4. Bölüm
𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃 / ATEŞ VE BARUT / SONBAHAR KASVETİ

SONBAHAR KASVETİ

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Herkese merhaba umarım iyisinizdir. Kurgumu beğenerek okuyorsanız yorum ve oylarınızı eksik etmeyin ki eksiklerimi bileyim. Bu bölümde dahil olmak üzere asıl olayların başladığı ve aksiyon sahnelerinin olduğu bölümlere başlıyoruz. Karakterlerin ayrı ayrı hikayeleri var ve zamanı geldiğinde okuyacağız. İkinci ana karakterimiz de bu bölümle kadroya dahil oluyor. Bakalım nasıl bulacaksınız? Neyse fazla uzatmadan iyi okumalar.

 

(DÜZENLENDİ)

                                                                                                                        ...

Eskiden sonbaharı çok severdim. Her şey sararır, doğa uykuya giriş yapmak için hazırlanır, Ağaçlar yapraklarını döker... Öyleydi değil mi?

Ve aynı zamanda benim için acı olay o zaman gerçekleşti o soğukta tek başıma cesetleri kaldırdığım, sıcak olması için büyük uğraşlar verdiğim, hastalıklarla tek başıma uğraştığım, ailemin yasını tuttuğum, aç kalmamak için ne bulursam yediğim o zamanlar... Kısacası doğa gibi sarardığım, büyük mücadeleler verdiğim zamanlardı ve tıpkı bir sonbaharda ağaçların yapraklarının sararıp, dökülmesi gibiydi. İnsanın daha küçücük bir çocukken bile yazı görememesi acıydı. Sonbahar ve kış mevsimi arasında mekik dokuyan bir kaderim vardı.

 

Sonbaharı hep çok sevdim ama bir o kadar da acı çektim ve çekmeye devam ediyorum. Sonbaharda değiliz ama o kasvetli hava bana sonbaharı hatırlattı açıkçası.

Hava çok soğuktu. Ve ben karşımda gördüğüm manzarayla resmen sonbahardaymışız gibi hissettmiştim. Her taraf yakılmış yıkılmış. Ağaçları bile yakmışlardı. En kötüsü ise bir sürü ceset gördüm. Tıpkı o gün gibi...

Gözlerimin önünde o günün görüntüleri geçerken sol gözümden bir yaş düştü. Kimse görmeden elimle silip kendimi toparladım. Yine olmadı... Yine kaybettik. Bizi oyuna getirmişler ve biz bunu tahmin etmeliydik bu kadar salak olamazlardı.

Albay'da aynı benim gibi yıkılmış gözlerle olan biteni izliyor ve ne yapacağını düşünüyordu.

"Bu... Nasıl olur, bizden sonra gelmeliydiler. Kızım sen dikkatli bakmadın mı?"

Telaşlı bir şekilde gelen kızın adı Gözde'ydi o da şaşırmıştı.

"Albayım, aldığım istihbarata göre şimdi girmeleri gerekiyordu bende anlamadım ki..."

Dedi herkes şaşırmıştı ama ben değil çünkü kolay kolay bu operasyonu tamamlayamazdık.

Basit adamlar değildiler ki onlar zalim, acımasız ve kurnaz adamlardı.

Albay da çok şaşırmıştı tıpkı diğerleri gibiydi o da. Ne yapacağımızı bilemez hâlde dururken albay, "yaşayan insan var mı, hemen bakın!" diye emir verdi.

Açıkçası yaşayan bir insan olduğunu sanmıyorum benim zamanımda geriye kalan bir insan bırakırlardı ama sonra bırakmamaya başladılar.

Yine de bakmalıyız çünkü bir umut ışığı olabilir en azından bir can kurtarmış olurduk. Herkes etrafa dağılmaya başladı. Ben de enkazın altında birileri beni duyuyor mu diye bakıyordum. Burada durum kelimenin tam anlamıyla vahşetti.

Her taraf da ceset vardı çocukların, bebeklerin , kadınların hatta hayvanların.

"Sesimi duyan var mı?"

Bu soruyu sormak çok acı çünkü depremi yaşamıştık ben de oradaydım. o zaman da böyleydi her taraf ve öyle bir sessizlik vardı ki sadece bir tane ses duymak için herkes canını dişine takmıştı. Deprem unutulmamalıydı bize her şeye rağmen bir umut beklemeyi öğretmişti onca acı silinebilir şey değildi.

Tam umutlarımı yitirmişken bir ses duydum. Bu ses benim küçükken bana yardım etmeleri için askerlere bağırdım çaresiz sese benziyordu. Hemen kulak kesildim. Ben artık o çocuk değildim. O çocuk artık yardım eden askerdi.

Bir erkek sesi, "yardım edin! lütfen bana yardım edin! Kardeşim ölüyor, ne olur yardım edin! " Diyen bir ses duyduğumda sesin geldiği yöne doğru gitmeye başladım.

Çamurun içinde iki insan gördüm. Bir tanesi yerde yatıyordu, yaşı küçüktü diğerine göre, ve başını diğer adamın dizine yaslamıştı. Dizinden aşağı kanlar akıyordu. Diğeri ağlayarak 'yardım edin!' diye bağırıyordu. Kalbime bir ok saplandı ve hızla yanlarına koştum.

"Tamam, sakin olun!" dedim ama bunu kendim de biliyordu. Sakin olamazlardı. Beni görünce gözlerinin içinde oluşan biraz da olsa mutluluğu ve umudu hissettim. Başımı biraz eğerek benim gibi mavi gözlü muhtemelen abisi olan adama baktım. Korkuyordu. "Ne oldu ona?" diye sordum.

"Bacağı," dedi sadece titrek bir sesle. O da şoka girmiş gibiydi. Bünyesi bile ona ağır geliyordu.

Bir yandan da telsizle albaya yerimi bildiriyorum ambulansı aramalarını söylüyordum neyse ki yanımızda on kişilik sağlık ekibimiz vardı.

Çocuğun yarası derin değildi ama çok kan kaybetmişti. Muhtemelen bacağına bıçak veya mermi saplanmıştı. Yarasını sardık ama yine de pek işe yaramayacaktı.

"Sakin ol! Merak etme ona hiçbir şey olmayacak." Onu sakinleştirmeye çalıştım ama pek işe yaramadı.

Yerde yatan kardeşiydi ve o da onun abisiydi. Abisi benim yaşlarımda ya da benden -25 yaşındaydım- bir veya iki yaş büyüktü. Kardeşi ise -ondan öğrendiğime göre- 18 yaşındaydı. Ekip yaklaşık 5 dakika sonra geldiğinde rahat bir nefes aldım. Doktorlarımız hızlıca müdahale etti. Zaten sonra da ambulans geldi. Bu süre içerisinde abisinin adının Ateş Uras olduğunu öğrendim. Kardeşinin de Umut olduğunu öğrendim ama sonra bilinci kapandı ve olayı anlatamadı. Onu da hastaneye götürdüler.

Onlardan başka 4 kişi daha bulundu. Durumlarının iyi olması bugünün en iyi haberiydi bizim için. Tekrar askeriyeye geri döndük. Artık daha hızlı ve daha güçlü olmalıydık. Hemen işe başladık bizim grup işaretlenen çocukları bulmak için çalışmaya başladı.

Diğer grup da Yılan mafyasının yerini ve önemli bilgileri bulmaya çalışıyordu. Geldiğimizden beri çalışıyorduk ve on çocuk daha bulmuştuk. Hâlâ yaşıyorlardı ve Türkiye'delerdi.

Toplam kırk çocuktan geçen sefer bulduklarımız ile on altı çocuk bulundu geriye ise yirmi dört çocuk kaldı. Bugün daha da hızlı olursak en azından on çocuk daha bulursak bizim için her şey çok daha iyi olacak.

Toplu köyünde işaretlenen çocuk yoktu neyse ki sistemimiz oranın insanlarını araştırdı ve sonuç olarak bir şey çıkmadı. Molaya çıkacaktık çünkü hepimiz çok fazla yorulduk. Kendi içimizde iki grup oluşturduk bir grup bir saat içinde yemek-uyku molası veriyor, sonra diğer grup aynı şekilde mola veriyor.

Bu sayede daha hızlı ve dinç bir şekilde çalışabiliyoruz. Mola sırası bize geldiğinde yarım saat uyumak için mola yerlerine giderken Albay Mehmet beni durdurdu.

"Kıvılcım, Toplu köyünde hastaneye kaldırılan iki genç vardı ve sen bulmuştun. Onların sorguya çekilmesi için seni görevlendirdim.

Hemen git ve hallet. Sonra buradaki işine dönersin oradan bulacağımız şeyler bizim için çok önemli şeyler olabilir" dedi.

Haklıydı da ama ben mola verecektim uyku akıyordu gözlerimden ancak emir büyük yerden geldi.

"Tabii haklısınız. Ben halledeceğim, Albayım."

Ve baş selamı verdikten sonra hastaneye gitmek için yola koyuldum yanıma Barlas'ı da aldım. Aslında tek başıma hallederdim ancak Albay, yanına birini de al diğer kardeşin ifadesini de o alsın, dedi. Albay her konuda bana çok güvenir, onu babam gibi görürdüm hep.

Babamın yüzünü pek hatırlamasam da bize karşı hep sevgi doluydu hatırladığım kadarıyla. Onlar gittiğinden beri hayatım çok sıkıntılı, zor geçti ve geçiyor. Bazen nefes alamayacak gibi oluyorum annem yok babam yok yakınlarımın hiçbiri yok teyzem var ancak benden nefret ediyor kardeşim nerede, yaşıyor mu bilmiyorum...

Yani kısacası hiç kimsem yok. Altı yaşından beri tek tabancayım.

Albay ile hikayem de küçük yaşta başladı beni bir baba gibi korudu ve kendi ekibine dahil etti. Ben de onu hep babam gibi gördüm içimdeki baba eksikliğini doldurdu ama anne eksikliği hep eksikti ben küçükken de annem beni pek sevmez kız çocuğuna yüz verilmez diye babamı da hep zorlardı ama babam öyle değildi. Bizi hep sever özellikle beni. Çünkü kardeşim erkekti ve annem ona benim gibi davranmazdı hiç.

Bence o bu konuda çok şanslıydı çünkü ikisi de onu severdi beni ise sadece babam... Bunları düşünürken çoktan geldiğimizi daha yeni yeni fark ediyordum.

Barlas, "iyi misin, daldın gittin yine? " diye sordu. Gözlerinden uyku akıyordu.

"İyiyim, sadece biraz yoruldum. mola verecektim de bu iş çıktı biraz uykusuzum ama sorun değil. Görev bu sonuçta." Ve ekledim, "her neyse hadi gidelim bakalım," dedim.

"Ta-tamam gidelim. Gidelim de, bir şey olursa anlat bana. Hem şu yılan mafyası olayını neden anlatmadın bana? Yoksa bana güvenmiyor musun?" Diye sordu.

"Tabii ki sana güveniyorum. Ama hiç kimseye anlatamadım niye bilmiyorum psikolojik galiba bu olay benim hassas noktam bunu aşmam hiç kolay olmadı sayısız psikoloğa gittim. Ancak görüyorum ki hâlâ pek aşabildiğimi zannetmiyorum beni de anla lütfen eğer seni kırdıysam gerçekten özür dilerim."

Üzgün bir surat ifadesiyle bana bakıyordu. Barlas ne olursa olsun hep yanımdaydı aslında geçmişte ailemi kaybettiğimi söyledim ama Yılan mafyası olayından açık bir şekilde bahsetmedim.

"Yok kırmadın ama yine de biraz üzüldüm sana her şeyini anlatıyorum sonuçta bunu bana neden anlatmadı diye bir gece uyuyamadım," derin bir nefes verdi.

"Neyse artık gidelim mi?" Bana cidden çok kırılmıştı. Gönlünü alacağım ama şimdi değil çünkü şuan görevdeyiz ve görevde özel hayat yoktur.

Hastaneye girdik. Ateş Uras ve kardeşi Umut'un odasına girdik. İkisi de aynı odadaydı.

"Merhaba, bizi hatırladınız mı?" dedi Barlas. "Unutmak ne mümkün!" Dedi Ateş Uras.

"Evet, her neyse nasılsınız daha iyi misiniz? Özellikle sen, Umut, hiç iyi görünmüyordun ama şimdi iyi görünüyorsun," dedim. Umut başını salladı. Şimdi daha iyi görünüyordu.

"Siz olmasaydınız çoktan işim bitmiş olurdu, o yüzden Allah sizden razı olsun."

Yüzüne baktım şimdi çamurun içindeki gibi yüzü gözü kir içinde değildi. O zaman yüzünü tam olarak göremiyordum. Kumral saçlı, siyah gözlü biriydi boyu da çok uzun değildi. Ben 170 olduğuma göre, o da 165 gibiydi. Abisi ise fazla uzundu 180 civarı vardır.

Abisi onun aksine siyah saçlı mavi gözlüydü. Yine de Umut, abisi Ateş Uras'a göre daha sıcakkanlı biriydi yani bence çok fazla konuşmuyordu zaten ama yaşadıkları kolay değildi onu çok iyi anlıyorum. Aramızda çok da bir fark yoktu aslında. İkimizin de aynı yerde yarası vardı.

"Evet, aslında bugün ki geliş amacımız bize olayı detaylıca anlatmanız. Tabii hazırsanız sizi psikolojik olarak zorlamak istemeyiz," dedim, ikisine de dikkatle bakarak.

"Tabii ki anlatırız. Siz bizi kurtardınız hem size anlatmayacaksak kime anlatacağız? Ne bilmek istiyorsanız cevaplarız değil mi abi?" Dedi Umut sıcakkanlı bir şekilde

Ancak abisi pek istekli değildi galiba.

"Bence şimdi hiç zamanı değil hem biz de bir şey bilmiyoruz. Biz köyde bile değildik olay sırasında kasabaya gitmiştik geri döndüğümüzde bir kişi gördü bizi kardeşimi bıçakla yaraladı. Kardeşim yukarı doğru çıkıyordu ben taksiciye parayı veriyordum. O sırada vurdular onu son dakika yetişemeseydim ne olurdu bilmiyorum."

Bir şey daha söyleyecekmiş ama vazgeçmiş gibiydi ve yanlış bir şey söylüyormuş gibi sustu.

"Aileniz de orada mıydı?" diye sordu Barlas.

"Hayır, ailemiz biz küçükken öldü."

"Başınız sağolsun," dedik. Kafasını salladı ve konuştu tekrar.

"Köyde zaten toplasan elli kişi var ya da yoktur," diye ekledi.

Evet kayıtlarda bile elliye yakın kişi vardı. Cidden köyün nüfusu çok azdı. Üstelik şaşırtıcı bir şekilde genç nüfus daha fazlaydı yaşlılar daha az çocuklar da bir o kadar azdı. Ancak elli kişinin otuzu öldü dördünü zaten biz bulduk geriye kalan on altısına ne oldu bilinmiyor. Bunu çok merak ettim ve sordum.

"Neden köyde gençler çoğunlukta çocuklar ve yaşlı nüfusu çok az? " diye sordum. Cevap vermek için ağzını açtı ancak telefonum çaldığı için sustu. Telefonun ekranında Albay Mehmet arıyor yazıyordu. "Afedersiniz bu önemli," dedim ve onlardan uzak bir köşede aramayı cevaplandırdım.

"Emredin Albayım bir şey mi oldu?"

"Kıvılcım, ne yapıyorsanız bırakın ve hemen buraya gelin çok kötü bir şey oldu!" Sesi çok kötü geliyordu.

"Albayım ne oldu?" diye sordum.

"Silahlı baskın yapıldı. Hemen gelin!"

Dediğinde kaskatı kesildim. Çünkü kapatmadan önce bir silah sesi duydum sonra da ses tamamen gitti. Albaya bir şey olmuştu. Nefes alışlarımı kontrol edemedim. Canım bir kez daha kaybetme acısıyla yandı. Telaşla Ateş Uras ile konuşan Barlas'a seslendim.

"Barlas, hemen gitmeliyiz silahlı bir çatışmaya girmişler hadi!"

Oradan nasıl çıktığımızı bilmiyorum. Tek bildiğim onlara bir şey oldu mu düşüncesiydi. Geri kalan her şey silikti. Hemen arabaya bindik.

"Kıvılcım, birine bir şey olmuş mu?" Dedi Barlas bir yandan da arabayı kullanarak.

Surat ifadem onu da korkutmuş olmalı.

"Bilmiyorum... Albayı arıyorum ama açmıyor. Son konuşmamızda arkadan silah sesi duydum inşaallah ona bir şey olmamıştır."

"Ne zaman varacağız ya şimdiye kadar neler olmuştur?" dedim. Stres tekrar vücuduma vurmuştu.

Ellerim kaşınıyordu, titriyordum ve başım ağrıyordu.

O da çok korkmuştu ben de onlara bir şey olup olmadığını merak ediyoruz çünkü biz onlarla beraber büyüdük onlara bir şey olma düşüncesi bile benim için yıkımdı. Onlara bir şey olursa korksunlar çünkü ateşin en saf hâliyle karşılarında olacağım.

Bir yanımla dua ediyor bir yanımla onlara bir şey olmadı diye kendimi teselli ediyordum.

Sonunda gelmiştik.

Bir sürü gürültü vardı. Ambulanslar, polis sirenleri, itfaiyeler... Barlas ile birbirimize baktık içeridekilerin canlı olması için dua ediyorduk. Silahlarımızı aldık en korkusuz tavrımızı takındık.

İçeri girdik. Çok fazla ceset vardı ama bizimkiler değildi. İçimiz biraz rahatladı şimdilik. Çok fazla kat olduğu için ayrıldık. Ben üst katlara Barlas ise alt katlara bakıyordu. Şimdiye kadar bizim askerleri görmedim çünkü sadece biz değil bir sürü daha asker vardı. Ancak hâlâ tehlike devam ediyordu. Her saniye ölüp ölüp diriliyordum. Son bir odaya bakmamıştım. O odaya bakmak için kapıyı zorladım ancak açılmadı diğer kapıların aksine kilitliydi. Çok zorladım ama olmadı kırmak için silah kullandım. Kapı açıldı ancak içeride gördüklerime kaskatı kesildim.

 

Bölüm : 24.12.2024 16:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...