakika sonra ellerini belime koydu ve sarılışıma karşılık verdi. Affetmişti beni!
...
Bölüm Sonu
Nasıldı bölüm?
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum sevgili okurlarım.💞
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |