
Merhabalar ben geldim nasılsınız öncelikle?
Uzun bir bölümle geldim size iyi okumalar dilerim 🤍
🌊
Zaman olabildiği kuvvetiyle akıp giderken Mustafa ağrıyan gözlerini ellini atıp ovuşturdu. Dünden beri gözüne uyku dahi girmemişti. Uyumak istediği her an uykuya çekilmesine izin vermiyordu bedeni. Askeri, Canavarın ellindeydi. Hasta ruhlu herifin elleri arasında bulunuyordu. Ne yapacağı , ne edeceği belli olmuyon bir adamın elleri arasında bulunuyordu.
Yerinden usulca kalkıp büyük ekrana yaklaştı. Her yerde arama faaliyetleri devam ederken elde bir bilgi dahi yoktu. Kaplan timimi bulmuş getirtmişti aynı şekilde şehit İbrahim Tepeğözde. Bir saat önce töreni olmuş toprağa gencecik bir can daha verilmişti. Bir annenin, babanın acı feryatları işitilmiş. Yapılan pişmanlıklar, hataların geri dönüşü olmadığını bir parça toprakta anlamıştı Meral. Keşkeler bıraktı. Büyük keşkeler.
İçeriye hızlı adımlarla asker girdi. Ellini alnına götürüp selamını verdi. Dudakları arasından kelimeler çıkamıyordu. Gözler üzerine dönerken zorla yutkunmaya çalıştı." Komutanım."
" Ne oldu?" Dedi Mustafa.
Asker bir kez daha yutkundu." Bakmanız gereken bir durum var."
İçine korku oturdu Mustafa'nın. Yerinden kalkmak zor gelsede kalktı. İçinde bir nokta umut derken diğer taraf asker iyi haber getirmedi diyordu. Ne tarafa ellini atsa boşluk kalıyordu. Adımları yavaştı. Öğreneceği bilgiyi olabildiğince geç öğrenmek istesede odaya giriş yaptı. Tüm askerler ayağa kalkıp selamlarını verdiler. Hepsi başını öne eğmiş , üzgün duruyorlardı. " Ne oldu?" Gardını sağlam tutmaya çalışıyordu lakin ekranda gördüğü bacağı kolu kopmuş, yüzü tanınmaz hale gelmiş bedeni görünce yüz ifadesi darmaduman oldu. Cevabı almıştı lakin bir umut dedi bir umut." Kim o kadın?"
Çağıran asker bir tuşa basıp bedeni daha da büyütü." Hakkari'de bomba patladı komutanım." Durdu asker konuşmak şimdi daha zordu. " Bomba bağlanıp patlatılan kadın. Bölge halkından aldığımız bilgi ve gelen fotograf sonucunda."
Masanın kenarına zor tutundu Mustafa." Kim söyle?"
Başını öne eğdi asker." Deniz Özal'ın tasvirine uyuyor. Yüzü maske ile gizli olsada kahverengi saçlar , ela gözler, bir yetmiş boy , altmış bir kilo ve Deniz komutanımın künyesi ile kıyafetleri var. Yüzü tanınmaz halde lakin tüm özellikleri ile Deniz Özal'a birebir uyuyor."
Ayakta duracak gücü bulamadı Mustafa yakında bulunan sandaleye çöktü. Parçalara ayrılmış bedene bakarken içine oturan acı kalbini sızlatı. Ateş yanmış geriye külleri kalmıştı. Rahmi albay hep Denize ateş derdi. Ateş yanmış her yanan ateşten geriye külleri kalırdı. Mustafa baktığı ekranda kül olmuş bir beden görüyordu.
" Kıdemli üsteğmen Deniz Özal şehit düştü." Dedi bir asker.
Cevap veremedi Mustafa. Emanete sahip çıkamamıştı. Rahmi albaya ne diyecekti? Bir babaya nasıl kopmuş beden parçalarını verecekti? Rahmi albayın karşısına geçip nasıl emanete sahip çıkmadığını, şehit olduğunu söyleyecekti?
" Ne yapalım komutanım?"
Kafasını öne eğdi Mustafa omuzları çöktü. " Şehidimizi getirin otopsiye gönderin Deniz olduğuna emin olduktan sonra defin işlemlerine başlarız." Göz yaşlarını tuttu. Elli kalbinin üzerinde durdu her şehit haberinden sonra sıkışan kalbi kendini belli etti. Al bayrağa bir şehit daha göndermek yaktı yüreğini. " Sansar nerede? Haber var mı?"
" Yok komutanım kaçmış yine."
Yanan yüreğinin yanına öfke geldi." Nasıl kaçıyor lan her seferinde? Bu kadar can yakıp nasıl yok oluyor bu adam?"
" Arkasını kollayan çok güçlü bağlantılara sahip komutanım. Bölgeyi iyi biliyor nereden ne yapıyorsa kaçmanın yolunu buluyor adam.Ortalığı karıştırdı. Karışıklıklıktan faydalanmış yine. Askerler bir bir bomba atılan yere gidiyor."
" Halk?"
" Ölen kimse yok komutanım. Askerler son anda önlem almış. Lakin bombanın patlamasını engelleyemediler. Hakkari çok karıştı tüm gözler bölgeye döndü."
Tam bu sırada telsizden ses geldi." Merhaba yüzbaşı Delikar. Üç mağara imha edildi. Altmış terörist imha edildi. Gizli geçitlerin çoğu etkisiz haline getirildi."
Telsizi aldı Mustafa." Sansar nerede?"
" Gizli geçitlerden kaçmış. Askerlerle girilen çatışmada dış güç bağlantıların yardımı sayesinde gizli geçitleri imha edemeden kaçtılar maalesef komutanım."
" Anlaşıldı Delikar. Mağaraları imha etmeyedevam edin. "
Sessizlik kuruldu. Her şehit haberinden sonra kurulan sessizlik yanan yüreklerin feryatları içlerinde yankı uyandırdı. Kelimeler bitmiş, ekranda kopmuş beden parçası kaldı. Kana bulanmış Türk bayrağı , saç diplerine kadar ulaşmış kanlar, sağa sola saçılmış uvuz parçaları. Umut dediler lakin eldeki bilgiler tüm umutları yerle bir ediyordu. Kadının tüm özellikleri Deniz ile birebir bir uyuşuyordu. Yüzü tanınmaz halde olsada bedeni, kilosu, boyu tüm gerçeği önlerine sermişti.
Asker yanında bulunan asker arkadaşına sessizce mırıldandı." Murat komutana nasıl diyeceğiz?"
Cevap veremedi arkadaşı. Söylemek çok zordu. Murat'ın, Denize olan aşkını tüm askeriye biliyordu. Murat seviyorum demesede gözleri içinde ki ışıltıdan , gülen yüzünden hepsi bunu çok iyi biliyordu. Murat'ın, Denize karşı olan zaafını iyi biliyorlardı. Askerin şehit olduğunu söyleyemeyeceklerdi ki sadece sevdiği kızın öldüğünü. Kopmuş beden parçalarını elleri arasına veremeyeceklerdi.
Bilgisayarın başındaki asker hızla yerinden kalktı. " Komutanım, Aybüke öğretmeni bırakıp dönen askeri araç saldırıya uğramış. Roket atılmış. Arabanın içinde Kartal timinden Buğra Gürsoy da var."
Kocaman yutkundu Mustafa. Bir gün içinde ardı ardına darbeler yiyorlardı. Ne tarafa el arsalar acı haber geliyordu." Sağ mı içindekiler?"
" Bilmiyoruz komutanım."
Ellerini şakaklarına koyup ovuşturdu Mustafa. Tüm gözler üzerinde duruyor, vereceği emri bekliyordu. Albaydı o tüm emirler ellinin altından geçiyordu. Güçsüz durmaya , iki damla göz yaşı akıtmaya dahi zamanı yoktu. Vatan korumak bekletmeye gelmezdi." Kartal timine haber edin intikal etsinler. Murat , Denizi bu halde bulmasın." Gözleri kopan beden parçalarında durdu. " Murat'ın haberi olmayacak. Görev başında yada kendi gözleri ile görürse durduramayız."
" Komutanım, Murat komutanım Deniz komutanı aramaya devam etmek ister."
" Yalan söyleyin. Bölgeye en yakın siz varsınız felan uydurun bir haltlar ama sakın Murat, Denizi bu şekilde görmeyecek."
" Emredersiniz komutanım."
Ekranda kopan bedenin resmi kalktı. Daha fazla bakmaya hiç birinin yüreği el vermiyordu. Bilgisayar başlarına oturan askerler gözleri dolu dolu olduğu halde işlerini yapmaya devam etmeye çalıştılar. İlk şehit haberi alışları değildi sonda olmayacaktı. Vatan korumaya devam ettikçe nice kahramanların isimleri odanın içinde geçecek vatan sağolsun diyecekler. İçlerinde yankılanan feryatları dinleyecek , eve gittikleri zaman bir odaya çekilip ailelerine belli etmeden şehit haberine üzülecek, ağlayacaklar ama asla düşman görmeyecekti. Bir sonraki gün yine işlerinin başına gelip çalışmaya devam edeceklerdi. Bir ömür böyle geçip gidecekti.
İçeriye asker girdi saygıyla selamını verdi." Komutanım, emekli albay Rahmi Katar geldi sizinle görüşmek istiyor."
Gözleri dalgalandı Mustafa'nın. Korktuğu başına çok kısa sürede gelmişti. Gitmek istemedi. Söyleyecek cesareti bulamıyordu kendinde. Albaya değil babaya şehit haberi söyleyecekti. Askere demek kolaydı ya babaya? Zordu. Rahmi emekli asker olmuş olsada babaydı.
İstemeye istemeye yerinden kalktı Mustafa. Her daim dik olan omuzları ne zaman şehit haberi verecek olsa çökerdi. Çökmüştü omuzları. Yavaş adımlarla yürüdü. Olabildiğince geçiktirmek istiyordu. Her bir adımda aldığı nefes boğazında yumrular oluşturdu. Yumru büyüdü sardı boğazını yutkunmak dahi zor geldi.
Kapının önüne gelince zorla nefes aldı. Olacakları biliyordu. İçeride yaşanacak sahne şimdiden beyninde dönüyordu. Kaç defa şahit olmuştu bu manzaraya yine maruz kalacaktı. Elli kollu bağlanacak , başını öne eğip mahçup hallini anca belli edecekti. Zorla kalkan elli kapıyı açıp içeriye girdi.
Rahmi oturduğu yerden kalktı. Kocaman gülümsedi." Nasılsın Mustafa? Denizi görmeye gelmiştim göreve gitmiş. Ne zaman döner biliyor musun?" Sustu Mustafa. Kafası önünde, elleri yumruk olmuştu. Rahminin gülen yüzü yavaş yavaş soldu." Mustafa ne oldu? Şehidimiz mi var yoksa?" Sustu Mustafa." Ne oldu? Niye konuşmuyorsun Mustafa?"
Kafasını daha da öne eğdi Mustafa. Söyleyemeye cesareti yoktu. Her daim cesurdu ama şehit aileleri önünde cesareti kırılıp gidiyordu. Yine aynı haldeydi.
Elleri arasında baston düştü Rahminin. Zorlu adımlar attıp Mustafa'nın yakasını tuttu. " Ne oldu lan ? Konuşsana." Yakasını sarstı. " Murat nerede? Deniz nerede? Bir şey mi oldu evlatlarıma?"
" Murat iyi."
Kalbi göğüs kafesini zorladı Rahminin." Deniz nerede?" Son gücü ile sarstı Mustafa'yı." Yavrum nerede Mustafa? Yaralandı mı? Ne oldu Mustafa yavruma?"
Dişlerini sıktı Mustafa." Albayım, özür dilerim. Emanetine sahip çıkamadım."
Elleri yakasından sıyrılıp gitti Rahminin. Elli kalbini buldu. Yüreği sıkışıyordu." Şehit mi oldu?" Bedeni düşmek üzere iken Mustafa tarafından tutulup koltuğa oturtuldu. Yüreğinde kopan fırtına dilline vurdu." Şehit mi oldu benim yavrum?"
Yandan kolonya ya uzandı Mustafa açıp Rahminin bileklerine sürdü." Bomba patladı. Bombaya bağlanan kadın ile Denizin tüm özellikleri uyuyor Rahmi albay. " Rahmiden hıçkırık sesi geldi. Ömrü hayatında bir kez olsun Rahminin ağladığını görmemişti Mustafa. Bugün görüyordu. Bir çırpıda söyleyip çıkmak istedi daha fazla cesareti kalmamıştı." Yüzü maske ile gizlenmiş ama koyu kahverengi saçlar, ela gözler, bir yetmiş boy, altmış bir kilo ve kıyafetleri, künyesi kadından çıkmış."
Bir umut soru sormak istedi Rahmi." Yüzünü gördünüz mü? Belki değildir. Değildir ha Mustafa?" Kalbi daha çok sıkıştı. Aldığı hızlı nefeslerle göğsü hızla inip kalktı." Dünyada tek bu özellikler Denizde yok ya başkasıdır belki. Ha Mustafa? Ölmemiştir benim yavrum. Daha çok genç ölmemiştir."
Kocaman yutkundu Mustafa. Sessi kısık çıktı. " Kadının yüzü tanınmaz halde albayım. Otopsiye gidecek ama umudumuz yok."
Rahminin dudakları arasından feryatlar yükseldi." Yavrum!" Ömrü hayatında şehit haberleri almıştı lakin o zaman askerdi şimdi babaydı. Kız babasıydı. " Daha sana doyamadan gittin mi yavrum?" Kalbi sıkışabildiği kadar sıkıştı.
Mustafa bağırdı." Asker revirin doktorunu çağır!"
Göz yaşları oluk oluk boşaldı Rahminin. " Daha bana yeni baba demişken gittin mi yavrum? Bedenini bile çok mu gördüler yavrum?" Yumruk yaptığı ellini ardı ardına göğsüne vurdu." Mustafa çok güzel baba diyordu biliyor musun? Daha yeni baba demişti Mustafa! Saçlarını daha bu sene okşadım şimdi kan olan saçlarını mı okşayacağım Mustafa! Daha bu sene gülümsedi bana Mustafa! Şimdi yüzü bile tanınmaz hâlde!"
Cevabı yoktu Mustafa'nın. Tek yapabildiği yanar yüreği tutmaya çalıştı.
" Yaktın yüreğimi yavrum!" Odaya koşarak doktor girdi. Rahmi ne doktoru görüyordu nede askerleri. Yanan yüreğinin feryatları dışında hiç bir şey kalmadı. " Denize götürün beni."
" Yapma Rahmi albay..."
" Son kez Mustafa şu ömrü hayatımda saçlarını doğru düzgün okşayamadım bırak hiç olmazsa ölüsünü okşayım." Kalbi daha da zorladı. Konuşamadı bir kaç saniye. " Biliyorum Mustafa parça parça bedeni ama son kez parçada olsa görüyüm Mustafa." Doktor tansiyonunu kontrol ederken oluk oluk yaşlar süzüldü kırışmış yüz hatlarında. Eskilerin deli rüzgarı şimdi fırtına olmuştu. Önceden düşmanlara fırtına estirirken şimdi acıdan fırtınalar esiyordu. Her daim dik duran omuzları olabildiğince çökmüştü.
Rahmi ömrü hayatında beşinci defa hıçkıra hıçkıra ağladı. İlk dördü şehit olmuş dört evladı içindi şimdi ise bir evlat daha gitmişti. Kızlar , babalarının kalbinin yarısıdır. Rahminin kalbinin bir yanında Alev diğer yanında Deniz vardı. Şimdi kalbinin yarısını söküp almışlardı. Kalbinin bir tarafı sökülmüş, kan revan içinde kanıyordu.
Başını sallamak zorunda kaldı Mustafa." Peki albayım getirsinler söz veriyorum kendi ellerimle götüreceğim seni."
Yanan yüreğinin feryatları odayı sardı. " Yavrum!" Diye diye ağladı Rahmi. Elli kalbinde kaldı. Kan revan içindeydi kalbi. O babaydı , kız babasıydı. Evladı gitmiş geriye parçaları kalmıştı elleri arasında.
*******
Saatler önce....
Yaralar biriktiriyor ruhumuz. Bedenimiz belli etmese de yüreğimiz , kalbimiz çizikler, kanlar ile dolu. Biri kapandı sanarken bir an geliyor yara hiç kanamadığı kadar kanıyor. Kalbiniz yerinden çıkacak sanıyorsunuz acıdan. Bedeniniz dayanamayacak sanıyorsunuz acıya. Dayanıyor.
Son gücüm , son çırpınışım , son korkum sanıyorsunuz. Son olmuyor. İçimde saklı kalan kız çocuğu ağlıyor feryat figan ağlıyor. Son kez ağladı sanıyordum ama hayır son olmadı. İçimi saran korku son olmadı.
Ruhumda saklı kalan yaralar , bedenimde kendini göstermeye başladı. Sırtıma yediğim yeni sopanın etkisi ile kanlar bir bir süzüldü bedenimden aşağıya doğru. Bir tane daha ve bir tane daha. İlk başta saymıştım ne kadar sopa yediğimi ama iki saaten sonra sayamadım artık. Gözlerim kapandı usulca. Zaman algımı yitirmek üzereyim. Kaç saat geçti, ne kadar dayak yedim, ne kadar işkence gördüm. Sayamadım.
Gözlerim karanlık ile buluşurken, bedenim hala ızdıraplar çekiyor. Durun desem işe yaramayacak biliyorum. Canımdan can gidene kadar durmayacak. Acı çekmemi zevkle izlemeye devam edecekti. Ben acı çekiyordum o mutluydu. Her zaman olduğu gibi.
" Bugünlük bu kadar yeter. Yarın devam ederiz." Dedi gadar sessi. Bugünlük yetermiydi? Birde bunun yarını mı vardı? Acımıyordu. İlk günden bu kadar ağırsa diğer günler dayanamazdım. Güçlüydüm lakin gücümde bir yere kadardı. Beni bulamadıkları her dakika ölüme bir adım daha yaklaşıyordum. Bir adım daha toprak olmaya yaklaşıyordum.
Zincirli ellerimi çözüp yere zincirlediler bedenimi. Önüme çamurlar içinde ekmek atıldı. Yıllar geçmiş , zaman değişmişti ama ben aynı anın içinde bulunuyordum. Bedenim büyümüş , ruhum büyümüş ama hala aynı anı yaşıyordum. Soğuktu mağaranın içi çok soğuktu. Oysa ilk geldiğimde soğuk değildi ne zaman Sansar içeri girdi her yer buz kesti. Nefret ettiğim durumlar ile yine karşı karşıya kaldım.
Kollarımı dizlerime sarıp , dizlerimi kendime çektim. Sekiz , dokuz , on ,on bir ,on iki ,on üç ve şimdi yirmi dokuz yaşında olduğum gibi. Önümde duran ekmeğe uzanıp burnuma götürüp kokladım. İlaç kokuyordu. Ekmeğe uyku ilacı enjekte etmişlerdi. Yediğim anda neler olacağını biliyordum. Yiyemedim. Açtım lakin yiyemedim. Bedenimin bir kez daha onlar tarafından ele geçirilmesine izin veremezdim.
Zaman akıp gitti. Gözlerim acı içinde kapanmaya çalışırken tuttum kendimi. Uyursam dokunurlardı bedenime. Bir kez uykuya yenik düşersem lekeler olurdu ruhumda. Murat'ın geçirdiği lekelerin üzerine yenilerinin eklenmesine izin vermeyecektim. Biliyordum bulacaktı Murat beni. Bu canavarın ellinde bırakmayacak. Kolları ile sarıp sarmalayacak geçti , yanındayım diyecek. Her zaman olduğu gibi.
Ellerimi semaya açtım." Allah'ım yardım et. Senden başka gidecek kapım yok senden başka burada sessimi duyan yok. Sen ki şah damarımdan bile yakınsın bana. Öleceksem bile bunların elleri arasında öldürme beni. Murat'ın kolları arasında ölüyüm. Son nefesimde onu sevdiğimi söyleyim." Ellerimi yüzüme sürdüm." Amin."
En derinden çocukluğumun sessini duydum." Çok soğuk burası. Canım çok yanıyor. Nefesim kesiliyor."
Ellim kollum bağlı çocukluğum. Buradan çıkma şansımız yok. Bulduğumuz ilk fırsatta kaçacağız söz sana.
"Küçükken de bunu söylerdim. Yapamadık hiç bir zaman."
Doğruydu. Kaç defa kaçmaya çalışmıştık olmamıştı. Her defasında canavarın elleri arasına düştük. Kaçmaya çalıştığım için daha çok yaktı canımı. Daha çok aç bıraktı. Bedenim acıdan bayılana kadar dövdü. Yıllar bazı şeyleri değiştirse artık olmaz mıydı? Hayat Denize bugün acısa olmaz mıydı? Olurdu belki. Bir umut.
Karanlık gün ışığına döndü. Acıyan gözlerimi ellerim ile ovuşturdum. Yırtılan üzerimin parçalarını tutup bedenime sarmaya çalıştım. Soğuktan titreyen bedenimi ellerimle sararak sıcak tutmaya çalıştım. İşe yaramadı.
Demir kapı yavaş yavaş açıldı. Ellinde tutuğu silahı bana doğrultarak dört terörist yaklaştı. Küçükken bunu yapmazlardı ama şimdi karşılarında aciz kız çocuğu yoktu. Korkak gözlerle bakan kız çocuğu yoktu. Öfke ve ateş saçan gözlerim onları buldu." Ne o ? Bu kadar mı korkuyorsunuz benden?"
Cevap vermediler. Silahın namlusunu daha çok üzerime tutmaya devam ettiler. Bilerek dört adım uzak duruyorlardı benden. İçlerinden biri ellindeki kıyafetleri üzerime attı." Değiştir üzerini." Bunlarda akıl cidden yoktu. Akıl olsa şaşarım. Yüce rabbim madden yaratıyorsun arada bir kontrol et.
Zincirli bedenimi alayla gösterdim." Salak mısınız siz? Bedenim zincirler ile bağlıyken nasıl üzerimi değiştirmemi bekliyorsunuz?"
Gözleri birbirlerine döndü. Birbirlerine hadi sen yap , yok sen yap kavgasını çeviriyorlardı. Allah'ım cidden arada bir kontrol et. En sonunda içlerinden biri korka korka arkama geçip zincirleri açtı. Sessi titriyordu korkudan." Hızlı ol." Ayy kıyamam korktun mu sen? Beter ol. Sürüm sürüm sürün inşallah.
Yerden usulca kalktım. Kıyafetleri aldım." Ne aval aval bakıyorsunuz? Çıkın dışarıya." Birbirlerine bakmaya devam ettiler. Sabır büyük sabır. En yakınımda bulunanın özel bölgesine hızla tekme attıp kendime çektim bedenini. Belinde duran silahını alıp daha onlar ne olduğunu anlamadan elleri tetiğe basamadan dördünü de imha ettim. " Siz çıkmaz iseniz ben sizi öteki tarafa çıkartırım." Kollarım arasında salanan bedeni yere attım. İçeriye anında on kişi girdi. " Sakin beyler ve hanımlar. Dışarıya çıkın dedim dinlemediler." Yalandan bir üzüntüyle baktım." Sözümün dinlenmemesi canımı sıkar." Üzgün halimden kurtulup bağırdım." Çıkın lan dışarıya!"
Yerde yatan bedenlerin silahlarını alıp hızla odayı terk ettiler. Hem korkuyorlar hemde bokları ile oynamaya devam ediyorlar. Demir kapı üzerime kapandı. Kıyafetleri alıp görünmeyecek köşeye geçip değiştirdim. Yine ve yeniden kendime bol bol sövdüm. Şuradan bir kurtuluyum asker kıyafetlerim ile uzun uzadıya vakit geçireceğim. Canım üniformam. Hasret kaldım bir gün içinde yeşiline.
Aradan geçen beş dakika sonra yine geldiler." Değiştirdin mi üzerini?" Ben seni değiştirmek isterimde durumumuz mağlum.
" Değiştirdim." Demir kapı açıldı. On kişi girdiler içeriye yine. Dört kişi etrafımı sardı. Biri arkama geçip silahı tam belime dayadı. İkisi yan tarafımda durdu biri karşımda son kalan ise kelepçeleri ellerime önde olacak şekilde taktı. Kollumdan tutup demir kapıdan dışarıya doğru çıkardılar. Burnuma dolan koku iğrençti. Burnumun direği sızlamak ile kalmadı yerinden çıktı adeta. Bu nasıl koku be? Bunlar parfüm , dedorant ne bilemezler mi? Hiç mi birbirlerini koklarken fark etmiyorlar?
İç sesim yine en çirkef haliyle olaya daldı." Gerçekten konu bumu şuan? Esir düştük farkında mısın?"
Farkındayım. Kafamı dağıtmaya çalışıyorum gerizekalı. Nasıl iç sesin sen? Ruh halimide mi anlamıyorsun?
Ve iç ses." Sensin be gerizekalı."
İç ses ne olur sus. Ve lütfen benim sen , senin ben olduğumu unutma. Gerçekten gerizekalı bir iç sese sahibim.
İç sesim ile kavga ederken mağaradan çıkmıştık bile. En önde Sansar vardı. Acımasız gözleri üzerimde gezindi. Berbat halime en keyiflisinden gülümsedi. Pislik herif. Son gülüşün olur inşallah.
Etrafımı altı kişi sara sara yürüdük. Yer değştirecektik. Yine. Git gide beni bulmaları daha zor olacaktı. Belki şehirden bile çıkacak başka şehire geçecektik. Herkes benim Hakkari'de olduğumu düşünürken ben başka şehirde olacaktım. Bu yüzden olabildiğince işi ağırdan almaya çalışıyordum. Kurtuluş yolu olacak her türlü fikri düşünmeye çalışıyordum. Bir yolu olmalı ama nasıl? Çok kalabalık. Birine kafa attım diyelim diğerini kollarım arasına alıp boynunu kırdım eee sonra? Kıt kafam ne olur bugün dünyanın en zeki insanı olur musun? İhtiyaç. Lütfen.
Kafamın içinde binbir türlü fikir, düşünce ve senaryo geçerken bir saatlik yol yürümüştük bile belki daha fazla. Ayağımı bilerek taşlara takıyor , sürekli yorulduğumu söyleyerek dinlendirmeye çalışıyordum ama pek işe yaramıyordu. Yarasa şaşarım.
Büyük bir dağı geçtikten sonra ardı ardına dizilmiş tepelerin ve kayaların arkasında durduk. Ne diye burada durduk biz şimdi? Önümüzde kıvrımlı bir yol vardı . Yolun geri kalanında aşağıya doğru bayır iniyordu. Bayırın aşağısı buradan gözükmüyordu. Çukurluk bir alandı büyük ihtimalle. Çukurluk alandan sonra ise sert ve ağır kayaların olduğu bir dağ gözüküyordu. Büyük ve geniş bir dağdı.
Sansar silahını kavramış yere çökmüştü." Beş dakika sonra yola gelmiş olacaklar." Kim gelecek? Gözlerim anında yola döndü. Allah kahretsin. Yolun uzağından bir tane asker arabası geliyordu. Güldü Sansar." Arabanın içinde senin çok sevgili Kartal timinden olan Buğra var."
Ne ?
Buğra burada ise kartal timi neredeydi? Araba her bir saniye daha yaklaştı. Ne yapacaktı? Önlerini mi kesecekti? Hayır. Kesmek istese daha yakında dururduk. Bomba mı vardı yolda? Allah kahretsin bilmiyorum. Durdurmanın bir yolu olmalı. Bağırsam duymazlar. Çağrı göndermek istesem göderemem buradan. Düşün Deniz ne olur düşün.
Araba daha çok yaklaştı." Hazırlayın roketleri." Hayır. Arabaya roket atacaktı. Yanımda ki ve Sansarın yanında duran adamlar roketleri hazır hale getirdiler. İzin veremem. Diğer atılan roketi durduramam ama yanımda duran roketi durdurma şansım vardı. Arabanın içine göz gezdirdim. Ön tarafta iki kişi vardı ama arka tarafı göremiyordum. Son şansım. Hem roketi durdurmalıyım hemde buradan kaçmalıyım.
Araba yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Tam önümüze geldiği anda Sansar atış emrini verdiği anda yerimden anından kalktım. Atış yapmaya tam hazır olan adamı en son gücüm ile kenara ittim. Roket yerinden çıkıp arabanın ön tarafına düştü ama diğer roket tam arabaya isabet etti. Ardı ardına silah sesleri başladı. Yerimden hızla kalkıp önümde duran adamın kafasına sert bir yumruk geçirdim. Ellinde ki silahı alıp koşarak yerimden çıkıp koşmaya başladım. Kelepçeli ellerimde silah ile ne kadar atış yapabilirsem o kadar atış yaptım. Kayaların arkasına saklana saklanan arabaya yaklaşmaya çalıştım.
" Deniz gel buraya!" Gelen gadar sessini önemsemedim. Yakalar ise bu sefer gerçekten öldürecekti beni.
Başımın üzerinden kurşunlar geçerken yan dönmüş arabanın arkasına geçtim. Buğra ellinde silahı bir yandan yarasının üzerine bastırıyordu. Sağdı ama yaralıydı. Son anda arabadan kendini atmış olması lazım yoksa sağ kurtulma şansı yoktu. Arabanın içine göz gezdirdim. Ölmüştü hepsi." Buğra."
Gözleri bana döndü." Deniz."
Yanına çöktüm. Hızlı düşünmeye çalıştım. Yaralıydı. Arabadan atlamış olmasına rağmen roket bedenine etki etmişti. Diğerleri için yapacak bir şey yoktu. Gitmemiz gerekiyordu. " Gitmeliyiz hadi! Bayırdan aşağı indiğimiz anda görüş mesaflerinden çıkıyoruz." Silahı boynuma astım. Kelepçeli ellerimle yerden zorlukla bedenini kalırdım. " Hadi Buğra dayan biraz!"
" Seni kaçırmadılar mı?"
Bayıra doğru bedenini sürüklemeye çalıştım." Sonra soru sorarsın şimdi gitmeliyiz." Bir bir kurşunlar bize doğru gelirken. Kollundan daha çok çekiştirdim." Koşabilir misin?" Koşmadan kaçamazdık buradan.
" Denerim."
Silahı kavrayıp bize doğru gelen kişilere ardı ardına sıktım bir yandan da koştum. Buğra da benim gibi bir yandan acı içinde koşmaya çalışıyor bir yandan da ateş etmeye çaba gösteriyordu. Bayıra geldiğimizde aşağıya doğru koşmaya devam ettik. Görüş mesafelerinden çıkmıştık. Allah'tan hızlı koşuyordu yaralı olduğu halde.
Bayır bitince çukura inmiştik. Sağıma soluma baktım. Sağ mı? Sol mu? Sağ taraf kayalıktı , sol taraf ağaçlık ve orman. Sol tarafa koştum. Ormanın içinde çalıların arasına saklanma şansımız vardı. Sansarı tanıyorsam kayalık tarafa gidip dağa çıktığımı düşünürdü. Bir diğer ihtimal ise iki kısma ayrılıp öyle arayacaktı bizi.
Ağaçları bir bir geçip ormanın içine daldık. Bir yandan da arkamdan gelen Buğrayı kontrol etmeye çalışıyordum. Ellini karnına bastırıyordu. Karnından yara almıştı. Adımları sendeliyordu. Yanına koşup kollundan tuttup çekiştirdim." Dayan biraz hadi." Çekiştirmeye devam ettim. Ormanın içinde sesler geliyordu. Allah kahretsin iki kola ayrılmışlardı.
Önümüze çıkan çalılar ve Buğranın yaralı olması işimi zorlaştırıyordu birde işkenceye maruz kalan bedenim. Hayıflanmanın sırası değildi. Şuradan bir kurtulalım ondan sonra yeteri kadar hayıflanmaya vaktim olacaktı.
Önümüze dere çıktı. Derenin etrafında ağaçlar ve bir çok çalılar vardı. Zihnim binbir türlü fikri önüme getiriyordu. İçlerinden en uygun olanı uygulamaya karar verdim. Buğrayı çekiştirerek derenin içine indim. Derenin derin ve önünde ağaç olan kısmının önünde durdum. Bedenini suyun içine bıraktım. Acı iniltiler döküldü dudaklarından.
Yere çömeldim. Derin bir nefes eşliğinde dualar mırıldandım. Yaptım yaptım yoksa buradan çıkma şansımız yoktu. Hadi Deniz yıllarca aldığın eğitimler bugün içindi. Dişlerimi kıyafetin yaka kısmına geçirdim. Baş parmağımı tutum. Allah'ım yardım et. Baş parmağımı yerinden çıkardım. Acıyı dişlerim arasına hapis ettim. Kelepçeyi ellimden çıkartım. Derin bir nefes ve dua eşliğinde dişlerimi daha güçlü kıyafetin yakasına geçirdim. Baş parmağımı yerine geri otururdum. Aynı şeyi diğer ellim içinde yapınca kelepçeden kurtulmuştum.
Buğranın yüzü ter içinde kalmıştı. Git gide rengi atıyor yüzü kireç gibi beyazlıyordu. Ellerimle yüzünü kavradım." Buğra bıcağın yanında mı?"
Dişlerini dudağına geçirip iniltisini bastırdı. Başını usulca sallayıp elli bacağına gitti. Kanlar içindeki parmakları arasından bıcağı bana uzattı." Komutanım nasıl kurtulacağız?"
Sesler yaklaşıyordu." Buğra burada kal." Gitmek için adım atıyordum ki kollumdan tuttu.
" Komutanım burada bırakmayın beni."
" Saçmalama. Adamları öldürmem gerek diğer türlü buradan çıkamayız. Dayan biraz daha." Kollumu tuttan ellinden sıyrılıp dereden çıktım. Gece kadar görünmez olmanın zamanıydı. En iyi yaptığım işti. Çalıların arasına girip sürünmeye başladım. İşkencenin etkisiyle acıyan bedenimi umursamamaya çalıştım. Şuan ben önemli değildim Buğra önemli. Onu sağ salim buradan çıkartmalıyım. Bir nefret daha bırakamam kendime. Bir kadın daha mezar taşı sevmemeli. Bir şehit daha toprağa veremezdik.
Nefesimi tuttum aldığım nefes bile rahatsız ediyordu. Çalıların arasında yıllan sessizliği içinde sürünmeye devam ettim. Önüme iki terörist çıktı. Diğerleri ormanın başka noktalarına ayrılmış olmalılar. Önümden geçtikleri anda yerimden usulca çıktım. Adamın boynunu kollumun altına alıp kırdım diğeri bana dönerken bıcağı boynuna attım. Bıçak boynundan girdi elleri boynuna gittiği anda silahı ellinden düşüp iki dizinin üzerine çöktü daha sonra ise tamamen yüz üstü düştü. Kollarım arasında duran adamı sık çalılıkların içine sakladım diğerini sırt üstü çevirip bıcağı aldım önce , sonra ise bedenini sürükleyerek çalılıkların içine sakladım.
" Bir ses geldi."
" Ne taraftan?"
" Saat beş yönünden."
Gelin bakalım piç kuruları. Agacın arkasına geçtim. Bekledim, bekledim , bekledim. Üç kişi agacın yanına yaklaştı. İki kişi agacı geçip giderken tam agacın yanından geçecek olan adamı yakasından tutup çektim ve anında boynundan kestim. Bedenini yavaşça yere bıraktım. Diğerlerine yaklaştım. Adım seslerimi karıncalar dahi duymuyordu. Bana en yakın olan adam bana doğru döndüğünde kollunu kavradığım gibi ters çevirdim diğeri bana silahını doğrultuğunda ayağım ile elline sert bir tekme atarak silahı elleri arasından uçup gitti. Kollunu çevirdiğim adamın şah damarına sert bir yumruk atmam ile bayıldı. Diğeri bana yumruk savurdu kafamı eğip kalbine ve ayağına geçirdiğim sert tekme ile yerle buluştu.
Korkarak geriye kaçmaya çalışıyordu." Yapma ne olur yapma." Dinledi mi? Tabi ki hayır. Üzerine oturdum. Saçlarını kavradığım gibi boynunu kestim. Boynundan fışkıran kanlar yüzüme geldi. İğrenç. Cidden iğrenç.
Yerimden kalkıp üç bedeni de çalılıkların arkasına sakladım. Bellerinde takılı olan şarjör , yedek silahlar ve bıçakları aldım. Ne kadar çok malzeme o kadar iyiydi.
Çalıların arasına tekrar girdim. Yarım saat içinde ne kadar ormanda adam var ise hepsini en sessiz şekilde imha edip , sakladım.
Derenin içine tekrar geldiğimde Buğranın gözleri kapanmak üzereydi. Karnından süzülen kanlar suyu bulandırmıştı." Buğra yürüye bilir misin?"
Gözleri kayıyordu. Zorlu bir nefes aldı." Yaram çok ağır. Yürüyecek halde değilim komutanım." Hay ben böyle işin gelmişini geçmişini ve nicesini.
Kollundan tuttuğum gibi sırtıma aldım bedenini. Ağırdı. Bir ellim ile iki kollunu tuttum diğer ellim ile de silahını. Hızlı adımlarla yürümeye çalıştım. İzimizi kayıp etirmemiz lazımdı. Bu hâlde artık ne kadar olacaksa o kadar. Ben tüm gün işkence gördüm, Buğra yaralı. İkimizinde hali yoktu lakin yürümek ve izimizi kayıp ettirmek zorundayız. Canavarın elline düşersek ikimizinde yaşama ihtimali yoktu.
Tüm gücüm ile taşıdım bedenini.
Allah'ım bugün çok oluyorum ama yardım lütfen. Benim için olmasa bile Buğra için yardım et. Evde karısı bekliyor onun bir yuvası var. Bir aşk daha mahşere kalmasın. Lütfen Allah'ım lütfen.
Sevenler ayrılmamalı.
*******
Girdikleri mağarada temkinli adımlarla yürüdü Murat. Bakmadık delik , yer bırakmıyorlardı. Deniz'in verdiği kordinata gitmişlerdi ama İbrahim'in mezarı dışında hiç bir şey bulamamışlardı. İbrahim'i askerler ile nakil etmişlerdi. Türk askerine yakışır bir şekilde defin edilecekti.
Zaman akıyordu Denizden ise bir iz dahi yoktu. İçini saran korku duygusu ve öfke büyüyordu. Denizi bulamadığı her an yakıp yıkmak istiyordu.
" Komutanım ateş daha taze. İki saat önce burada olmaları lazım." Dedi ateşe bakarak Alparslan.
Mağarada temkinli adımlarla yürüdü Murat. Kimse yoktu. Demir kapıya yaklaşıp açtı. Duvarda zincirler vardı ve yere süzülmüş oluk oluk kanlar. İçi acıdı Murat'ın. Çok mu canını yakmışlardı? Dokunmaya kıyamadığı bedene zarar mı vermişlerdi? Yerde duran kıyafetleri alıp kokladı. Deniz kokuyordu. Buradaydı ama şimdi yoktu. " Denizim neredesin be kızım?" Kıyafeti cebinin iç gözüne koydu. Kanlar içindeydi kıyafet ama hala Deniz kokuyordu. Özlemişti. Çok özlemişti.
Mağaranın ön tarafına geldi. Yerde duran ayak izlerini kontrol etti." Bu tarafa gitmişler hadi gidiyoruz."
" Komutanım saatlerdir yürüyoruz biraz dinlensek?" Dedi Alparslan. Murat'ın attığı ateş gibi bakışları görünce yutkundu." Yürürüz komutanım."
Yerden kalktı Murat. Denizi bulmadan ne dinlenmeye nede sızlanmaya zamanı vardı. Öncelik Denizdi. Canavarın elleri arasında dururken bir saniyesini bile boşa harcayamazdı. " Hızlanın!" Adımları seri ve hızlıydı. Bir yandan ayak izlerini takip ediyor bir yandan da içinde oluşan kayıp etme duygusunu bastırmaya çalışıyordu.
Alparslan, Derya'nın yanına yaklaştı." Deniz komutanımı sağ salim bulsaydık bi. Murat komutanım canımıza okuyor yemin ederim." Aç karnını elliyle ovuşturdu. Konserve yemeklerine bile şükreder hale gelmişti.
" Deniz komutanımı bulalımda ne kadar canımıza okursa okusun." Dedi Derya. Murat'ın bir arkasında hızlı adımlarla giden Haruna baygın bir bakış atabildi." Harun abi hepimizden genç maşallah."
" Adam yorulmak ne bilmiyor. Şu genç yaşımda ben utanıyorum." Dedi Alparslan bir yandan da ayaklarını sürüklemeye çalışarak.
" Boşuna eski toprak demiyoruz." Diyerek olaya daldı Sercan. " Harun abi gibi adamlar olsa ülkede sorun kalmaz." Hepsi onayladı bunu. Harun hepsinden büyüktü ama hala hepsinden daha dayanıklıydı. Gençliğinde daha felaket olduğu söyleniyordu yaş ilerledikçe eski gücü ve dayanıklılığı kalmamıştı ama buna rağmen hala herkesten daha iyiydi.
Eren en arkada kalmıştı. Arkalarını kolluyordu. Timin en küçüğü ve deneyimsizi olmak işini her daim daha zorluyordu bir de üstüne Tülay ile kavga etmiş olması canının daha da sıkılmasına neden oluyordu. Toksik bir ilişkileri vardı buna rağmen ayrılamıyorlardı. Kavga onların günlük rutinlerinin bir parçası olmuştu. Tülay küsüyor Eren bir sebepten hastaneye gidiyordu ve günün sonunda barışıyorlardı. Görev bittikten sonra yine barışacaklarına adı kadar emindi.
Kazım ve Poyraz birbirlerini ite ite yürümeye çalışıyordu. Kazım , Poyraza cilveli bir bakış attı." Beyefendi şu karşıda ki dağları siz yaratmış olabilir misiniz?"
Güldü Poyraz." Tövbe haşa yaratmak Allah'a mahsustur sadece ama dağ gibi olduğum doğrudur kardeşim." Kahve kaşlarını elli ile düzeltip çapkın bir bakış attı.
Poyrazın kolluna yumruğunu geçirdi Kazım." Yakışıklı gardaşım benim be." Önlerinde duran dağı inerken malum bölgesinden nefesini verdi." Gardaş kendimi Habil ve Kabil arasında kalmış gibi hissediyorum."
" O niye?" Dedi Poyraz.
Murat'ı gösterdi Kazım." Eskiden böyle miydik? Değildik. Her an Murat ve Buğra birbirine girecek gibi duruyor." Kullağını çekip kaskına vurdu." Kan dökülmesinden korkuyorum."
" Saçmalama lan. Kan davalı değil ya bunlar elbet düzelir araları." En önde fişek gibi giden Murat'a dertli bir bakış attı." Asıl Deniz komutanım bulamaz isek işte o zaman Murat komutanım çok kan dökecek. Siniri ile götümüzden kurşun temizletir."
Dertli bir bakış da Kazım attı." O zaman hemen bulalım gardaş." Götüne bir saniye baktı." Eren gibi topal yürümek istemem. Göttüm değerli."
Ellini usulca kalırdı Poyraz." Ne demiş ünlü bir yorumcu?" Ne bakışını attı Kazım." Nereye yürüsen yürü göttün arkandadır."
Yüzünü buruşturmadan edemedi Kazım." Bu ne alaka oğlum?"
Omuzlarını indirip kaldırdı Poyraz." Ne biliyim aklıma geldi. Genel kültür iyidir gardaş."
" Göt ile genel kültür alakası ne lan? Bok bok konuşma."
Sercan ikisi arasına girdi." Yanlış bir bilgiyi ben düzeltiyim o zaman. Tek göt deliğinden sıçılmaz." Sağını solunu kontrol edip devam etti." Biraz daha böyle konuşursanız Murat komutanım başka yerlerimizden bok çıkartabilir. " İkisinin arasından geçip yürümeye devam etti." Hızlanın o yüzden!"
Susstu Kazım ve Poyraz hızlandılar.
Alparslan kenarda duran ağaçtan bir elma alıp guruldayan karnını durdurmaya çalıştı. Olmadı tabi ki. Ekşi elma daha da açıkmasına sebep oldu. Birde aklında yemek yediği Nisa vardı. Hayatında yediği en güzel yemekti.
Harun çantasından çıkardığı telefon ile Murat'a yaklaştı." Komutanım arama var."
Ellini yumruk yapıp havaya kaldırdı Murat. Tüm tim durdu. Uzatılan telefonu aldı. " Kartal timi Yüzbaşı Murat Karasu emredin komutanım."
" Yüzbaşı bölgenize yakın yerde bir araba saldırırya uğramış içinde Buğra Gürsoy olduğunu tesbit ettik. En yakın şekilde intikal edin." Bölgeyi ve koordinatları söyledi." En yakın siz varsınız destek birlik yolda."
Gözlerini yumdu. Derin bir nefes almaya çalıştı. Her şey üst üste geliyordu. İçinde yanan ateş daha da büyüdü." Emredersiniz komutanım." Telefonu tekrar uzattı Murat. İzleri takip etmek istiyordu lakin emirde gelmişti. İzler verilen koordinat sistemine doğru devam ediyordu. Yoksa dedi Murat. Sansar yapmış olabilirdi saldırıyı. Deniz'in canını yakmak ve bir nefret daha kendisine bırakmak istemişti. " Sikiyim böyle işin gelmişini geçmişinide geleceğinide." Aldığı derin derin nefeslerden göğsü inip kalktı. Denizi acıdan , nefreten uzak tutmaya çalıştıkça önüne hep Sansar geliyordu." Seni bir bulursam şerefsiz yarağının tersiyle amcığını tersten siktirmezsem bana da Murat demesinler."
Çekinerek konuştu Alparslan." Ne olmuş komutanım?"
En tersinden bakış eşliğinde konuştu Murat." Buğranın içinde olduğu arabaya saldırı düzenlenmiş." Silahını kavradı." Hızlanın yoruldum diyenin ayağını yerinden söker elline veririm!"
" Buğra iyi mi komutanım?" Dedi endişeyle Eren.
" Bilmiyorum koçum gidip ögreneceğiz."
Artık hepsine can ve güç gelmişti. Adımları daha hızlı ve serti. Hepsinin içini kaplayan öfke ve intikam duygusu daha da büyüdü. Timden bir kişi kayıp etmişlerdi bir kişinin daha yok olup gitmesine yürekleri el vermezdi. Kartal timi bir şehit daha veremezdi.
Zaman akıp gitti. Gelmek istedikleri bölgeye geldiler. Sansarın izleri ile saldırının izleri bittiği yer aynı yerdi.
" Temkinli olun." Dedi Murat. Tepeyi üç dört adımda inip arabaya yaklaştı. Etrafta kuş dahi uçmuyordu. Büyük bir sessizliğe bürünmüştü her yer.
Arabanın dört bir yanını sardılar. İçlerini saran korku duygusu büyüdü. Çevirdikleri her bedende önce Buğra değil diye bir an sevindiler ama ölen kişinin asker olması üzülmelerine sebep oldu. Mutluluk ve üzgünlük arasında duygu ile gidip geliyorlardı. Al bayraklar açıldı. Şehitler sıra sıra dizilip al bayrak ile örtüldü. Bazılarının bedenleri paramparça olmuştu. Ellerine aldıkları kollun, bacağın kime ait olduğunu bile bilmiyorlardı. İçleri yandı belli edemediler. Askerliğin en zor yanı buydu. İçin yanıp tutuşurken dışının buz gibi olmasıydı. Ağlamak isteği ile dolup taşarken bir damla göz yaşı dahi akıtamamak.
" Etrafı tarayın." Dedi Murat. Yerde ki izleri inceledi. Birden fazla ayak izi vardı hepsi bayırdan aşağıya doğru iniyordu." Buğra kurtulmuş olmalı ama adamlar peşini bırakmamış." Ve Denizde yoktu ortalıkta. Hangisine üzüleceğini hangisinin peşinde koşacağını şaşırdı Murat. Buğra kurtulmuş ise iyiydi ama ya Deniz? Deniz kurtuldu ise ya Buğra?
Bu sırada destek birlikte gelmişti. Murat şehitleri destek birliğe teslim etti." Gidiyoruz hadi !" Bayırdan aşağıya doğru indi peşinden kartal timi. İzlerin hepsi birbirine girmişti artık. Ortada durdu Sağ mı? Sol mu? Orman mı? Kayalık mı? Deniz gibi düşünmeye çalıştı. Deniz burada olsa ne taraftan giderdi? Dağda iyiydi lakin yaralı ise tercih etmezdi. Orman büyük ve sık ağaçlar ile kaplıydı yaralıysa ormanı tercih ederdi ve gece gibi kayıp olmak için orman en iyi tercihti. Peki ya Buğra? Ne taraftan giderdi? Timi iki kısma bölemezdi. Etrafta ne kadar terörist olduğunu bilmiyordu. Timi tehlikeye atamazdı.
Basit görünen ama bir o kadarda zor bir seçim arasında kaldı Murat. İzler iki tarafa da gidiyordu. Bir tarafa gitse aklı diğer tarafta kalacaktı ya yanlış seçim yaparsa ve ikisinin de hayatını tehlikeye atarsa.
Yapılan en ufacık zaman kaybı iki canında ölmesine sebep olabilirdi. Basit bir seçim dahi ölüm ve yaşam arasındaki çizgiyi belirliyordu.
" Ne tarafa gideceğiz komutanım?" Dedi Sercan.
********
Yanan kor alevler ile ellerimi ısıtmaya çalıştım. Ormanı geçip gizli bir mağaraya saklanmıştık. Buğranın yarası ağırdı bu şekilde daha fazla ilerleyemezdik. İlerlesek bile yarası enfeksiyon kapabilir yada daha ağır olabilirdi durumu.
Kızgın ateş arasından bıçağı alıp Buğraya yaklaştım." Komutanım bıçak ile yara dağlamak mı kaldı?" Boncuk boncuk terleyen alnından büyük bir damla süzüldü. " Böyle şeyler dizilirde filmlerde olmuyor mu?"
Bıkkın bir bakış eşliğinde konuştum." Buğra dizi , film ve kitap içinde olmadığımıza göre gerçek hayatada oluyor demek ki." Karnını açtım. Yarası kötü haldeydi dağlamazsam ise enfeksiyon kapma ihtimali yüksekti. Hatta netti." Dağlamak zorundayız yoksa enfeksiyon yüzünden öleceksin." Yerde ki tahtayı dişleri arasına tutturdum. "Dayanmaya çalış."
" Nasıl dayanıyım? Canlı canlı etimi yakacaksınız."
" Ama nazlı çıktın Buğra. Nehir nasıl dayanıyor sana?" Derin bir nefes aldım. Bende her gün bıçak ile insan dağlamıyorum sonuçta. Ellde ki imkânlar ile anca bu kadar oluyordu." Dayanmaya çalış ve sakın bayılma."
İç sesim durumu benim yerime başlatı." Bismillahirrahmanirrahim."
Derin bir nefes eşliğinde bıçağı yaraya bastım. Yanık et kokusu ile Buğranın acı inleyişi kullaklarımı doldurdu. Karnından dumanlar çıktı. Aynı dizi ve filmde olduğu gibi. Tüm dağlama işi bitince bıçağı çektim. Dudakları arasından tahta yere düştü. Elbisemin kenarını yırtıp yarasının üzerine sardım. Dağlamak ile iş bitmiyordu. Bu olayıda yaşadım ya daha ne yaşayacağım acaba? Bir mağara içinde benden nefret eden Buğra ve onun yarasını dağlayıp , yarasını söktüğüm elbise ile saran ben. Hayat gerçekten bütün ilginç olayları benim üzerimde deniyor.
Gözleri yarı kapanmıştı." Komutanım yıllarca siz bu insanların arasında nasıl yaşadınız?" Sessinde merak vardı.
Kenara geçip oturdum. Bacaklarımı kendime çekip kollarım ile sardım." Yaşıyorsun işte." Yaşamak denirse ona. Yaşayan bir ölüden farkın kalmıyordu. Nefes alıyordun ama bedenin o çoktan ölmüştü. Ruh sadece bedende durmaya devam ediyordu. Ruh yaşıyorsa insan yaşıyordu. Ruhun öldüğü zaman ölürdüm zaten. Yıllardır ruhumu yaşatmaya çalıştım. Kalp , beyin değil ruhunu yaşatmak önemliydi.
" Evlat acısı çok zor mu komutanım?" Gözleri boşluğa daldı." Sizi önceden anlamamıştım ama anladım artık komutanım."
" O ne demek?"
Dudakları arasında tatlı bir tebessüm oluştu." Saldırı olmadan önce Nehirden mesaj geldi komutanım. Hamile." Dolu dolu gözlerle bana döndü gözleri." Baba olacağım komutanım."
İki kaşım şaşkınlık ve mutluluk ile havalandı. Bu kadar kısa sürede hamile kalacağını düşünmemiştim Nehirin." İlk bana mı söyledin?"
Başını usulca salladı." Size söyledim. Daha çocuğum doğmadı ama şimdiden içimi endişe sardı. Ya yetemezsem? Ya sahip çıkamaz, koruyamaz isem? Daha kollu , bacağı olmayan bir can için içime endişe yayıldı komutanım." Ellini kalbine koydu." Tarifsiz bir his komutanım. Senden bir can olacak. Sevdiğim kadın ile evlendim şimdi ikimizden bir parça olacak."
Ellim istemsiz sızım sızım sızlayan karnıma gitti. Acı en baş köşeye kuruldu yine. Geçmezmi mi bu acı? Murat öptüğü zaman yada dokunduğunda geçiyordu ama şuan Murat yoktu ve yine karnım özellikle rahim kısmım acıyordu. Gözlerim boşluğa dalarken avuç içimi karnıma daha çok bastırdım. " İyi bir baba olacağına eminim Buğra. Anne , baba olmak bu dünyada ki en güzel his. " Durdum bir kaç saniye. Zihnim , beynim Derin ve Dumanı önüme getirip duruyordu aynı anda ise genzime ve yüreğime ağır darbeler bir bir iniyordu." Evladın için yaşamaya çalış Buğra."
" Komutanım özür dilerim sizden. İnsan başına gelmeyince anlamıyor." Yüzü acı içinde kasılınca konuşamadı. Açtı ve biraz daha aç durmaması gerekiyordu. Karnımdan gelen guruldama sesleri de benim de aç olduğumu bas bas bağırıyordu.
Yerimden usulca kalktım." Sen burada dur geliyorum." Mağaradan dışarıya yürürken mırıldandı.
" Komutanım beni burada tek bırakmazsınız dimi?" Gözlerim ona döndüğümde ilk tanıştığım Buğra kadar masum ve sevgi dolu bakıyordu." Hani diyorlar ya sen beni bırak kendini kurtar." Korku ile ekleme yaptı." Siz sakın bırakmayın beni komutanım."
Gözlerimi devirmeden edemedim. Gerçekten onu bırakacağımı mı düşünüyordu? Ne olursa olsun Türk askeri geride adam bırakmazdı bende bir Türk askeri olduğuma göre onu asla arkada bırakmazdım." Saçmalama ne olur Buğra. Yemek bulmaya gideceğim yaradan değil açlıktan öleceğiz yoksa." Silahını gösterdim." Ben gelene kadar silahını tut. Ters bir durum olursa da havaya ateş etmekten geri durma." Mağaradan çıktım. Güneş yeni yeni batmaya yaklaşmıştı. Geceyi burada geçirmek zorundaydık. Çok dikkat çekmemek içinde mağaradan çok fazla çıkmamak gerekiyordu. Ne kadar fazla yemek bulursam o kadar iyiydi.
Bacağımdan bıcağı çıkartıp sert kayalardan aşağıya doğru indim. Kışın yaklaşmasından dolayı çok bir hayvan olmazdı artık. Soğuk beraberinde insanı mutsuz ediyordu. Soğuk sevmemem için bir neden daha. Sıcak olaydı buralarda keklik , tavşanlar cirit atıyor olurdu.
On beş dakika gezdikten sonra sonunda bir tane tavşan bulmuştum. Gizlendiğim yerden izledim her hareketini. İki üç adım atıp durdu patilerini havaya kaldırıp havayı kokladı ve bıcağı atmam ile kaçmaya çalışması bir oldu lakin çok geçti artık. Bıçak tam karnına isabet etmişti. Yerde kanlar içinde biraz kıvrandıktan sonra tamamen öldü. " Kusura bakma tavşan kardeş bende seni öldürmek istemezdim hata seni yemek bile istemem ama zor durumdayım." Etrafı kontrol ettikten sonra yerimden çıkıp tavşana yaklaştım. Yabani kahverengi , orta boylarda bir tavşandı. Bunun eti sadece Buğrayı doyurmaya yeterdi. Yine aç kaldık iyimi. Tavşanı bacaklarından kavrayıp ellimde tutum. Mağaraya tekrar yürürken küçük bir su birikintisi gördüm. Yakın zamanda yağmur yağmış olması lazım. Buğra ile dere kenarından kaçarken küçük bir su bidonu bulmuştum. Sakladığım yerden çıkartıp su bidonunu yerde ki birikmiş su ile yarısına kadar doldurabildim. Temiz bir su değildi ve yine yapacak bir şey yoktu.
Su bidonu ve tavşan ile mağaraya girdiğimde Buğra gözleri kapanmış uyuyordu. Tavşanı ateşin yanına koyup Buğraya yaklaştım. Boynundan tutup hafif bedenini kaldırıp getirdiğim suyu ağzına dayayıp bir iki yudum su içmesini sağladım. Alnında biriken terleri avuç içimle bir güzelde sildim. Vücudu hafif soğumuştu bu yüzden ateşin yanına biraz çektim bedenini. Şah damarını da kontrol etmeyi unutmadım. Yaşıyordu ve yaşamaya devam edecekti. Gerekirse ölürdüm ama artık bir çocuğun daha babasız büyümesine izin vermezdim. Bu kişi bana nefret kusa dahi.
Yere çöküp bağdaş kurup tavşana uzandım. Buçağım ile derisini bir güzel yüzdükten sonra yanda duran oduna geçirip kor ateşin üzerine bıraktım. Yavaş yavaş pişsin artık.
Gözlerim kapanmamak için adeta savaş veriyordu. Ellim , kollum, bacağım hata yüzüm bile belki mor renge dönmeye başlamıştı. En çokta sırtım dört odun kırıldı sırtımda tam tamına dört odun . Odun fayda etmeyince bir ara demir ile bile dövmüşlerdi. Şerefsizler iyi dövmüştü hemde baya iyi dövmüştü. Her yerim sızım sızım sızlıyor , ağrıyordu. Kemiklerime vuran keskin ağrı nefesimi kesiyordu. Birde üzerine karnımın acısı ve açlık , susuzluk eklenince her şey daha da boka sarıyor diyebilirim. Unuttuğum bir diğer detay ise soğuk ve üzerimde yırtılmış kıyafetim. Onların iğrenç kıyafeti. Isınmak için bu şerefsizlerin kıyafetine sarıldığıma inanamıyorum. Hayat harbi diyorum kardeşim az mı üzerime gelsen ha?
Çocukluğum derince iç çekti." Murat'ın sıcak kolları olsaydı bu iğrenç kıyafetlere bile ihtiyaç kalmazdı."
Katılıyorum. Altıma imzamı da en büyüğünden atıyorum. Murat'ın kolları sıcacıktı. İnsanı içine çeken ve uykusunu getiren bir sıcaklık. Onunla ilk tanıştığım andan beri vardı bu sıcaklık. Son zamanlarda keşke diyorum daha önce tanışmış olsaydık. Belki bu kadar soğuk ve acılı olmazdım. Onula büyümüş olsaydım hayatım bambaşka bir yerde olacağına adım kadar eminim. Yine ciddi ve sinirli olurdum ama onun yanında gerçek Deniz olabilirdim.
Murat'ın sevgisi iyi yapardı beni.
Düşüncelerimin içinde boğuşurken tavşanda pişmişti. Odunu kör ateşin üzerinden alıp taşın üzerine bıraktım. Ellerim ile küçük küçük parçalara ayırdım." Buğra hadi kalk." Uyuyordu hala. Yanına yaklaşıp kolunu sarstım." Buğra bak yemek hazır hadi kalk." Uyanmadı. İçime oturan korku duygusu devasa boyuta geldi. Kollunu daha sert sarstım." Buğra hadi bak yemek yemen lazım. Sonra yine uyursun kalk hadi." Ses gelmedi.
Hayır... Hayır ... Hayır...
Allah'ım ne olur bir nefret daha bırakma bana. Bir acı daha bırakma. Korka korka ellim şah damarına giderken acı bir inilti döküldü dudaklarından sonra ise yavaş yavaş açıldı göz kapakları. Allah'ım sana şükürler olsun.
" Komutanım."
" İyi misin?" Başını usulca salladı. Kollundan tutup hafifçe doğrultum. Yarasını kontrol ettim iyi gibiydi. Ellde ki imkanlar ile iyiydi ama biraz daha böyle kalırsa dayanamazdı bedeni. En kısa sürede bir köye yada beldeye gitmemiz şartı yoksa daha fazla dayanamayacaktı. Böldüğüm küçük parçaları önce üfledim sonra ise ağzına verdim. Yavaş yavaş çiğnedi. Lokması bittiği anda yeni bir tane daha verdim.
" Komutanım siz yemeyecek misiniz?"
Bir parça daha verdim. O daha önemliydi. Açlığa alışkındım hem onun yemek yiyip güçlenmesi lazımdı. Evde onu bekleyen bir karısı ve yolda olan bir bebeği vardı. " Sonra yerim ben. Sen ye hadi." Bir parça daha verdim. Bu şekilde tüm tavşanı yedirmiş bulunmaktayım. Bidona uzanıp bir kaç yudumda su içmesini sağladım.
" Açıkmışım vala." Bedenini mağaranın duvarına yaslarken hafifçe tebessüm etti." Allah'tan ben yaralandım birde Alparslanın yaralandığını düşünsenize."
Gülümsemeden edemedim." O zaman tüm ceylan getirsem yine yetmezdi." Malum karnı kara delikten farkı yoktu." Yada Derya." Ellimi belime attıp Deryayı taklit ettim." Komutanım yaralıyım ama bomba dedikodularım var size." Buğra ile aynı anda güldük." Yaralı haliyle hala dedikodu anlatmaya devam ederdi." Kesinlikle yapardı bunu. Dedikodu yapmasını hiç bir canlı , olay engelleyemez. Askerlik birinci mesleği ise dedikodu yapmak ikinci mesleği.
" Poyraz ve Kazım peki? Kazım yaralı haliyle bile Poyraza trip atmaya devam ederdi." Kıyafetimin bir parçasını daha söktüm. Yarasına özen göstermek zorundaydım. Yanına gelip önceki yırtığım kıyafeti çektim yerine yeni yırtığım kıyafet parçasını sarmaya başladım." Bir kere Kazım yaralandı komutanım. Hastaneye yetiştirmeye çalışıyoruz yol boyunca Poyraza trip atıp durdu."
" O niye?"
Gülümsedi." Niye olacak komutanım? Hani biz ayrılmaz ikiliydik tek başıma vuruldum sadece diyerek." Bir kaç saniye durdu aklına gelen detay ile gülüşü daha da büyürken konuştu." Birde ben ölünce sen yeni kanka bulursun diye trip attı." Klasik Kazım. Yaralı haliyle bile Poyraza trip atmaya devam ediyordu. Sıla bile bu kadar trip atmamıştır Poyraza hatta hiç bir kadın bile Kazım kadar trip atmamıştır. Kazımdan kesinlikle trip dersleri öğrenmem gerek. Bir kadın olarak Kazımdan dersler almam gerekiyordu.
Yarasını sardıktan sonra duvara sırtımı verdim. Kapanmak için savaş veren gözlerimi açık tutmaya devam ettim. " Uyu hadi Buğra yarın gitmemiz gerek." Silahımı ellime alıp kafamı da silaha dayadım. Dertli dertli baktım her bir tarafa. Sabah bir olsun buradan çıkalım. Kimseye yakalanmadan bir de köy ve kasaba buldum mu benden alası yoktu. Üç gün aralıksız uyuyacağım kesinlikle.
Buğra yanda uyurken zaman akıp gitti. Ara ara yarasını kontrol ettim. Alnında biriken terleri avuç içimle sildim. Mağara içinde eldeki imkanlar ile ne kadar iyi bakabilirsem o kadar iyi baktım. Baba olacaktı. Yakışırdı. Bu yüzden yaşamalı karısının yanında olmalıydı. Toprak altında değil. Bir çocuk daha babası ile topraktan değil , resimler ve anılardan tanımamalı. Çocuklar babasız annesiz büyümemeli.
*******
Dakikalardır önünde kanlar içinde masada yatan beyaz çarşaf ile kapatılmış bedene bakıyordu Rahmi. Gidip çarşafı kaldırıp bakmaya gücü yoktu. Parça parça bedeni görmeye gücü yoktu. Bacakları ve elleri titriyordu. Ömrü hayatında hiç titremediği kadar titriyordu Rahmi.
İçi acıdı Rahminin. Deniz farklıydı ne kadar sert , sinirli ve sevgisini belli etmiyor olsada anlardı Rahmi her zaman. Uyuya kaldığında üzerini hep Deniz örterdi. Görevden döndükten sonra Rahmi yemek yesin diye yemekler yapar buz dolabı içine saklama kabına koyardı. Deniz söylemezdi ama anlardı Rahmi. Deniz'in ellinin lezzetini biliyordu. Görevden döndükten sonra saçma bahaneler ile gelirdi Deniz. Rahminin yaralanıp yaralanmadığını kontrol ederdi. Yaralandıysa günlerce yaraya bakar , ilgilenirdi. Rahmi hastalandığı zaman sabahlara kadar başında duran da Deniz olurdu. Rahmiyi ne kadar Deniz yormuş olursa olsun Rahminin kahrını, sinirinide çekerdi Deniz.
Rahminin kıyafetlerini ütüleyip , yerleştirende Denizdi. Saatlerce Rahminin derdini tasasını dinleyen de Deniz olurdu. Rahmi seviyor diye saatlerce sıkılmadan kitap okurdu. Deniz ne kadar evlat olarak görmüş olsada Rahmi, Deniz çoğu anda sırdaşı , arkadaşı olurdu. Karşısında duran küçük kız çocuğu otuz yaşında ki kadın olgunluğunu gösterirdi çoğu anda.
Kanlar içindeki çarşafa bakarken bir damla yaş süzüldü. Beyaza kan bulaşmıştı. Çarşaf yer yer düz iniyor yer yer kabarık duyuruyordu.
Zihninde bir an önüne geldi Rahminin.
" Evlat niye hiç beyaz giymiyorsun?"
Başını gömdüğü kitaptan kaldırdı Deniz." Ben ne zaman beyaz giysem kan oluyor Rahmi amca."
Beyaz çarşaf kandı. Beyaza kan bulaşmıştı.
Bir adım zor attı Rahmi. Yeni bir an önüne geldi.
" Evlat senin hayalin ne ?"
Omuzlarını indirip kaldırdı Deniz." Ben hayal kurmam ki Rahmi amca."
" Vardır elbet bir hayalin."
Gözleri içinde küçük parıltılar belli oldu Deniz'in. İlk defa bu parıltıyı görmüştü Rahmi." Tek hayalim var amca. Şehit olmak." Gözlerinde ki parıltı daha da büyüdü." Hem şehit olunca peygamber efendimizin yanında olacakmışız. Çok güzel değil mi Rahmi amca? Vatan için öleceksin üzerine peygamber efendimiz ile yan yana olacağız. Hediye gibi."
Buruk tebessüm eşliğinde baktı Rahmi. " Bumu hayalin sadece?"
Dudağı kenarında küçük bir tebessüm peyda oldu." Evet. Şehit olursam insanlar benden nefret etmez ki Rahmi amca." Gözleri duvarda kalan bayrağa takıldı. " Şehitlerden nefret edilmez. O zaman insanlar nefret etmez artık benden. Onlardan biri olmadığımı da kanıtlamış olurum." Tebessümü daha büyüdü." Şehit olursam çocuklarımın yanına da gitmiş olurum."
Bir adım daha zor attı Rahmi. Tam arkasında Mustafa ve bir kaç asker vardı.
Bir anı daha önüne geldi.
Suskun ve Deniz kitap okuma yarışı yapıyordu. Suskun ile kitap okuma yarışı yapmayı severdi Deniz. Alarm çalınca heyecan ile baktı Deniz." Kaç sayfa okudun Suskun abi?"
Kitabı kenara koyup, ellerini iki defa ardı ardına on yaptı Suskun. Yirmi sayfa okumuştu.
Yüzü düştü Deniz'in." Yine yenmişsin beni. On beş sayfa okudum." Kitabı kenara bıraktı." Ama bak gör otuz yaşıma gelince geçeceğim seni."
Hadi bakalım bakışını attı Suskun.
" Göreceksin Suskun abi geçeceğim seni."
Deniz otuz yaşına gelememişti. Yirmi dokuz yaşındaydı. Bu bilgi ile yüreği daha da sıkıştı Rahminin.
Bir adım daha zorla attı. Bir anı daha önüne geldi.
Alev parkta oynuyordu. Kenarda Rahmi ve Deniz izliyordu. Rahmi merakla baktı Denize." Kavga mı ettiniz Alev ile yine?"
Sinirle başını salladı Deniz." Evet çok sinir ediyor beni çoğu anda nefret ediyorum ondan."
" Neden yan yana durmaya devam ediyorsunuz o zaman?"
Gözleri Alevin üzerinde durdu Deniz'in. Çocuk gibi salıncakta sallanıyordu." Bırakamıyorum ki baba. Gece karanlıktan korkuyor ve şimşekten kimse yanına yatırmıyor. Bende uzak tutarsam çok korkar ,uyuyamaz." Sinirli hali yavaş yavaş dağıldı. Şefkat kuruldu gözlerine." Hayatında ki tek kız benim. Başını göğsüme koyuyor. Anne sıcaklığına ihtiyacı var bunu da ben veriyorum."
" Deniz siz aynı yaştanız."
" Öyle ama ben anne oldum ya Rahmi amca. Anne şefkati varmış bende bir kere Şahin dedi. Ben anne olduğum için anne gibi bakabilirim ona. Hem ben anne şefkatini bilmem ama Şahin'e bunu verebilirim hiç olmazsa o anne şefkatinden mahrum büyümez." Gözleri içinde ki şefkat daha da büyüdü." Ne kadar ondan çoğu anda nefret ediyor olursam oluyum ben galiba kimsesiz kalanlara kıyamıyorum Rahmi amca. Bende hayatında gidersem kimsesiz kalır Rahmi amca. Kimsesizlik zor. Birde o kimsesiz kalmasın Rahmi amca."
Gözleri bir an parkta oynayan Aleve değdi Rahminin." Sen neden parkta oynamıyorsun?"
Omuzlarını indirip kaldırdı Deniz." Parkta çocuklar oynar Rahmi amca ben çocuk değilim ki."
Yüreği sızladı Rahminin." Sen daha on dört yaşındasın Deniz. Çocuksun."
Duyduğu şey ile sanki bir aydınlanma yaşadı Deniz." Çocuk?" Başını salladı Rahmi. " Ben çocuk olmayı bilmiyorum ki Rahmi amca. Nasıl çocuk olunur mesela? Oyuncaklarla mı oynanıyor? Benim oynadığım tek şey zincirlerdi. Benim ilk gördüğüm çocuklar bile kendi çocuklarımdı ." Dudakları büzüldü." Çocuk olmayı bilmem Rahmi amca. Anne olmayı bilirim çocuk olmayı değil. Hem ben büyüdüm Rahmi amca. Ruhum büyüdü."
" Çocuksun sen Deniz."
" Biliyor musun Rahmi amca? Çocukluğumu ellerim arasından alan herkesten nefret ediyorum."
Bir adım daha attı Rahmi. Artık masanın tam yanında duruyordu. Titreyen elleri kanlar içindeki saçlara değdi. Yavaş yavaş okşadı. Ömründe okşayamadığı saçları şimdi okşuyordu. Çarşafı zorla açtı biraz. Yüzü tanınmaz haldeydi. Dudakları paramparça olmuştu. Deniz'in gülümsemesini bile bu sene daha yeni yeni görmüştü Rahmi şimdi ise yüzü dahi yoktu.
Zorlansada çarşafı biraz daha açtı. Kopmuş kol vardı. Titreyen elleri kolla gitti. Kollun yer yer kısımları yandı. Rahminin gözünden bir damla yaş daha süzülürken bir anda durdu. Kopan kollu alıp bilek kısmına baktı. " Deniz değil bu."
Mustafa'nın kaşları çatıldı." Nasıl değil?"
Bileği daha dikkatli inceledi Rahmi. Ağlayışları arasından acı bir kahkaha attı." Deniz değil! Deniz değil!"
Mustafa masaya yaklaştı." Nereden anladın Rahmi albay?"
Bileği gösterdi Rahmi." Deniz'in bileğinde küçük iki tane ben vardı. Bunda yok." Diğer kopmuş kollu da alıp baktı Rahmi." Deniz değil iki bilekte de ben yok. Deniz'in iki bileğinde de ben var. Bu bileklerde ben yok." Acıyla bir kahkaha daha attı." Deniz değil."
Mustafa iki bileğide inceledi. Parçalara yerli yerine oturdu." Bu Sansar yanında Denize benzeyen kadın mı tutuyor?" Sansarın hastalıklı kafasını daha iyi anlayınca gözleri kocaman açıldı." Şerefsiz kaçmak ve bizi oyalamak için önümüze yem attı. Hasta herifin, Denize karşı zaafı var. Denize tıpa tıp benzeyen kadın tutmuş resmen."
Rahmi çarşafı kapatı." Deniz değil. Allah'ıma şükürler olsun." Bedeni Mustafa'ya döndü." Git ne et ne yap bana evladımı getir Mustafa. Böyle bir oyun oynadığına göre Deniz elleri arasından kaçmış olmalı."
Omuzları dik konuma geldi Mustafa'nın. Ellini alnına götürüp selamını verdi." Emredersiniz komutanım."
Hızlı adımlarla odadan çıktı. Geride ise ellerini havaya açmış dua eden bir adet Rahmi bıraktılar.
********
Güneş en yukarıda bulunduğu halde soğuktu aşırı soğuktu. Bedenim soğuğun etkisi ile kasılıyordu. Kayalara dikkatli basarak inmeye çalıştım. Sırtımda Buğra vardı. Yarası yürümesini engelliyordu ve hafiften biraz enfeksiyon kapmış olma ihtimali vardı. Her şey laneti şuan herşey.
Kayaları indikten sonra düzlük zemine çıktık sonunda. Bir saatir aralıksız sırtımda Buğra ile yürüyordum. Fazla ağırdı. Yarasını yormak ve zorlamak istemiyordum. Normalde olsa çok rahat taşırdım lakin benim halimde içler acısı durumdaydı. Yırtılmış üstüm başım , açlıktan hafif dönen başım , uykusuzluktan kan çanağına dönmüş iki adet göz , işkence etkisi ile morarmış ve sızım sızım sızlayan bedenim , susuzluktan kurumuş ağzım ve üzerine soğuk hava. Tek tek gelse ne olurdu yani? Olmazdı. Hayat acıma ne gerçekten bilmiyordu. İki mutlu ediyor üçüncüsüne yok kardeşim deyip kenara geçiyordu. Senin de Allah belanı versin hayat.
Bir ellim Buğranın iki kolunu kavradı sıkı sıkıya diğer ellim ile de silahımı tutmaya çalışıyordum. Her adımımda bedeni sağa sola sallanıyordu. Önümde duran uçsuz bucaksız alana baktım. Nasıl bir yerdi burası Allah rızası için? Ne bir köy nede bir kasaba. Hiçliğin ortasından farkı yoktu burasının. Temiz bir su kaynağıda yoktu ve üzerine yemekte. Laneti. Gerçekten laneti.
Uçsuz bucaksız alanı da yavaş adımlarla geçtim. Arada kayan Buğranın bedenini yukarıya çektim. Harbi ağırdı bu çocuk. Allah'tan Alparslan düşmedi payıma o zaman kesin öldürdüm ağırlığından. Hiç olmazsa bu yönden şanslıydım.
Alanı geçtikten sonra kayalık alan çıktı karşıma yine. Allah'ım yardım et ne olur. Buğranın bedenini kayaya yaslayıp bir iki dakika soluklanmaya çalıştım. Ne kadar böyle dayanabilirdik bilmiyorum. Ya askerler bulacaktı bizi yada Sansar. Asker bulursa ne ala ama Sansar bulursa çatışmaya girme şansımız yoktu. Şuan Sansarın bulmaması için dua etmekten başka çarem yoktu. Bildiğim tüm duaları mırıldandım.
Dinlendikten sonra Buğrayı tekrar sırtıma sabitleyip yürümeye devam ettim. Kayalıklara basarken ellimden geldiği kadarıyla dikkatli olmaya çalışıyordum. Kayalar çok fazla sağlam durmuyordu. Ayağımın altında parçalara ayrılıyordu. Buğrayı daha sıkı tutum ayağım bir kaysa çocuk yaradan değil kayalardan ölecekti.
Kayalık alanıda geçtikten sonra büyük bir dağ ve dağın önünde gördüğüm kişiler ile baya sövdüm. Kurtulma şansımız şuan itibariyle bitmişti. Buğranın bedenini kayaya yaslayıp doğruldum. Tüm silahlar bana çevrilmiş durumdaydı. Çatışmaya istesemde giremem sayıları fazla ve Buğra var. Buraya kadarmış. Buradan kurtulma şansımız tamamen bitmişti.
Hepsine göz gezdirdim. Sansar yoktu aralarında ama bunlar onun adamları olduğunu biliyordum. Sansar beni aramaya gelme gereği bile duymamıştı. Kim bilir bana ne işkenceler yapıp nasıl öldüreceğini zevkle düşünüyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Etrafımı dört beş kişi sardı. Biri arkama geçip bacağıma attığı sert tekme ile iki dizimin üzerine çöktüm. Önümde duran silahının arkası ile yüzüme vurması ile bedenim sağa doğru resmen yapıştı.
" O kıt aklın ile bizden kurtulacağını mı sandın?" Karnıma ardı ardına tekmeler attı. Bedenim kasıldı." Kendi ellerinle ölümünü getirdin."
Biliyordum böyle olacağını hem de çok iyi biliyordum. Geçmişin zincirleri ayağımı bırakmıyordu. Ne kadar kaçarsam kaçayım bir noktada tutuyordu beni.
Ağzımın içinde ki kanı yere tükürdüm. Avuç içimden destek alarak yerden kalktım. Alayla güldüm." Ölünce hiç olmazsa sizin gibi şerefsiz olarak değil şehit olarak öleceğim." Ellimin tersiyle burnumu sildim.
Sözlerime sadece güldü." Aptalsın. Bizim tarafımızda olup büyük bir güç elde etme şansın varken sen Türklerin tarafında acizliğe muhtaç kalıyorsun." Boş edebiyat gerçekten çok seviyor hepsi.
Boş bir bakış eşliğinde konuştum." Konuşup duracağına öldürüyor musun ne yapıyorsan yap hadi." Onların karşısında aciz duracak halim yoktu. Ölürsem bile şerefim ile ölür giderdim. Bir iki adım geriledim.
Silahını daha çok kaldırdı." Sana kolay ölüm yok." Başı ile işaret verdiği anda üzerime doğru hamle yaptılar.
Üzerime gelenlerden bir tanesinin özel bölgesine sert bir tekme attığım anda diğerinin yakasından tutup kayalara fırlatım. En kötü halim ile bile bunlara bin basarım . Üzerime gelen diğer iki kişinin birinin kollunu tutup kırdım diğeri hamle yapmaya yelteniyordu ki kollunu kırdığım teröristin boynuna kollumu dolayıp yerden yükseldim. Bana doğru hamle yapan terörist boynunu bacaklarım ile sarıp nefesini kestim. Kollumun altında duran başında kırdım. İkisi de aynı anda öldü. İki beden yerle buluşurken hızla toparlandım.
" Yerinde dur!" Silahlar Buğraya döndü. Şerefsizler benimle baş edemeyince yine şerefsizliklerini konuşturdular." Ellerini havaya kaldır." Başlarım böyle hayatada böyle insanlığa da. " Hadi!"
Gözlerim Buğraya döndü. Dudakları arasından acı iniltiler dökülüyordu. Ölecektik. Bir umut yok muydu? Canavarın elleri arasına tekrar düşmek istemiyordum. Basit bir teröris yüzünden ölsem zoruma gitmez ama Sansar tarafından öldürülmek zoruma giderdi. Öldürmeyecek önce acı çektirecek hemde öyle bir acı ki dayanılmaz derecede. Korkuyordum. Ölmekten değil ama onun elleri arasına düşüp sekiz yaşımdan on üç yaşıma kadar yaşadığım acıların bin katını yaşamaktan korkuyordum. Bu yüzden ya içimde ki çocuk şuan tir tir titriyordu. Geçmişin bir bir anıları önüme düşüyordu.
Yutkundum. Kaçış yoktu. Ellerimi havaya kaldırdım ama iki dizimin üzerine çökmedim. Bu şerefsizlerin önünde asla kendi iradem ile çökmem. Türk askeri boyun eğmez , diz çökmez. Türk askerine yakışır şekilde davranacağım. Her zaman olduğu gibi.
Bacağıma atılan sert tekme ile iki dizimin üzerine çöktüm. Buğranın gözleri hafif aralanmış bana bakıyordu. Konuşmak istiyordu ama konuşamıyordu. Özür dilerim Buğra. Koruyamadım seni. Sansar ona acı çektirmeyecek belki ama hemen öldürecekti. Onun işi benimle idi. Baba olacağını öğrendiği bir gün sonra başına gelene bak. Bunu hak etmiyordu. Evine gitmeli karısı ve çocuğunun yanında olmalıydı. Şuan ölümü değil yeni doğacak evladını düşünmeliydi .
Allah'ım ne olur yardım et. Ne olur Allah'ım. Kendim için değil Buğra için yardım et. Karısına , çocuğuna kavuşsun . Bir çocuk daha babasız dünyaya gelmesin. Bir şehit daha vermeyelim toprağa. Vatan bir şehit kanı ile ıslanmasın.
Ellerimi arkadan bağladı üç kişi. Yüzüme , karnıma , bacağıma ama en çokta sırtıma ağır ağır darbeler indi. Bedenim acıdan kasılırken sıktım kendimi. Gözlerim hala Buğra üzerinde duruyordu. Yanına iki terörist gelmiş başına silah dayamışlardı. Yerden kalkmaya çalıştım. Olmadı. Konuşmak istedim. Olmadı. Gülümsemek istedim. Olmadı. Hiç bir bok olmadı.
Ardı ardına yediğim tekmeler artı. Buğranın gözleri arasında acıyı gördüm. Yardım etmek istiyordu bana ama onunda elli ayağı bağlı durumdaydı.
Sen yaşamalıydın Buğra.
Yüzümden oluk oluk kanlar süzüldü. Kıyafetlerim tamamen parçalara ayrıldı. Üzerimde salanıyordu parça parça kıyafetler. Artık dayanacak gücüm yoktu. Gözlerim önüne Murat'ın gülen yüzü geldi. Yediğim tekmelere rağmen gülümsedim. Ellerini vücuduma koyduğu anlar geldiğinde ise acı azaldı. Hayali bile canımın yanmasını engelliyordu, acıyı götürüyordu.
Bağırdı bir tanesi." Askeri öldürün. Leşini kuşlar yesin." Yanıma yaklaşıp çenemi kavradı." Bununlada işimiz var."
Hayır... Hayır... Hayır...
Son gücüm ile bir anda kalkıp Buğraya koştum. Bedeninin önüne bedenimi siper ettim. Öleceksek bile beraber ölecektik. Onu burada bırakmam. Bana nefret kusa dahi sevmese dahi bırakmam onu burada.
Zorla konuşmaya çalıştı." Hakınızı helal ed..." Nefesi kesildi. Zorlu bir nefes aldı." Edin komutanım."
" Helal ols..." Dememe kalmadan kollarım tutulup çekildim. Direnmeye çalıştım bu sefer dört kişi daha beni tutup çektiler Buğra üzerinden.
"Öldürün şu askeri."
Hayır ... Böyle olmamalıydı. Bir insanın ölümü bu kadar kolay olmamalıydı. Yaşamalıydı. Ben evlatlarımı kayıp ettim onun çocuğu ise babasını kayıp edecekti. Yasemin abla gibi Nehirde yıkılırdı belki kaldıramazdı bile. Çocuğunu acıdan kayıp bile edebilirdi. Yeni evlendi onlar daha. Yeni kavuştular. Bu kadar kısa sürede ayrılmamalılar birbirlerinden.
Buğranın kafasına silah dayandı. Omuzlarını dik konuma getirdi, gözlerinde korkunun zeresi yoktu. Dudakları sessizce mırıldandı. Kelimeyi şehadet getiriyordu. Ellini cebinin iç gözüne atıp küçük bir fotoğraf çıkardı. Nehirin fotoğrafı. Ölürken bile sevdiği kadının güzel yüzüne bakarak ölmek istiyordu. Son gördüğü yüz bile sevdiği kadının yüzü olmasını istiyordu. Bir aşk daha mahşere kalacaktı.
Geçmişim bir insanın daha canını yaktı.
Geçmişim yine zarar verdi.
Tetik çekildi. Acıyla bağırdım." Yapmayın! Öldürmeyin!" Çırpınmaya çalıştım. Olmadı. Kollumu tuttan eller çok sıkıydı. Yerden kalkamadım. " Yapmayın! Bana ne istiyorsanız yapın. Bırakın onu!"
Takmadılar bile beni. Güldüler sadece güldüler. Bu halimiz onlara zevk veriyordu.
Buğranın fotoğraf tutan elli titredi. Boşta kalan elli fotoğrafın üzerinde gezindi. Dudakları arasında hafif bir tebessüm oluştu. Uzun uzun baktı. Gözleri bir an olsun fotoğraf üzerinden ayrılmadı. Gözleri içinde hem aşk hemde acı vardı. Bir tarafı olacaklarının farkındaydı. Şehit olacaktı bu yüzden mutluydu ama diğer tarafı çocuğu ve karısı yalnız kalacaktı bu yüzden yüreği acı içinde kıvranıyordu. Yaralı olduğu halde yüzünde böyle bir acı görmemiştim ama şimdi Nehirin fotoğrafına bakarken acı vardı. Hemde büyük bir acı.
" Elveda de arkadaşına." Diyerek alayla konuştu bir tanesi.
Gözlerim kapandı , tırnaklarım derimi delip geçti, yüreğim korku ile çırpındı. Dudaklarım sessizce mırıldandı." Yetiş Murat ne olur yetiş." Saniyeler geçtikçe içimde oluşan acı daha da büyüdü." Yetiş Murat. Canım yanıyor, karnım acıyor yetiş." Kalbimin atış sessini dahi duyuyordum. Yüreğimden yayılan acı parmak uçlarımdan , saç diplerime doğru yol aldı." Murat yetiş ne olur. Kurtar bizi." Ölecektim. İstemiyorum. Öleceksem bile Murat'ın kolları arasında ölmek istiyorum. Son nefesimde bile onu sevdiğimi söylemek istiyorum. Murat'ı istiyorum ben. Hemde çok istiyorum.
Saniyeler bir ömre bedel geldi. Gözlerim kapalı kalmaya devam etti. Kurtulmak için verdiğim çabalar işe yaramıyordu. Ne kadar kurtulmaya çalışsam daha sert vuruyorlardı. Ölecekti. Hayatımda olan herkes ölecekti.
Gözlerim açıldı. Buğra ya baktım. Hala Nehirin fotoğrafına bakıyordu. Aldığı derin nefeslerden göğsü hızla inip kalkıyordu. Onun bakacak bir fotoğrafı vardı hiç olmazsa benim ölürken bakacak bir fotoğrafım dahi yoktu. Öleceğim anda hiç olmazsa Murat'ın kahve gözlerine bakarak ölmek isterdim. Ne ara bu kadar aşık oldum ben bu adama? Ölürken bile resmine bakmak isteyecek kadar aşık oldum?
Teröristin elli tetiğe gitti ve aynı anda gözlerim kapandı." Murat yet..." Devamı gelmedi. Ardı ardına silahlar patladı. Gözlerimi açmaya korktum. Görmek istemedim o görüntüyü.
" Neler oluyor?"
" Kim bunlar?"
Sesleri duyunca gözlerim anında açıldı. Etrafımda ki adamlar bir bir yere düşüp ölmüştü. Neler oluyor? Buğra ya baktım. Allah'ım şükürler olsun sana. Yaşıyordu. Yerimde sürüne sürüne Buğranın yanına geldim. Bedenim ile önüne kalkan oldum.
" Komutanım geldiler." Biraz önce ki acılı hali gitmiş yerine en mutlu ifadesi kurulmuştu." Geldiler komutanım."
Başımı salladım." Geldiler ya." Kafamı çevirip arada bakıyordum arkama. Bir tane kurşun , adam dahi bizim tarafımıza gelmiyordu. Yetiştiler. Buğra yaşayacak. Canavarın elleri arasına düşemeyeceğim. Yetiştiler. Derin bir nefes çektim içime. Allah'ım sana şükürler olsun. Deniz kullunun yüzüne güldün.
Silah sesleri devam ederken Buğranın önünde durmaya devam ettim. Bir kurşun dahi ona gelmemeli. Başını omzuma yasladı, ellinde hala fotoğrafı tutmaya devam ediyordu.
On beş dakika geçtikten sonra silah sesleri sustu. Yerlerde kanlar içinde bedenler yatıyordu. Tehlike olmadığını anlayınca usulca Buğranın önünden çıktım.
Kayaların arkasından kartal timi bir bir çıktı.
Eren silahını adeta yere bırakıp Buğraya koştu." Kardeşim."
Gülümsedi Buğra." Nerede kaldınız lan? Ölüyorduk burada."
Gözlerim Murat'ı bulunca biraz önce ki güçlü halimi kenara bıraktım." Muraaat."
Gözleri yüzümde , bedenimde gezindi. Acı vardı göz bebekleri içinde." Deniz." Silahını usulca yanına bıraktı. Koştum yanına varınca boynuna atlamak istedim ama ellerim bağlıydı. Elleri anında yüzümü kavradı. Alnıma derin bir öpücük kondurdu." Allah'ıma şükürler olsun." Yüzümün her bir zeresinde endişe ile dolaştı gözleri. Bıcağına uzanıp ipleri kesti. Elleri bellimi kavradığı gibi havaya kaldırdı bedenimi. Bu anı bekliyordum. Kollarım boynuna dolandı. Sıkı sıkıya sarıldım." Denizim , huzurum özür dilerim geç geldiğim için özür dilerim."
Bacaklarımı belline dolayıp daha sıkı sarıldım." Murat yetiştin."
Kafasını boynuma gömdü. Şah damarımın üzerine ardı ardına öpücükler kondurdu." Yaşıyorsun." Kolları öyle sıkı sardı ki bedenimi bırakmak istemiyor gibiydi. Sıcaklığı sarıp sarmaladı. Soğukluk gitti. Elleri sırtımda gezindi acı gitti. Kestane kokusunu hissettim yorgunluk gitti. Murat Karasu yine acılarımı yok etti. " Deniz çok korktum. Sana bir şey olacak diye çok korktum." Sessinde ki bu tonu ilk defa duydum. Korku vardı ses tonunda hemde büyük bir korku. " Geberdim korkundan , geberdim özleminden , geberdim yokluğundan."
Bırakmadım sarılmayı. Yanımda o varsa kimse bana dokunamaz ,zarar veremez. Onun yanında acı yoktu. Bir damla yaş süzüldü yanağımdan aşağıya doğru. En çocuk sessimle konuştum." Muraaat seni bir daha göremeyeceğim diye çok korktum." Boynunu öptüm , yüzünü öptüm. Tim olmasa dudaklarına bile yapışırım. Çok özledim onu hemde çok özledim.
Kafamı hafif çekip kahvenin en güzel tonu olan gözlerine baktım. Sessi kısık çıktı." Dayan biraz olur mu? Şuradan bir çıkalım tüm yaralarını tek tek öpeceğim. Kollarım arasından bir saniye bile ayırmayacağım seni." Yüzüme yaklaşıp tam yumruk atılan yanaklarıma naif öpücükler kondurdu. " Denizim yine yaktılar dimi canını?" Kendi kendine konuşuyor gibiydi." Benim dokunurken ellerim titriyor anasını satayım ne yapmışlar sana."
Konuşmak için ağzımı açıyordum ki arkadan Sercan bağırdı." Komutanım Buğranın yarası ağır. Acil helikopter gelmesi lazım."
Murat'ın kolları arasından sıyrılıp Buğraya koştum. Yere çöküp yüzünü kavradım." Buğra dayan ne olur dayan."
Bu sırada Murat telsizini açmış durumu haber ediyordu. Helikopter on beş dakika içinde burada olacaktı.
Eren , Buğranın yarasına temiz bez sardı." Yarası biraz enfeksiyon kapmış."
" İyi olacak dimi Eren?"
Sıkıntılı bir nefes verdi." Yarası ağır komutanım. Yarasını siz mi dağladınız ?" Başımı salladım. Gözleri hafif şaşkınlıkla açıldı." İyi yapmışsınız."
Omzuma çeket bırakıldı. Kim olduğunu anlamak zor değildi. Burnuma ağır bir kestane kokusu doldu. Derya yanıma yaklaştı." İyi misiniz komutanım?"
Buğraya bakmaya devam ettim."iyiyim Derya." Değildim ama şuna önemli olan ben değil Buğra idi. Gözleri yavaşça kayıyordu. Korkuyla yüzünü sarstım." Uyuma Buğra. Hadi dayan be."
Zorlu bir nefes aldı." Komutanım bana bir şey olursa size ema..."
Devamını getirmesine izin vermedim." Kimse bana emanet felan değil. Yaşa bak çocuğuna."
Hepsi aynı anda konuştu." Ne?"
" Nehir hamile mi?" Dedi Kazım.
" Lan amca mı oluyoruz?" Dedi Poyraz.
Hepsinin yüzünde mutluluk ve hüzün arasında bir duygu vardı. Bir cevap bekliyorlardı. Başım ile onayladım.
Kazım , Poyrazın kucağına atladı." Lan amca oluyoruz!"
Buğranın gözleri tamamen kapandı. Acıyla bağırdım." Buğra aç gözlerini. Buğra!" Açmadı gözlerini. Korkuyla Erene baktım." Bir şey yap Eren."
Kartal timi başımıza toplandı. Murat , Buğranın yüzünü kavradı." Koçum hadi dayan be. Yolda helikopter hadi koçum." Buğranın saçlarını şefkatle okşadı. " Dayan koçum."
Eren ilk yardım malzemeleri ile bir şeyler yapıyordu. Ne olduğunu anlamıyordum.
Hepimizin yüzünde büyük bir endişe ve korku vardı. Bedenimi Murat'a yasladım. Kollu belime dolandı anında.
Kazım ve Poyraz çeketlerini çıkartıp Buğranın üzerine örtüler.
Derya , Buğraya temiz su içirdi.
Harun abi dualar etti.
Alparslan çeketini Buğranın başının altına yastık niyetine koydu.
Sercan , Erene yardım etti.
Eren , Buğra ya iğne yaptı.
Murat, Buğranın saçlarını şefkatle okşamaya devam etti.
Kartal timi yine büyük bir aile oldu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama helikopter geldi. Buğrayı hızla helikoptere aldılar. Yerimden kalktığım anda başım döndü. Düşmek üzere iken Murat tarafından tutuldum.
Endişeyle baktı yüzüme." İyi misin?"
Helikoptere herkes binmişti bizi bekliyorlardı. " Başım dönüyor." Adım atmaya çalıştım. İzin vermedi bir anda kucağında buldum kendimi. Kucağında helikoptere bindik. Kucağından indirmeden oturdu.
Helikopter hareket etti. Başımı göğsüne yasladım. Çeketi sıkı sıkıya sardı bedenime. Mataraya uzanıp su içirdi. Kana kana içtim. Çok susamıştım. Suyu içtikten sonra sıcaklığına daha çok sokuldum. Ayaklarıma uzanıp ayakkabıları çıkardı büyük ve sıcacık elleri ile ayaklarımı kavradı. Gözlerim kapandı. Çok uykum vardı. Artık sıcaklık ve güven vardı. Uyuyabilirim.
Karanlığa teslim ettim kendimi.
********
Aynadaki bedenim ile bakıştım. Her yerim kızarmıştı. Sırtıma baktım mosmordu her yanı. Bu kadar olduğunu tahmin etmemiştim. Eve gelince fark etmiştim. Gözlerimi hastanede açtığımda ilk işim Buğrayı sormak olmuştu. İyiydi durumu. Bir süre hastanede kalacaktı. Sonra kaplan timini sordum. Hepsi iyiydi. Hamile kadını sordum. Doğum yapmıştı. Dünyalar güzeli bir kız çocuğu olmuştu. Ve en son İbrahim kaldı. Tören ile defin etmişler. İbrahim iyi olamadı. Saatlerce Murat'ın kolları arasında hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Hastanede yeteri kadar rahat ağlayamadığım için eve gelmiştim. Bir turda evde ağlamıştım. Üzerim leş gibi koktuğu için banyoya girmiştim bir turda banyoda ağladım.
Odamın kapısı açıldı içeriye Murat girdi. Bedenimin halini görünce kocaman yutkundu. Arkama geçti. Elleri bellime dolandı. Üzerimde duran havluyu çıkartıp kenara attı. Tüm çıplaklığım ile karşısında kaldım. " Deniz." Sessinde acı bir ton vardı. " Ben seni koruyamıyorum." Nereden çıkmıştı bu şimdi? Elleri morlukların üzerinde gezindi." Bedeninin haline bak. Seni yanımdan ne zaman ayırsam canın yanıyor."
" Senin suçun değil ki."
" Suçum Deniz. Senin canının yanmasını engeleyemiyorsam , vücudunda morluklar olmasını görüyorsam suçluyum Deniz." Bedenimi ona doğru çevirdim. Morluklara bakarken gözleri hafif dolmuştu." Yanında olmadığım her an canın yanıyor Deniz. Koruyamıyorum ben seni." Kendini yetersiz hissediyordu. Suçlu olmadığı halde suçlu hissediyordu.
Ellerini tutum." Murat senin suçun değil." Nasırlı büyük ellerini öptüm. Hüzünle gözleri bedenimde gezmeye devam etti.
" Canın acıdı kızım. Senin canını yaktılar. Kıyamadığım, dokunurken canın yanar diye hafif dokunduğum canını yaktılar. "
" Bebeğim senin yanında olduğum her an acı kalmıyor." Ellerini bir kez daha öptüm. " Bu nasırlı ellerin varya bana her dokunduğunda pamuk gibi geliyor bana. Dokunduğu her yerde acıyı götürüyor." Sıcaklığına daha çok sokuldum." Sıcaklığın soğukluğu hissettirmiyor." Parmak uçlarımda yükselip dudaklarına dudaklarımı yasladım. Belimden kavrayıp yukarıya kaldırdı. Aynı hizaya geldik. Yavaş ve tutkulu öptüm dudaklarını. Uyum sağladı bana. Dudağını çekiştirip bıraktım." Dudakların arasında sızan nefesin varya yaşadığımı hissetiriyor." Baş parmağım dudağı üzerinde gezindi." Dudakların öptüğün her noktada acıyı götürüyor." Gözlerine daldı gözlerim." Kahve gözlerin var ya çok seviyorum. Sen kahverengini sevmiyorsun ama ben en çok kahve gözlerini seviyorum."
Alnını alnıma yasladı." Gerçekten mi?"
Gülümsedim. Kendini suçlu hissetmesini istemiyorum. O beni hep mutlu etti. Bir kez olsun canımı yakmadı. Murat bana iyi geliyordu." Gerçek tabi ki." Saçlarını okşadım. Hüzünlü hali yavaş yavaş dağıldı huzurlu bir ifade kuruldu. Huzur yakışıyordu. " Senin her bir noktanı çok seviyorum. Sen benim dünyamın en mükemmel adamısın."
" Dünyam?"
Başımı salladım." Dünyam ya." Yüzüne yaklaştım." Benim dünyam sensin. Benim bir tek dünyam var. O dünya içinde de sadece sen varsın. Senden başka isim bilmem , senden başka erkek bilmem. Bir tek Murat Karasu tanırım." Yüzüne ardı ardına öpücükler kondurdum." Bir tek seni severim Murat." Avucumu yanağına bastırdım , baş parmağım yanağını okşadı." Senin yanında acı yok. Senin yanında geçmiş yok. Senin yanında lekeler yok." Gözleri öyle etkilenmiş baktı ki. Onun cümleleri yanında benim cümlelerim hiç kalıyordu." Senin öptüğün yer çöl olsa çiçek açar. Sen benim en büyük ilacımsın , devamsın. Senin yanında yaşıyorum Murat."
" Öpsem geçer mi acıların? Öpsem acın azalır mı?"
" Azalmak ile kalmaz yok olur o acı." Oluyordu. Onun her öptüğü noktada acı uçup gidiyordu. Dudaklarında farklı bir şey vardı. Öptüğü her noktada acı puf olup gidiyordu.
Bedenimi yere bıraktı. Arkama geçti. İçli nefesi sırtıma vurdu. Yavaş yavaş öptü her bir noktayı. Acı gitti. Parmak uçları varla yok arasında sırtımda gezindi. Her bir noktada ağır ağır gezindi dudakları. Aynı noktayı ardı ardına öptü. Belimden kavrayıp yatağa yürüdü. Yüz üstü yatırdı bedenimi. Elleri bedenimde gezinirken dudakları sırtımda gezinmeye devam etti." Denizim benim. Memleket kokulum." Parmakları o kadar naif geziniyordu ki bedenimde nasırlı olduğu halde elleri yumuşacık geliyordu. " Acımasın senin canın. Canın yanınca canım yanıyor be kızım." İçli bir nefes daha verdi. Sırtımı öpmeye devam etti." Sevmiyorum şu mor lekeleri vücudunda."
Yüzümü ona döndüm." Geçti bak tüm acı."
Belimden tutup kaldırdı. Bacaklarımdan kavrayıp kucağına çekti bedenimi. " Sırt üstü yatma canın yanmasın." Bileğimde ki tokayı aldı. Saçlarımı toplayıp dağınık topuz yaptı." Saçların çiziklere gelmesin." Bu haline baka kaldım. Gözlerim içinden kalpler çıkmasına çok az kalmıştı kesinlikle. O kadar güzel bir adam seviyordum ki. Hayatımda kendimle gurur duyduğum bir diğer noktam oldu. Kucağından indirmeden çekmecenin yanına vardı. Çekmeceyi açıp içinden bir poşet aldı. Tekrar yatağa geldik. Yatağa oturtu bedenimi. Arkama geçti. Aynadan ikimize baktım. Parmakları morluklar üzerinde gezindi. Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki. Sanki onun canını yakmışlardı. Sırt kaslarının gerildiğini buradan bile fark ediyordum. Poşete uzanıp bir krem çıkardı. Parmak ucuna biraz sıkıp sırtıma sürdü.
" O ne kremi?"
" Morluklar ve yaralar için krem."
Kremin yeni olduğu belli oluyordu." Ne zaman aldın ki kremi?"
" Sen arabada uyurken eczaneden aldım." Tüm sırtıma sürdükten sonra omzuma küçük bir öpücük kondurdu. " Bana dön bakalım." Anında dediğini yaptım. Ön tarfıma uzun uzun baktı. Elleri memelerimi kavrayıp sıktı. Ağzının içine götürüp öpüp , emdi. Oradan boynuma ilerledi. Naif naif öpücükler kondurdu her bir noktama. Ellerim aletinin üzerinde durdu. Ellimi tutup çekti hemen. " Hop dur bakalım."
" O niye?"
" Bu hâlinde sevişemem kızım. Yaraların acır."
" Ne ? Ne demek sevişemiyoruz?" Kucağına çıktım." Şuan benimle sevişmeni emrediyorum."
Güldü." Yok öyle hanımefendi. Bugün komutan benim."
"Saçma sapan konuşma ya. Yaram iyi seviş işte."
İki kaşı havalandı." Sen fazla mı arsız oldun bana mı öyle geliyor?" Oldum vala. Bir kere o haltı yedik bundan sonra da ne zaman istersem yapmak zorunda.
" Sen şimdi benimle sevişmiyor musun?"
" Hayır. Yaraların acımasını istemiyorum."
Omzuna sert bir yumruk geçirdim." Sevişmek istediğin zamanda bende seninle sevişmeyeceğim." Kucağından kalktım. Dolabıma yürüdüm. Ulan Sansar! Senin yüzünden adam ile sevişemiyoruz bile. Pijama takımımı aldım. Aynadan kaçamak bir bakış attım. Tüm bedenimi arsızca süzüyordu. Benim kadar oda istiyordu ama bugün bir irade geldi kendilerine. Oysa yatak kırmak gibi haylerim vardı. Ters ters baktım.
" Bakma öyle hiç. Yaran iyi olsun ondan sonra yataktan çıkartırsam seni namerdim."
" O zaman ben izin verecek miyim bakalım." Alt çamaşırımı giyindim üzerine sortu geçirdim. Lacivert dantelli sütyenimi aldığımda yanımda bitti anında. Dantel aşkında sınır tanımıyor.
" Sütyen giyme." Ellerim arasından sütyeni aldı.
Ters ters baktım." Niye?"
Sütyeni kenara attı. Yanıma yaklaştı. Elleri kalçalarımda durdu. " Çünkü sırtını sıkar sonra canın acır."
" Dal daşak mı yatayım?"
" Yat ne olacak." Belimden kavradığı gibi yatağa yürüdü. Yatağın üzerine beni bıraktı. Başından tişörtü bir hamlede çıkartıp kenara attı. Yatağa uzandı. Belimden tutup yüz üstü üzerine yatırdı.
" Neden üzerinde yatıyorum şuan sorabilir miyim?"
Elleri şortumun içine sızıp kalçalarımı kavradı." Çünkü gece çok dönüyorsun ve sırtını acıtırsın. Böyle sırtında acımaz."
Derin bir nefes vermeden duramadım." Murat farkında mısın bilmiyorum ama askerim ben asker. Bundan daha kötülerini yaşadım." Asker olduğuma inanmıyormu bu adam?
" Asker olman bir şeyi değiştirmiyor. Parmağın ucu dahi çizilse benim için büyük bir şey." Kafamı usulca kaldırıp yüzüne yaklaştım. Ne yapacağımı anlamış olacak ki." Deniz rahat dur be güzelim." Dinledimi? Tabi ki hayır. Dudaklarına yapıştım. Hafif aşağıya kaydım. Kaymak ile kalmadım. Sortumu aşağıya çektim. Kadınlığımı aletine bastırdım. Dudaklarım arasına inledi." Kız dur." Belimden tutup tekrardan eski konuma getirdi.
Dudaklarımı büzdüm." Hadi sevişelim." Aşağıya tekrar kaymaya çalıştım izin vermedi. Yüzü kırmızı bir hale gelmeye başlamıştı." Murat ya sevişsene benimle." Şuan sevişmek istiyorum onunla hemde ne sevişmek.
Gözlerini yumdu." Deniz rahat dur. Zaten zordayım." Kalçalarımı tutan elleri sıkılaştı. Aşağıya tekrar kaymaya çalıştım izin vermedi. Lanet ama ya." Deniz kurban oluyum dur." Derin derin nefesler alıp verdi. İstiyordu işte ne diye sevişmiyor.
" Acımaz yaralar vala."
" Deniz dur yavrum ne olur dur." Başını boynuma sakladı." İyileş ondan sonra." Boynuma narin bir öpücük kondurdu." Hadi uyu bebeğim."
" Murat ya."
" Deniz söz dinle. Sevişirsek ikimizinde yavaşı yok bu konuda. O yüzden rahat dur." Aldığı keskin nefesler en sertinden boynuma vurdu. Gerçekten sevişmeyecek.
" Ulan Murat! Hem çıplak üzerine yatırıyorsun hemde sevişmiyorsun." Sevişsin ya. Ellerim bedeninde gezindi. Ellerimden destek alıp yukarıya çıktım. En seksi ses tonuyla konuştum." Bak çıplağım sevişelim. Yatak kırsak fena olmaz mı?"
Gözleri açıldı. Tam yüzüne doğru gelen memelerime uzun uzun baktı. Kocaman yutkundu. Yüzü kırmızı bir hal almaya başlamıştı. Memelerimi kavrayıp önce sıktı sonra ise ağzının içine aldı. İşte bu be. Yataktan doğruldu. Tam aleti üzerine oturmuş bulunmaktayım. Siktir. Kocaman olmuştu. Kadınlığım içinde alarmlar çalmakla kalmadı hepsi şaha kalktı. Elleri bedenimde gezinirken sırtıma geldi. Durdu." Siktir ne yapıyorum? Yoldan çıkarıyorsun beni şu halinle." Yatağa tekrar yattı. Ne ? Gerçekten sevişmiyor. Allah'ım ciddi mi bu adam şuan?
" Murat sevişsene ya." Belimden kavrayıp üzerine tekrar yatırdı. Elleri kalçalarımı buldu.
Sinirle burnundan soludu." Dur Deniz. Canın acımasın diye kırk takla atıyorum burada." Başını boynuma sakladı." Uyu artık hadi ."
" Ama..."
" Uyu Deniz. Yorma beni." Aldığı keskin nefesi boynuma vurdu." Sikiyim böyle işi." Bir kaç küfür daha mırıldandı.
" Sen bugün benimle sevişmedin ya senin istediğin zamanda bende seninle sevişmeyeceğim gör bak." Yapacaktım bunu kesinlikle. Bu kadar zevke gelmişiz adamıda zevke getirmişiz yok. Canımı bu kadar düşünmesi can sıkıcı. Ne var yaralar olmasaydı. " Murat diyorum ya!" Ses gelmedi . İnanamıyorum uyumuş. Gerçekten uyumuş. Bu hâlde uyumuş.
Ulan Murat ! Ulan Murat!
******
Ellerini çeketin iç cebine sıkıştırıp ağır ağır adımlarla ormanın içine daldı Suskun. Arkasında gelen adım sesleri duyuyordu. Aldırış etmedi. Bir süre sonra peşini bırakacağına emindi.
Adımları hızlandıkça arkasından gelen adım sesleri de hızlandı. Kurtuluş olmayacağını anlamıştı Suskun. Yerinde durup kafasını arkaya çevirdi. Çalıların arasında yarı bedeni görünen kıza donuk baktı. " Görüyorum seni."
Kafasını usulca kaldırıp boş boş göz kırpıştırdı Sabiha. " Nasıl gördün?"
Çalıyı elliyle gösterdi Suskun. Çalı bedenini tam bile kapatmıyordu, yer yer boşluklar vardı. Çalıya baktı Sabiha. Yüzü düştü.
" Nereye gidiyorsun?" Donuk baktı Suskun." Konuşur musun? Süper güçlerim yok. Anlayamıyorum seni."
" O dangalagı anlıyorsun."
" Hangi dangalak?"
" İskelet."
Kaşları çatıldı Sabihanın." İskelet değil Sıtkı onun adı Sıtkı!" Usul usul adımlarla Suskunun yanına varıp kafasını geriye atıp gözlerini görmeye çalıştı." Nereye?"
Elleri cebinde masmavi gözlere eğildi Suskun. Kafası biraz daha geriye giderse kesinlikle arkaya düşecekti." Sen hep böyle peşimde mi olacaksın?"
" Deniz yanından ayrılma dedi." Suskun yürümeye başlayınca pıtı pıtı adımlarla arkasından adeta koşmaya başladı. Kendisinin üç adımı, adamın bir adımıydı." Deniz diyorsa yapmak zorundayım."
" Her denileni yapar mısın böyle?"
Başını salladı." Deniz'in dediğini yaparım. Denize çok güveniyorum. O diyorsa vardır bir sebebi." Suskun daha hızlı yürüyünce koşusunu hızlandırmak zorunda kaldı taki önünde ki kocaman çamur birikintisine kadar. Adımları durdu.
Sabihanın durduğunu gören Suskunda durdu. Kafasını arkaya çevirip melül melül gözleri içine bakan kıza baktı. Ne oldu bakışını da attı.
Beyaz ayakkabılarını gösterdi." Ayakkabılarım beyaz kirlenir." Kollarını iki yana açtı." Kaldırır mısın? Atlayamam buradan ayakkabılarım batar."
Derin bir nefes verdi Suskun. Gerçekten çoluk çocukla uğraşıyordu. İki adımda Sabihanın yanına geldi. Belinden kavradığı gibi sağ omzuna oturtu." Oldu mu prenses?" Tek ellini bacaklara dolayıp çamuru geçip omzunda Sabiha ile yürümeye başladı.
" İndire bilirsin artık. Geçtik çamuru."
" O küçücük ayaklarınla yetişemezsin."
Küçük bir kıkırtı kaçmasını engelleyemedi Sabiha. Suskunun omzuna çıkmak dağın tepesine çıkıp etrafı izlemekle aynıydı. Tek bir omuzuna dahi rahatlıkla sığıyordu. Suskun yürürken bir yandan da bıdı bıdı çocuksu neşesi içinde konuşmaya başladı." Bazen bir kitabın içinde hissediyorum biliyor musun? Kitabın başrolü olmak çok isterdim ama sanki yan karakter gibi hissediyorum kendimi." Elleri oynayacak detay arıyordu. Konuşurken de elliyle bir şeylerle oynamayı severdi. Elleri kendinden bağımsız Suskunun saçları arasına daldı. Konuşurken ellerinin ne yaptığını kontrol edemiyordu. " Orman çok güzel değil mi? İnsan mutlu oluyor ormanda." Dinlemeyi tercih etti Suskun. Her zaman olduğu gibi." Küçükken tanışmış olsaydık keşke."
" Niye?"
Çocuksu neşe içinde kıkırdadı." Saklambaç oynarken arkana saklanırdım. Koca cüseende arkanda kayıp olurdum." Kollunu Suskunun diğer omzuna doğru atıp kafasını kafasına yasladı. Konuşurken bedenini kontrol edemiyordu. Anlıyordu Suskun. Bir ay Sabihayı tanımak için bol şans verdi. Boşta kalan ellini Sabihaya uzattı. Uzatılan büyük elli kavrayıp oynamaya koyuldu.
Aklına gelen şarkıyı mırıldandı.
Yabanım, sevgilim, esmerim, sebebim
Bir gün bir kış masalında sevip yitirdiğim
Şimdi artık korkudan şarkılar mırıldanan
Öpüşünle yaralı bir kız
çocuğuyum ben
Suskunun yanında ne zaman dursa aklına bu şarkı geliyordu.
Her sözüm mühürlenmiş, kilitlenmiş
Bin öpücükten bin dokunuştan
Duysam da canımın çığlığını
Susturamam ki ben
Su gibi çırılçıplak ve aydınlık
Saz gibi durdum şiddetin önünde
Sevgiyi bilmiyorlar bilmiyorlar
Söyleyemem ki ben
Yabanım, sevgilim, esmerim, sebebim
Bir gün bir kış masalında sevip yitirdiğim
Şimdi artık korkudan şarkılar mırıldanan
Öpüşünle yaralı bir kız çocuğuyum ben
Şarkıyı Suskunun duyacağı şekilde mırıldanıp söyledi. Özellikle yabanım , sevgilim, esmerim kısmının üzerine basa basa söylüyordu. Sabiha hala içinde ki çocuğu büyütememişti. Çocuklar içlerinden geçenleri en berrak haliyle dilerine vururlardı. Sabihada öyleydi. İçinde tutmaz söylerdi.
Suskun durunca kafasını çekip etrafa baktı. Küçük bir kulübe vardı. Sabihanın belinden kavrayıp yere bıraktı. Omzunda çok iyiydi, çokta mutluydu. Ağrı dağının tepesinde olmak hissi kadar güzel geliyordu Sabihaya ama kısa sürmüştü.
Kulübeyi açıp su ve yem torbası çıkardı. Islık çalmasıyla beraber ağaçların arasında simsiyah karga süzülerek Suskunun önünde durdu. Dikkatle inceliyordu Sabiha. Pıtı pıtı adımlarla karganın önünde diz çöktü aynı şekilde Suskunda. Suyu boş kaba doldurup, yem koydu.
" Sen mi bakıyorsun kargaya?" Dedi Sabiha. Elline azıcık yem alıp karganın önünde tuttu. Karga kaptaki değil Sabihanın ellindeki yeme gelip yemeye koyuldu. Dudakları arasından kıkırtı kaçtı Sabihanın. Kafasını çevirip buz gibi kargaya bakan Suskuna en tatlı bakışıyla baktı. Başıyla onayladı Suskun sorusunu. " Sana benziyor. Kargalar en kindar hayvanlar olurmuş. Yapılan hatayı unutmaz aynı şekilde iyiliğide ve aşırı zeki hayvanlar." Kafasını çevirip bakmadı Suskun. Siyah gözleri karganın üzerine kalmaya devam etti. " Karga ve kelebek hikayesini biliyor musun? Karga ve kelebek birbirine aşık oluyor. Kelebek bir güncük ömründe kargayı seviyor. Hatta kelebek kargaya;Bir ömür seveceğim seni' diye söz vermişti. Bilmiyordu onun yılları karganın saniyelerine denkti. Güldü karga. 'Bende kalan yüz elli yıl sana aşık kalacağım 'dedi. Karga ömrü sonuna kadar kelebeği sevdi, kelebek ömrünün sonuna kadar kargayı."
Siyah gözleri ilgiyle gözlerine bakan mavi gözlere döndü." Hikayenin aslı karga sevdi ama kelebek sevmedi. Bir güncük ömründe yalnız kalmamak için kargayı kullandı. Karga yüz elli yıl aşk acısı çekti." Yerinden kalktı Suskun.
"Belki karga yanlış kelebeğe aşık olmuştur? Aşık olduğu kelebek değildir."
" Sabiha."
" Efendim."
" Bana nasıl baktığını görüyorum. Farkında mısın aramızdaki yaş farkının? Abin yaşındayım Sabiha. Murat bile bana abi diyor."
" Murat abi ama..."
" Bak Murat'a abi diyorsun ben Murat'an beş yaş büyüğüm. Gözlerine sahip çık Sabiha. Bana değmesin bizden olsa olsa abi - kardeş olur daha ilerisi değil." Bir kaç saniye durdu. Gözleri içine melül melül gökyüzü gibi bakan gözlerle duraksamak zorunda kaldı." Yaşın büyük olsada değişmez. Ben olgun kadınlardan hoşlanırım çocuk değil."
" Çocuk değilim ben."
" Çocuksun."
Ellerini cebine atmış giden Suskuna dolu dolu gözlerle baktı Sabiha. " Kitap içinde olsamda başröl , senin hayatında ikinci kadın olurum dimi?"
Adımları durdu Suskunun." Ne demek bu?"
Yerinden kalktı Sabiha." Telefonunda fotoğrafına baktığın kadını diyorum. Sarı saçlı, esmer tenli, kumsal renkli gözleri olan o kadın." Kalbinin kırıldığını hissetti Sabiha. İçinde bir nokta acıyordu." Olgun muydu o kadın?"
Sessiz kaldı Suskun. Geçmişinden bir kadındı. Karganın, kelebeğe aşık olduğu zamanlardan. Kelebek dört duvar arasına hapis olmuş , karga acı içinde kalmıştı. Aşk sandığı en büyük yanılgısı çıkmıştı. Karga aşık , kelebek yalancı çıkmıştı. Kelebek dört duvar arasında durdu, karga sessizliğe daha çok gömüldü. Karga tekrar yalan söyleyen, duyguları ile oynayacak kelebek bulmamak için sessizliği içine gömülmüştü geriye fotograflar ve hafızasında her daim duracak o yüzün ihaneti kalmıştı. Suskun, hayatının hatasına bakmıştı her daim. Karga aşkına değil kendini yok eden , sessizliğine daha çok gömülmesine neden olan ve aşk değil içinde biriken acıya bakmıştı.
Kollarını önünde bağlayıp küskün küskün Suskunun yanına geldi. Şimdi siyah gözler ilgiyle bakıyordu.
" Küstün mü?"
Omzunu indirip kaldırdı Sabiha.
İstemsizce dudakları iki yana kıvrıldı Suskunun. " Seni güldürmek için ce oyununu mu oynamam gerekiyor?"
" Çocuk muamelesi yapma bana!"
Bunada hafif tebessüm etti Suskun. Sinirli hali dahi küçük çocuktan farkı yoktu. Belinden kavradığı gibi sağ omzuna tekrar oturtup yürümeye başladı.
Çirkef haliyle bağırdı Sabiha." İndir beni!" İndirmedi." Ağırım indir. Omzun ağrır."
" Seni taşımak bebek taşımaktan farkı yok."
" Bebekte mi olduk?"
" Benim yanımda bebek oldun."
Cevap vermedi Sabiha. Küskün çocuklar gibi kollarını önünde bağlayıp durdu. Kalbide hala çocuktu. Bir çocuğun kalbini kırmak kolay , gönlünü almakta kolaydı. Sabihada öyleydi.
Sessizlik git gide daha uzadı. En sonunda dayanamadı Suskun." Konuşmayacak mısın?"
" İnsanların konuşmasını sevmiyorsun."
" İnsanların sevmiyorum çocukların değil." Sessiz kaldı Sabiha." Anlat hadi."
" Ne anlatıyım?"
"Anlat işte saçmada olsa anlat. Bokun rengi niye kahverengi. Sikten ne diye yaşıyoruz. Bunları bile anlat."
" Küfür etme."
" Etmedim."
" Ettin."
" Ne ettim?"
" Sikten dedin." Anında ağzının ucundan tövbe çekti Sabiha.
Dudakları iki yana kıvrıldı." Etmem. Anlat hadi saçma sapan da olsa anlat."
Beş dakika önce olan konuşmayı unutmuştu bile Sabiha. Çocuk neşesine tekrar büründü. Aklına gelen her şeyi anlatı. Bir yandanda Suskunun uzattığı eli ile oynadı küçük parmakları.
Dinledi Suskun. Konuşan insan sevmiyordu ama Sabihayı dinliyordu. Çocuksu neşesi, tatlı tatlı anlatıkları kullaklarına hoş geliyordu. Anlattığı dedikodular, hemşirelik anıları, okul zamanları, çocukluğu ve daha nicesi. Sikten boktan işime yaramaz dediği bilgileri bile büyük bir dikkatle dinledi.
Sabiha, kız kardeşi Meleğe çok benziyordu. Melekte, abisinin yanında bitter bütün saçma sapan konuları anlatırdı. Sabırla dinlerdi Suskun , Sabihayı dinlediği gibi. Hayatında konuşmasına tahammül ettiği ve konuştuğu zaman sesini sevdiği tek bu iki kızdı. Şimdi Melek toprağın altında yatıyordu onun yerine yirmi yedi yaşında ki Sabiha gelmişti.
🌊
Eveeeeet bölümü nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.
Bol bol yorum atıp oy vermeyi unutmayın lütfen 🤍
Kocaman öpüldünüz ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 227.87k Okunma |
14.74k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |