

Merhaba, nasılsınız? Bu bölüm birazcık duygusal olacak bir geçmişle başlıyor.
Kıvılcım'in travması olan bir anı tekrar hatırlayacağız ama ayrıntılı bir şekilde. Aslında ilk bölümde kısa bir kesimde göstermiştir size ama bu bölümde daha detaylı olacak.
Ateş Uras ile nasıl paralel bir çocukluk yaşadığını anlayacaksınız.
Sevgiyle kalın✨
"Aynı gecede ağladılar; biri yandı, diğeri sustu."
KIVILCIM & ATEŞ URAS
"Kimi çocuklar oyunla büyür, kimileri ateşle."
...
GEÇMİŞ
“Kıvılcım, kızım bir dur artık!”
Annesi, küçük kızının birbirine karışmış kırmızı saçlarını özenle örmeye çalışıyordu. Kıvılcım’ın saçları düzdü ama uzun süre taranmayınca birbirine dolanmıştı. Her bir kızıl tutam, başlı başına asi bir ruh gibiydi.
Oysa Kıvılcım’ın aklı dışarıdaki çimenlerdeydi.
Sonbaharın son demleriydi. Yağmur şiddetle yağıyor, her yer çamur deryasına dönüyordu. Küçük Toprak, o minicik haliyle dışarıda koşturup duruyordu. Kıvılcım da onunla koşmak istiyordu ama yapamıyordu. Çünkü daha az önce yıkanmıştı – ya da dışarıda o kadar ıslanmıştı ki banyo yapmış gibi olmuştu.
Mavi gözleri, annesinin nasırlı ellerinden kurtulmak için fırsat kolluyordu. Ama annesi de inatçıydı, en az onun kadar.
Kıvılcım annesinden en çok korkar, babasını ise en çok severdi. Ne annesi bunu bilirdi, ne de babası.
Annesi onun okumasını istemezdi. Babasıysa elinden gelen her şeyi yapardı onun için.
“Anne, bitmedi mi hâlâ? Yağmur duracak!”
“Zaten cezalısın Kıvılcım, çadırdan dışarı adım yok!”
Çadırda yaşamıyorlardı aslında ama her sonbahar köye gelir, ineklerini gezdirirlerdi. Bu onlar için bir nevi tatildi.
“Ama anne! Dışarısı çok güzel!”
“Olabilir. Ama sen çıkamazsın. Yemek yapacağız birlikte. Baban da gelir şimdi.”
Kıvılcım usulca başını eğdi. Yağmurun yağmasını ne çok beklemişti halbuki...
Bugün onun günü olmalıydı.
Annesi saçlarını iki yandan örmüştü. Zaten çok güzeldi ama örgülerle adeta masallardan fırlamış gibiydi.
Babasının gelmesine az kalmıştı.
Çadırın dış köşesinde, yağmur almayan tek yerde sobada çorba ısıtıyorlardı.
Kıvılcım da yanına oturmuş, onu izliyor ve arada yardım ediyordu.
Annesi Arzu’ydu, babası Haluk Bey.
Kızıl saçlarını annesinden, mavi gözlerini babasından almıştı. Annesinin gözleri yeşildi, tıpkı Toprak’ınki gibi.
Derken babası geldi. Yorgundu, üzeri başı çamur içindeydi. Yağmurdan sırılsıklam olmuştu.
Kıvılcım koşarak ona sarıldı.
“Baba! Hoş geldin! Her yerin ıslanmış... Ben de ıslanmak istiyordum,” dedi üzgün bir sesle.
Babası, kızının başını okşayıp yanaklarından öptü.
“Kızım, hasta olursun. Boşver. Hem yarın hava güneşli olacakmış. O zaman istediğin kadar oynarsın,” dedi gülümseyerek. Ardından ellerini yıkamak için su dolu kabı aldı.
Kıvılcım etrafına hüzünlü gözlerle baktı. Tam o sırada tiz bir ses duyuldu.
“Haluk! Yardım edin! İmdat!”
Annesinin sesiydi bu.
Kıvılcım bir an ne yapacağını bilemedi. Sonra koşarak annesine yöneldi.
Annesi birileri tarafından sürükleniyordu. Ellerinden kurtulmak için çırpınıyordu.
“Anne!” diye bağırdı Kıvılcım ama babası onu omzundan tutup kenara çekti.
“Kızım, kardeşinin yanına git ve bekle. Tamam mı?” dedi endişeli ama yumuşak bir sesle.
Kıvılcım başını salladı, ne yapacağını bilmeden. Babası çoktan annesinin peşinden koşmuştu.
Kıvılcım izliyordu…
Babası, annesini kurtardı. O an derin bir “oh” çekti ve Toprak’ın yanına koştu.
Ama nereden bilebilirdi ki, o gün annesini ve babasını son kez göreceğini?
Toprak habersizce uyuyordu. Kıvılcım onu yatağından çıkarıp kucağına aldı. Tam kaçacakken, adamlar geldi.
Yılan dövmeli, dişleri korkunç adamlar…
Onların tehlikeli olduğunu biliyordu. Ama bu kadar derin bir hasar bırakacaklarını nereden bilecekti ki?
Ayakları titredi. Gözleri büyüdü. Kalbi ağzındaydı.
Kocaman bir adam yaklaştı. Elindeki bebeği almak için uzandı.
Kıvılcım geri çekildi, ama kaçacak yeri yoktu.
“Anne! Baba!” diye bağırdı, ama kimse gelmedi.
Adam sinsice gülümsüyordu.
Başını kaldırdı, adam Toprak’ı zorla elinden aldı.
Bebek ağlamaya başladı.
“Şu bebeği susturun lan!” diye bağırdı içlerinden biri.
Adam Kıvılcım’a döndü.
“Merhaba küçük kız... Güzelmişsin ama kader bu, yapacak bir şey yok.”
Kıvılcım hiçbir şey anlamadı. Ama içi buz kesmişti.
“Ateşi hazırlayın hemen!” dedi adam.
“Lütfen, onu almayın! Beni alın! O daha çok küçük!” diye yalvardı Kıvılcım.
Adamlar sadece güldüler.
“Üzgünüm tatlım. Şu erkek olanı götürün. O artık bizim.”
“Hayır! Lütfen! Bırakın onu!”
“Annenle baban artık yok. Boşuna bağırma. Ateşi getirin!”
Kıvılcım kaçmaya çalıştı ama çıkış yoktu. Kapana kısılmıştı.
Dualar etti. Sayısını bilemediği kadar çok.
Kimse onun çığlıklarını duymadı o gün.
Ve işte o gün, sessizliği daha da derinden öğrendi.
Adamlar kolunu yakmak için ateşi getirdi.
Kıvılcım çığlık çığlığa bağırdı. Her bağırışına kahkahalarla karşılık verdiler.
Sonra kolunu bıraktılar. Toprak’ı alıp gittiler.
Toprak ağlıyordu. Kıvılcım da… Ama sesi çıkmıyordu artık. Gücü yoktu.
Adamlar gittikten sonra, annesiyle babasını çadırda kanlar içinde buldu.
O gün yıkılmadı. Ama ayakta da değildi.
Kolundaki iz artık kalıcıydı.
Ve o gün büyüdü.
Toprağı gömemedi. Ellerini toprağa vurdu, kazmaya çalıştı. Tırnakları kanayana kadar…
İşte o zaman ağladı.
İşte o zaman gerçekten yalnız kaldı.
Yağmur bile gözyaşlarını saklayamadı artık.
Toprak, çok uzakta bir yerdeydi.
Onu, siyah saçlı mavi gözlü bir çocuğun yanına vermişlerdi.
Ve o çocuk da o gün Toprak için ağlamıştı.
Kim bilebilirdi ki bir gün, Toprak’ın ablasıyla karşılaşacağını…
Ve birlikte, Yılan mafyasının karanlık sırlarını açığa çıkaracaklarını…
O gün sadece Kıvılcım değil, Ateş Uras da ağlamıştı o kadere.
Ve ikisi de çok küçüktü.
İhanete, ölüme, büyümeye hazır değillerdi.
...
ŞİMDİKİ ZAMAN
Bazen en büyük düşman en yakınımız olur. Güvenmek, bazen sırtını yaslayacak bir dal bulmaktır. Ama benim ağacımda, kırıla kırıla tek bir dal bile kalmamıştı. Albayın bir köstebek olduğunu öğrenmek… bunu asla aşamayacağım. O adama gerçekten güvenmiştim.
Olayın üzerinden yaklaşık kırk beş dakika geçmişti. Barlas’ın attığı konuma gitmiş, sessizce oturuyorduk. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Baba bildiğimiz adamı nasıl alaşağı edeceğimizi bilmiyorduk.
“Off!” dedim iç çekerek. Sesimle herkes bana döndü.
“Ne yapacağız?” diye sordu Beste, endişeyle.
“Bilmiyorum. Barlas gelsin, bir fikri vardı onun,” dedim yorgunca.
Barlas ve Atilla Arman geldiğinde hepimiz başımızı onlara çevirdik. Barlas hemen yanıma geldi.
“İyi misin?” dedi.
“Hayır, hiç değilim. Sen iyi misin?”
“Hiç değilim.”
“Ee, bir planı olan yok mu?” dedi Bulut, sabırsızca.
“Benim var,” dedi Barlas.
“Barlas, bunu nasıl öğrendiniz? Belge falan yok mu?” diye sordum.
“Var tabii ki,” diyerek cebinden telefonu çıkardı. “İşte burada... Telefon konuşmalarının kayıtları. Bugün Albayın ofisinin önünden geçerken bir konuşmasına kulak misafiri oldum:
‘Tamam, şu an hepsi—ama özellikle de Kıvılcım kardeşinden dolayı, olan olaylardan sonra Ateş Uras da farksız değil, Barlas da. Ekip olarak kötü durumdalar. Bu, onları alaşağı etmek için mükemmel bir fırsat.’
Bunları duyunca şok oldum. Sonra telefon görüşmelerini araştırdım. Her birini dinledim. O gerçekten bir köstebek. Yaşadığımız her şeyi anlatmış... saniye saniye. Şaka gibi!”
“Allah belasını versin!” dedim, kafamı ellerimin arasına alarak.
“Tamam. Sakin olun. Dediğim gibi, bir planım var. Öncelikle hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranacağız. Ardından Albay’ın görevden uzaklaştırılmasını talep edeceğiz ve onu takip ettireceğiz. Yılan mafyasıyla bir görüşme yaparsa, telefonu dinleniyor olacak. Yani her hareketi izlenecek.”
“Görevden uzaklaştırmak?” dedim şüpheyle.
“Evet. Ses kayıtlarını alacağız. Gerekirse başka yöntemlere başvururuz. Bu arada Toprak meselesini de çözdüm. Sizden aldığım DNA örneklerinin sonuçlarını bekliyorum. Bugün ya da yarın gelir. Sonuçları gösterirsin, anlamak zorunda kalacak.”
“Şu an Toprak’ı düşünemiyorum ama... haklısın. Bu iş uzadı.”
“Merak etmeyin Kıvılcım Hanım,” dedi Atilla Arman. “Adamlarım Yılan mafyasından birini izliyor. Çok yakında her şey düzelecek.”
“Umarım...” diye mırıldandım.
Barlas toparlandı.
“Gerekli dosyalar sizde. Bugün K-57 operasyonumuz var. Bir saate hazır olun.”
“Ben de yarın iznimi bitireceğim,” dedim sessizce. Ve ekledim,
“Tamam, neyse... Kolay gelsin, hoşça kalın,” diyerek çıktım odadan.
Arkamdan Ateş Uras geldi.
"Ne oldu Ateş Uras? işlerim var ve sürekli peşimden gelmeyi de kes! Yanlış anlaşılıyoruz"
"Kıvılcım, yanlış anlaşılmak umrumda değil. Sadece sana bir şey hatırlatıp gideceğim."
Yüzüne devam et der gibi bakınca tekrar konuşmaya başladı.
"Beni birkaç ay önce köstebek olduğumu söyleyerek suçlamıştın. Hatırladın mı? Evet, hatırladın tabii ki.
Şimdi bu suçlamayı tekrar düşün bence bir çünkü o gün ben de kendimi şuan sizin gibi hayal kırıklığı içinde hissediyordum. Belki beni bir nebze olsun anlamışsınızdır. Ve merak etmeyin bu saatten sonra yanlış anlaşılma olmaz çünkü benim artık bir sevgilim var. Özge ile tekrar sevgili olduk. Neyse iyi günler!"
Arkasını dönüp gidecekken, "mutluluklar dilerim ve özür dilerim. Köstebeğin senin olduğunu sanmıştım çünkü seni yeterince tanımıyordum bir anda bizim ekibe dahil oldun. Bu bana hiç mantıklı gelmedi. Neyse artık önemsiz zaten."
Arkasını döndü ve bana baktı. Bende ona bakmadan arabama binip ilerledim.
Vay be! Kendimi kötü hissettim ama neden? Belki de büyük bir ah aldım. Belki de bugün olanlar bana çok fazla geldi bilmiyorum.
Hızlıca eve gidecekken önce hastaneye uğradım.
Doktora görünmem gerekiyordu kendimi çok kötü ve halsiz hissediyordum bayılmadan önce hastaneye ulaşmayı umuyordum.
Neyse ki hızlıca hastaneye ulaştım ve sıramı beklemeye başladım. Bu süre zarfında o kadar çok düşünce ile boğuştum ki. Albayın aramasını görünce bütün küfürleri edip açtım.
"Efendim albayım?" 'Albayım' kelimesi bile artık midemi bulandırıyordu.
"Kıvılcım, bir ara benim ofisine gelmelisin"
"Yarın uğrarım albayım"
"Sen iyi misin?"
"İyiyim albayım"
"Sesin kötü geliyor. Hastaneye gidip ilaç al ve dinlen. Ben gelirim sizin eve sen dışarı çıkma. Kendine dikkat et Kıvılcım. Hemen hasta olan bir yapın yok ama yine de dikkat et kendine. Tamam mı güzel kızım?" Dediğinde gözyaşlarımı tutamadım ve ağlamaya başladım. Hastanedekiler başıma toplandı ama ben ağlamaya devam ettim telefondan "Kıvılcım! Kıvılcım! Ne oluyor? İyi misin? Neredesin? Kıvılcım!" Albayın seslerini duyunca daha çok canım yanıyordu.
Sonra bir anda gözüm kapandı ve bayıldım.
***
Uyandığımda yine bir hastane odasında buldum kendimi
Kafamı biraz çevirdiğimde albayı görmem ile şaşırdım.
Burada olması garipti ve kendimi artık güvende hissetmiyorum. Bir zamanlar en güvendiğim insan artık diğerleri gibiydi. Bir zamanlar beni iyilieştiren benimle ağlayan, gülen insan artık sadece benim ölmemi istiyordu. Herkes gözümün önünde bir bir ölüyordu. Ben ölmelerini istemiyordum ama onlar ölüyordu. Ben artık güvenmek istiyorum. Gülmek istiyorum ağlamaktan bıktım!
Telefonda söyledikleri doğru muydu yoksa yalan mıydı bilmiyorum ama ben artık inanmıyorum.
Uyandığını görünce hemen yanıma geldi. Yüzünde endişe vardı. Endişeleniyor muydu?
"İyi misin?" Başımı okşayınca tekrar gözlerim doldu.
"Beni çok korkuttun. Buraya nasıl geldim bilmiyorum."
Acaba doğru muydu bu söyledikleri? Gerçekten endileşelenmiş olabilir miydi?
"Uzun zamandır ilaç almıyorum o yüzden bayıldım. Bir şeyim yok iyiyim." Dedim umursamazca.
"Doktor öyle demiyor ama senin gerçekten iyi olmadığını biliyorum."
"Her neyse." Dedim yine umursamazca. Gitsin artık lütfen!
İçeri bir anda Barlas girdi. Bakışları direkt beni buldu. O da endişeliydi ama onun ki gerçekti.
"İyi misin?"
"İyiyim."
"Ne oldu birden?"
"Bayılmışım."
"Bence bugün burada kalmalısın" dedi albay.
"Hayır, eve gideceğim."
"Tamam benim evime gelirsin" dedi Barlas.
"Kızlarla bizim evde kalacağım. Hemşireye söyle çıkarsın beni buradan."
"Tamam, bekleyin geliyorum."
Gitti. Ben yine kendimi güvensiz hissettim.
Bir anda kapı açıldı. Biz sefer gelen Yaman ve Aslı'ydı.
"Of! Kıvılcım çok korktum" dedi Aslı hemen yanıma geldi.
"İyiyim, merak etme."
" Belli oluyor!" Dedi imayla.
Hemşire gelip benim çıkabileceğimi söyledi. Yine de doktoru beklememiz gerektiğini söylediği için biraz daha bekledim. Albay hâlâ gitmiyordu.
Kapım açılınca hepimizi doktor geleceğini sandık ama içeri Ateş Uras ve Özge girdi.
Doktorum Özge miydi? Kahretsin!
"Merhaba Kıvılcım Hanım. Nasıl hissediyorsunuz?"
"İyiyim, buradan çıkarsam daha da iyi olacağım" dedim yalandan gülümseyerek.
"Merak etmeyin, son kontrollerinize göre iyisiniz, çıkabilirsiniz."
Hemen ayaklandım ve ceketimi alıp çıktım.
Diğerleri de arkamdan geliyordu.
Daha fazla burada kalamazdım.
"Asker hanım!" Diye arkamdan yine aynı kişiyi duyunca daha da çok hızlandım. Ve adeta koşarak arabama gitmeye başladım.
"Beni bir dinler misiniz?"
"Hayır defol git!"
"Asker hanım!"
"Kes dedim!"
"Kıvılcım!" Barlas'ın sesini duyunca arkamı döndüm.
Hepsi arkadaydı ama Ateş Uras yoktu.
Halüsinasyon muydu bu?
Ne oldu bana?
Barlas yanıma geldiğinde kıpırdamadan duruyordum. Ben iyi değildim. Hiç iyi değildim.
"Ne oldu sana neden koştun? Neden hayır diye bağırdın? Ne oldu sana?"
"Bi-bilmiyorum. Ben iyi değilim."
"Bencede" bir anda beni kucağına alıp arabaya bindirdi.
Öylece durup bakıyordum etrafıma.
Aslı ve Yaman da arkamıza bindi albay da kendi arabasına.
Bizim eve gittik ben hemen odama gidip kapıyı kilitledim. Uyumam lazımdı ve uyku önemli.
...
Bölüm sonuu
Nasıldı bölüm?
Sizce bundan sonra ne olacak?
Haydi kendinize iyi bakın✨
OY VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYİN!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 36.71k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |