
Keyifli okumalar dilerim.
Üstümdeki beyaz sade elbiseyle odada oturmuş Nihat'ı bekliyordum, üstümdeki beyaz elbiseye herkes gelinlik diyor ben kefen, odanın kapısı açıldı ve içeri Nihat girdi, onun bana karşı duyguları vardı evet ama benimle bu şekilde evlenmek istemiyordu zaten Arslan'la ben evlenince de bana karşı olan aşkını kalbine gömmüştü.
Bana doğru bir adım attı "Sakın bana yaklaşmaya kalkma, bu evlilik sadece bir zorunluluk ve göz boyama!" Kaşlarını çattı "Saçmalama, öyle bir amacım yok! Beni istemeyen birini koynuma almam, ben Arslan değilim!" Öfkeyle ayağa dikilip onun karşısına geçtim "Arslan hakkında doğru konuş o bana ben istemeyen kadar yaklaşmadı!"Dedim, sesimdeki titremeyi hissederek. Arslan’ın adı ağzımdan çıktığında, içimde bir sızı daha büyüdü. O hâlâ kalbimdeydi. Nihat’ın ise gözlerinde bir hüzün vardı, belki de beni gerçekten sevdiğini ama aşkımın hala başka birine ait olduğunu biliyordu. Nihat, derin bir nefes aldı ve bir adım daha attı. Gözlerindeki karışıklık, hissettiklerini net bir şekilde gösteriyordu. "O öldü, o artık yok," dedi, sesinde kırık bir ton vardı. "Arslan’ı seviyorsun, biliyorum. Ama burada, bu evlilikte, ben de senin için bir şeyler hissediyorum. O bir daha geri gelmeyecek ömrün boyunca bir ölünün arkasından yas mı tutacaksın? Benimle artık bir ömür geçireceksin bana bir şans verebilirsin, beni sevmeyi deneyebilirsin!" Bir an için her şey durdu. O an, Nihat’ın sözleri içimi bir tuhaflıkla kapladı. Onun bana duyduğu sevgi vardı, her hareketinde, her bakışında bunu hissedebiliyordum. Ama benim içimdeki tek gerçek, hâlâ Arslan’a olan aşkımdı. "Nihat," dedim, sesim zorla çıkıyordu, "Benim kalbim hâlâ Arslan’a ait. Onu seviyorum, ve bu... bu evlilik... bu zorunluluk sadece bu kadar." Nihat, derin bir nefes aldı. Gözleri biraz daha sertleşti ama bir o kadar da yumuşadı. "Ben seni seviyorum Ayla," dedi, ama bu sefer kelimeleri sanki çok zorla söylenmiş gibiydi. "Bunu kabul etmek zorundayım. Senin için her şey farklı olabilir, ama ben buradayım. Yanındayım, ve ne olursa olsun seni kaybetmek istemiyorum."
O an, aramızdaki sessizlik daha da derinleşti. Nihat’ın söyledikleri, içimdeki boşluğu ne kadar doldurmaya çalışsa da, ben hâlâ Arslan’ı seviyor, onun geri dönmesini bekliyordum. Ama Nihat, her ne kadar bana zorla bir sevgi sunuyor olsa da, ben onun kalbinde hâlâ bir yabancıydım. Nihat odadaki gerilimden kurtulmak için dışarı çıkmaya karar verdi, kapıyı açıp çıkacakken yere eğildi,yerden birşey alıp bana döndü. Elinde bir gül vardı "Nereden çıktı bu gül?" Gülü görünce anlık bir şaşkınlıkla gülü ondan aldım, bu gönderilen üçüncü ya da dördüncü güldü "Ne bileyim ben!? Yalnız bırak beni." Nihat kapıyı sertçe çarparak odadan çıktı. Nihat’ın kapıyı sertçe çarpıp odadan çıkmasından sonra, elimdeki gülü tekrar inceledim. Gülün solmuş yaprakları, içimdeki boşluğu daha da belirginleştiriyordu. Bir an, gülü yere bırakmak istedim ama parmaklarımın arasındaki sıcaklık, bana onu hâlâ Arslan’ın göndermiş olabileceğini düşündürdü. Bir anda, tüm vücut kimyamı saran bir hisle, Arslan’ın varlığını yine hissettim. O gül… bana kesinlikle Arslan'dan gelmişti. Onun kokusu, onun sevgisi her zaman bir parça burada kalmıştı. O gül, Arslan’dan bir işaretti. Koşarak pencereyi açtım, gözüm heryerde Arslan'dan bir işaret arıyordu, hiçbir şey bulamayınca tam geri dönüyordum ki, mahallenin meczupu dediğimiz adam bana seslendi "Yenge yenge!" Gözlerimi devirerek adama döndüm "Ne var?"
"O dedi ki; ben onu görüyorum, herşeyden haberim var, seni görüyormuş,senden haberi varmış." Gözlerim umutla parladı "Kim, kim beni görüyormuş, kimin olanlardan haberi varmış? Arslan'ın mı? Onu gördün mü, onunla konuştun mu?" Meczup cevap vermeden zıplaya zıplaya koşmaya başladı "Gitme, söyle. Söz ettiğin kişi Arslan mı!?" Meczup koşmaya devam etti, koşarken söyleniyordu."Gül vermiş, sana gül vermiş! Gül..." Ben artık tamamen emindim Arslan yaşıyordu.
Menzup gözden kaybolmuştu ama içimdeki umut ışığı giderek güçleniyordu. Arslan yaşıyordu! Gülü de o göndermişti, bundan artık emindim. Ellerim titriyordu, kalbim hızla atıyordu. İçimde, uzun zamandır hissetmediğim bir heyecan vardı. Pencereden dışarı baktım, her şey aynı görünüyordu, ama benim için dünya artık bambaşkaydı. Arslan hayattaydı ve bir şekilde beni izliyordu, bana gülü göndererek varlığını hissettirmişti. Odaya geri dönüp yere düşen gülü aldım. Gülü kokladım, burnuma gelen tanıdık koku içimdeki anıları daha da canlandırdı. Arslan’ın bana her seferinde getirdiği güllerin kokusuydu bu. "Beni bulacak, bir gün bana gelecek," dedim kendi kendime, sanki o an beni duyuyormuş gibi. Umut, içimde kök salmaya başlamıştı. Ne olursa olsun, Arslan’a olan inancımı yitirmeyecektim.
Tam o sırada kapı yeniden çalındı. Kapıyı açtığımda karşımdaki kişi Nihat’tı. Yüzünde şaşkınlık ve öfke arasında gidip gelen bir ifade vardı. "Az önce ne oldu? Pencereden birine sesleniyordun. Neden bu kadar heyecanlandın?" dedi, sesi ciddi ve sertti. "Nihat, lütfen. Şu an açıklama yapmak istemiyorum. Seninle ilgisi yok," dedim soğukkanlı bir şekilde. Onunla konuşacak ne isteğim ne de sabrım vardı. Arslan’la ilgili bir şey öğrenmişken, Nihat’ın varlığı sadece bir engel gibi hissediliyordu.
Nihat, duraksadı. Gözlerindeki merak yerini bir hayal kırıklığına bıraktı. "Biliyorum, hâlâ Arslan’ı bekliyorsun," dedi, sesi bu sefer daha sakin ama içindeki kırgınlık belirgindi. "Ama Ayla, gerçeklerle yüzleşmek zorundasın. O öldü. Bunu ne kadar erken kabullenirsen, o kadar az acı çekersin."
"Nihat, bunu söylemeyi kes artık! Arslan yaşıyor, bunu hissediyorum. O bana bu gülü gönderdi!" dedim, gülü ona göstererek. Gözlerimdeki kararlılık onu şaşırtmıştı. "Ben asla pes etmeyeceğim. Arslan yaşıyor ve bir gün geri dönecek."
Nihat bir süre sessiz kaldı, bakışlarında anlam veremediğim bir şey vardı. "Peki," dedi sonunda. "Bu saçmalığa inanmaya devam et. Ama bir gün, bu umudun seni ne hale getirdiğini göreceksin." Ardından arkasını dönüp sessizce gitti.
Kapının kapanmasıyla birlikte derin bir nefes aldım. İçimdeki umut, Nihat’ın sözleriyle sarsılmamıştı. Gözlerim gülü tekrar buldu ve sıkıca avuçlarımda tuttum. "Arslan, eğer gerçekten yaşıyorsan, lütfen bana bir işaret daha ver," dedim fısıltıyla. "Nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyorum, ama seni bekliyorum."
O gece, uyumadan önce aklımda tek bir şey vardı: Arslan’ı bulmak. Artık ne olursa olsun, onu hayatta bulmak için her şeyi yapacaktım. Ertesi gün, dışarı çıkıp meczupu bulmaya karar verdim. O biliyordu, Arslan’ı görmüştü. Eğer bir ipucu verebilirse, onu bulmam için ilk adımı atmış olacaktım.
Aşk… İnsan onu tarif etmeye çalıştıkça daha da derinleşen, kelimelerin ötesine geçen bir his. Aşk, bazen insanın nefes almasını zorlaştıran bir yük, bazen de hayata tutunmasını sağlayan bir umut olur. Benim içinse aşk, Arslan demekti. Onu sevmek, dünyadaki her şeyden vazgeçmek ama yine de eksik kalmaktı. Aşk, bir başka insana teslim olmak değil, onunla birlikte kendini bulmaktı. Belki herkes bana deli gözüyle bakıyordu, ama sevdiğin bir insanın varlığına inanmaktan daha büyük bir cesaret yoktu. Aşk, her şeyini kaybettiğinde bile o kişiyi beklemekti. Benim aşkım buydu. Sessizce beklemek, inatla sevmek ve asla vazgeçmemek.
Meczup sana çok teşekkür ederim valla ilaç gibi geldin...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 92.72k Okunma |
4.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |