26. Bölüm
𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃 / ATEŞ VE BARUT / Yağmuru hissetmek

Yağmuru hissetmek

𝐸𝓁𝒶𝓇𝒾𝓃
dadaaaa

Merhabaa, nasılsınız?

Seveceğiniz bir bölüm emin olun😉

Seviliyorsunuz hoşça kalın💞

 

 

"Bazı insanlar yağmuru hisseder, diğerleri sadece ıslanır."

 

...

"Barlas!" Diye bağırdım son kuvvetimle. Ona bir şey olmamalıydı. Tam kalbimin orta yerinde derin bir sızı oluştu. Hiç geçmeyecek gibiydi bu sızı.

"Kıvılcım, hemen önünüzde ama yardım lazım burası birazdan patlayacak çok yaralımız var!"

Koşmak zor gelse de onu buradan çıkartmalıydık.

"Barlas'ı buradan çıkartmalıyız!" Dedim kesin bir şekilde.

"Tamam, sen hemen çık onu da alıp geleceğiz biz," dedi Ateş Uras gözlerimin içine bakarak. Kapıyı işaret etti.

"Hayır, onsuz bir yere gidemem," diye ısrar ettim.

O buradan çıkmadan ben de çıkamazdım.

"Bir kere de söz dinle be kadın! Sen de yaralısın!" Ateş Uras'ın bağırmasıyla kafamı yeniden ona çevirdim. Benim yaralı olmam ondan önemli miydi? bence değildi.

"Az önce yanan kişi mi söylüyor bunu? Hem ben iyiyim. Hadi yürüyün!"

Kutuların arasından çıkıp koşarak merdivenlerin orada yarı baygın ve yüzünde toz ve duman yüzünden karaltı inmiş halde yatan Barlas'ın yanına gittik. Yanında Duygu vardı ama çok kan kaybetmişti. Gözlerim büyüdü. Sanki tüm kanım çekilmiş gibi hissettim. Sanki orada yatan kişi o değil de bendim. Başım döndü midem bulandı. Bu biraz da yaramdan dolayıydı. Mantıklı düşünemesem de o an içi kendim ile Barlas'ı karşılaştırdığımda Barlas'ı kendime tercih ederdim.

Bende çok kan kaybediyorum hatta güçlükle ayakta duruyordum.

Arkamdan Ateş Uras ve Yaman geldi daha sonra da Melih.

Yaman ve Melih, Barlas'ı alıp götürdü. Duygu peşlerinden gitti. Ben de tam gidecekken sendeleyerek yere sert bir düşüş yaptım. Bedenimin acı ile şoka girdiğini söylemeliyim. Artık herkesi çift görüyordum ve neredeyse bilincimi kaybedecektim.

Ateş Uras beni onca hengame de nasıl fark etti bilmiyorum ama soluğu benim yanımda aldı. Çok net göremesem de kendi kendine söylendi ve bedenim bir anda havalandı. Beni kucağına aldı.

"Hayır, indir beni!" Diye bağırdım ancak kurşun yağdırmaya devam ederlerken Ateş Uras koşarak dışarıya attı bizi.

Gerçekten çok hızlı koşuyordu, Usain Bolt mübarek!

Bizim kendimizi dışarı attığımız saniye oranın patlamasıyla bir oldu. Öyle bir patladı ki kulaklarımı kapatmak zorunda kaldım. Beynimde sinyal sesi gibi bir ses uğuldadı. Kulaklarımı da oldukça rahatsız etti aynı ses.

Enkaz yığınına şöyle bir baktığımda o günü gördüm sanki her yer yanmış, yakılmış, yıkılmış ve yok olmuş gibi bir umut dahi yok gibiydi o günde...

"İçeride bizden biri var mıydı?" Diye sordum güçlükle telsize.

"Hayır," diye bir ses gelince oh çektim ama karnımdaki sızı hâlâ benimle olduğu için canım çok yanıyordu.

Yine de bu çok güzel bir haberdi yani şimdilik.

"Haydi gidelim şu ambulansa! Kanaman var işte anlamıyor musun?" Diye çıkıştı birden Ateş Uras.

Buna ne oluyordu be!

"Sen de yandın az önce," dedim cılız bir sesle bir yandan da ambulansa doğru gidiyordum zorlukla ama kolumdan Ateş Uras'ın tutması ile ondan yardım alarak ambulansa gittik. Beni içeri aldıklarında bilincini kaybetmiştim.

 

-7 saat sonra Hastane-

Zorlukla gözlerimi açtığımda bomboş duvarları görmeyi beklemiyordum. Ruhumu daraltıyordu duvarlar sanki üstüme geliyor gibiydi. İyi hissetmiyordum niye bilmiyorum ama iyi hissetmiyordum.

İçeriye gelen hemşire uyandığımı görünce doktora haber verdi beş dakika sonra da doktor geldi.

"İyi misiniz Üsteğmenim?" diye sordu.

"İyiyim ama iyi hissetmiyorum. Barlas Kara bu hastanede olmalı o iyi mi?" Diye sordum.

Doktor elindeki raporu inceledi. Göz ucuyla bana baktı. "Kendi durumunuzu sormayacak mısınız?" Diye sordu başını dosyadan kaldırmadan.

"Hayır, bana o lazım. O iyiyse bende iyiyimdir," diye cevap verdim.

"Durumu kritik diyelim çok kan kaybetmiş ama doktorlarımız elinden geleni yapıyor yaklaşık yedi saattir ameliyathanedeler ama merak etmeyin iyi olacak," dedi sıcak bir gülümseme ile. Gerginliğimi azaltmaya yetmedi.

Gözlerim dolu dolu onu dinliyordum. Ya ona bir şey olursa... ben ne yapardım?

Doktor gitmeden konuştum. "Peki, benim durumum nasıl?" Diye sordum. Doktor gülümseyerek bana döndü.

"Değerleriniz iyi ameliyat da başarılı geçti ve karnınızdaki kurşun çok derine inmeden kurtardık ama geç kalsaydınız pek iyi şeyler olmayacaktı. Neyse ki sağ salim kurtuldunuz yani şimdilik dikkatli olacaksınız ve gözlem altında olsanız iyi olur. Geçmiş olsun!" dedi ve gitti. Hemen sonra Ateş Uras ve Umut ellerinde bir poşetle içeri girdi.

"Oo asker hanım uyanmış!" Dedi Ateş Uras ve ellerindekini yanımda duran sehpaya bıraktı.

"Kıvılcım abla iyisin değil mi? Çok korktum," dedi Umut. Onun ne ara haberi olmuştu?

Ben iyiyim de sen değilsin be çocuk!

Tekerlekli sandalyesi ile yanıma gelip zorla da olsa bana sarılınca bende ona sarıldım.

Ateş Uras ise bize bakıp her zamanki gibi somurttu.

Onun da ayağı yanmıştı ama sapasağlam ayaktaydı.

"İyiyim canım sağol geldiğin için."

"Sen iyi ol da gerisi önemli değil," dedi Umut.

Ateş Uras da gelip sandalyede oturdu

"Asker hanım, iyi olduğunuza göre şu poşette ki yemekleri de yersiniz," dedi kollarının göğsünde kavuşturup mavi gözleri ile poşeti işaret ederek. Bilmiyordu ki benim hiç iştahım yoktu.

"Aç değilim ama Umut yiyebilir yada sen."

"Ne demek aç değilim?" diye çıkıştı birden. Kaşlarını çatıp bana baktı. Cıkcıklayarak, "Öyle bir söz duymamış olayım bu kadar zahmet etmişim yapmışım yani yemezsen büyük ayıp," dedi.

Ne yani bana yemek mi yapmıştı? Vay be sevdim bu işi!

"Yemek mi yaptın?" Diye sordum hayretle. Ben almış olduğunu düşünmüştüm. Oldukça şaşırdım. Poşetteki tencereleri çıkarıp masayı bıraktı sonra yanına da tabak, çatal ve kaşık koydu.

Ciddi ciddi yemek yapmış ya bu!

Her şeyi hazırlayıp önüme koydu.

"Hepsini bitir biz gelene kadar ve afiyet olsun," dedi ve ayağa kalkarak benim şaşkın bakışlarım eşliğinde odadan çıktı.

"Geçmiş olsun Kıvılcım abla biz birazdan geliriz tekrar," deyip Ateş Uras'ın arkasından tekerlekli sandalyesini sürerek gitti Umut.

Bende önümdeki yemekleri yemeye başladım.

Cidden çok güzel olmuştu ya. Birinin senin için uğraşması garip bir hismiş.

Yemeklerimi bitirdikten sonra uyudum.

...

Ateş Uras Cantürk'ün ağzından

Kıvılcım'ın odasından çıktıktan sonra Barlas için yoğun bakımın önünde beklemeye başladım sadece ben değil herkes buradaydı.

Kıvılcım'a belli etmiyordum ama Barlas'ın durumu iyiye gitmiyordu. Çok kan kaybetmesinin yanı sıra kalbine çok yakın bir yerden ve kollarından vurulmuştu.

Yani durumu hiç iyi değildi hem de hiç!

Kıvılcım'a söylemiyordum bu durumu çünkü ameliyattan sonra psikolojisi iyi olmalıydı zaten uzun zamandır psikolojisi iyi değildi.

İçten içe hepimiz korkuyorduk bu uzun bekleyişler umarım iyiye alâmettir.

Yaklaşık 7 saat olmuştu Barlas direnmeye devam ediyordu. Biz bekliyorduk bende arada Kıvılcım'ın yanına uğrayıp moralini düzeltmeye ve bir şeyden şüphelenmemesi için elimden geleni yapıyordum.

Doktor 7 buçuk saatin ardından nihayet çıktı. Ama yüz ifadesinden bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi.

Herkes birbirine baktı daha sonra da doktora baktı. Odanın duvalarından taşacak bu gerilim dişlerimi birbirine çarpma ihtiyacı doğuruyordu.

Korkularından konuşmuyorlardı hiçbiri ve bende bu sessizliği bozmak istedim.

"Doktor Bey nedir durum Barlas iyi mi?" Dedim belli etmesem de korkuyordum alacağım cevaptan.

Tek bir cümle bizi yıka da bilirdi veya tekrar ayağa da kaldırabilirdi! Barlas ile pek iyi anlaşamasak da onu kendime yakın görmüyor değildim.

Doktor biraz çekingen bir tavırla, "Ameliyat pek istediğimiz gibi geçmedi çok kan kaybetmiş kurşunları çıkarmak çok zor oldu. Çok savaştı ve biz de tabii ki,"

"Ne olur iyi bir şey söyleyin!" Dedi Duygu. Doktor ellerini ceplerine sokup derin bir nefes verdi. Kötü bir şey mi olmuştu? Neden konuşmuyordu?

"Biz elimizden geleni yaptık ve uzun uğraşlarımızın sonucunda onu kurtarmayı başardık!" Dediğinde herkes öyle mutlu oldu ki bende dahil olmak üzere dünyalar bizim olmuş gibiydi. Tuttuğum azap gibi nefesi verdim. Saçlarımı karıştırdım. Oh be!

"Ancak uyanması biraz uzun sürebilir," dedi uyarır gibi. Olsun dedim içimden yaşıyordu en nihayetinde. Doktor daha fazla durmadan, "geçmiş olsun!" diyerek gitti.

"Ya şükürler olsun yaşıyor!" Dedi Melih sevinçle.

"Ölüp ölüp dirildik resmen," dedi Şirin

"Kıvılcım iyi mi peki?" Diye sordu Murat bana bakarak.

"İyi merak etmeyin," dedi Umut benim yerime.

Ben de rahat bir nefes almak için dışarı çıkacakken albay ile karşılaştım. Uzun zaman sonra ilk kez geliyordu çünkü onu kaç gündür görmemiştim.

Üzerindeki siyah ceketi ve hiç kafasından çıkarmadığı şapkası ile her zamanki gibiydi.

"Merhaba albayım, nasılsınız?" Diye sordum neşeli olmaya çalışarak.

"İyiyim Uras sen nasılsın?" Diye sordu.

"İyiyim albayım."

"Kıvılcım ve Barlas'ın durumu ne?" Diye sordu.

Keşke beni de böyle soran anne ve babam yada tanıdığım birileri olsaydı bazen bu yanlızlık ile boğulacağımı hissediyordum yoruldum gerçekten çok yoruldum.

"Barlas ameliyattan daha yeni çıktı durumu iyi. Zor bir ameliyattı ama iyi. Kıvılcım da iyi, toparlanmaya çalışıyor," dedim.

Kafasını salladı. "Tamam, teşekkür ederim bilgilendirdiğin için," dedi ve gözlüğünü düzeltip ilerlemeye devam etti. Bu adamda garibime giden bir şeyler vardı ama ne?

Derin bir nefes alıp dışarı çıktım yine yağmurluydu hava. Çok garip bir şey vardı: ben çok ağlamak istediğim zamanlarda yağmur yağardı. Bugün de öyle bir gündü. Yine yağmur yağıyordu. Kapüşonumu kafama çekip henüz yağmurun uğramadığı bankların birine oturdum.

Telefonum yanımdaydı ama kulaklığın yanımda değildi yani müzik dinleyemezdim.

Çevreme baktım. Herkes yağmurdan kaçıyordu. Bende böyle bankta oturup onları izliyordum. Garibime gitmişti. Ben neden kaçmıyordum? Ne özelliğim vardı onlardan?

Gözlerim aceleyle içeri girmek için koşan insanların arasında içeri giren değil de benim gibi çıkan birini gördüm. Üzerinde hastane önlüğü olan hastalardan biriydi zannettim ama biraz daha yakından bakınca kırmızı saçlı ve yeni ameliyattan çıkmış asker hanımı yani biricik komutanımı, Kıvılcım'ı, gördüm.

Ne işi vardı bu yağmurda dışarıda? Bu halde?

Gözleri birini arar gibi etrafta dolaştı. Her noktaya değen mavileri bana değdi bu sefer. Gülümsedi. Kalbim biraz hızlanır gibi oldu. Beni mi arıyordu?

Bana doğru gelmeye başladığında ben de ayağa kalkarak ona doğru ilerlemeye başladım.

O hızlandıkça ben de hızlanıyordum.

En sonunda birbirimizle neredeyse burun buruna geldiğimizde durduk.

Adımlık fark vardı aramızda gerçekte ise dağlar vardı.

Mesafeler ne olursa olsun vardı. Biz o mesafeleri asla aşamayacaktık.

"Asker hanım bu yağmurda buraya gelmekte ki amacınız nedir?" diye sordum sinirle. Bu kadının dur noktası yok muydu? Hiç mi kendini düşünmezdi bir insan, hiç mi?

Benim soruma yanıt vermek yerine başka bir söz söyledi. Bu sırada saçları sırılsıklam olmuştu. Ama yine de çok tatlı görünüyordu.

"Bir söz okudum bugün. Çok etkilendim. Şöyleydi: "bazı insanlar yağmuru hisseder, diğerleri sadece ıslanır." Bende yağmuru hissetmek istiyorum senin gibi."

"Benim gibi derken?"

"Burada bizden başka kimse yok çünkü herkes ıslanmamak için kaçıp gitti sen ise burada oturmaya devam ettin."

"Bu yağmuru hissettiğim anlamına mı geliyor?"

"Orasını sadece sen bilirsin," dedi omuz silkip.

"Yine de sen daha yeni ameliyat oldun buraya gelmen çok sakıncalı biliyorsun değil mi?"

"O pencereden bakarsak can yeleğini çıkartmam da aynı hesaptı. Ama benim sayemde sen kurtuldun, Barlas da iyi. "

"Evet ama yeteri kadar ıslandık hadi yürü gidiyoruz," dedim ve elimi uzattım. Biraz yüzüme baktı.

"Oturmayacak mıyız?" Diye sordu. Hırkamı çıkardım çünkü fazla inattı.

"Hayır, asker hanım yürü gidiyoruz dedim ama!" Hırkamı ona verdim.

"Al giy bunu hadi!" Dedim giymek istemese de giydi. Sonra ben hastaneye doğru ilerledim ve arkamı döndüğümde bankta oturuyordu.

"Sen şaka mısın ya? Haydi ama artık yeter bu kadar!" Onu kaldırmaya çalıştım ama yerinden oynamıyordu. Bazen gerçekten çok fazla inat oluyordu. Tıpkı benim gibi.

"Tamam, tamam, sen git geliyorum ben." Hım hım aynen.

"Anlamadım?"

"Neyi anlamadın?"

"Yürü dedim ya hani!"

"Of, tamam be haydi gidelim."

Sonunda Yarabbi Şükür!

Önden o, arkadan ben ilerliyorduk. Hastaneye girdiğimizde rahat bir nefes aldım benim yardımım ile odasına gitti.

Birkaç dakika sonra telefonum çaldı. İsme hiç bakmadan kulağıma yasladım telefonu.

"Alo Ateş?" Ses çok tanıdıktı.

Özge'ydi bu!

"Efendim Özge?"

"Ben... Geri döndüm Uras!"

"Ne yaptın?"

Her şeyi alaya vuruyor olabilirim ama yine de affedemezdim onu.

"Ben seni çok seviyorum Ateş. Gidemezdim ve gitmedim gitmeyeceğim bundan sonra!"

İnsan hevesi bitince alışkanlığına geri dönermiş. Onunki de bu hesaptı.

"Git, Özge seni sevmiyorum ve istemiyorum!" dedim sertçe. Yaptığı şeyin bir affı olamazdı benim nezlimde.

"Ateş beni bir kere dinle-" dediğinden daha fazla dayanamayıp kapattım. Onu severdim eskiden ama yaptığının bir affı asla olamazdı.

Yenilir yutulur sonra da tükürülür bir şey hiç değildi.

⚠️

Bölüm sonuu.

Sizce Özge ne yaptı da Ateş Uras ile ayrıldılar?

Ateş Uras'I bu bölüm beğendiniz mi?

Sizce sonraki bölümde neler olacak?

En çok hangi karakteri seviyorsunuz?

Sevgiyle kalın hoşçakalın 💞

 

 

 

 

Bölüm : 22.02.2025 21:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...