31. Bölüm

30. Bölüm

Damla T.
damla___0

 

"Arslan’ın kayboluşu, sanki dünya üzerindeki tüm renkleri solgunlaştırmış, her şey griye bürünmüş gibi; ama yine de, derin bir inançla biliyorum ki, bir gün, bir yerlerde, geri dönecek."

 

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Gecenin bana getirdiği o umut, içimde hâlâ sımsıcaktı. Arslan… O yaşıyordu, yaşıyor olmalıydı. Gözlerimi açtığımda elim hâlâ dün gece bana gelen gülü sıkıca tutuyordu. İçimden bir ses onun burada, bir yerlerde olduğunu fısıldıyordu. Belki de beni izliyordu, belki de bana ulaşmaya çalışıyordu.

Sessizce üzerime bir elbise geçirip dışarı çıktım. Konağın avlusunda her şey sakindi. Gün doğarken taş duvarlar soğuktu, ama içimdeki heyecan tüm soğukluğu bastırıyordu. Ayaklarım beni nereye götüreceğini bilmeden ilerliyordu. Kalbim bana meczubu bulmam gerektiğini söylüyordu. O adam bir şey biliyordu, bunu hissediyordum.

Mardin’in dar sokaklarında yürürken herkes hâlâ uykudaydı. Sokaklar sessizdi, sadece sabah rüzgârının hafif uğultusu kulağıma geliyordu. Meczubu her zaman dolandığı meydanda bulacağımı umuyordum. Sonunda onu gördüm, yerdeki taşlarla oynuyordu, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu.

Ona yaklaştım, diz çökerek göz hizasına geldim. “Dün gece bana bir şey söyledin,” dedim, sesimdeki ciddiyeti gizlemeye çalışmadan. “Arslan’ı gördüğünü söyledin. Bana daha fazlasını anlat. Onu gerçekten gördün mü?”

Başını yavaşça kaldırdı ve gözlerini bana dikti. O bakışlarda deliliğin yanı sıra garip bir bilgelik de vardı. "Gördüm," dedi usulca. "O burada… Hep burada. Ama kimse bilmez, herkes onu öldü sanır. Oysa o… yaşıyor. Gökyüzünün altında ama kimse göremiyor." Sözleri beynimde yankılandı. Gökyüzünün altında… Ne demek istiyordu? Bir an için nefesim kesildi. “Ne demek istiyorsun? Kim sakladı onu? Neredeler?” diye sordum, çaresizce ondan bir cevap bekleyerek.

Ama o sadece güldü, tiz bir kahkaha attı ve yerden kalkıp koşmaya başladı. Peşinden koştum. “Bekle! Bana daha fazlasını söyle!” Ama o çok hızlıydı. Köşeyi döndüğünde gözden kayboldu. Yalnız kalmıştım. Kalbim öfkeyle ve umutla çarpıyordu.

“Arslan…” dedim kendi kendime. “Seni bulacağım. Yaşıyorsun, biliyorum. Yaşıyorsun da nerdesin?"

Şimdi tek bir hedefim vardı: Arslan’a ulaşacak yolu bulmak. Ama bunu yaparken kimseye güvenemezdim. Çünkü bu evde kimse benim Arslan’ı beklediğimi anlamamalıydı, özellikle de Nihat. Konağa geri döndüğümde Nihat uyanmış, öfkeyle avlunun bir ucundan diğer ucuna gidip duruyordu "Nerdeydin sen!?" Korkarak kendimi geri çektim "Çarşıya gittim, bir kaç işim vardı." Kaşlarını çatarak elini avlunun duvarına vurdu "Yalan söyleme daha ilk günden ne çarşısı bu, nereye gittin!?" Onu umursayarak içeri girecektin ki kolumdan tutup beni kendine çekti "Ya sana hesap mı vereceğim ben!?"

"Vereceksin!" Diye bağırdı tüm öfkesiyle.

Nihat’ın gözlerinde biriken öfke beni de sardı "Kimsin ki sen, ben sana hesap vereyim?!" Kolumda sıkıca tuttuğu eli, bedenimde ki her bir siniri uyarıyordu "Ne demek kimsin, kabul etmesen de ben senin kocanım! Sen belki Arslan'a dair bir umut bulurum diye çıktın dışarı değil mi?" Öfkeyle kolumu sıkan elime vurdum "Sanane, sanane! Evet ondan çıktım, sanane!" Bana doğru bir adım attı "Kes! Ne demek lan sanane?! Sen deli misin kızım, bir ölünün peşinden gidecek kadar mı kafayı yedin!?" Elimle omzuna vurdum "Yedim! Napıcaksın Nihat, evet ben o kadar kafayı yedim hadi, hadi bir şey yap Nihat, napabilirsin!?" Sinirle elini duvara vurmaya devam etti "Ne istiyorsun sen Ayla, sen? Ne olsun istiyorsun, napayım Ayla?!" Bizim seslerimize tüm ev halkı avluya çıktı "Ne oluyor, ne bu hâliniz?" Müyesser yengeye döndüm, oldukça öfkeli ve sınırlı gözüküyordu, ezik egosu ve kibri yüzünden belliydi ama ona Hatice anneye gösterdiğim toleransı göstermeyecektim "Yok bir şey, girin siz içeri!" Hızlı adımlarla bize doğru geldi "Ne demek yok bir şey köpek gibi oğlumun suratına havlıyordun!" Müyesser yengeye karşı bir adım attım "Oğluna anlayacağı dilden konuşuyorum işte daha ne istiyorsun?" Müyesser yenge elini saçlarıma geçirdi "Bana bak Ayla! Burası Edip'in konağı değil, bende Hatice değilim, burada orada davrandığın gibi davranamazsın!" Saçlarımı tüm gücüyle çekiyordu, canım o kadar yanıyordu ki onu ittiremiyordum bile "Bırak!" Nihat sadece bizi izliyordu, burada Arslan olsa ve bunu yapan da Hatice anne olsaydı, o zaman Arslan asla tepkisiz kalmazdı "Sen artık Nihat'ın karısısın sus derse susacak, konuş derse konuşacak, ye derse yiyecek, iç derse içecek, otur derse oturacak, kalk derse kalkacak, nefesi dâhi o al derse alacaksın!" Tüm gücümü toplayıp onu ittirdim, kenarda duran saksılardan birini alıp ona fırlattım, Nihat'ın kız kardeşi koşarak gelip beni kenara çekti "Napıyorsun sen, terbiyesiz!" Elimi tehditkâr bir şekilde onlara doğru salladım "Bana bakın! Bugüne kadar çok şeye boyun eğdim artık yeter! Bundan sonra kim bana karışırsa, hepinize karşı tavrım budur, haa yok olmadı, Allah çarpsın hepinizi bu şehire rezil ederim, sokağa çıkacak yüzünüz kalmaz!" İshak amca alaylı bir tavırla gülerek aşağıya indi "Öyle mi Ayla, aaa kızım senin ufak bir oğlun, bir de ailen var lütfen!" Ne demekti bu?

"Ne diyorsun sen?" İshak amca tek kaşını kaldırdı "Bilmem. Bir düşün bakalım, sen bize böyle bir tavır takınacaksın, bizi şehirde rezil edeceksin, bizde senin ailenin rahatça yaşamasına hatta yaşamasına izin mi vereceğiz, ah bir de şey oğlunun." Duyduklarımla gözüm öfkeden döndü "Sana bir şey diyeyim mi, oğlum hariç hiç biri sikimde değil! Oğluma da bir şey yapmaya kalkarsanız, o zaman siz, siz yaşayabilir misiniz? Yaşatır mıyım sizi, yaşatırlar mı sizi?!" Ne Edip ağa, ne de ben yaşamalarına izin verirdim "Kendi gözleriyle öldüğünü gördüğü kocasının hâlâ yaşadığını düşünen birine göre fazla iddialı sözler bunlar! Bir deliye göre yani." Bana deli olduğumu mu söyledi o? Ona sadece güldüm "Öyle bir deliyim ki oğlunuza da bulaştırdım bunu, oğlunuz ben onu sevmiyorum diye bir köpek gibi kuduruyor, kalbimde hâlâ Arslan var diye köpürüyor," İshak oğluna öfkeli bir bakış attı "Size günün en iyi dileklerini dileyerek odama çıkmak isterim İshak amca, Allah belanızı versin." Müyesser yenge tekrar araya girdi "Ne diyor bu?" Kaşlarımı çattım "Anlamadınız mı, Xwedê belê xwe bidê diyorum, İspanyolca ¡Que te joda Dios diye Fransızca da Que Dieu te maudisse diye söylenir. Şimdi anladınız mı?" Nihat beni odama göndermek istedi "Gir içeri küstahlaşma!" Sonra avludaki adamlarına döndü "Bu bir daha dışarı çıkmayacak, dışardakilere de söyleyin, gerekirse zor bile kullanın!" Kuş olup uçar giderim haberin bile olmaz, pislik!

Arslan… Onu düşündüğümde içimde bir boşluk oluşuyor, ama aynı zamanda bir umut. Onun kayboluşu, sanki dünyamın dönmesini durdurmuş gibi. Arslan'ı bulmak, bir şekilde onu tekrar bulmak… Bunu yapabilmek için her şeyi göze alırım. Onun bir yerlerde, bir şekilde hâlâ var olduğuna inanıyorum. Gökyüzünün altındadır belki, ama bir yerlerde, ben onu bulacağım. Kaybolan birini seviyorsanız, umut her zaman en son terk ettiğiniz şey olmalı.

 

Ayla ve Arslan'ın sahnelerini o kadar özledim ki...

 

Bölüm : 06.01.2025 20:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...