
Birkaç dakika sonra, nikah salonuna doğru adım attım.
Tüm gözler üzerimdeydi, ama hiçbir şey hissetmiyordum.
Hatta bacaklarım titriyordu.
Nihat'la salona girdik. Birbirimize bakmak bile çok zor geliyordu. Edip ağa ve diğer aşiret üyeleri, neredeyse salondan çıkacak gibi durmuştu. Nikah memuru usulca bize döndü,bir kaç soru sordu ve o klasik soruyuda:
"Ayla Kandemir, Nihat Şanoğlu ile evlenmeyi kabul ediyor musun?" Ağzımdan çıkan tek şey "Evet" oldu. Bu, bir yemin değildi, bir seçim de değildi. Sadece zorla söylenmiş bir kelimeydi. Herkes salonda bir araya gelirken, ben bir anlığına gözlerimi kapadım. Arslan... Sadece bir an için düşündüm. Her şeyin daha farklı olduğu, daha güzel olduğu zamanları hatırladım. Ama sonra gözlerimi açıp, başka bir gerçekliğe döndüm. Gözlerimi açtığımda, nikah memurunun "Nihat Şanoğlu, Ayla Kandemir ile evlenmeyi kabul ediyor musun?" sorusunu sormasıyla, dünya bir kez daha hızla döndü. Nihat, gözlerinde hüzünle ama bir şekilde kararlı bir ifadeyle başını sallayarak "Evet" dedi. O an her şey çok gerçekti, ama aynı zamanda sanki hiçbir şey gerçek değildi. Gözlerimi tekrar kapatıp, bir an için içimdeki boşluğu hissettim. Arslan'ın yokluğunun acısı, her geçen saniye derinleşiyordu. Bir yanda, yıllardır süregelen gelenekler, diğer yanda ise yıkılmış bir kalp vardı. Nikah memuru, işlemleri hızla tamamlayıp son imzaları atmamızı istedi. Her şey bittikten sonra, bir an için hiç kimse konuşmadı. Sessizlik... O kadar ağır ve soğuktu ki, salondaki herkesin varlığını hissedebiliyordum ama kimseye bakmak bile istemedim. Bu evlilik, geleneklere boyun eğmek için yapılmış bir şeydi. Bir tür zorunluluktu, ama içimde başka bir yerde isyan vardı. O isyan, Arslan'ı kaybetmişken, bu kadarına dayanmanın haksızlık olduğunu fısıldıyordu.
Nihat’ın “Evet” demesiyle her şey resmileşmişti. Benim için geçerli olan bir söz, ama Arslan’a olan bağlılığımda hiçbir değişiklik yaratmayacak olan bir karar. Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım. Bir an, Arslan’ı hayal ettim. Onun sıcak gülüşünü, sesini, her şeyini… O an, başka bir dünyaya geçiş gibi hissediyordum. Sanki Arslan hala hayatımdaydı ama ben onu unutmak zorunda kalmıştım. Herkes yerinden kalktı ve büyük bir sessizlik vardı. Gözlerimdeki buğulu bakış, herkese ne kadar uzak olduğumu anlatıyordu. Arslan’ın yokluğu, her geçen saniye biraz daha ağırlaşıyordu. Herkesin arasında bir yabancı gibi duruyordum. Bedenim burada olsa da, ruhum başka bir yerdeydi, başka bir zamanda… Arslan’la geçirdiğimiz mutlu günlerde.
Edip ağa ve Baran bütün bu zorunluluğun geçmesini bekliyormuş gibi bir duruş sergiliyorlardı. Ama ben, artık o geleneklerin hükmüne boyun eğmeye mecburdum. İsyan ettiğim her an, içimde daha da büyüyordu ama dışarıya bir şey yansıtmıyordum. Nihat’ın bakışları, bana yaşadığı hüsranı anlatıyordu. Onun da, burada olmaktan başka bir seçeneği yoktu. Hepimiz, aşiretimizin kuralları altında hapishaneye düşmüş gibiydik.
Baran, nikah sonrası bize odaklanmak yerine, etrafı izliyordu. Yüzündeki o kaybolmuş ifadeyi görmek, bana daha fazla acı veriyordu. Gözlerimden kaçan tek bir bakışla, o da bir şekilde Arslan’ın eksikliğini hissediyordu. Ama biz, birbirimizin acılarını anlayamaz hale gelmiştik. Zaman her geçen gün, yavaşça kalbimi acıtıyordu.
İçimdeki boşluğu, kimse dolduramazdı. Nihat’la yaptığım bu evlilik, bir zorunluluktu. Bunu ben de biliyordum, Nihat da biliyordu. Ama neden hala burada duruyordum? Arslan’a ait bir şeyler, kalbimde her geçen dakika daha fazla yankı yapıyordu. O, belki de beni izliyordu, ama ben onu hissedemiyordum. Kaybolmuştu.
Nikah memurunun son sorusu, son adım, her şey beni tamamen sarhoş etmişti. Evet, her şey sona erdi. Ama ben, bir türlü içimdeki bu eksikliği dolduramayacaktım. Ve hiçbir zaman gerçek bir evlilik olmayacak olan bu ilişkiyle, bir ömür boyu bu eksiklikle yaşamak zorunda kalacaktım. Her şeyin ötesinde, Arslan’a ait umutlarım vardı ve o umut, beni hep birlikte taşıyacak bir hayal gibi kalacaktı. Ama gerçek dünyada, Nihat’la bir yolculuğa çıkmam gerekiyordu. Ve bu yolculuk, geçmişin, acıların ve kayıpların arasına gömülecekti.
Artık bir zamanlar Arslan’la kurduğum o hayal, benimle değildi. Ama belki bir gün, belki çok uzun yıllar sonra, bu hikaye yeniden şekil alacak ve bir gün bu zor yolu aşabilirim diye umut ediyordum. Ama şimdi… Şimdi sadece kalbimdeki boşluk vardı.
Arslan, seni her düşündüğümde kalbimde bir boşluk açılıyor, sanki bütün dünya seninle vardı ve şimdi sadece senin yokluğun kaldı, her geçen gün seni biraz daha derinden özlüyorum.
Salondan çıkıp misafirleri uğurladığımızda Edip ağa kravatını çıkarıp yere attı, öfke vardı suratında, törelerine, aşiretine karşı öfke duyuyordu "Allah kahretsin, Allah beni kahretsin. Ben oğlumun mezarına hangi yüzle gideceğim?" Hatice annenin başı yere eğikti, nikah boyunca başını yerden kaldırmamıştı, Nejla yenge de aynı şekildeydi. Memet amca da Edip ağa gibi öfkeliydi ama sakin durabiliyordu. Müyesser yenge kaşlarını çattı "Sus Edip, Ayla artık benim gelinim, artık onun adıyla Arslan'ın adı aynı cümle de geçmeyecek bile!" Edip ağa elini arabanın kaputuna vurdu "Ben böyle törenin... Hem sen bilmiyor musun bu evlilik asla gerçek bir evlilik olmayacak, sadece aşiretin gözünü boyamak için yapılan bir evlilik!" Müyesser yenge kocası İshak amcanın koluna girdi "Ona sen karar veremezsin, Ayla'da karar veremez. O oğlumun bileceği iş, ben en baştan oğluma söylüyorum ben erkek bir torun isterim!" Kaşlarımı çatarak öne doğru bir adım attım "Benim zaten bir oğlum var, Umut. Bu evlilikte gerçek bir evlilik olmayacak!"
"Sana konuş diyen olmadı, haa bir de Arslan'ın oğlu Umut, seninle bizim konağa gelmiyecek!" Baran yumruklarını sıktı "Sen ne diyorsun yenge, dediklerin akla hayale sığar mı? Amca bir şey demeyecek misin?" İshak amca başını kaldırdı "Müyesser doğru der, ben ne diyeyim!" Memet amca öfkeyle elini İshak amcanın boğazına geçirdi "Be namus! Kim senin yerinde olsa utançtan başını kaldıramazdı, böyle bir durumun içerisinde olduğumuz için! Ahlaksız!" İshak amca kendini, Memet amcanın kollarından kurtarmaya çalışırken, Nihat araya girip Memet amcayı kenara itti. O anda sessizlik, salona yayıldı. Kimse bir şey söyleyemedi, herkesin içine çöken bir gerilim vardı. Sanki herkesin içinde bir fırtına kopuyordu ama dışarıda sadece sessizlik hüküm sürüyordu.
"Yeter artık! Dendiği gibi Ayla artık benim karım ve onunla ilgili olan hiçbir şeyde size artık söz hakkı düşmez!" Edip Ağa'nın şaşkınlıkla ağzı açıldı "Ayla benim kızım gibidir, onun istemediği bir durum yaşanırsa görün bakın ne oluyor?" İshak amca onlara doğru bir adım attı "Ne olur?" Baran eliyle amcasının omzuna vurdu "Bak bakalım ne oluyor amca."
Bazen hayat, düşündüğümüzden çok daha karmaşık olur. Her şeyin bir düzeni varmış gibi görünse de, gerçekte, her adımda bir kaybolmuşluk vardır. Arslan’ı kaybettiğimde, hayatımda her şeyin anlamı değişti. O eksiklik, bir boşluk gibi her geçen gün derinleşti. Şimdi burada, Nihat’la yaşadığım bu "evlilik" içinde, bir dünya var ama aynı zamanda bir hiçlik var. Gerçek, bazen sadece bir kelimeye indirilir, ama o kelime, içimizdeki boşluğu dolduramaz. Zorla söylenmiş bir "Evet" vardı, ama kalbimdeki "Hayır" hep güçlüydü.
İnsan, bazen kaderinin içindeki yerini kabul etmek zorunda kalır. Geleneklerin ve kuralların gölgesinde, sevdanın arzusuyla yaşayan bir bedenden başka bir şey kalmaz. Oysaki hayat, her zaman bizden beklediği yolda ilerlerken, biz her adımda kaybolan bir parçamızı daha bırakıyoruz. Arslan, bir zamanlar hayatımın merkezindeydi ve ben hep onun hayalini taşıdım. Ama şimdi, geriye sadece bir geçmiş kaldı; bir zamanlar tuttuğum hayallerin kırık dökük izleriyle.
Bazen, kendimizi bulunduğumuz yerden uzaklaştırmak isteniriz, çünkü ne kadar uzaklaşırsak, içimizdeki boşluk o kadar derinleşir. Ama bu boşluğu dolduracak kimse yoktur. Aşk, bazen tek bir anın ötesine geçer, bazen bir kelimeyle sınırlı kalır. Her şeyin sonu gelir, ama kaybolan şeyler kalır; kalbimizde, ruhumuzda... Arslan’ı kaybettim ama o kayıp, içimde hep var olacak. Ve belki de gerçek sevgi, kaybolmuş bir şeyi yeniden bulmak değildir, kaybolduğunu kabul edebilmek ve bu acıyla yaşamaktır.
Her şeyin sonu vardır, ama bazen sonlar, bir başlangıcın habercisidir. Kim bilir, belki yıllar sonra, bu kaybolmuş zaman, bu eksik sevda yeniden şekil alır ve ben, nihayet içimdeki boşluğu doldurabilirim. Ama şimdilik, sadece geçip giden bir anı, yüreğime kazıyarak ilerliyorum. Çünkü bazen, hayatın anlamı, kaybolan bir sevdanın hatırası ile yaşamaktır. Hayat, bazen bizim beklemediğimiz anlarda karşımıza çıkıp, en derin yaralarımızı kanatır. Ama kaybolan her şey, bir gün geri dönebilir. Arslan’ın yokluğu, her geçen gün içimde daha da derinleşen bir boşluk bıraksa da, bir şey hep vardı: Bir umut. Belki de en karanlık anlarda, en parlak ışıklar doğar. Benim için Arslan’ın kaybolmuş olması, bir son değil; sadece bir arayışın, bir dönüşün başlangıcıydı. O, bir gün geri dönecek. Bunu hissediyorum. Zaman, acıları iyileştirebilir, ama sevgiyi asla öldüremez. Ve ben, her gün, Arslan’ın geri döneceği o anı bekleyeceğim. Çünkü kalbimde, ona dair bir umut var. Kaybolan bir sevda, bir gün geri dönebilir. Ve ben buna inanıyorum. Bu hikaye burada bitmeyecek.
Umudumuz hiç tükenmesin çünkü ne Ayla'nın ne de benim Arslan'ın öldüğüne dair inancımız yok. Bizi bomba bölümler bekliyor. Hadi o zaman...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 92.72k Okunma |
4.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |