
Keyifli okumalarrr!
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum🫂
...
Gece geç saatlerde yattığım için daha doğrusu sabah uyuduğum için tam olarak uykumu alamadım.
Saat 05.30'da uyumuştum ve saat 08.00'de uyanmıştım.
Yani dört buçuk saatti uyku sürem ve tabii ki gün benim için yeterince zor olacaktı. Erken uyanmak zorundaydım çünkü bugün yapılacak çok işim vardı.
Önce, Ateş Uras ve Mehmet'i görüştürecek, sonra Mehmet'in ablasını arayacaktım.
Ve son günlerde Toprak'ın problem olduğunu öğrenmiştim. Ona da bir el atacaktım.
Zaten Toprak gün geçtikçe değişiyordu. Hareketleri, tavırları, sözleri... Bir yabancılaşıyordu ve bu beni üzüyordu.
Kısa bir duş alıp, saçlarımı ördüm ve hızla mutfağa yöneldim.
Kahvaltı yapacak midem yoktu zaten midem bulanıyordu. Ve başım ağrıyordu.
Hasta mı oluyordum?
Bu yüzden direkt kahveye yöneldim ve kahvemi içerek telefonumdan video izlemeye başladım.
Toprak'ın okula gidiş saati gelince ayaklanarak onun odasına yöneldim.
Hâlâ uyuyordu. Söylene söylene yanına gidip ayakta tepesinde dikildim. Koluna hafifçe dokundum.
"Toprak, ablacım kalk hadi!" Dedim yumuşak sesle.
Uyanmadı.
"Toprak, hadi kalk geç kalacaksın," dedim tekrar.
"Gitmeyeceğim okula. Uyumak istiyorum," dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Ne demek gitmiyorum? Bu kaçıncı devamsızlığıydı?
"Hayır, gidiyorsun. Hem devamsızlık hakkın bitti sayılır. Gitmek zorundasın."
Sesimi yükseltiyordum çünkü kulakları zaten duymuyordu ve bu yüzden de yüksek sesle seslenmek zorunda kalıyordum.
Yorganı elimden almadan önce sinirli bir bakış attı. Of'layarak yorganı üzerime çekti yine.
"Gitmiyorum abla, sal beni!" Diye bağırdı. Yüzü gözü görünmüyordu. Bu sefer ben daha çok sinirlendim. Zaten uykusuzdum modem bulanıyor ve basım ağrıyordu bir de bununla uğraşıyordum. Hayır, Toprak kötü bir kardeş değildi. Şikayetim yoktu. Zaten onu bulana kadar canımdan can gitmişti. Ama bu halleri beni çok yıpratıyordu. Zaten olmayan psikolojim daha çok bozuluyordu.
Ne olurdu bana yardımcı olup sakin sakin güne başlasaydı?
Yorganı sertçe üzerinden çektim. Komodinin üzerinde duran bir bardak suya ilişti gözüm. Elimi biraz ıslattım ve damla şeklinde üzerine serptim. Tek çarem buydu.
"Yeter. Toprak, kalk ve okula git! Beni yoruyorsun!"
Toprak sinirle ayağa kalkıp bana döndü. Üzerine su döktüğüm için çok sinirliydi.
"Abla, hasta gibiyim diyorum suyu niye üzerime döküyorsun!" Diye bağırdı ve odadan çıktı.
Arkasından bakakaldım resmen.
"Ah bu ergenler," diye geçirdim içimden.
Ben çocukken hiç böyle olmamıştım. Yani bağıracağım veya nazlanacağım biri hiç olmadı. Saçımı kimse okşamadı, okula kimse götürmedi, kimse merhamet etmedi. Toprak'ın öyle olmaması için ne gerekiyorsa yapacaktım. O mutlu olsun ama ben mutlu olmayayım fark etmez.
Ben küçük olmadım ama o olsun.
O, ben olmasın, mutlu olsun.
Annelere bağlamıştım yine.
Telefonum çalınca gözlerimi ekrana çevirdim.
Ateş Uras arıyordu.
Sabah sabah rüyasında mı gördü beni yahu?
"Alo?" Diye açtım telefonu. Az önceki tartışmanın etkisindeydim hâlâ.
"Yürüyen fırtınam, nasılsın? Yine birine mi sinirlendin?" Ateş Uras'ın sesi hem uykulu hem de çok tatlı geliyordu.
Yüzümü gülümsetti. İçimde yine kelebek etkisi oldu. Az önceki sinirim bir anda uçtu gitti.
"Ateş, sabah sabah gerçekten beni rüyanda mı gördün yoksa Toprak’ın sesi mi sana kadar geldi?" dedim alayla.
Ses tonum yorgundu ama içinde istemsiz bir tebessüm saklıydı.
Ateş güldü, “İkisi de olabilir… ama daha çok içime doğdu. Uyanırsın, sinirli olursun, kahve içmeden konuşmak istemezsin… dedim ki ben bu kadını bir yoklayayım.”
"Vallahi doğru tahmin. Ama bu sefer kahve bile işe yaramadı. Toprak’la birbirimize girdik. Okula gitmiyor, bahaneler, ergen tripleri... Beni çok yoruyor artık."
Bir an sessizlik oldu. Ateş’in nefesi duyuluyordu, sanki cümlelerini tartıyordu.
“Kıvılcım… belki de sadece konuşmak istiyordur. Seninle. Ergenlerin dili biraz ters ama altı hep aynı, bilir misin? Anlaşılmak.”
“Bilmem... Anlamaya çalışıyorum ama sürekli sabrımı zorluyor.”
Ateş’in sesi yumuşaktı.
“Bugün seninle planladığımız görüşmeyi biraz öne çekebilir miyiz? Hem senin kafanı dağıtırız, hem de Mehmet’le meseleyi aradan çıkarırız, ne dersin?”
İçim ısındı. Onun böyle düşünceli halleri hâlâ şaşırtıyordu beni.
“Tamam,” dedim. “Ama önce Mehmet’in ablasını bulmalıyım. Kadın ortada yok, bana söylenen son adres boş çıktı.”
“ Sen biraz dinlen istersen. Sadece üç saat uyumuşsun, belli.”
Yorgunluğumun nasıl bu kadar net anlaşıldığını fark edince buruk bir gülümseme yayıldı yüzüme.
"Sen nereden bildin?"
"Aşkım, sesin sanki yorgunluktan düşecek gibi. Gel seninle öğleden sonra bir şeyler yiyelim. Yani ben bugün taburcu olacağım ondan sonra. Sıcak çorba falan. Sana iyi gelir."
Gülümsedim, ama bu kez daha içten.
“Tamam. Saat iki gibi olurum orada. Ama geç kalırsan seni vururum. Sonrasında konumu da atarım."
“Beni zaten çoktan kalbimden vurdun, neyi kaldı?”
“Uras…”
“Peki tamam, tamam. Bekliyorum.”
Telefonu kapattım. Evet, kahve yetmemişti ama onun sesi... en azından kalbimin kıyısına kadar gelmişti.
...
Toprak'ı zar zor ikna edip okuluna götürmüştüm. Şimdi müdürün odasındaydım. Ve orta yaşlı, yüzündeki kırışıklar belli olan, ketum bir adam vardı karşımda. Açıkçası ben öğrenci olsam bende bu adamı sevmezdim.
Ne bu ego?
Bana sandalyesinde genişçe oturup dik dik bakıyordu.
Bende ona aynı şekilde bakıp duruyordum.
"Bakın müdür bey, bu çocuğun derslerdeki başarısını falan geçtim artık yüzü bile gülmüyor. Yani sınıfta zorbalık görüyor olabilir," dedim üstüne basa basa.
Adam pek takmıyordu beni. Önündeki kahveden bir yudum aldı. Rahatça yaslanarak yüzüme baktı.
"Hanımefendi, rehberliği çağırdım gelince daha detaylı konuşacağız. Ama Toprak'ın devamsızlığı çok fazla," dedi bir yandan da bilgisayarına bakarak.
Haklıydı. Devamsızlığı çok fazlaydı.
"Haklısınız ama altında psikolojik bir neden vardır eminim ki," dedim önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak.
Bana döndü tekrar. Bu sırada Rehberlik öğretmenleri kapıyı çalarak yanımıza geldi.
Kadındı ve genç bir öğretmendi. İlk gözüme çarpan kahverengi saçları ve kahverengi gözleri oldu.
Müdürün aksine bana gülümseyerek bakıyordu.
"Merhaba, ben Gülsüm. Siz Toprak'ın velisi misiniz?" Diye sorunca kafamı salladım.
"Merhaba, ben Kıvılcım. Evet Toprak'ın velisiyim ben," dedim, ben de onun gibi gülümseyerek.
Tam karşımdaki sandalyeye oturdu ve konuşmaya başladı.
"Toprak, son zamanlarda biraz durgun. Derslere katılmayı geçtim uyuyor, herkesi tersliyor. Ben bu durumu onunla konuştum. Arkadaşları ile de konuştum." Biraz duraksadı.
"Sanırım zorbalık görüyormuş. Ailesi yokmuş diye yetim diyorlarmış. Ablasının yanında yaşıyor diye de sığıntı diyorlarmış. Bu ciddi bir sorun olduğu için o çocukların aileleri ile de konuştum. İnanın bana çok dil döktüm. Şimdi öyle bir sorun duymadım. Ama tabii eğer başka bir psikolojik durum varsa anlatın lütfen," dedi yumuşak bir sesle.
Benim ise kaşlarım çatılmış, ellerim titremişti. Ve bacaklarımı da istemesizce hareket ettiriyordum. Kadını görmekte sıkıntı yaşadı gözlerim. Benim bu olanlardan niye haberim yoktu?
Nasıl bir ablaydım ben? Hani yaşadıklarımı ona yaşatmayacaktım?
Yetim diye dışlamaları, sığıntı demeleri... Çok ağırdı.
Ve ben de bunları yaşamıştım.
O da benim kaderim gibi yaşıyordu.
Beynimde bunları tekrarlıyordum.
Yetim olmak onun suçu muydu? Neden işleri zorlaştırıyorlardı? Neden anlayışlı olmayı istemiyorlardı?
Neden kalp kırmak çok havalı geliyordu?
Benim yanımdaysa ne olmuştu yani? Ben onun ailesi değil miydim?
Ben ona yetemiyor muydum?
Omuzlarım çökmüştü.
"Ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum. Toprak'ın anne ve babasını kaybetmek dışında bir mafyanın ve aynı zamanda teröristlerin yanında küçük yaştan yaşamış olması var. Tabii kulaklarındaki problem buradan doğdu.
O zamanları atlatamıyor bazen. Ama bunu yaparak onu daha yalnız ve acı ile baş başa bırakıyorlar. O zaten yeterince acı çekti neden tekrar acısını alevlendirmeye çalışıyorlar? Bunu neden yapıyorlar?" Diye sordum, sesim titriyordu. Kadin su uzattı. Bir yudum içtim.
"Bakın anlıyorum sizi. Ben onlarla konuştum. İsterseniz sınıf değişimi yapabiliriz," dedi yine yumuşak sesle.
"Hayır, ben okul değişimi yapacağım. İyi günler. Bu arada Toprak'ın sınıfı hangi kattaydı?" Diye sordum ayağa kalkarak.
Kadın ve adam da ayaklanmıştı.
Onu bu okuldan alacaktım.
Yeterince beklemiştim.
"Kıvılcım Hanım, sakin olun. Okul değişimi yapmak saçma değil mi sizce de?" Diye sordu Müdür pişkince.
Kaşlarımı çattım.
"Bu okuldaki öğrenciler onu hor görürken, aşağılarken, dışlarken, neredeydiniz müdür bey? Ben bu çocuğu size emanet etmedim mi? Bu ne saçmalık ya! Çocuğun psikolojisinin içine ettiniz! Hangi katta bu çocuk?" Diye sordum. Bağırmak istemesem de bağırmıştım.
Bu çocuk sahipsiz değildi.
"İkinci katta," dedi Gülsüm Hanım.
Kafamı salladım ve müdüre sinirle bakıp kapıyı çarparak çıktım.
İkinci kata çıktığımda daha dersin bitmemiş olduğunu görünce kenarda bekledim.
Toprak ile konuşup gidecektim.
Bu sayede Toprak'ın sahipsiz olmadığını anlayacaklardı.
Telefonum titreşince telefonuma döndüm.
Barlas arıyordu.
Hemen telefonu kulaklarıma götürdüm.
"Alo?"
"Kıvılcım, neredesin? Niye gelmedin askeriyeye?" Diye sordu Barlas.
"Toprak'ın okulundayım. Birkaç işim var halledip hastaneye gideceğim oradan sonra geleceğim. Yüzbaşının haber var," dedim. Sesim hâlâ çatlak çıkıyordu.
"Sen iyi misin?" Diye sordu.
"Pek değilim. Anlatırım sonra. Görüşürüz," dedim, zaten zil çalmıştı.
"Tamam, görüşürüz," dedi ve kapattık.
Öğretmen çıktıktan sonra göz göze geldik.
Sanırım matematik öğretmeniydi. Yanına gidip Toprak'ın durumunu sordum.
"Zeki biri olduğu belli. Ama maalesef ki kendini öğrenmeye kapatmış ve benim bir şey söylemem ile düzelecek gibi değil." Diye bir açıklama yaptı.
Ve biraz daha konuştuk.
Bana resmen psikolojik tedavi almasını söylüyorlardı.
En kötü şey ise benim Toprak ile ilgilenmememdi. Kendime çok kızdım.
Toprak'ın sınıfına doğru yürüdüm yavaşça. Kafamı kapıdan sınıfa uzattım. Herkes kendi arkadaşları ile takılıyor, sohbet ediyor, gülüyordu.
Toprak ise kafasını sıraya yaslamış uyuyordu. İçim ezilirken yavaşça yanına gittim herkesin gözleri üzerimdeydi.
Toprak'ın olduğu sıraya gidip yanındaki sandalyeye oturdum. Elimle omzuma dokunduğumda irkilerek kafasını bana çevirdi. Beni görmeyi beklemiyorduki yeşil gözleri şaşırarak bana baktı.
"Abla, senin ne işin var burada?" Diye sordu.
"Neden uyuyorsun?" Diye sordum.
"Ne yapayım, insanları mi izleyeyim?" Diye karşılık verdi sinirle.
Etraftakiler ise bize garip garip bakıyordu.
"Tamam. Bir şey demiyorum. Sadece en azından derslere biraz katıl. Başka insanlar için kendini üzme lütfen," dedim yumuşak bir şekilde.
Omzunu silkti. Etrafa baktı yeniden gözleri bana çevrildi.
"Umrumda değiller," dedi umursamazca.
"Emin miyiz?" Diye sordum.
"Evet, eminim. Ders başlayacak abla, git istersen." Ses tonu adeta beni kovdu.
"Akşam alayım mı seni? Bir yere falan gideriz," dedim gülümseyerek.
Kafasını salladı hayır anlamında.
"Hayır, sen Ateş abi ile git. Beni rahat bırakın yeter," dedi ve kafasını tekrar sıraya koydu.
Benim ise içimde bir parça kırılmıştı
Ders zili çalınca bir şey diyemeden çıkmak zorunda kaldım.
Arabaya bindim ama çalıştırmadım. Anahtarı çevirecek gücüm yoktu. Sanki direksiyona dokunursam dağılacaktım. Başımı yavaşça cama yasladım. Cam soğuktu. Belki bu serinlik içimdeki yangını söndürür sandım.
İçimde çocukluğum ağlıyordu yine.
Sırasının yanında oturacak kimse olmayan, sessizce ağlayıp hiç ağlamamış gibi davranan o küçük halim...
Toprak’ı korumaya çalışırken aslında kendi geçmişimi tamir etmeye mi çalışıyorum?
Sınır koyuyorum, sertim, güçlü duruyorum ama... İçimdeki çocuk hâlâ orada. Hâlâ yalnız.
“Keşke biri zamanında benim de sıramın yanına oturup, ‘Hadi kalk, gidiyoruz’ deseydi...”
Sesli söylemişim bunu. Duydum. Kendimden korktum.
Gözyaşlarım sessizce aktı. Ağlamaktan değil, içimde sıkışan şeylerden.
Hayal kırıklığı. Yetersizlik. Suçluluk.
Yine de ağlayamadım. Bu benim lüksüm değildi.
Telefonum çaldı.
Ekranda bir isim: Pilot Bey.
Zorla da olsa telefonu kulağıma götürdüm bıraksalar ağlayacaktım.
"Güzelim, neredesin? Birazdan taburcu olacağım sen yoksun," dedi yumuşak bir sesle.
Derin bir nefes aldım. Sesim titremesin diye.
"Geliyorum şimdi," dedim.
"Tamam, bekliyorum," dedi ve kapattım telefonu.
Arabayı çalıştırdım.
Hastanenin önüne geldiğimde arabadan indim kendimi toparlayarak.
Melih beni arayıp Mehmet'in bugün Ateş Uras ile görüştüremeyeceğimi söyledi. Çünkü Mehmet'in bugün narkoz etkisi ile uyutmuşlardı.
Kafam zaten yeterince allak bullaktı bir de yeni dertler çıkıyordu sürekli.
Yorulmuştum.
Ateş Uras'ın odasının önüne geldiğimde kapının kolunu çevirdim.
Ateş Uras yatağında uzanıyor, Melih de başındaki sandalyede video izliyordu.
Benim içeri girdiğimi girince ikisi de kafasını bana çevirdi.
Hafifçe gülümsedim ve yanlarına gittim.
"Komutanım, hoş geldiniz. Gözümüz yollarda kalmıştı," dedi Melih alayla.
"Hoş buldum. Ne zaman çıkıyorsun Ateş?" Diye sordum Ateş'e dönerek.
"Yarım saate" dedi saatte bakarak.
Kafamı salladım ve sandalyeye oturdum.
İkiside garip garip bana baktı.
"Bir sorun mu var?" Diye sordu Melih.
"Hayır, yok," diye cevap verdim.
Vardı.
İnanmadılar.
"Nikah kaçtaydı Kıvılcım?" Diye sordu bir anda Melih bana göz kırparak.
Ne nikahı ya? Kimin nikahı vardı bugün?
Avel avel yüzüne baktım.
"Ne nikahı?" Diye sordu Ateş.
Melih bir ona bir bana bakarak sırıttı.
"Kıvılcım yarın nikâha gel demişti de," dedi bana bakarak imayla. Yeni idrak etmiştim ne demek istediğini.
Dün ona söylediğim şeyden bahsediyordu.
Bu çocuk beni bir gün öldürecekti.
Ateş Uras anlamamıştı. Konudan haberi yoktu zaten.
"Anlamadım?" Dedi bana bakarak.
Melih'e göz devirdim.
"Dün şaka yapmıştım onu söylüyor bu salak!" Dedim elimle Melih'i işaret ederek.
"Ne şakası?" Diye sordu bu sefer Ateş.
"Yarın nikâha gel dedi bana kankacım. Bak ben sana söyleyeyim sana kuma getirecek bu!" deyip kahkaha attı Melih.
Ateş ona sinirle bakarken ben de göz devirdim.
"Melih, kes sesini! Ne kuması? Hâlâ gülüyor, çık şu odadan hemen! Bir müddet gözüme de gözükme!" Dedi sinirle bağırarak.
Melih hâlâ gülüyordu.
Gözünden yaş gelince bana bakıp göz kırptı ve çıktı.
Ya sabır.
"Bir gün ciddili döveceğim bunu!" Dedi Ateş Uras.
Bende.
"Kaşınıyor, kesinlikle," dedim onu onaylayarak.
"Güzelim, öyle bir şey yok... Değil mi?" Diye sordu. Ona ters bir bakış attım. Zaten yeterince şey yaşadım bugün bir de bu saçmalıklarla mı uğraşacağım?
"Ne saçmalıyorsun Uras? Güvenmiyorsan hiç çıkmayalım bu yola," dedim sert bir sesle.
Ateş Uras kaşlarını çattı.
"Ne alakası var? Sadece... Travma olarak kaldı bende. Sana kendimden daha çok güveniyorum. Kaybetmekten ölesiye korkuyorum."
"O zaman bu soruyu sormanın bir anlamı yok!" Dedim sesim biraz yüksek çıkmıştı.
"Biraz sakin olur musun? İyi misin sen? Bir değişiklik var sende," dedi gözümün içine bakarak.
"İyiyim, bir sorun yok. Saçmalıklardan bıktım," dedim oflanarak.
"Ben ne yaptım şimdi?"
"Ateş lütfen biraz sus, kafamı dinlemem gerekiyor," dedim başımı ovuşturarak.
Başım ağrıyordu.
Ateş zorla da olsa ayağa kalktı ve yanıma geldi.
Diz çöküp, çenemi hafifçe yukari kaldırdı.
Gözlerimin içine baktı.
"İyi misin? Bir sorun varsa anlat."
Sesi yumuşak çıkıyordu. Ama bu sekilde durmaması gerekiyordu.
"Ateş, yatağına ger dön. Kanama olabilir. Hareketlerine dikkat etmelisin," dedim uyarıcı bir şekilde.
"Soruma cevap verecek misin?"
"Bir sorun yok diyorum" dedim direterek.
"Var belli ki. Hadi anlat, ne oldu?"
Ateş karşımdan kalkmıyordu.
Ne kadar sert dursam da, gözlerime inatla bakmaya devam ediyordu.
Sanki içimde biriken her şeyi göz bebeklerimden çekip almak ister gibi…
İçim titredi.
Dayanamayacaktım artık.
Yutkundum. Boğazımda düğümlenen kelimeler acı veriyordu.
Gözlerimi kaçırdım.
"Ben yoruldum, Ateş."
Bir sessizlik oldu.
O an bile yumuşacık sesiyle konuştu:
"Ne zaman başladın böyle hissetmeye?"
Gülümsedim ama acı bir gülümsemeydi bu.
"Bilmem... Belki her sabah kendi omzuma yaslanarak uyanmaya başladığımda."
Derin bir nefes aldım.
“Her şey üzerime geliyormuş gibi. Herkes bir şeyler istiyor. Herkes bir şeylere ihtiyaç duyuyor. Ama ben? Ben bazen sadece birinin bana ‘iyi misin’ demesine bile hasret kalıyorum…”
Gözlerim doldu ama ağlamadım.
Ağlamak istemiyordum.
Yorulmuştum güçlü durmaktan ama hâlâ parçalanmak istemiyordum.
“Ateş, ben kaç kişiyi sırtımda taşıdım biliyor musun? Bazen ayakta kalmamı sağlayan tek şeyin intikam hissi olduğunu düşündüm. Sonra sen geldin. Sonra Toprak... Ama hayat hâlâ durmuyor. Yine bir şey oluyor. Yine biri hastanede, biri gözaltında, biri kayıp. Ve ben, ben sadece biraz susmak istiyorum. Bir saatliğine bile olsa, hiçbir şey düşünmeden…”
Ateş elimi tuttu.Elleri hâlâ sıcaktı. Yanağıma küçük bir öpücük kondurdu ve saçlarımı okşadı.
“Sana yaslanabilmeyi çok isterdim,” dedim sessizce.
“Bir gün, sadece bir gün boyunca dünyayı senin taşımanı isterdim. Ben de bir köşede durup sadece nefes almak istiyorum.”
Gözyaşlarım usulca süzüldü.
Bu sefer engellemedim.
Ateş elini yüzüme koydu, nazikçe sildi gözyaşlarımı.
“Ben buradayım, Kıvılcım,” dedi.
“Yükünü paylaşmamı istemiyorsan bile, seni izlerim. En azından tek başına olmadığını bil diye. Ve eğer bir gün yıkılırsan, seni oradan kaldıracak biri olduğunu da... Bana yaslan tamam mı? Sadece bana yaslan."
Yutkundum.
Hiçbir şey söylemedim.
Sadece başımı önüne eğdim ve bir süre ellerini tuttum.
Sonsuz bir sessizlik gibi geldi.
Ama ilk kez bu sessizlik, beni korkutmuyordu.
Çünkü o oradaydı.
Ve ben ilk defa... birinin gerçekten orada olduğunu hissettim.
Tam o an, Ateş usulca elini boynumun arkasına götürdü. Eli içimi ürpertti ama tepki vermedim.
Nazikçe alnını alnıma yasladı.
Gözlerimiz kapandı. Sadece nefesimizi duyuyordum. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, dakikaları saymadan öylece durduk. Gözlerimiz kapalıydı. Hiçbir şey düşünmedim. Zihnimi serbest bıraktım.
“O kadar güçlü olmak zorunda değilsin, Kıvılcım,” diye fısıldadı bit müddet sonra.
“Ben varım. Artık varım. Hep olacağım."
Kalbim bir an durur gibi oldu.
İçimdeki bütün yük, sanki o dokunuşta azıcık da olsa eridi.
Ve ilk defa, sadece güçlü olmak için değil… Kendim olmak için de başımı birine yasladım.
Kapının çalınışı ile geri çekildim. Doktor gelmiş olmalıydı. Kapıyı bir kez tıkladıktan sonra beyaz önlüklü ve orta yaşlı kadın doktor gülümseyerek içeri girdi.
Ateş Uras'ı ayakta görünce şaşırdı.
"Uras Bey, daha dikkatli olmalı ve ayağa kalkmamalısınız."
Sesi uyarıcı ve sert çıkınca Ateş Uras yavaşça yatağına doğru yürüdü. Doktor bakışlarını ondan çekip bana sabitledi.
"Kıvılcım Hanım, siz de onu uyarmalısınız. Ameliyattan daha yeni çıktı. Her neyse, durumunuz iyiye gidiyor söylediğimiz gibi bugün çıkabilirsiniz. Ancak bu noktadan sonra daha da dikkat etmeniz gerekiyor. Ayağa kalkmamalı strese de girmemelisiniz."
İçim umutla ve neşeyle doldu hayatımda hiç bu kadar mutlu hissetmemiştim. O iyileşiyordu. Şükürler olsun!
Gözlerim umutla dolunca Ateş Uras'a baktım doktora gülümseyerek bakıyordu kafasını bana çevirince gözlerimiz kesişti. Mavi gözleri eskisi kadar canlıydı artık.
"Geçmiş olsun," diyerek yanımızdan ayrıldı doktor.
Ben de Ateş Uras'ın yanına giderek ona sıkıca sarıldım.
Ellerini sırtımda gezdirdi ve saçlarıma bir öpücük bıraktı o da.
"İyileşiyorsun..." Dedim ağlamaya hazır sesle.
"Sayende."
"Ben bir şey yapmadım ama yine de iyileşmen çok güzel bir haber," dedim neşeyle.
"Varlığın yetti."
Ateş Uras'tan ayrılıp, yatağın ucuna oturdum.
Gözleri her zamanki gibi canlı bir şekilde parlıyordu.
"Ben Melih'e söyleyeyim de çıkış işlemlerini yapsın."
Kafasını salladı usulca. Bakışları derinleşti. Ve bir iç çekti.
"Keşke..." Dedi acı dolu bir sesle. "Annem de olsaydı."
Gözleri dolar gibi oldu ama akmadı yaşlar. Göz kapağına tutundular.
Bir şey söyleyemedim. Nasıl teselli verilir pek bilmiyordum. Ama canım yanmıştı. Bu söyledikleri acıydı.
Kapının çalınışı ile gözlerimi ondan çektim. Barlas içeri girdi Melih ve Aslı ile. Melih yüzüme bakıp sırıtıyor, Barlas ikimize tek kaşı havada bakıyordu. Aslı ise ikisinin aksine daha insanca görünüyordu.
"Bakıyorum da bayağı bir yakınlaştınız şu aralar?" Dedi Melih göz kırpıp.
Ben gözlerimi devirdim ama Ateş gayet rahattı.
"Gel, seninle de yakınlaşalım Melih çok kıskanıyorsan?"
Melih sustu.
Barlas yanımıza geldi ve Ateş'e baktı.
"Çıkış işlemlerini hallettik. Artık eve gidebilirsin. İyi misin biraz daha?" Diye sordu yumuşak bir sesle.
Ateş bana baktı önce sonra tekrar Barlas'a döndü.
Kafasını salladı.
"İyiyim. Buradan hemen çıkalım çünkü artık darlandım."
"Belli oluyor darlandığın."
Melih'in sesi ile herkes ona döndü. O ise sırıtıyordu herkese inat. Ayağa kalktım çünkü artık gerçekten sinirimi bozuyordu.
Onun önünde durana kadar yerinden kıpırdamadı. Kimsede sesini çıkarmadı. Ama ortamdaki gerilim sürüyordu.
"Az önce ne dedin?" Dedim kulağına fısıltı şeklinde. Hâlâ gevşek gevşek gülüyordu. Ensesine bir avucunun içi ile bir sille vurdum. Boyu benden uzundu ama oturduğu için rahat bir şekilde vurmuştum.
"İma ettiğin şeyleri sana yuttururum. Anladın mı?"
Sustu ve bakışlarını yere çevirerek kafasını salladı.
"Anladım komutanım."
İstemsizce dudağının kenarında hafif bir gülümseme oldu ama belli etmeyerek Barlas'a döndüm.
"Hadi gidelim artık."
"Tamam. Melih tekerlekli sandalyeyi getir hemen."
Melih, oflanarak dışarıdaki tekerlekli sandalyeyi getirip yatağın önüne koydu.
Barlas ve Melih Ateş'i yavaşca sandalyeye oturttu. Aslı ile ben önden dışarı çıktık hemen.
Onlarda arkamızdan geldiler. Hastaneden çıkarken derin bir nefes aldım. O boğucu kokunun gitmesi iyi gelmişti. Hafif toprak kokusu burnuma dolmuştu. Demek ki yağmur yağmıştı.
Ateş ben ve Aslı arkada Melih ve Barlas öne oturdu.
Ateş Uras gözlerini cama çevirmişti. Arabaya binmeden saniyeler önce yağmur başlamıştı. Hava serin ve güzeldi.
Aslı pek konuşmuyordu bugün. Sorduğum sorulara bile kısa cevaplar veriyordu.
Aslı'ya dönüp sadece onun duyabileceği bir sesle konuştum.
"İyi misin?"
Bakışları bana döndü. Kafasını salladı. Ama kararsızdı. Yani iyi değildi.
"Ne oldu?" Diye sordum kaşlarımı kaldırıp.
"Bir şey yok," dedi fısıltı şeklinde.
"Aslı, hadi anlat ne oldu? Biri bir şey mi yaptı?"
"Burada anlatamam. Eve gidince anlatırım."
İç çektim. "Tamam. Peki." Ama içime kurt düşmüştü. Ne olmuştu? Barlas mı bir şey yapmıştı?
Gözlerimi benden çekip cama çevirdi tekrar. Ben de ortada oturduğum için mecburen önüme döndüm.
Barlas her zamanki gibi sürücü koltuğunda yerini almıştı.
Direksiyonu tek eli ile çevirip bir yandan da müzik açmaya çalışıyordu.
Melih ise yan koltukta bir kolunu camdan dışarı çıkarmıştı hafifçe. Kimse konuşmuyordu. Sessizlik yakıcı bir şekildeydi. Herkes dertliydi sanırım bugün.
Kafamı Ateş'e çevirdim. O zaten bana bakıyormuş. Gözlerimiz kesiştiğinde gülümsedim hafifçe o da gülümsedi.
Ellerimi tuttu yavaşça. Başımı kendi omzuna yasladı. Ve tepesine bir öpücük kondurdu. Ellerimizin iç içe geçmesi kalbimin sesini daha çok duymamı sağladı.
Radyodan gelen hafif ezgiler iyi hissettirse de içimdeki huzursuzluğu bastıramıyordu.
Telefonumun hafifçe titreşmesi ile cebimdeki telefonu çıkarıp kulağıma yasladım.
Toprak arıyordu.
"Efendim ablacım?"
"Abla, neredesin sen?" Arkadan otobüs sesleri geldiğine göre okuldan yeni çıkmıştı.
"Hastaneden çıktık. Şimdi Ateş Uras'ın evine gidiyoruz. Sen de oraya gel. "
"Tamam, geliyorum."
Telefonu kapatıp cebime tekrar geri koydum.
"Ne olmuş?" Diye sordu Barlas aynadan bana bakıp.
"Neredesin diye sordu sadece bir şey yok."
"Öyle diyorsan."
Kısa zamanda eve geçtik.
...
Bölüm Sonu.
Nasıldı bölüm?
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum✨
Geçen yıl bugün ilk bölümü; bugün de 69. Bölümünü paylaşıyorum. Kendi adıma uzun ve yorucu bir yıl olsa da bu kadar bölümü yazmak benim için keyifliydi.
Sevgiyle kalın❄️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 37.25k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |