39. Bölüm
𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃 / ATEŞ VE BARUT / Köstebek kim?

Köstebek kim?

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Merhaba, oldukça uzun bir bölüm oldu. Beğeneceğinizi düşündüğüm bir bölümdü.

Arkadaşlar, lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Gerçekten bu benim için çok önemli.

Kitabımızın büyümesi gelişmesi için gerekli.

Oylarınızla büyüyor, yorumlarınızla da gelişiyorum.

Hayalet okuyucular size sesleniyorum

OY VERİN!

 

 

                          ...

Köydeki her yer yanmış yakılmış hâldeydi. Yine yangın çıkarmışlardı. İtfaiyeler söndürmeye çalışıyordu. Bizimkiler de öylece izliyorlardı.

O kadar vahşi o kadar insan dışı bir görüntüydü ki...

Sanki dünya beş dakikalığına durmuş gibiydi.

Bu nasıl bir sınavdı?

Nasıl unutucaktım bu görüntüyü?

Varlıklarını unutmamı istemiyorlar, her geçen gün daha da acımasızca hatırlatıyorlardı.

Daha fazla dayanamayıp yere çöktüm. Başımı ellerimin arasına alarak yaşlı ve yorgun gözlerimle olan biteni sorguladım.

Sahi neden hayatım bitmek bilmeyen savaşlarla geçiyor ve hep ben kaybediyorum? Bunun bir sonu olmalıydı.

Artık dayanamıyorum!

"Kıvılcım, yetişemedik," dedi Barlas yanıma çökerek.

"Nasıl yetişemediniz ya? Bunca şey oluyor ve biz neden hep en son öğreniyoruz!" Hiddetle ayağa kalktım. Hepsinin yüzlerine teker teker baktım. Başlarını yere eğmişlerdi.

"Şimdi bana hemen köstebeğin kim olduğunu söyleyin!"

"Bizim buraya gelmemizi engelleyen kişiyi söyleyin!" diye ekledim.

"Söyleyin lan!" Dedim sesimi yükselterek.

Hiçbiri cevap vermedi.

"Bizden biri değil anla artık!" Dedi Ateş Uras karşımda dikilip.

Aynı şekilde ona baktım. "Kanıt göster!" Diye çıkıştım. "Bana sizden biri olmadığını hemen şimdi kanıtlayın!"

İnanmak istiyordum. Ama yapamıyordum.

Kimdi bu köstebek, kim?

"Ya hiç mi güvenmiyorsun bize?" Dedi Yaman.

"Güvenmiyorum ya, güvenmiyorum. Artık kimseye güvenmiyorum."

"Kıvılcım, biraz sakin kafayla düşünmeye ihtiyacın var," dedi Barlas yatıştırıcı bir sesle. Yüzüne baktım ve omuz silktim. Şuan gayet sakindik.

"Ben gayet mantıklı düşünebiliyorum."

"Bu mantıklı hâlinse," dedi ağzının içinde yuvarlayıp konuşmuştu Murat. Ama ben duydum.

Sinirle kafamı ona çevirdiğimde kafasını eğdi.

"Kim bu köstebek kim?" Diye tekrarladım. Bu soruyu kendime soruyordum. Defalarca kez. Ama cevap yoktu.

"Bulacağız onu," dedi Ateş Uras.

"Evet, hepimiz birlik olup bulalım onu. Belki üsteğmenimiz de bize güvenir," dedi Bulut iğneleyici sözleri ile.

"İçimizden biri değil ise üstlerden biri olabilir," dedi Barlas.

"Mantıklı. "

"Tamam, hadi kışlaya geri dönelim. Süreci hızlandırmazsak daha kötü görüntüler göreceğiz," dedi Duygu.

Herkes tek tek sivil araçlara bindi.

Bende kendi aracına bindim artık iş ciddiydi. Kendimi toplamam gerekiyordu ama zihnim o görüntüleri tekrar tekrar önüme getiriyordu.

Her seferinde içimden bir şeyler kopuyordu...

Annemlere verdiğim sözü unutuyor gibiydim.

Kışlaya doğru yol aldım.

Hava çok soğuktu ya da ben üşüyordum bilmiyorum bu yüzden sıcak kahve içmek için arabayı kafenin hemen yanına park ettim.

Aşağı indim ve kafeye girdim.

"Merhaba, bir bardak Türk kahvesi lütfen!"

Çalışan hemen bir tane hazırlarken bende cüzdanımdan parayı çıkardım

"65 lira efendim!"

Parayı uzattırken arkadan birinin sesini duydum. Müşterydi.

 

"Bir tane de bana lütfen," dedi. Ses çok tanıdıktı.

Arkama baktığımda Sadri Alaca olduğunu gördüm. Burada da karşılaşmamız saçmaydı. Daha yeni konuşmuştuk.

Tesadüf müydü yoksa planlanmış tesadüf müydü?

"Merhaba, Kıvılcım Hanım bu ne tesadüf!"

"Değil mi ne tesadüf?" Dedim alayla.

"Gerçekten öyle. Ben kahve almaya geldim buraya. Sizin de burada olduğunuzu bilmiyordum."

İnanasım gelmedi.

"Anlıyorum merak etmeyin."

Kahvemi aldım. Sıcaktı ve biraz elimi yakıyordu bu yüzden acele ettim. "Hoşçakalın!" Dedim giderken.

"İyi günler!" Dedi. O sandalye çekip oturuyordu. Ben arabaya gidiyordum.

Arabama atladım ve kahvemi bardaklığıma koydum.

Bir yandan kahvemi içiyordum bir yandan da arabayı sürüyordum

Yarım saat sonra gelmiştim kışlaya.

Kahvenin karton bardağını hemen bir çöpe attım ve içeriye girdim.

Kendi odama girip birkaç dosyayı aldım ve herkesi toplantı odasına topladım.

Beş dakikaya herkes toplanmıştı.

"Evet, hemen başlayalım."

"Bence bizden biri değil bu konuda hemfikir değil mi?" Dedi Şirin.

"Orası pek kesin değil ama yüksek ihtimalle," dedim kafamı sallayıp. Bu iş benceler ile olacak bir iş değildi ki...

"O zaman bizim timin dışında biri ama kim?" Dedi Murat

"Size söylemen gereken bir şey var," dedim, dikkatleri üzerine çekerek.

Herkes merakla bana baktı. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım.

"Beni bir mafya aradı. Adı Sadri Alaca."

"Kartallar mı?" Dedi Bulut.

"Anlamadım?"

"Yani Sadri Alaca'nın ekibinin lakabı, Kartallar." O nereden biliyordu? Ve ben niye bilmiyordum?

"Bunu bilmiyordum iyi oldu söylediğin. Neyse işte... Sadri Alaca, bana bir köstebeğin olduğunu söyledi ve mantıklı çünkü biz ne zaman Yılan mafyasını tam bitirdik desek hemen bir şey çıkıyor. Bu çok saçma. Öncelikle Sadri Alaca'yı araştırmalıyız."

"Bencede," dedi Yaman. Ona bakarak kafamı salladım.

"Tamam bugün ki görevimiz bu köstebeği bulmak."

"Bir dakika ya! Bu Sadri Alaca... Madem biliyor o zaman neden söylemiyor, kim olduğunu?" Dedi Ateş Uras.

Gözlerimi bu sefer ona çevirdim. Ben bu soruyu zaten daha önce ona da sordum. Ama bir cevabı yok. Bence o da bilmiyor. Sadece köstebek olduğunu biliyor olmalı.

"Bende anlayamıyorum onu işte. Bana, birlikte çalışacağız, dedi. O da kim olduğunu bilmiyor. Bildiğimiz tek şey hiçbir şey bilmediğimiz. Yani köstebeği bulmak zorundayız," diye karşılık verdim.

Tek kaşı havada bana baktı. Sanırım düşünüyordu.

"Hadi hemen başlayalım!" Dedim dosyaları dağıtıp. Hızlı olmalıydık.

Bende kendi odama çıktım ve hemen çalışmaya başladım.

Aradan bir kaç saat sonra kapım tıklandı.

"Gel!" Diye bağırdım kafamı kaldırmadan.

"Merhaba Kıvılcım ben geldim!" Albay'ın sesi ile kafamı kaldırıp ayağa kalktım.

"Albayım, hoş geldiniz!" Dedim ayağa kalkarken.

"Hoş buldum. Sana bir şey sorup çıkacağım."

Yerime oturdum. O da karşımdaki koltuklardan birine oturdu. Dikkatle ona bakıyordumm

"Çay veya kahve içer misiniz?"

"Yok, yok istemiyorum. Dedim ya, kısaca bir şey sorup çıkacaktım."

Kafamı salladım ve başımı hafif eğerek ona bakmaya devam ettim.

"Albayım uzun zamandır hiç konuşmadık."

"Evet. Ben de yılan mafyasından bir haber var mı diye sormaya geldim."

Keşke olsaydı. Keşke... Ama yoktu. Elimin kolumun bağlı olması canımı sıkıyordu.

" Yok albayım henüz," dedim başımı eğerek. "Şimdilik başka operasyonlarla uğraşıyoruz ama sizi temin ederim en kısa sürede onları kendi ellerimle bulacağım."

"O gün hemen gelir inşaallah."

"İnşallah. Siz bunu sormak için mi gelmiştiniz?"

"Aslında evet. Hem de seni görmek iste-" derken kapım çalındı ve cümlem de bölümdü. Kısa süre sonra gelen kişinin sülietini gördüm.

Ateş Uras içeri girdi.

"Kıvılcım Ko- " ama burada yalnız olmadığımı görünce cümlesini yarıda kesti. "Albayım siz de mi buradaydınız?"

Albay bakışları ile burada olduğunu söylüyordu zaten. Aralarında küçük bir bakışma geçti. Daha doğrusu albay bir süre Ateş'i izledi.

Ateş Uras da gelip albayın karşısındaki sandalyeye oturdu.

"Evet, Uras senden ne var ne yok?"

"İyidir ne olsun kö-" ona olan bakışlarımla sözünü düzeltti. Öksürdüm bende düzeltmesi için. Şimdilik albayın bilmesine gerek yoktu.

 

"Yani... Şimdilik bir şey yok albayım."

Albay'ın bakışları bir bana bir ona kaydı. Bir şeyler gizlediğimizi anladı sanırım. Ama eliyle çenesini sıvazlayıp gülümsedi ve ayağı kalktı. Bizde ayağa kalktık.

"Tamam gençler. Ben gideyim, size iyi günler."

Kapıyı açıp dışarı çıktı.

Odada ikimiz kaldık. Gergin bir hava esiyordu. İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu.

"Albaya köstebekten bahsettin mi?" Diye sordu sessizliği bölerek.

Arkama yaslanıp kafamı iki yana salladım.

"Hayır, şimdilik bu durum aramızda kalmalı. Ne olursa olsun herkes şüpheli konumunda," dedim nefes vererek.

"Mantıklı. Ama albayın köstebek olması çok saçma benim aklıma en son o gelir."

"Benim de öyle. Kim olursa olsun şok olacağımıza eminim."

"Bende," dedi ardından göz kırptı. "Seninle normal konuşabildiğimizi şu birkaç gün de anladım."

İçimden sabır çekerek göz devirdim. Bir saniye ciddi kalsa bayılıp düşecektim zaten.

"Ben zaten normal konuşuyordum, sen asıl anormal konuşuyorsun!"

"Aynen aynen."

"Bak işte, şekil: A."

"Tamam sustum," dedi ağzıma fermuar çekiyormuş gibi yaparken. Susmayacaktı. Ama neyse.

"Çay kahve?" Diye sordum nezaketen. Aslında onu dışarı atmak istiyordum. O da zaten istemedi.

"Yok, işlerim vardı zaten. Ben şey sormak için gelmiştim..."

"Evet, dinliyorum."

"Seni rahatsız ediyor mu?"

"Kim?"

"Gereksiz şahıs."

Yaman'dan bahsediyordu. Onunla kışlanın dışında hiç konuşmuyorduk. Gözlerim boşluğa daldı ama cevap verdim.

"Hayır," dedim kafamı iki yana sallayıp. "Arkadaşlık ilişkisinden devam."

"Sen bilirsin ama bence bir mesafe falan koymalısınız."

"Zaten var."

Bir süre konuşmadı sonra ayağa kalktı.

"Canını sıkan bir şey olursa buradayım," dedi. Canımı sıkan bir şey olsa ona söylemezdim ki. Kendim ilgilenirdim.

"Aslında bende bir şey soracaktım," dedim yüzüne bakarak. Yerinde dikleşti. Dudaklarının kenarı kıvrılır gibi oldu.

"Sor."

"Annenin ve Umut'un durumu nasıl?"

Yutkundu. Cebindeki elini çıkarıp kaşını kaşır gibi oldu bakışlarını yere eğdi.

Belki kafasındaki cümleyi toparlıyordu.

"Annemin ki aynı konuşamıyor. Ağlıyor sadece. Umut zaten bir ilerleme yok aynı."

Ailesinin iyi olmasını en az onun kadar istiyordum. Çünkü hak ediyorlardı. Çok şey yaşadılar.

"Allah'ın izni ile iyileşecekler. Ben de buradayım, ne zaman konuşmak istersen gelebilirsin," dedim yumuşak bir sesle.

Zaten ve gelme desem geleceği için bunu söylememin bir anlamı pek de yoktu.

 

Gülümsedi ve beklemediğim bir şekilde ayağa kalktı. Sandalyemde dikleştim ve ne yapacağını merakla izledim.

Ama o hiç beklemediğim bir şey yaptı.

Bana sarıldı.

Kollarını belime sardı, başını omzuna yasladı. Ben ne yapacağımı anlamadım bir süre. Şoktaymış gibiydim.

Sanki bedenim uzun zamandır buzmuş da bir anda suya dönüşmüştü. İçimde ki sesler bir süre sustu. Nefesimi dahi tuttum. Ve bende sırtını sıvazladım.

Bir süre böyle kaldık. Sonra ben bedenimi geri çektim. İkimizde birbirimize bakmadık. Belki de olmaması gereken bir samimiyeti engellenmeye çalışıyorduk.

"Afedersin," dedi Ateş Uras saçlarını karıştırıp. "Neyse ben gidiyordum zaten," dedi ve bakışlarını kaçırarak dışarı çıktı.

Bir iki dakika şöyle bir baktım arkasından. Dusunceler yine beynime yerleşti.

Ama tekrar önümdeki raporlara döndüm.

İki saat sonra odamdan çıktım ve Barlas'ın yanına gittim.

Bilgisayardaki dosyaları inceliyordu. Bit yandanda kahve yudumluyordu.

Kapıyı tiklattım. Kapısı zaten yarı aralıktı.

"Barlas, müsait misin?"

Kafasını kaldırıp bana baktı. Beni görünce gülümsedi. "Evet," dedi.

İçeri girip karşısındaki koltuğa oturdum.

"Bir şeyler buldun mu?" Diye sordum

"Maalesef, hayır ama senin dediğin bir adam vardı neydi adı?"

"Sadri Alaca mı?"

Kafasını salladı ve gözlerini yeniden bilgisayar ekranına çevirdi.

"Evet... Evet, işte onunla ilgili dosya gerçek adı Sadri Alaca değil ama gerçek adını bilen kimse de yok."

"Bunu biliyorum kendisi söyledi." Birden kafasını kaldırıp tek kaşı havada bana baktı. Bir şeyler kafasını karıştırıyordu sanki.

"Seni ne sıklıkla arıyor bu adam?"

Kapıyı kapatıp ona baktım.

"Yani belli bir sıklık yok. Bazen arıyor işte önemli bir şey olduğunda falan."

"Rahatsız ederse beni haberdar et!"

Ya niye hepsi benim çocuk gibi onlara şikayet etmemi bekliyordu? Ben kendim halledemez miydim?

"Sana gerek kalmadan ben de halledebilirim."

"O konuda şüphem yok ama aklımda bulunsun yani."

"Tamam merak etme." Bir sorunum olursa bir tek ona söylerdim rahatça. Çünkü o beni yargılamazdı. Her istediğimi yapardı.

Bizim ilişkimiz hep abi kardeş gibiydi Barlas benden büyüktü hatta timdekilerin çoğundan büyüktü.

Ama liderliği bana vermişti.

"Çık hadi senin yüzünden bir dolu iş birikti yine!" Dedi gülerek.

"Tamam çıkıyorum!" Dedim ve kapıya doğru ilerledim.

Kapıyı açacakken Duygu ile göz göze geldik.

Duygu'ya çok kırgınım.

Yüzüne bile bakmadan gidecekken elimi tuttu.

"Kıvılcım, birazcık konuşabilir miyiz?"

"Hayır."

"Kıvılcım!" Dedi Barlas uyarır gibi.

Ne var? dermiş gibi Barlas'a baktım. Barışmamızı istiyordu. Ama ve istemiyordum.

"Konuş, seni dinliyorum," dedim derin bri nefes verip. Kollarımı göğsümde bağlamış ona dik dik bakıyordum. Söylesin ve gideyim artık yeter.

"Özür dilerim."

"Ne için?"

"Orada sana kötü davrandığım ve Yaman'ın yanında olduğum için."

"Özür dilemen benim o gün sana kırıldığım gerçeğini değiştirmiyor."

"Beni affet Kıvılcım, Lütfen!"

Bazı duygular, özürle düzelmiyordu. Ama bunu anlamak istemiyordu.

"İşlerim var Duygu," dedim aceleyle. "Sonra konuşalım mı?"

"Hayır, şuan dinle beni ne olur."

"Dinledim zaten."

Dinledim ama anlamadım. Dinledim ama anlam vermek istemedim. Ve özrünü kabul etmedim.

"Kıvılcım biraz fazla uzatmıyor musun?" Dedi Barlas aramıza girerek. Bakışlarımı ona çevirdim.

"Uzatımıyorum."

"Bir hata yaptı evet ama sadece duygularının peşinden gitti," dedi Barlas.

"Benim de duygularım var bunu anlayın artık ya ben de kırılabilirim. İnsanım bende!" Deyip odadan çıktım. Bazen insan olduğumu unutuyorlardı. Herkese her zaman şefkatli davranmak, gururumu ezmek zorunda değildim.

"Kıvılcım, her zaman her şeyi affeder," diye düşünüyorlardı. Ama artık her şeyi affetmeyecektim.

Adımlarımı yeri ezip geçmek ister gibi sert ve hızlı atıyordum. Koridorun sonunda Yaman'in gelişini görünce şansıma küfür ettim.

 

Yanından yüzüne bakmadan geçtiğimde peşimden geldi. "Selam sabah yok mu?" Diye sordu pişkin pişkin.

"Yok!" Deyip ilerledim.

Yine peşimden geldi. Bu adam kadar saçma bir inadın peşinden giden yoktu.

"Kıvılcım, arkadaş olmayı deneyebiliriz en azın-"

Sinirle durdum. Yüzüne diktim gözlerimi. Bıçak sallasam daha çok canı yanardı. Ama artık gereken cevabı almalıydı.

"Denedim ama olmuyor senin bana duygularım olduğu sürece olmuyor!" Dedim sözünü keserek. Gerçekten bir süre denedim ama olmadi. Lütfen artık peşimi bıraksın.

Ardından cevap bile beklemeden devam ettim.

"Kıvılcım!" Diye bağırsa da duymadım.

Ama hala beynimi yiyordu. Peşimden geliyordu. Tokat atmak istedim ama yapmadım. Etrafta askerler vardı. Dikkat çekmek istemedim.

"Beni bir dinlesen!" Dedi yine duymadım. Devam ettim.

"Lütfen bir kere dinle!" Adımlarımı durdurup arkamı döndüm. Söylesin ve onda gitsin. Ne çok şey söylemek istiyordu bunlar da ya. Benim dinleyecek gücüm var mı diye soruyorlar mıydı? Hayır.

"Dinliyorum!"

"Kıvılcım, öncelikle artık sana karşı bir şey hissetmiyorum." Omuz silktim. Gözlerimi ondan çekip koridora çevirdim.

"İyi ne güzel."

"Yani arkadaş kalmaya devam edebiliriz."

Hâlâ arkadaş diyor ya.

"Kalamayız. En azından bir süre birbirimizden uzakta dursak daha iyi olur."

"Peki," dedi pes ederek. "Nasıl istiyorsan."

Önüme döndüm ve yürümeye başladım.

Bir kahve almak için kantine mutfağa indim

Mutfak normal bir evin mutfağı gibiydi.

Kahve makinesinin içine kahve koyup çalıştırdım ve beklemeye başladım. Bu sırada telefonumla ilgileniyordum. Bildirimlerimi kontrol ediyordum. Sosyal medya ile pek ilişkim yoktu. Bu yüzden de bildirim yoktu.

Ama bir keresinde bir fotoğraf paylaşmıştım. Kumsalın kenarında, kumların üzerine oturmuştum. Elimde bir fotoğraf makinesi vardı. Tek gözümü kırparak poz vermiştim. Saçlarımı salık bıraktığımdan köyü kırmızı renk güneşte parlıyordu. Tenim güneş ışığından kırmızılaşmıştı. Çillerim daha belirgindi.

Üzerimde siyah bir mayo vardı. Dikkat çekiciydi.

Bir tek bunu paylaştım. Ve beklemediğimden daha çok beğeni ve yorum aldı. Onun dışında bazen şarkı paylaşıyordum.

 

Telefona dikkatimi verdiğim anda Bbir kişinin daha mutfağa girdiğini hissetmem ile kafamı yukarı kaldırdım. Gelen kişi Umut'tu. Telefonu kenara koyup Umut'a baktım. Gülümsedim.

"Umut naber?" Yanına gittim.

"İyi Kıvılcım abla senden naber?"

"İyi," dedim. "Sen bir şey mi alacaktın?"

"Evet, bir tane çay alacaktım. Çayı çok severim aynı abim gibi."

Gerçekten Ateş Uras'ı ne zaman görsem çay içiyordu. Kahveyi görünce yüzünü buruşturuyordu.

Bende çayı severdim. Ama uyanık kalmam için kahve içmek zorundayım.

Zaten uzun zamandır gözlerimden uyku akıyordu.

Umut çay kutusunu arıyordu. Paket çay olurdu burada.

"Şurada çay kutusu var," diyerek önündeki dolabın en üstünü gösterdim ama boyunun oraya ulaşması biraz zordu. Zaten ayağı da iyi değildi. O yüzden ben devreye girdim.

"Bir dakika ben alayım," dedim ve en üst raftan çay kutusunu alıp ona verdim.

"Çok teşekkür ederim, Kıvılcım abla!" Dedi. Bu hareketime bile bu kadar mutlu oldu.

Benim için çok basit bir hareketti ama onun için değil.

"Ne demek. Çay demlemeyi biliyorsun değil mi?"

"Tabii ki biliyorum."

"Peki bana da bir bardak o zaman," kahve içecektim ama vazgeçmiştim.

Kapı yeniden açıldı ve içeri Ateş Uras ve Melih girdi.

Bir şey konuşuyorlardı içeri girince bizi fark edip sustular.

Acaba ne konuşuyorlardı?

"Oo gençler ne yapıyorsunuz?" Dedi Melih bana bakarak.

"Çay demliyoruz," dedi Umut çay suyunu koyarken bende ona yardım ediyordum.

"Vay be, Umut paşa sen çay demler miydin?" Dedi Ateş Uras. Umut'un yanına gelip ensesine hafiften vurdu. Umut abisine bakarak yüzünü buruşturdu. Bir elini ensesine koydu ve çayı demledi.

"Hep ben yapıyordum zaten abi."

Ateş Uras, gülerken ben de Melih döndüm. Melih de bana bakıyordu.

"Siz de mi çay içmeye geldiniz?" Diye sordum.

"Evet," dedi Melih elleri ceplerinde. Ardından aklına bir şey gelmiş olacak ki devam etti.

"Kıvılcım, bu arada ben birkaç dosyayı ayarladım masana bıraktım haberin olsun," diye ekledi Melih.

"Tamam," dedim. Kafamı sallayıp. Gözlerimi yüzünde biraz oyalandı. Sanırım tıraş olmuştu.

Melih, kahverengi gözlü ve kumral saçlıydı ve benden daha uzun yaklaşık 180 boylarındaydı. Ateş Uras da Melih'ten bir-iki santim daha uzun ve biraz daha yapılıydı.

Bir anda kapı sert bir şekilde açıldı. İçeri Yaman girdi.

Direkt gözleri beni buldu.

"Yaman, hayırdır kardeşim bir şey mi oldu?" Diye sordu Melih tek kaşını havaya kaldırarak.

Yaman, cevap vermeden sandalye çekip oturdu.

"Yok bir şey olmadı. Yoruldum da bir kahve içeyim dedim. Kahve neredeydi?"

"Yaman, kahve makinesinde hazırlamıştım kendime ama çay içmeye karar verdik sen onu iç. Bak kahve makinasında," diyerek kahve makinasını gösterdim.

"Teşekkür ederim," dedi ve ayağa kalktı.

Kahve makinasında ki kahveyi aldı. Ben telefonumla ilgileniyordum onlar da sohbet ediyorlardı.

"Yarın bir operasyon olacak Sadri Alaca'nın mekanına," dedim.

"Neden?" Diye sordu Melih çayını içerek. Tezgaha yaslanmıştı.

"Bir yerden vurmamız gerek değil mi şu adamı?"

"Önce şu Yılan Mafyası'nı bir halletseydik," dedi Ateş Uras. Kafamı ona çevirdim. Onun da sırası gelecekti.

"Sadri Alaca onlarla ilgili çok şey biliyor. Onu kendimize çekersek gerçekten artı bir önde olacağız," dedim.

Bu sırada Umut da çayı bardaklara doldurmasına yardım ediyordum.

"Mantıklı o adamın dosyasında Yılan mafyası ile ilgili bir geçmişi olduğu yazıyordu."

"Çaylar hazır!" Dedi Umut herkes bardağını aldı. Biz çay, Yaman da kahve içiyordu.

"Çay çok güzel olmuş ellerine sağlık," dedim Umut'a bardağı göstererek.

"Teşekkür ederim," dedi Umut. Utanarak yüzünü eğdi.

"Vallahi ellerine sağlık koçum!" Dedi Melih gülerek.

"Afiyet olsun. Kıvılcım abla da yardım etti. Tek benim başarım değil yani."

"Olsun ikinizinde ellerine sağlık o zaman."

Mola saatimiz bittiğinde çalışma odalarımıza gittik.

 ...

Sabahın en erken saatlerinde uyandım. Bugün çok işimiz vardı. Önce Sadri Alaca'nın dağ başındaki gizli mekanını basacakdik.

Heyecanlıydım çünkü o adam çok burnu havada olan bir insandı.

Üniformamı akşamdan ütülemiş olduğum için hemen giyindim. Kısa bir makyaj yaptım daha sonra da saçlarımı at kuyruğu yapıp çıktım odamdan. Aslı uyanmamıştı. Aç değildim kahvaltı hazırlamadan çıktım.

Hava biraz serindi ama çok da soğuk değildi.

Arabama atlayıp hemen askeriyeye gittim.

Bu işi kusursuz bir şekilde halletmek istiyordum.

Askeriyeye geldiğimde herkes hazırlanmıştı ve benden emir bekliyordu.

"Hazır mısınız?" Dedim önünde dizilen askerlere.

"Hazırız komutanım!" Dediler bağırarak.

"Haydi o zamana gazamız mübarek olsun!" Dedim ve asker arabasına bindik.

Dağa çıkmak biraz uzun sürmüştü.

Araba yaklaşık bir saat sonra durdu. Aşağı inip hemen mekanı incelemeye başladık.

Gizli bölmeyi biliyorduk. Kısa bir çevreyi inceleyip kamera olup olmadığına baktık.

Dağın en içlerinde bir kaya gibi görünüyordu. Ama işler öyle değildi. Kayanın içinde gizli bir geçit vardı.

Kayayı bir şekilde parçalayıp girecektik içeri.

"Tamam burayı nasıl ezip geçebiliriz?" Diye sordum Melih'e

Melih gidip arkasındaki askerler ile konuştu.

Darbeli kırıcı makineyi getirdiler ve bir iki denemede kaya kırıldı güvenlik önlemlerini aldık ve hemen içeri girdik.

İçeride bir kapı vardı burası çok korunaklı bir yerdi bu şekilde hızlı giriş yapmıştık.

Hemen kapıyı kırdılar önce içeri ilk dört grup girdi sonra da biz girdik. İçeri de Sadri Alaca'nın adamları vardı ama bir şey yapmadan öylece bekliyorlardı.

Bu yüzden herhangi bir çatışma çıkmadan büyük depolarının içine girdik. Sadri Alaca orada bizi bekliyordu.

"Niye çatışma çıkmadı?" Diye sordu Barlas kulaklıkla.

"Bilmiyorum" dedim.

Ardından biraz daha ilerleyip Sadri Alaca'nın tam önünde durdum.

"Sadri Alaca?"

Elleri ceplerinde bize sırıtarak bakan Sadri Alaca oldukça rahat görünüyordu.

"Merhaba Kıvılcım Hanım bu ne büyük bir sürpriz!" Dedi kinayeli bir şekilde.

"Bize depoda olan mallarınızı gösterin Sadri Bey. Yasadışı işlerle uğraşmıyordunuz hani?"

"Zaten uğraşmıyorum asker hanım. Buyurun bakın!" İçeriyi işaret etti.

"Her tarafı arayın!"

Onun bir planı varsa benimde vardı.

"Sadri Bey bu bir operasyon değil sadece. Aynı zamanda sizi de almaya geldik"

"Pardon?"

"Sizi devlete zarar veren ve binlerce insanın ölümüne sebep olan katillere, teröristlere yardım ve yataklıktan dolayı yakalama kararıyla götürmek zorundayız"

Dedim. Kararı yüzüne göstererek. Sabah avukata hızlıca bu kararı çıkartmıştım. Aslında planım basitti Sadri Alaca'yı sorgulayacaktık ve bize ne biliyorsa anlatacaktı.

"Kıvılcım Hanım, ben böyle bir suçlamayı reddediyorum"

Daha çok yaklaşarak, "deliller öyle demiyor ama" dedim. "Evet, Sadri Bey zorluk çıkartmayın!" Dedi Melih.

Bu operasyonda içeri girmek için. benim ekibinden Melih, Barlas ve Bulut'u almıştım. Dış işler içinde Yaman, Şirin ve Öykü sorumluydu. Ateş Uras, helikopter ile bizi götürmekten sorumluydu.

"Üsteğmenim burda bazı mallar var bir bakar mısınız?"

Dedi Bayram.

"Tamam geliyorum Bayram" dedim ve içerideki özel kapıdan geçtim. Bayram'ın eliyle gösterdiği kutuda yılan mafyası ile ilgili dosyalar ve bazı maddeler bulduk.

"Bunları arabaya yükleyin hemen!" Dedim.

"Hadi ne bekliyorsunuz alın bu adamı" dedim.

Polislerle birlikte gelmiştik. Kelepçeyi taktılar ve bizim askeri arabamıza bindirmek için dışarı çıktık.

Ancak dışarı çıktığımızda kurşun yağmuruna tutulduk.

"Ne oluyor? Bu kurşunları kim sıkıyor?" Dedim Sadri Alaca'ya bağırarak.

"Bilmiyorum ama sizi temin ederim benim adamlarım bir askere silah doğrultmaz" dedi Melih onu güvenli bir yere saklamaya çalışıyordu bir yandan da ateş ediyordu.

Ama silah seslerinin nereden geldiğini saptayamıyorduk

Sadece bizim askerlerimiz değil onların adamları da ateş etmeye başladı

Derken bir askeri araba daha geldi ama içinden çıkan kişi ile şaşırmıştım.

"Beste?"

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 15.03.2025 20:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...