
"Hasret, zamanla büyüyen bir yara; ama kavuşma, her acıyı unutturacak kadar güçlü bir iyileşmedir."
"Arslan." Gözlerimde biriken yaşlara engel olamadan onun adını fısıldadım. Aylardır görmediğim, geceler boyu hasretle düşlediğim o yüz... şimdi tam karşımdaydı. O an tüm dünyam durdu.
Beni görünce yüzüne yayılan o sıcak gülümseme içimi ısıttı. “Ayla…” dedi usulca, sesi sanki yıllardır duyduğum en güzel melodi gibiydi. Hızlı adımlarla aradaki mesafeyi kapatıp ona sarılmaya yeltendim, ama o benden daha hızlı davrandı. Beni kollarının arasına aldı, sıkıca sardı. Kalbim onun göğsünde atıyordu sanki.
“Gerçek misin?” diye fısıldadım, hala ona dokunmaya korkarak. Yıllardır bu anın hayalini kurmuştum ve şimdi gerçek olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum.
“Gerçeğim,” dedi, saçlarımı usulca okşayarak. “Ve bir daha gitmeyeceğim.”
Gözlerimden süzülen yaşlar yanaklarımı ıslatırken, dudaklarım bir şey söylemeye çalıştı ama kelimeler yetmedi. Sadece ona daha sıkı sarıldım. O da beni bırakmadı.
Dakikalarca böyle kaldık. Sessizlikte sadece birbirimizin kalp atışlarını duyduk. Hasret sona ermişti; artık ayrı düşmeyecektik. "Seni beklerken ne kadar çok özledim bir bilsen, Arslan..." dedim boğuk bir sesle.
O ise hafifçe gülümseyerek alnıma bir öpücük kondurdu. "Ben de seni, Ayla. Her gün, her saniye."
Bir süre birbirimize sarılmış halde durduk, sanki bu anı sonsuza kadar uzatmak ister gibi. Zaman durmuş gibiydi, dış dünyadaki her şey anlamsızlaşmıştı. Arslan’ın sıcaklığı, kokusu, varlığı… yıllardır eksikliğini hissettiğim ne varsa şimdi tamamlanmış gibiydi.
Ellerini yüzüme usulca koydu, gözlerimin içine baktı. "Ne kadar güzelleşmişsin," dedi hafif bir tebessümle. Yüzümün kızardığını hissettim, ama bunu gizleyemedim. Parmakları yanaklarımı okşarken kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu.
"Sen de hiç değişmemişsin," dedim gülümseyerek. "Aylar geçti ama gözlerin hâlâ aynı… bana ilk aşık olduğun anki gibi bakıyor."
Arslan başını hafifçe eğip gözlerini tekrar gözlerime kilitledi. "Çünkü hep sana baktım, Ayla. Sadece sana. Nereye gittiysem, nereye sürüklendiysem kalbim hep burada, sende kaldı."
Bu sözler içimde bir şeyleri kırdı, gözyaşlarım yeniden akmaya başladı. Ama bu sefer gözyaşlarım hüzünden değil, mutluluktandı. Elleriyle gözyaşlarımı sildi. "Ağlama artık, güzelim. Artık yanındayım."
Titreyen ellerimle yüzüne dokundum, ona tekrar sarıldım. "Sakın bir daha gitme, Arslan. Sakın bırakma beni."
"Bırakmayacağım," dedi, sesinde tarifsiz bir kesinlikle. "Söz veriyorum. Bitti artık, bu kez hep seninle olacağım."
Başımı göğsüne yasladım, kalbinin güçlü atışlarını dinlerken huzur buluyordum. "Böyle bir daha ayrılmayacağımızı bilmek... bana sonsuz bir güç veriyor."
Arslan ellerini saçlarımda gezdirirken, "Biz birbirimize aitiz, Ayla," diye fısıldadı. "Ve artık hiçbir şey bizi ayıramaz."
Kapıdan gelen tok ve güçlü bir sesle ikimiz de irkildik. Arslan kollarını gevşetip bana baktı, ardından başını kapıya çevirdi. Sesin sahibini anlamak zor değildi. Kapının arkasında, varlığını hep hissettiğim biri vardı: Edip Ağa.
Arslan derin bir nefes aldı, bakışlarında hem bir heyecan hem de bir hüzün vardı. “Gel,” dedi gür bir sesle. Kapı usulca açıldığında, karşımızda duran adamın yüzünde ayların yorgunluğu okunuyordu.
Edip Ağa, oğluna bir an sessizce baktı, ardından gözleri hafifçe doldu. Arslan birkaç adım atarak babasına yaklaştı. İkisi de bir an tereddüt ettikten sonra sıkıca sarıldılar. O an, ayların ayrılığı, hasreti ve acısı bu kucaklaşmada eriyip gitmiş gibiydi.
“Hoş geldin, oğlum,” dedi Edip Ağa, sesi titreyerek. “Bizi çok beklettin, ama sonunda döndün.”
“Hoş buldum, baba,” dedi Arslan, babasının omzuna sarılırken. “Seni çok özledim.”
Ben, bu anı sessizce izlerken gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ediyordu. Edip Ağa, oğlundan ayrılıp bana doğru baktı. Gözlerinde hem minnet hem de derin bir şefkat vardı. Yavaşça yanıma geldi ve omzuma dokunarak, “Sen de bizim evladımızsın, Ayla. Bu aile artık tamam, senin Arslan'ı bulmak için ne kadar çabaladığını biliyorum.” dedi.
O an içimde biriken tüm duygular, sözcüklere dökülmeden Edip Ağa’nın bu sıcak sözleriyle anlam buldu. Arslan’la göz göze geldim; biz artık yalnız değildik. Hem birbirimizi bulmuştuk hem de ailemizi yeniden kazanmıştık.
Edip Ağa’nın sözleriyle içimdeki tüm boşluklar bir anda dolmuştu. Gözlerim dolmuş, sevincim her geçen saniye daha da büyüyordu. Arslan’la birbirimize sarıldıkça, o uzak ve yalnız geçen yılların acısı geride kalıyordu. Şimdi tek bir şey vardı, o da burada, birlikte olmak.
Birden kapı tekrar açıldı ve odaya giren kalabalık, sıcak bir gülümseme yayarak ortamı doldurdu. İlk olarak Nejla yenge girdi, peşinden Baran, Hatice anne, Memet amca, Behçet dayı, Ferhat ve Fırat… Her biri gözlerinde hem şaşkınlık hem de mutlulukla bizlere bakıyordu.
Nejla yenge, o gülümsemesiyle Arslan’a doğru yürüdü ve "Ah Arslan, seni sağ salim görmek ne kadar güzel, oğlum!" diyerek ona sıkıca sarıldı. Baran, abisinin yanına gidip omzuna vurdu, gözlerinde gurur ve sevgi vardı. Hatice anne gözyaşlarını tutamayarak "Yavrum, ne olurdu Arslan, bir an önce dönseydin,annem. Ben ne kadar çok özledim seni!" diye içini döktü, ama yine de kalbindeki sevgi her şeyin önündeydi. Memet amca ve Behçet dayı, gülerek Arslan’a yaklaşıp onu sıkıca kucakladılar, "Her zaman yanındaydık, evlat, bir daha ayrılmayız," dediler.
Ferhat ve Fırat ise her zamanki enerjik halleriyle, Arslan’ı görmekten büyük mutluluk duyuyorlardı. "Abi, seni çok özledik," diyerek ona sarıldılar. O an hep birlikte, hem aile hem de dostluk anlamında yeniden bir bütün oluyorduk.
Benim için o an, sanki tüm dünya bir kez daha gerçek oluyordu. Arslan’ın varlığı, bir zamanlar kaybolan her şeyin geri gelmesi gibiydi. O kadar uzun bir yolculuktan sonra, şimdi buradaydık; birbirimize sıkıca sarılmış, her şeyin tamamlandığını hissediyorduk.
Herkesin gözlerinde aynı derin sevgi vardı ve bu büyük ailenin bir araya geldiği an, her şeyin ötesindeydi. İçim huzurla dolarken, Arslan’ın gözlerindeki mutluluk ve rahatlama, o kadar uzun süre beklediğimiz şeyin nihayet geldiğini gösteriyordu. Bu, hasret dolu bir kavuşmaydı; artık birlikteydik ve hiçbir şey bizi ayıramazdı.
Arslan, gözlerinde derin bir merakla etrafına bakındı. "Umut nerede?" dedi, sesi daha önce hiç duymadığım kadar yumuşak, içindeki baba sevgisini belirgin şekilde taşıyarak.
Tam o anda kapı hafifçe aralandı ve Şilan, kucağında Umut'la içeri girdi. Arslan’ın gözleri aniden aydınlandı, sanki yıllardır beklediği bir şey nihayet karşısında duruyordu. Şilan, Umut’u Arslan’a doğru nazikçe yaklaştırdı ve "Bak Umut baba gelmiş," dedi.
Umut, o minik ellerini Arslan’a doğru açarak neşeyle gülümsedi. Arslan hemen adım atarak, o küçücük bedeni kollarına aldı. O an, sanki zaman bir an için durmuş gibiydi. Arslan’ın gözleri, oğlunu kucakladığı anın büyüsüne kapılmıştı. Bir an tereddüt etti, sonra minik Umut’u iyice sıkıca sardı. "Büyümüşsün, küçük adam," diye fısıldadı, sesi tıpkı yumuşak ve derindi.
Ben, o anı izlerken gözlerim doldu. Aylardır beklenen bir kavuşma, bir araya gelmiş bir aile… Bir yanda Arslan’ın bir baba olarak yaşadığı bu anın içindeki mutluluk ve gurur, diğer yanda beni de sarhoş eden bir huzur vardı. Gözlerimdeki yaşlar karıştı, ama bunlar acı değil, sevincin gözyaşlarıydı. Çünkü artık, her şey tamdı.
Bir süre sonra Arslan, ailesine dönüp, bizi yalnız bırakmalarını rica etti. Gözleri, içinde bir şeyleri paylaşma arzusuyla parlıyordu. "Beni Ayla ile yalnız bırakır mısınız?" dedi, sesi yine yumuşak ve kararlıydı. Edip Ağa ve diğerleri, Arslan’ın isteğini anladı ve birer birer odayı terk etti.
O an, yalnız kalmamız gereken bir an gibi hissediyordu. Artık geriye sadece ben, Arslan ve Umut kalmıştık. Kapı kapanırken, derin bir nefes aldım ve Arslan’a odaklandım. Gözlerindeki o huzur, bana her şeyin doğru olduğuna dair güven veriyordu. Gözlerim Arslan’da, kalbimse sadece ona aitti.
"Nihat sana, seni incitecek veya senin istemediğin bir harekette bulundu mu?" Başımı iki yana salladım "Hayır asla, sadece senin öldüğünü söylüyor ve millet laf söyler diye dışarı çıkmamı seni aramamı istemiyordu." Arslan’ın gözleri, bu cümlelerin ardından bir an için karardı, ama hemen sakinleşti. "O, seni korumak istedi, Ayla," dedi, derin bir nefes alarak. "Ona kızamam, ilk duyduğumda kafayı yiyecek gibi oldum ama sonra onunda bir suçu olmadığını, mecbur kaldığını anladım. Bir an önce bitsin bu iş yeter!"
Sesindeki keskinlik beni sarmaladı. Biraz önceki mutluluk ve huzur, yerini derin bir düşünceye bırakmıştı. Arslan, gerçekten her şeyin farkındaydı; beni kaybetmek, kendi kaybolmuşluğuyla birlikte bir bedel ödediği anlamına geliyordu "Aslında işin özünde Nihat kötü biri değil gerçekten. Hani bizim hayatımızın başrolü olan bir kavram var ya Mecburiyet hatta direk töre işte herşeyin tek suçlusu bu." Arslan başını salladı "Öyle öyle. Düzelecek ya herşey, bu saçma aşiret kuralları da." Gülümsedim "Umarım, ayy oğluşuma bak sen ne kadar tatlııı." Arslan gülerek Umut'un saçlarını okşadı "Aynı ben sadece bir tık daha açık tenli." Gülerek Umut'un yanaklarını sıktım "Bal bu ya, bal."
O kadar mutlu ve huzurluyduk ki bu an hiç bitmesin diye dua ettim Allah'a.
Yeni kurgum: Töre Ne Ki? sizlerle, ona da bir şans verin derimm
Allah'ım bölümü yazarken o kadar mutlu oldum kiiii
Okuyan herkese teşekkürlerimi sunuyorum, sizleri çooookkkk seviyoorummm, oy verip destek olmayı da unutttmaaaayınnnn 💐 🤍 ✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 92.72k Okunma |
4.26k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |